Bölüm 142: Kutsal Şehir

avatar
10455 32

True Martial World - Bölüm 142: Kutsal Şehir


 

Çeviri: bebebiskuvisi Düzenleme: bezald35

   


Zhang Tan önderliğinde düzinelerce binek, engin yabanda koşturuyordu.


Bulut Çölü’ne gelen Jin Long Wei birliklerinin sayısı on bindi. Zhang Tan’ın takımı onlardan biriydi sadece.


Yi Yun, Jin Long Wei’nin Bulut Çölü’ne gelmesinin ardında yatan sebebi biliyordu. Birkaç ay önce meydana gelen “Mor Bulut Doğumu” yüzündendi. Bu fenomen Tai Ah Kutsal Krallığı’nı harekete geçirmiş, Jin Long Wei’yi hazine aramak için engin yabana göndermelerine sebep olmuştu.


Nihayetinde hazine falan bulunamadı, bunun yerine kadim bir gizemli bölge bulundu.


Bunun üzerine gizemli bölgeyi araştırmak için Marki Wenyun’un bizzat kendisi Bulut Çölü’ne geldi. Ama gizemli bölgenin düzenini çözemediklerinden Su Jie’nin yardımını istediler.


Bu gizemli bölge çok büyük olduğundan Marki Wenyun ile arkadaşlarının geri dönmesi çok uzun sürecekti.


Jin Long Wei’nin, hazineyi aylar süren aramalardan sonra bile bulamadığı göz önüne alındığında, Bulut Çölü’nde kalmak için bir sebepleri de kalmamıştı.


Dün, Jin Long Wei’nin on bin birliğine de Bulut Çölü’ nden ayrılmaları emredilmişti. İlk ayrılan takım ise Zhang Tan’ ın takımıydı.



Engin yaban çok büyük bir alandı. Gökyüzüne uzanan on binlerce metrelik dağlar vardı. Zirvelerindeki kar erimez; aksine her yıl, bir önceki yıldan kalan karın üstüne yağan karla birlikte karın seviyesi artardı. Bu buzullar gökyüzünü deler, yeryüzünü kaplardı!


Bu buzullar geçmişte, denizler kadar engin ve şiddetli akan nehirlerin kanyonlarıydı!


Yi Yun, Jin Long Wei takımını takip etti ve yolda engin yabanın bu muhteşem yanını izledi. Engin yaban çok zorlu bir bölgeydi ama onu şaşırtacak kadar da muhteşemdi.


Ona eşlik eden bir birlik ve özel bineği olmadan engin yabanda seyahat etmesi gerçekten de zor olurdu.


Çok uzun süre önce Bulut Çölü’nde görkemli bir krallığın hüküm sürdüğüne dair bir efsane vardı. Ama yavaşça yok olmuş ve geriye birkaç küçük kabileden başka bir şey kalmamıştı, yıkılışlarıyla beraber dövüş sanatı mirasları da kaybolmuştu.


...


Bir aydan fazla seyahat ettiler.


Yoldayken bile Yi Yun antrenmanlarını ihmal etmedi.


Lin Xintong’un verdiği Akan Cıva Elbisesi’ni giyiyordu. Ama onu, binek üstünde seyahat ettiğinden bineğini düşünerek asgari ağırlıkta tutuyordu.


Ama mola verip de antrenman yaptığında hemen ağırlığını ve sıkılığını arttırıyordu!


Akan Cıva Elbisesi’ni eğitim için giyiyordu zaten!


Geçmişte Ejderha Kaburgası Kaplan Kemik Yumruğu hareketlerini ardarda düzinelerce kez yapabilirken şimdi, Akan Cıva Elbisesi’nin onu kısıtlaması nedeniyle yedi sekiz kez zar zor yapabiliyordu. Enerjisi çabucak bitiyordu. Bunun sebebi ağır olması değil, enerjisinin elbise tarafından sömürülmesiydi. Yumruk da atsa, tekme de atsa, gerinse de, zıplasa da, yaptığı her şey normale göre çok yavaştı.


Enerjisi tükendiği zaman enerjisini yenileyecek şeyler kullanıyordu. Ama çok geçmeden Metruk İnsan Vadisi’ne girdiğinde biriktirmiş olduğu kemik kalıntıları tükendi.


Sonunda, Yer ve Gök Yuan Qi’sini emmesi için Mor Kristal’e güvenmekten ve büyük miktarlarda metruk hayvan eti yemekten başka yapabileceği bir şey kalmadı. Neyse ki, Fil Yutma Tekniği ile yetişim hızı durma noktasına kadar gerilemedi.


Bu durum Yi Yun’un biraz karamsarlaşmasına sebep oldu. Savaşçılar tarafından harcanan kaynak miktarının, korkunçtan başka bir kelimeyle nitelendirilemeyeceğinin farkına vardı. Ama bu inanılmaz yoğun eğitimin çeşitli etkileri de olmuştu.


Bu bir ay içinde Akan Cıva Elbisesi’nin baskısına epey alışmıştı. Öyle ki, Akan Cıva Elbisesi’nin kısıtlama gücünü en alt seviyeye indirdiğinde, biraz dar olan ama hareketlerine engel olmayan bir gömlek giymiş gibi hissediyordu.


Bu bir ay, birkaç yüz bin millik yolculukla geçti ve bu uzun yolculuğun sonunda bir sınır şehrine vardılar.


Bu sınır şehrinde üç gün bekledikten sonra diğer Jin Long Wei takımlarıyla birleştiler ve bir başka uzun mesafeli yolculuktan sonra nihayet gidecekleri yere, Kutsal Krallık’ın merkez bölgelerine vardılar!


Jin Long Wei’nin seyahat dizilişinden ayrıldığı zaman gördüğü şey, Yi Yun’un derin bir nefes almasına neden oldu!


Kendisini inanılmaz yüksek bir uçurumun tepesinde buldu. Uçurum en azından on bin feet vardı!


Uçurumun duvarları inanılmaz düzgündü. Dağ, tanrı tarafından ikiye bölünmüş, bir yarısı diğerinin üzerinde yükselmiş gibiydi!


On bin metrelik uçurumun dibinde, bir insanın görüş mesafesinin limitlerinde bulunan şey ise daha da şok edici bir görüntüydü.


Büyük, ulvi bir kule vardı. Bu ulvi kule siyahtı ve gökyüzüne ulaşan bir dünya ağacı gibiydi!


Akıl almaz bir kalınlığa sahip olan kulenin etrafında büyük bir şehir vardı.


Şehrin duvarları koyu kırmızıydı. Uzun ve önemli ölçüde kalındılar. Uzaktan Cennetin Kapıları gibi görünüyorlardı.


Şehir duvarlarının üzerindeki gökyüzünde yüzlerce hava gemisi vardı. Her bir hava gemisi on binlerce insanı taşıyabilirdi. Ve hava gemilerinin arasında, uçan çeşitli ruhani hayvanlar vardı. Bu ruhani hayvanlar pullarla kaplıydı ve ejderha boynuzları vardı. Bazılarında renkli tüyler varken bazıları da aslan bedenine ve ejderha kafasına sahip korkunç görünümlü canlılardı.


Her ruhani hayvan, Jin Long Wei bineklerinden yüzlerce kat daha güçlü bir aura yayıyordu!


Onlara bakanlar,, bu ruhani hayvanları süren insanlar olduğunu söyleyebilirdi.


İnsanların böyle kadim hayvanlara binebildiğine inanmak zordu.


“Engin Bulut Çölü’nün insanları tüm hayatlarını kuyuda geçiriyor…” Yi Yun kendi kendine mırıldandı. Engin yabandayken, dünyanın inanılmaz ölçüde büyük olduğunu defalarca kez duymuştu. Büyük tarikatların ve kadim krallıklarının akıl almaz güçlerini de biliyordu.


Ama zihinsel olarak kendini hazırlamış olmasına rağmen bunları gördüğünde yaşamış olduğu şaşkınlığın gözlerinden okunmasını engellemesi zordu.


Gerçekten şaşırtıcıydı. Öyle ki, gözlerinin önündeki sahneyi açıklamak için muhteşem sözcüğü bile yetersiz kalırdı!


Yi Yun engin yabanda gurur verici sonuçlar almıştı ama kadim Tai Ah Kutsal Krallığı’nda bu sonuçların zerre önemi yoktu.


Cennet, Dünya, Mistik ve Sarı sınıfları arasından altı üstü Mistik sınıfı olarak değerlendirilmişti. Ve Mistik sınıfı içinde dahi ortalama bir derece almıştı.


Yi Yun yine iyiydi. Yi Yun’a eşlik etmiş olan Lian kabilesi insanları tamamen sersemlemişti. Gözlerinin önündeki sahneyi idrak edemiyorlardı.


Burası neresi? Cennet mi?


Gerçekten de dünyada böyle bir yer olabilir mi?


Yi Yun hâlâ şaşkınlık içindeyken yumuşak bir elin, elini tuttuğunu hissetti. Dönüp bakınca onun Jiang Xiaorou olduğunu gördü. “Yun’er, hâlâ gitmen gereken uzun bir yol var.”


“Öyle!” Yi Yun bir gülümsemeyle başını salladı. Jiang Xiaorou her zaman düşündüğü şeyleri doğrudan söylüyordu.


Yi Yun’a göre Jiang Xiaorou, nazik ve anlayışlı bir kızdı.


Zhang Tan, Yi Yun’un omzuna vurdu ve konuştu: “Bu şehir, Kutsal Şehir’dir. Tai Ah Kutsal Krallığı yüz sekiz eyalet ve yirmi dört vahşi bölgeden oluşur. Kutsal Şehir, Jing Eyaleti içindeki en büyük şehirlerden biridir.”


“Kutsal Şehir! Jing Eyaleti’nin en büyük şehirlerinden biri…” Yi Yun’un kaşlarından biri kalktı. Böylesine büyük bir şehir, Tai Ah Kutsal Krallığı’nın birçok bölgesinden birindeydi sadece, ve bunun kadar büyük başka şehirler de vardı!


Tai Ah Kutsal Krallığı’nın gücü ortadaydı!


“Hadi ilerleyelim de şehre girelim! Jin Long Wei’nin Kutsal Şehir içinde büyük bir kampı var. Orası bizim topraklarımız.” Zhang Tan konuşmasını bitirdikten sonra dizginlere asıldı. Bineği uçurumun yanı sıra koştu ve uçurumun etrafındaki bir saatlik yolculuktan sonra Kutsal Şehir’in büyük girişine geldiler.


Yakından bakıldığında, şehir daha görkemliydi. Ve önlerinde bulundukları kapı, efsanelerdeki cennetin kapısı gibiydi. Uzunluğu neredeyse yüz metreydi.


Kapının önünde iki grup muhafız düzenli bir şekilde duruyordu.parlak gümüş zırhlar giymişlerdi. Hepsinin de beline asılmış dört ayaklık uzun bir kılıç vardı. Gizli bir etkileyici havaları vardı. Uyku hâlindeki antik metruk hayvanlara benziyorlardı.


Bu insanların sadece sert bakışları olduğu için burada durmadıkları, daha önce her tür savaşta bulundukları bir bakışta anlaşılıyordu.


Bir şehrin gücünü, muhafızlarına bakarak söyleyebilirdiniz. Bu muhafızların tümü de Mor Kan’ın zirvesindeydi!


Yi Yun bunun farkına varınca nefessiz kaldı!


“İnin!” Zhang Tan’ın elini sallamasıyla herkes bineklerden indi.


Zhang Tan güldü. “Kutsal Şehir’in kuralı bu. Sıradan insanlar şehir kapılarından girerken bineklerden inmek zorunda, ama...Krallık Şövalyeleri ve Baronlar bu kuralların kapsamı dışında. Onlar, şehir kapılarından geçerken bineklerinden inmek zorunda değiller. Vikontlar veya daha üst seviyeli asillere gelirsek, onlar uçan bineklerine binebilir ve şehir surlarının üzerinden Kutsal Şehir’e doğrudan girebilirler. Tai Ah Kutsal Krallığı’nda asillerin yolu açıktır ve emirlerine kesinlikle uyulur!”


“Oh? Asil…” Yi Yun duraksadı. “Asillerle aralarındaki bu belirgin farklılıklar, insanları mutsuzluğa itmiyor mu?”


Zhang Tan cevap vermeden önce bir süre düşündü. “Neden mutsuz olacaklar ki? Tai Ah Kutsal Krallığı’ndaki asiller, düşmanla savaşmakta başarılı olmuş kişilerdir. Azgın ve metruk hayvan saldırılarına direnmek zorundalar. Sivillerin güvenliğini sağlamak için hayatlarını tehlikeye attıkları söylenebilir. Asillik seviyeleri ne kadar yüksekse, o kadar çok başarı kazanmış büyük kahramanlar oldukları anlamına gelir! Güvenli bir hayat sürmek için Tai Ah Kutsal Krallığı’nın topraklarına girmek isteyen bir sürü insan var. Onları koruyan savaşçılara ancak minnettarlık hissedebilirler. Neden hoşnut olmasınlar ki?”


Zhang Tan’ın sözleri Yi Yun’u aydınlattı. Doğru ya, bu alternatif dünya barışçıl bir yer değildi. Mevkiyi ve ünü hayatlarıyla kazanmak zorundaydılar!


Miras veya torpille bir mevki kazanmak insanları mutsuz edebilirdi ama hayatlarını tehlikeye atarak kazandıkları onur, onlara saygı ve hürmet kazandırırdı.


Bu nedenle, Tai Ah Kutsal Krallığı’nda bir asil olmak, sadece imtiyaz değil, sınırsız ihtişam da demekti!


Yi Yun aklında bu düşüncelerle göğe baktı. Devasa, lüks hava gemilerini ve görkemli ruhani hayvanları gördü.


Yi Yun’un bakışlarını fark eden Zhang Tan güldü. “Ne düşünüyorsun?”


Yi Yun hiçbir şeyi saklamadan konuştu: “Bir gün o hava gemilerinde veya uçan ruhani hayvanlar üzerinde oturacağımı veya Kutsal Şehir içinde antik bir hayvan süreceğimi düşünüyorum!”


“Hahaha!” Zhang Tan içinden gelerek güldü. “Evet, olması gereken bu! Dövüş sanatları çalışan bir insan böyle olmalı! Dövüş sanatları yolu sınırsızdır! Durmaksızın tırmanmamız gerek!”


Bunları söylerken Yi Yun’un omuzlarını sıvazladı. Bu genci gitgide daha çok seviyordu.


Yi Yun’un Lian kabilesinde yaptığı her şey, Sun Jingrui tarafından Zhang Tan’a bildirilmişti. Raporu aldıktan sonra Yi Yun’un mizacından hoşlandığını fark etmişti.

 

Bir savaşçı, intikamını hızlıca almak ve dostları ile düşmanlarına farklı muamele etmek zorundaydı.

 






Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 43988 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr