Bölüm 160: Bin Ordu Kılıcı’nın İlk Savaşı

avatar
9929 31

True Martial World - Bölüm 160: Bin Ordu Kılıcı’nın İlk Savaşı


 

Çeviri: bebebiskuvisi Düzenleme: bezald35

   


“Kendimi tanıtmama izin ver. Ben Xuanwu Ordusu’ndan Zhou Kui!” Genç bunları söylerken Yi Yun kaşlarını çattı.


Tai Ah Kutsal Krallığı’ndaki tek askeri oluşum Jin Long Wei değildi. Xuanwu Ordusu da Tai Ah Kutsal Krallığı’nın diğer baskın askeri oluşumlarından biriydi.


Sıradan bir Xuanwu askeri, sıradan bir Jin Long Wei askeri kadar güçlü olmasa da Xuanwu Ordusu’nun büyüklüğü, Jin Long Wei’nin on katıydı.


Bunun yanı sıra, Xuanwu Ordusu seçkin bir birlik de yetiştiriyordu. Bu seçkin birliğin üyeleri de Jin Long Wei elitlerinden güçsüz sayılmazdı.


Xuanwu Ordusu’nun asıl yerleşimi Kutsal Krallığın kuzeyindeydi ama Jing Eyaleti’nde de şubelere sahiptiler. Bundan dolayı Yi Yun ve Song Zijun ile beraber çok sayıda Xuanwu askeri de gelmişti.


Yi Yun, Zhou Kui tarafından durdurulduğunda diğer Jin Long Wei askerleri de onların yanına geldi.


Ordu, tek bir varlıktı. Bir çekişme olduğunda, aynı birliğin mensupları dış tehditlere karşı yan yana saf tutardı. Kavga çıkarsa beraber savaşırlardı!


“Kardeş Yi! Sorun ne?” Yi Yun’un kim olduğunu bilen Xu Zheng, onun yanına geldi. O da bir Jin Long Wei üyesiydi.


Yi Yun gözleriyle bir işaret verdi ve insanlar neler olduğunu hemen anladı. “Hehe, bu beş odayı paylaşmalıyız ama Xuanwu Ordusu hepsini istiyor, öyle değil mi?”


“Bu çok zorbaca! Sen kim olduğunu sanıyorsun?” dedi Yi Yun’un arkasında duran biri.


Bunun üzerine derhal orada bulunan tüm Xuanwu askerleri Zhou Kui’nin arkasında saf tuttu.


Xuanwu askerleri istisnalar dışında Jin Long Wei askerlerine kıyasla daha kalıplıydı.


Üstelik Jin Long Wei askerlerinin sayısı bir düzineyken Xuanwu askerlerinin sayısı üç düzineydi.


Yi Yun iri yarı Zhou Kui’ye bir bakış attı. Tai Ah Kutsal Şehri’nin bu karmaşaya neden olma amacını biliyordu. Düşük sınıf odaların arasına birkaç orta sınıf oda koyarak ve odaları acemilerin paylaşmasına izin vererek, Tai Ah Kutsal Şehri’ne gelen savaşçıların rekabetçi duygularını körüklemekti.


Rekabet, mücadele, tasfiye! Kutsal yaban kampının ölümcül hedefi buydu!


Konutlar için yapılan bu basit rekabet dahi bunun işaretiydi.


Zhou Kui kuralları çok iyi bir şekilde anlamıştı şüphesiz. Korkusuzca konuştu: “Tai Ah Kutsal Şehri’nde güçlü olan kraldır. Bu beş orta sınıf oda, belli ki bizim rekabet etmemiz için buraya yerleştirilmiş! Hehe, rekabeti severim! Jin Long Wei kendileri için bir yer mi almak istiyor? Elbette öyle! O hâlde bugün, burada kapışabilliriz. Kim kazanırsa odaları o alır!”


Xuanwu Ordusu göz korkutucu bir tavra sahipti ve sayı bakımından da avantajlı taraftı. Yan Menglong’un dediği gibi, kutsal yabanda bulunan savaşçılardan hiçbiri zayıf değildi. Jin Long Wei’nin bir düzine insanına karşılık Xuanwu’nun üç düzine insanı; sonuç öngörülebilirdi.


Kendi gücünden şüphesi olmayan Yi Yun bile birçok insana karşı savaşamazdı.


“Zhou Kui’yi tanıyorum. Yetişimi Mor Kan’ın orta seviyelerinde, Mor Kan’ın geç evresine geçmesine çok yok!” Xu Zheng yanındaki Yi Yun’a söyledi.


Savaşa girerlerse kesinlikle zarar göreceklerdi. Ama savaşmazlarsa tüm orta sınıf odaları teslim etmek zorunda kalacaklardı.


Xuanwu Ordusu odaları çembere almıştı. Zhou Kui parmaklarını kütleterek sinir bozucu bir ses çıkarırken bir yandan da güldü.


Kaslarını sıkarak taş gibi vücudunu sergilemeye başladı. Onun on dört yaşında bir yeni yetme olduğuna inanmak zordu.


“Bugün, burada durup Xuanwu Ordusu’nu temsil edeceğim. Kim gelip de bana meydan okumak ister? Beni yenerseniz odalardan birini alma hakkına sahip olacaksınız.”


Zhou Kui, Tai Ah Kutsal Şehri’nin, rakibini sakatlamadığı sürece özel karşılaşmalara ses çıkarmayacağını biliyordu.


Yi Yun, Zhou Kui’ye baktı. Zhou Kui iki silaha sahipti: bir bıçak ve bir savaş çekici. İkisi de sırtında asılıydı.


Silah olarak bir çekicin kullanıldığını görmek nadir bir durumdu. Saldırı hızı, kılıçlarla kıyaslanamayacak kadar yavaş olduğundan sadece güçlü kuvvetli insanlar çekiçleri kullanırdı.


Zhou Kui’nin sahip olduğu savaş bıçağı ise, kalın kulpuyla beraber çok ağır bir silahtı. Yi Yun’un Bin Ordu Kılıcı’ndan tamamen farklıydı.


Bin Ordu Kılıcı’nın bıçağı uzun ve inceydi ve hafif kavisiyle süvari kılıcından ziyade düz bir kılıcı andırıyordu.


Zhou Kui’nin savaş bıçağıyla kıyaslanamayacak kadar farklı bir silahtı.


Yi Yun, gözlerinde garip bir parıltıyla belli belirsiz bir şeyler mırıldandı.


Tai Ah Kutsal Şehri acımasız rekabetin olduğu bir yerdi. Yi Yun buraya geldiği zaman zayıfların, güçlülerin avı olduğunu kabul etmeye karar vermişti. Bu şehirde çok sayıda dâhi vardı; diğerlerini sindirmezse onlar tarafından sindirilirdi.


Aslında uzun dövüş sanatları yolunda yürümeyi sürdürmek isteyen biri sadece Tai Ah Kutsal Şehri’nde değil, nerede olursa olsun durmaksızın rekabetle karşı karşıya kalırdı. Olgunlaşmak ve güçlenmek de, onlara ait olan şeyler için savaşmak zorunda olmak demekti!


Yi Yun bir şey söylemeden yavaş yavaş yaka düğmelerini açmaya başladı. Üstündeki ipek gömleği çıkardı ve gelişigüzel bir şekilde Xu Zheng’e uzattı.


Ardından, “Bunu tutar mısın?” diyerek Xu Zheng’e Akan Cıva Elbisesi’ni uzattı.


Xu Zheng, Yi Yun’un onun eline tutuşturmuş olduğu şeyin ne olduğunu anlayamadığından biraz duraksadı.


Zhou Kui de tepki vermedi. Kollarını hâlâ göğsünde bağlı tutuyor, küstahça ona meydan okuyacak kişinin öne çıkmasını bekliyordu. Çok dikkat etmeden etrafı taradı. Yi Yun’un Akan Cıva Elbisesi’ni çıkarışına bile çok dikkat etmedi, sadece kısa bir bakış attı. Jin Long Wei üyeleri içinde Yi Yun’un özel biri olduğunu düşünmediği için ona özellikle dikkat etmiyordu.


O sırada Yi Yun hareket etti! Ne uyarı yapmış ne de bir söz söylemişti, sadece yıldırım gibi atılmıştı!


Hızı çok yüksekti!


“Cha!”


Bin Ordu Kılıcı’nı kınından çıkardı!


Zaman Farkındalığı’nın büyük başarı aşamasının eşiğine ulaştığı günden beri hızı, sadece dehşet verici olarak tarif edilebilirdi!


“Twang!”


Bin Ordu Kılıcı havayı keserken keskin bir ses çıkardı. Ama bu ses bile kılıcın hızına kıyasla yavaş kalıyordu!


“Ha?” Zhou Kui’nin göz bebekleri daraldı. Geri çekilirken verdiği tepki çok hızlıydı. Aynı zamanda göğsünün üzerinde bağladığı kollarını çözdü ve sırtındaki bıçak ile çekici çıkarmak için hamle yaptı.


Ama bıçağın ve çekicin saplarını tuttuğu ve üç adım geri attığı sırada, Yi Yun’un Bin Ordu Kılıcı’nın bıçağı boğazına ulaşmıştı!


Bıçak, ölüm saçan bir soğukluğa sahipti!


Zhou Kui’nin boynu kanamaya başladı. Yi Yun Bin Ordu Kılıcı’nı geri çekmekte saniyenin yüzde biri kadar geç kalmış olsaydı Zhou Kui’nin boğazı baştan başa kesilmiş olurdu!


Bu uzun kılıç, sıradan kısa kılıçlardan farklıydı. Sadece bıçağının boyu bile Yi Yun’un boyu kadardı. Yi Yun’un ellerinde korkunç bir aura yayıyordu!


Zhou Kui, alnından terler akarken hareket etmeden orada durdu. O anda ölümün nefesini ensesinde hissetmişti.


Etrafta ayakta durarak şaşkın bakışlarla bu sahneyi izleyen insanlardan çıt çıkmıyordu.


“Sen...sinsice saldırdın!” Zhou Kui’nin gözleri, Yi Yun’un kılıcına kilitlendi. Nefesini tutarken konuştu. Derin bir nefes alsaydı, bıçağın onun boynunu kesmeyeceğinin garanti olmazdı.


Zhou Kui kin duyuyordu. Bıçağı sırtında asılı ve kolları da göğsünde bağlıyken Yi Yun hiçbir uyarıda bulunmadan saldırmıştı!


Daha yeteneklerini bile sergileyemeden kendisinden yarım baş kısa bir çocuk tarafından ölümün kıyısına getirilmişti!


Bütün hayatı boyunca şahin avladıktan sonra bir serçe tarafından gözlerinin gagalanması korkunç bir aşağılanmaydı.


“Savaş meydanında, bir düşman seni öldürmeden önce hazır olup olmadığını mı soracak?” Yi Yun kılıcını hâlâ geri çekmemişti. Bıçağının ucu hâlâ Zhou Kui’nin boynuna dayalı olduğundan Zhou Kui konuşmakta zorlanıyordu.


Zhou Kui, Yi Yun’un ellerindeki sıra dışı uzunluktaki kılıç ona büyük bir baskı yarattığından cevap vermedi.


O sırada Xuanwu Ordusu patladı. Hoşnutsuzlukla bağırmaya başladılar: “Çok aşağılıksın. Sinsi bir saldırı yaptın ama yine de Zhou Kui senden daha güçlü ve daha üstün.”


“Götün yiyorsa kılıcını geri çek de Kardeş Kui ile adil bir maçta savaş!”


Zhou Kui, onların arasındaki en güçlülerden biriydi. Olağanüstü gücünün yardımıyla hem savaş bıçağı hem de savaş çekici kullandığı zaman onunla yüzleşebilecek kimse çıkmazdı.


Hızı ise nispeten daha zayıftı.


Yi Yun ise hızıyla ön plana çıkıyordu. Gizli saldırısıyla birlikte Zhou Kui bıçağını çekme fırsatı bile bulamadığından, kendini tek bir saldırıyla yenilme durumunun içinde buluvermişti.


Yi Yun, diğer askerlerin sözlerini duymazdan geldi.


Suçlanacak bir şey varsa o da Zhao Kui’nin küstahlığıydı. Meydan okuduğunda kollarını hâlâ göğsünde bağlı tutuyordu sonuçta.


“Bu bir savaş alanı olsaydı çoktan ölmüş olurdun.” dedi Yi Yun hafifçe.


Zhou Kui’nin yüzü kıpkırmızı kesildi. İçerlemişti ama Yi Yun’un sözlerinin de doğru olduğunun farkındaydı.


O esnek biriydi. Yi Yun sinsi bir saldırı yapmış olsun olmasın veya kendi gücü Yi Yun’unkinden üstün olsun olmasın, Yi Yun’a kaybetmiş olduğu bir gerçekti.


“Zalim olduğun kesin!” dedi Zhou Kui dişlerini gıcırdatarak. “Orta sınıf odalardan biri senindir!”


Zhou Kui durumu kabul etmek zorunda kaldığında Yi Yun kılıcını kınına soktu.


Zhou Kui öfkeyle Yi Yun’a bakarak sordu: “Adın ne?”


“Yi Yun!”


“Yi Yun! Güzel! Bugün sana karşı kaybettim, seni hatırlayacağım. Bugün elimden aldığın gururumu geri alacağım. Hayalet Kral Bıçağı’mın ve Kafatası Kırıcı’mın tadını sana öğreteceğim!”


Yi Yun, Zhou Kui’nin içerleme dolu sözlerini ciddiye almadı. Bin Ordu Kılıcı’nı elinde tutarak odasına doğru yürüdü.


Beş odanın tümü Jin Long Wei’ye verilmemişti. Hepsini birden Xuanwu Ordusu’nun elinden almanın yolu yoktu. Her şey, yeteneğe ve güce sahip olanlara bağlıydı.


Yi Yun güçsüzlere yardım edemezdi.


Odaya girdiğinde odasını değerlendirdi. Oldukça sade mobilyalarla döşenmiş sade bir taş evdi.


Metruk kemiklerden yapılmış bir kiriş, taş bir yatak, taş bir masa, bir sandalye ve bir de ruh toplama düzeni!


Metruk kemik özel bir şey değildi; geçen yıllardan sonra içinde kalan enerji çok azdı.


Taş yatağın üstünde ne bir nevresim ne de bir yatak örtüsü vardı. Çıplak ve sertti. Sıradan biri bir gece bu yatakta uyusa sabah yara bere içinde kalkardı. Tai Ah Kutsal Şehri’nin odalarında yatak için gerekli malzemelerin bulunmama sebebinin, savaşçıları uykunun yerine meditasyonu koymaları konusunda eğitmek olduğu söyleniyordu.


Tai Ah Kutsal Şehri’ne gelen biri hayatın tadını çıkaramazdı. Hayattan zevk almak istiyorlarsa kendilerine tahsis edilen arazilerde kalmaları gerekirdi. Herkes, Tai Ah Kutsal Şehri’nde geçireceği altı yıl boyunca sıkı çalışmak ve ilerlemek için çabalamak zorundaydı!

 

İngilizce Çevirmen Notu: Xuanwu, Çin takımyıldızlarındaki dört mitolojik yaratıktan biri olan Siyah Kaplumbağa olarak da bilinir.

 






Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 43988 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr