Bölüm 220: Havlu Atma

avatar
9442 31

True Martial World - Bölüm 220: Havlu Atma


 

Çeviri: bebebiskuvisi Düzenleme: bezald35

 


Hongdao Birliği’nin on üç yaşındaki gençlerinin tümü toplanmış, Yi Yun’un hareketlerini ve zayıflıklarını değerlendiriyordu. Ve sonunda bir savaş stratejisinde karar kıldılar.


Bir kılıç ustası ‘kılıçla bir olma’ durumuna ulaştığında bir zayıflığı olurdu. Kılıç elinde olmazsa savaş gücü büyük oranda azalırdı. Ve bu mantığa göre, Yi Yun da tuğlasından mahrum olduğunda savaş gücü düşecekti!


Belirledikleri savaş stratejileri ise, Yi Yun’un elinden tuğlayı almak ve sonra da onu yaralama fırsatı bulmaktı. Anca böyle yenebileceklerini düşünüyorlardı.


Ama gençler bu hipoteze göre mantık yürütürken, “Kapatın lan çenenizi!” diye bağıran öfkeli bir ses duydular.


Ve bu sesi duyduklarında hep birlikte ayağa sıçradılar. Onlara çenelerini kapamalarını söyleyecek kadar kibirli olan da kimdi?


Ama sesin geldiği yöne doğru başlarını çevirdiklerinde, bağıran kişinin Hongdao Birliği Başkanı Li Hong olduğunu görüp sessizliğe gömüldüler.


Li Hong’un yüzü mosmor kesilmişti. Gözlerinde sanki onlara saldıracakmış gibi bir öfke vardı.


Li Hong’un Hongdao Birliği’ndeki otoritesi mutlaktı. Ve öfkeli bir Li Hong ile karşı karşıya kaldıklarında Hongdao Birliği’ndeki herkes korkusundan dolayı sessizliğe gömülürdü.


“Aptal sürüsü. Hâlâ önümde aptallık yapmaya cesaret mi ediyorsunuz?”


Li Hong öfkeyle bağırdı. Daha demin konuşan gençler afallamışlardı. Durumu hâlâ anlayamamışlardı.


Gençlerin yüzlerindeki ifadeleri gören Li Hong’un dudakları seğirmeye başladı. Bu geri zekalıları teker teker Tai Ah Kutsal Şehri’nin surlarından atabilmeyi diledi. Hongdao Birliği’ni kurduktan sonra şehirdeki tüm aptalları toplamış olduğunu ve bu aptallara kumanda etmekte olduğunu düşündü.


Yi Yun’a kıyasla, bu çocuklar...yeşimin yanındaki bok gibiydiler!


Kaldı ki, çoğu on iki ila on üç yaş arasındaki gençlerin düşünceleri genellikle olgunlaşmamış olurdu. Sıklıkla safça hatalar yaparlar ve çocukça şeyler söylerlerdi. Bu da oldukça normaldi aslında.


Ama Yi Yun farklıydı!


Aklı, bir çocuğunki gibi değildi!


Son birkaç günde pek çok kişi tarafından meydan okunmuştu, ama yine de buna kayıtsız kalmıştı. Günlük yaşamına devam etmiş, heyecanlanmamış, gerilmemişti.


Hatta bunun aksine birçok insanla alay etmiş, diğerlerine meydan okumuştu. Bu davranışlar, onun gençlik kuruntuları olarak yorumlanmıştı ve bunun sonucunda ona meydan okuyan gençler ona sinirlenmiş ve bahis miktarlarını yükseltmişti.


Bu da, Yi Yun’un bu olanlardan yararlanmasıyla sonuçlanmıştı.


Ve Dört Belalı Lord da bunlara dahildi.


Başlangıçta Li Hong bir şeylerin ters gittiğini hissetmişti. Yi Yun her zamanki gibi gençlik kuruntuları sergiliyormuş gibi görünüyordu; peki ya ilkel bitkiyi nasıl yakalamıştı?


Sadece şansla açıklamak çok zorlamaydı.


Bu sebeple temkinli davranmıştı ama yine de Yi Yun tarafından kandırılmıştı.


Bunun sebebi, Yi Yun’un çok fena olmasıydı. Normal koşullar altında, Bulut Çölü’nden gelen bir çocuğun böyle bir hayat deneyimine ve böyle bir güce sahip olmaması gerekirdi.


Ve Li Hong, biraz da bu sebeple Yi Yun ile bahis oynayanların bahislerini yükseltmelerine izin vermişti.


Ve ardından ise, bir bahis havuzu açmıştı. Yi Yun da yirmi maçtan fazlasını görebileceğine dair beş bin ejder runu bahis oynamıştı!


Ve bu bahsi düşününce, Li Hong’un nefesi kesiliyordu. Kalbi sıkışıyor, ciğerleri ve hayaları ağrıyordu.


Beş bin ejder runu yatırması, verilen 1:10 oranla Hongdao Birliği’nin kırk beş bin ejder runu kaybedeceği anlamına geliyordu!


Ve bu miktar, neredeyse hayatını mahvedecek düzeydeydi!


Hem zekadan hem de güçten yoksun Hongdao Birliği üyelerinin durumu tersine çevirebileceğini ummak, domuzların uçabileceğini ummak gibiydi!


Li Hong, Yi Yun’un gücünün arkasında, öğrenmiş olduğu ‘gizli tuğla tekniği’ olduğunu düşünecek kadar saf değildi.


Yi Yun sabresini hâlâ kullanmamıştı ki, bu da rakiplerinin sabresini çekmesini gerektirmeyecek kadar zayıf oldukları anlamına geliyordu!


Bu embesillerle uğraşması için bir tuğla ona yeterli geliyordu.


Hongdao Birliği çaylaklarının hiçbiri Yi Yun’un dengi değildi! Onu yoramamışlardı bile!


Kırk beş bin ejder rununu kesinlikle kaybedecekti!


Ejder runlarını ve kaynakları elde etmek ve böyle büyük bir birliği desteklemek hiç kolay değildi! Li Hong’un gücü ve yetenekleri en iyisi de değildi! Bir yıl içinde muhteşem sonuçlar almış olsa da Cennet ve Dünya Onur Listeleri’nin ilk binine girmeyi başaramamıştı.


Ejder runlarını kazanmak onun için kolay değildi!


Li Hong yumruklarını sıktı. Yüz metre ötedeki seyirci koltuklarında oturan keten kıyafetler içindeki Yi Yun’a baktı.


Yi Yun tuğlayı masaya koymuş, meditasyon yapmaya başlamıştı.


Li Hong onu izlemeye başladığında bu bakışları fark etti ve gözlerini açarak Li Hong’a baktı.


Bu karşılıklı bakışma, Li Hong’un korku hissetmesine neden oldu!


Böylesine keskin bir algısı mı var?


Keskin algıya sahip insanlar, gizlice izlendiklerinde bunu fark edebilirlerdi. Ama Yi Yun, bu kadar uzak mesafeden bile bunu hissedebilmişti. Algısı çok korkunçtu!


Cennetin Göz Küresi’ni oluşturan insanlar bile bu kadar iyi değildi…


“Velet, kesinlikle çok iyisin! Senin tarafından kandırıldığımı kabul ediyorum!”


Li Hong ağır bir saldırıya uğramış gibi hissetti. Onun zihni de erkenden olgunlaşmıştı; on dört yaşında olmasına rağmen bir yetişkin gibi düşünüyordu.


Tai Ah Kutsal Şehri’nde olsun başkentte olsun çevresindeki zengin çocukları kendi yetişimi için kullanmak amacıyla her zaman duygusal zekasını kullanmıştı. Yoksa, Hongdao Birliği gibi büyük bir organizasyonu kuramazdı zaten.


Ama bugün, kendisinden neredeyse iki yıl genç olan Yi Yun’un oyuncağı olmuştu.


“Wan Kai, Yi Yun’u yenemeyeceğini düşünüyorsan, pes et!” dedi Li Hong, yanında duran Şişman’a. Şişman’ın ismi Wan Kai idi. Başkentte çok ünlü bir aşiret olan Wan aşiretindendi.


Wan Kai’nin gücü, diğer Dört Belalı Lord üyelerinden %20-%30 kadar daha fazlaydı ama Li Hong, Wan Kai’nin Yi Yun’u yenme şansının olmadığını düşünüyordu.


Yi Yun silahını bile kullanmamıştı ama Dört Belalı Lord’dan üçünü kolayca yenmişti.


Zaferlerinin ezici olduğu söylenebilirdi.


Wan Kai’nin de tuğlayla nakavt olacağını bildiğinden onun sahneye çıkmaması daha iyiydi.


“Ben…” Wan Kai’nin tombul yüzü kızardı.


Savaşmadan havlu atmak, çok utanç vericiydi!


Ama savaşırsa Dört Belalı Lord’un tüm üyeleri Yi Yun tarafından tuğlayla yere serilmiş olacaktı ki, bunun utancı da daha az değildi.


Savaşsa da savaşmasa da utançtan kurtulamayacaktı.


Wan Kai kendini hiç bu kadar üzgün hissetmemişti!


O sırada Li Hong, Hongdao Birliği üyelerine dönerek dedi ki: “Ve siz de...savaşmanın anlamı olmadığını düşünüyorsanız, pes edin…”


Bunu duyanların pek çoğu şaşkına döndü.


“Kardeş Hong, yenilgiyi öylece kabullenmemizi mi istiyorsun? O zaman bahse girdiğimiz her şeyi ona kaybetmez miyiz?”


Tüm servetlerini bahse yatırdıklarından, bunları savaşmadan kaybetmek istemiyorlardı!


Ama biraz acı çekmeleri karşılığı bir şeyler kazanabilecek olsalardı, Li Hong onların sahneye çıkmalarına müsaade ederdi zaten.


Ama meselenin temeli, hile yapsalar bile bir şeyin değişmeyeceği, kafalarına tuğlayı yiyecek olmalarıydı.


“Kardeş Hong, Hongdao Birliği ile Yi Yun arasındaki düşmanlık tüm Tai Ah Kutsal Şehri tarafından biliniyor. Bahsi ilk körükleyen de Hongdao Birliğimiz idi. Yenilgiyi kabul edersek Tai Ah Kutsal Şehri’nde nasıl barınabiliriz?” dedi birisi depresif bir tavırla.


Li Hong gözlerini devirip dedi ki: “Peki Yi Yun’un tuğlasıyla devrilmek için sıraya girerseniz gelecekte Tai Ah Kutsal Şehri’nde nasıl yaşayacaksınız?”


Li Hong’un bu sorusunun ardından kimse bir şey söyleyemedi.


Gerçekten de böyle bir şey olması, daha küçük düşürücü olurdu.


İnsanların bu savaşın ardından Hongdao Birliği’nden bahsederken söyleyeceklerini hayal edebiliyorlardı. “Birisinin kafalarına tuğla indirerek tüm üyelerini maymun ettiği birlikten mi bahsediyorsun? Elbette onları biliyorum! Ne? Sen de mi o birliktendin? Tanıştığımıza memnun oldum! Bu arada, sen de Yi Yun’un tuğlasından nasibini alanlardan mısın?”


Bunu düşündüklerinde yüzleri mosmor kesildi.


“Yenilgiyi kabul edeceğim…” diyerek başını salladı Wan Kai. Güçsüzlüğünden dolayı yapabileceği tek şey buydu.


Ve Hongdao Birliği’nin pek çok üyesi de, Wan Kai gibi pes etmek istiyordu. Ama bazıları hâlâ öfkeliydi ve Yi Yun’un o kadar güçlü olmadığını düşünüyordu.


Hâl böyleyken, Yi Yun günün geri kalanında kayda değer bir rakiple karşılaşmadı.


Hakem, Wan Kai’yi sahneye çağırdığında Wan Kai, derhal pes etti.


Çevredeki izleyiciler, bu sahneyi gördüklerinde suskunlaştılar. Wan Kai’nin genel sıralaması 10,500 civarıydı ve Yi Yun ile büyük bir bahis oynamıştı.


Ve hâl böyleyken, savaşmadan yenilgiyi kabul etmişti!


Wan Kai’nin kazanma umudunu kaybettiği anlaşılabiliyordu.


Wan Kai, pes ettikten sonra kederli bir tavırla sahneden aşağı indi.


Wan Kai’den sonra sahneye çıkan iki Hongdao Birliği üyesi de yenilgiyi kabul etti.


Yi Yun’un ‘gizli tuğla tekniği’ öğrenmiş olduğu fikrinde direten ve mantıklı açıklamaları reddeden gençler de vardı. Birisi, ‘Yi Yun’un elinden tuğlayı alıp onu yaralama fırsatı yakala’ olarak belirlediği savaş stratejisine sadık kalarak bunu gerçekleştirmeye çalıştı.


Ama sonuç açıktı. Savaş başladığında genç, stratejisini gerçekleştirmek için beklerken Yi Yun ortadan kayboldu ve ardından, genç, başında bir acı hissetti. Görüşü kararırken anında yere yıkıldı!


Hongdao Birliği’nin gençleri serseme döndü. Aradaki güç farkı, çok büyüktü!


Tai Ah Kutsal Şehri’ndeki tüm çaylaklar, korkuyla Yi Yun’a bakıyordu.


Yi Yun çok güçlüydü!


İleride ne kadar ilerleyebilirdi? Dünya Onur Listesi’nde hangi sıraya ulaşabilirdi?


Bunu hayal etmeye cesaret edemiyorlardı.

 

 

 

 






Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 44338 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr