Bölüm 52: Bereketli Mahsul

avatar
10956 27

I Shall Seal The Heavens - Bölüm 52: Bereketli Mahsul


Çeviri:RassNt  Düzenleme:Fullbringer


Birincisine katlandı. İkinci, üçüncü, dördüncü hatta beşinci sefer bile katlanmaya devam etti. Fakat bu altıncısı onu utanç dolu bir öfkeye itti ve artık daha fazla katlanamadı. Bu Cennetin Dolaşıklık Ağı onun için resim tomarından bile daha değerliydi. O ağ rakibe anında dolanabiliyordu, yıllardır değerli eşyalarının arasında yer alıyordu. Gelişim merkezi yükseldikçe etkisi de artan bir eşyaydı. Onu hazine dağının görkemini göstermek için oraya yerleştirmişti, böylece insanlar onu görecek ve imrenecekti. Onun güvende olacağını düşünmüştü, herhangi birinin oraya kadar ulaşıp alacağı hiç aklından geçmemişti. Şu an oldukça öfkelenmişti ve aklındaki tek düşünce çıkıp Meng Hao’yu ölümüne pataklayarak yağlı resmi ve Cennetin Dolaşıklık Ağını almaktı.


Ama daha sonra Wu Dingqiu kendini beğenmiş bir şekilde gülerek geniş elbise kolunu fiskeledi ve Tuhaf Song’un önüne geçerek yolunu tıkadı.


Yoldaş Taoist Song Güney Diyarından ünlü bir Gelişimcidir. Cidden ne yapıyorsun? Daha önce söylediğine göre 7 gün içinde herkes dağa girebilir ve oradaki hazineleri alabilirdi. Sakın bana sözünden döneceğini söyleme?


Bu dağın zirvesini bizzat Tian Shan Dağının kendisinden koparıp getirdiğini söylemiştin. Zeminin on binlerce yıl güneş ışığı görmeyen Doğu Denizinin dibindeki toprakla gübrelendiğini anlatmıştın. Hatta söylediğine göre Qi Yoğunlaştırma aşamasında olan birisi yeterince yetenekli olduğu sürece oraya girebilecekti. Tuhaf Song, bu şekilde davranman cidden yanlış bir tutum. Eğer sözünden dönersen, kesinlikle itibar kaybedeceksin.” Wu Dingqiu gülmeye devam etti, onu gitmesine izin verecek gibi durmuyordu.


Tuhaf Song’un yüzü daha da kötüleşti, acıyla doldu. Daha önce üstüne basa basa rahat bir şekilde konuşmuştu, ama şimdi, söylediği tüm o sözler yüzüne tokat gibi çarpmıştı. Uzun bir süre sonra depolama çantasına vurdu ve iki tane Konsantrasyon Hapı çıkararak ağzına attı. Bunun ardından uzun bir nefes aldı.


Aniden, gözleri parladı ve demir mızrak ile ilgili bilgi almak maksadıyla bilincini Meng Hao’ya doğru yolladı. En başta Meng Hao’ya en ufak bir ilgi göstermemişti, demir mızrağın yaptıklarına odaklanmıştı. Bilinci dışarı çıktığı anda Wu Dingqiu güldü ve elbise kolunu fiskeledi. Hemen parlak bir kalkan tüm platoyu sardı ve Tuhaf Song’un bilincinin çıkmasını engelledi.


Bilincini kullanarak alt nesilden bir Qi Yoğunlaştırma Gelişimcisini mi inceleyeceksin? Tuhaf Song, amacın itibarını kaybetmek mi?” Wu Dingqiu kesinlikle ona hiçbir fırsat vermeyecek gibiydi. O güldükçe Tuhaf Song’un daha da canı sıkıldı ve elbise kolunu fiskelemek dışında bir şey yapamadı. İlk kalkanın üstünde başla bir kalkan daha ortaya çıktı.


O çocuğun demir mızrağı sıra dışı, eğer bana bilincimle onu incelememe izin vermiyorsan ben de sana izin vermeyeceğim.


Dört saat sonra Meng Hao elinde demir mızrakla birlikte dağın zirvesine ulaştı. İleri doğru yürüdü, etrafa baktı ve en sonunda yere dikilmiş büyük bayrağı fark etti. Bayrağın altında bir çanta vardı. Onun yüzeyinde bir renk cümbüşü vardı, ona bakmak bile insanın zihninin çekildiğini hissetmesine neden oluyordu. Onun etrafındaki her şey dalgalanıyor gibiydi ve bulanıklaşmıştı. Meng Hao ona bakınca kalbi sabırsızlıkla hızlıca atmaya başladı ve nefes nefese kaldı. Bu çok renkli çantayı kavradı ve bunu yaptığında bayrak yere düştü.


Meng Hao’nun sakince dağda yürüdüğünü, çok miktarda Ruh Taşı ve tıbbi hapı topladığını gören Şeytani Ormandaki izleyicilerin konuşmaları uğuldadı. Bayrak devrildiğinde ise konuşmalar daha da arttı.


Meng Hao’ya kıskançlık ve şaşkınlıkla baktılar ve daha sonra onun dağın öbür tarafına geçerek gözden kaybolmasını izlediler.


Shangguan Xiu bu durumu gözlerinde canice bir ifadeyle izledi. Onu takip etmeye cüret edememişti çünkü onun hakkında bilmediği çok şey vardı. Shangguan Xiu’nun öldürme arzusu daha da güçlense de, diktiği bitkileri toplamak için geç kalmak üzere olduğunun da farkındaydı. Dişlerini sıktı ve ayağını yere vurdu, oldukça acınası bir hali vardı. Ama öfkesi bunalımını bir kenara itiyordu. Eğer bir yolunu bulabilseydi, Meng Hao’yu şimdiye kadar öldürmüş olacaktı.


Meng Hao’nun dağın öbür yüzünden kaybolduğunu izlerken Wu Dingqiu’nun kahkahası tüm platoda yankılandı. Tuhaf Song ise Meng Hao Kozmos çantasını alırken gözleri fal taşı gibi açılmıştı. Yüzündeki kan çekildi ve kalbi kırıktı. Şu an Kozmos çantasını oraya koyduğuna çok pişman olmuştu. Biraz önce olanlara inanamıyordu. Bu sefer, cidden dayanamazdı. Elbise kolunu fiskeledi ve lanet olası Meng Hao’yu takip etmeye hazırlandı. Ama daha ayrılamadan önce Wu Dingqiu yine yolunu kapattı.


Wu Dingqiu, hala karşıma çıkmaya mı cüret ediyorsun!” Kederli Tuhaf Song bağırdı. “Bayrak düştü. İddiayı sen kazanmadın, ben de kaybetmedim. Zorlu sınav sona erdi. Eğer hala yolumu tıkamaya devam edersen, sana saldırdığım için beni suçlama!


Yoldaş Taoist Song, bu Go oyununu bitirmeden önce kimsenin ayrılmayacağı konusunda bir anlaşma yapmıştık. Sen Güney Diyarının şöhretli, büyük bir Gelişimcisisin. Sakın bana sözünden döneceğini söyleme? Daha önce ben gitmeye kalktığımda, beni yollamamıştın. Ama şimdi oyun bitmeden gitmeye mi yelteniyorsun?” Wu Dingqiu onun sözlerini ona karşı kullanırken güldü. Yüzünde herhangi bir somurtma belirtisi kalmamıştı, şu an yüzü gülümsemeyle doluydu. Belli ki onun gitmesine izin vermeyecekti. Kozmos çantasının alındığını görmek kalbini keyifle doldurmuştu. Tuhaf Song o çantayı Wu Dingqiu’nun önünde alaycı bir şekilde yüzyıllardır sallamıştı; onun kendi ipini çektiğini görmek son derece harikaydı.


Seni…” Tuhaf Song ona canice baktı ve uzun süre hiçbir şey söylemedi. Daha sonra dişlerini sıktı ve ayağını yere vurmasıyla birlikte dağ sanki çökecek gibi sarsıldı. Fakat statüsünü ve prestijini düşününce, oturup oyuna devam etmekten başka şansı yoktu.


Tabii ki Wu Dingqiu onun işlerini zorlaştıracaktı. Çirkin bir ifadeyle Tuhaf Song’a bakarken sakallarını sıvazladı. Güldü ve yavaşça bir Go taşını aldı, daha sonra kasten yüzüne düşünceli bir ifade yerleştirdi. Çok çok uzun bir sürenin sonunda taşı tahtanın üzerine bıraktı, yüzündeki ciddi ifade sanki bu oyunu aylarca uzatmak istiyormuş gibiydi.


Dağdan çıkın.” Wu Dingqiu sesini öğrencilerine iletti. “Go oyunum bitince sizi Tarikata götüreceğim. Bu sırada sizin sonraki sınavınız biraz önce dağda ortaya çıkan adamı bulmak olacak. Onun sahip olduğu mızrak hoşuma gitti. O mızrağı bana getiren doğrudan İç Tarikata yükselecek!” Bunu duyan öğrenciler hemen canlandı.


Güney Diyarının şerefli Mor Felek Tarikatı cidden hazinelerini almak için adam mı öldürecek?” dedi Tuhaf Song. Şu an son derece canı sıkkındı çünkü kendi sözleri yüzünden burada tıkılıp kalmıştı. Meng Hao’dan nefret ediyor olsa bile bu fırsatı ona sıkıntı çıkarmak için kullanmadan edemedi.


Ona bir bakış atan Wu Dingqiu konuştu, “İyi dinleyin, o kişiye herhangi bir problem çıkartmayın. Ondan çalmayın, ticaret yapın. Eğer bu emri çiğneyen olursa Tarikattan atılır!” Onun Go oyununda sonraki hamlesi öncekine göre daha da yavaştı.


Öğrenciler dört bir yana dağıldı. Bazı öğrenciler Meng Hao’yu takip etmek ümidiyle dağın etrafını sararken bazıları mümkün olduğunca hızlı bir şekilde farklı yönlere giderek onun yoluna çıkmayı umdu.


Bu zorlu sınav kesin bir yenilgiyle sonuçlanmıştı, bu onların razı olabileceği bir şey değildi. Fakat Meng Hao’ya karşı kötü niyet beslemek yerine, ona hayran kalmışlardı. Biraz önceki kan banyosu olayına hepsi de şahit olmuştu.


Bütün öğrenciler Meng Hao’nun mızrağını almaya kararlıydı. Onun almak için her şeylerini ortaya koyacaklardı ve eğer Meng Hao takasa yanaşmazsa, bazı hileli yollar düşüneceklerdi.


Fakat her ne olursa olsun Kıdemli Wu’nun sözlerini net bir şekilde işitmişlerdi; o eşyayı takasla alacaklardı, çalmayacaklardı. Tabii ki... Zor kullanmayın dememişti.


Beyaz cübbeli öğrenciler etrafa dağıldığında Meng Hao da hazine dağından aşağı iniyordu. Yolda gördüğü Ruh Taşlarını ve tıbbi hapları topluyordu. Tuhaf Song ve Wu Dingqiu’yu görmemiş olsa da burasının bazı tarikatlar için kurulan bir sınav bölgesi olduğunu tahmin etmişti.


Shangguan Xiu takibi bırakmış olsa da, bu sınavla ilgilenen kişiler onun araya girmesinden mutlu olmayacaktı. Bu yüzden en yüksek hızını sürdürüyordu ve kalbi küt küt atarken yüzü sabırsızlıkla doluydu.


Onun depolama çantası dolmuştu; Gelişim dünyasına girdiğinden beri ilk defa bu kadar şeye sahip olmuştu, tabii ki Uçan Yağmur Ejderhası Mağarası hariç. Gelişigüzel bir şekilde Ruh Taşlarını ve tıbbi hapları toplayıp kaldırdı.


Tabii ki daha fazla ganimet topladıkça, daha hızlı hareket etmeye çalıştı. Dişlerini sıktı ve sürekli Şeytani Çekirdek tüketti, üç gün boyunca mümkün olduğunca hızlı bir şekilde hareket etti ve en sonunda sıradağlardan çıktı. Hem bitkin hem de enerjik görünüyordu; son günlerde hazinelerini düzenleme fırsatı olmamıştı ve şu an tek istediği şey güvenli bir yer bulup her şeyi incelemekti. İlerlemeye devam etti ve uzaklarda duvarla sarılı bir şehrin olduğunu fark etti.


Şu an Zhao Ülkesinin doğusundaydı ve bu şehir görkemli ve sıra dışıydı. Etrafını nazik bir parıltılı ışık, kalkan gibi çevrelemişti, bu kalkanı ölümlüler göremezdi sadece Gelişimciler fark edebilirdi.


Burası... Bir ölümlü şehri gibi görünmüyor. Gelişimci şehri olabilir mi?” Şaşkın bir şekilde bakakaldı, daha sonra Zhao Ülkesinin haritasını hatırladı. Haritaya göre burada herhangi bir şehir olmaması gerekiyordu. Fakat şehrin kapısından insanlar girip çıkıyordu ve neredeyse hepsi Qi Yoğunlaştırma aşamasındaki Gelişimcilerdi. Tahmini doğruydu.


Meng Hao şehre girmemeye karar verdi. Bunun yerine, yakınlardaki bir dağda mağara buldu. Kendini içeride gizledi, derin bir nefes aldı ve çantasındaki eşyaları çıkartarak onları sıraladı.


Bu tıbbi hap da ne böyle? Son derece kokulu, Kuru Ruh Hapından bile güçlü… Ve bu şişe, içinde üç tane hap var ve hepsi de kristal kadar saydam. Bunlar kesinlikle değerli haplar olmalı.” Dudaklarını yaladı, iki depolama çantasını da tamamen boşalttı ve her şeyi saydıktan sonra 78 tane hap olduğunu gördü. Her biri farklı tiplerdeydi ve hepsi de Kuru Ruh Hapından daha güçlü görünüyordu. Meng Hao başını sağa sola salladı.


Kendini toplaması uzun sürdü. Yoğun heyecanıyla birlikte on tane daha depolama çantası çıkarttı.


Bu hazine dağında çok fazla Ruh Taşı vardı. Sadece fark edebildiklerimi topladım, çok fazla dikkat edemedim. Buna rağmen çok fazla toplamışım…” Meng Hao Ruh Taşlarına bakarken nefesi kesildi. Hepsini bir araya toplayıp saydıktan sonra 8764 tane olduğunu gördü!


Şu an zenginim! Zenginim!” diye mırıldandı. İçinde uçan kılıçlar, inciler, iki tane bayrak, bir tane resim tomarı ve bir tane de siyah ağ olan başka bir depolama çantası daha çıkarttı. İçindekilerin hepsi de büyülü eşyaydı.


Eşyaları çıkarırken ağzı kulaklarına vardı. Bu özellikle resim tomarı ve siyah ağı çıkarırken geçerliydi. Onlardan yayılan kuvvetli ruhsal güç insanın kalbini hızlandırıyordu. Yavaşça resim tomarını açtı ve parlak bir ışık ortaya çıkarak mağarayı doldurdu ve Meng Hao’nun yüzünü aydınlattı.


İçinde, çeşitli fantastik canavarlarla birlikte dağlar ve nehirlerin tasviri görülüyordu. Bu bir resim olsa da, canlı gibi görünüyordu. Tomarı açtığında on binlerce hayvanın kükremeleri hafifçe kulaklarında çınladı. Kalbi sarsıldı ve resmi yere attı.


Biraz zaman geçtikten sonra şaşkınlığı üzerinden attı. Gözleri parladı, aurasını sakinleştirdi ve resmi yerden alarak incelemeye başladı. Bu resmin son derece değerli bir hazine olduğu belliydi. Meng Hao’nun kalp ritmi yükseldi.


Bir hazine! Gerçek bir hazine!” Nefes nefese konuştu. Daha sonra siyah ağı çıkarttı. Mağaranın dışına çıktı, onun içine biraz ruhsal enerji aktararak havaya attı.


Siyah ağ aniden genişledi ve gökyüzüne doğru uçtu. Koca bir dağı sarabilecek kadar büyük olan güçlü siyah bir bulut gibiydi. Dağ sallanmaya başladı ve sanki çökmek üzereymiş gibi yüzeyinde çatlaklar oluştu. Baskın gücün artmasıyla birlikte Meng Hao’nun kalbi titredi. Büyülenmişti. Elini kaldırarak ruhsal enerji gönderince siyah bulut yavaşça küçüldü. Siyah bir ışına dönüşerek ona doğru geri fırladı ve daha sonra küçük, siyah bir ağ şeklini aldı.


Meng Hao ağı kavradı, ağzı kurumuştu. Bir süre nefeslendikten sonra kendini sakinleştirdi. Meng Hao’nun gözleri parlıyordu.


Bu Reliance Tarikatındaki en iyi hazinelerden bile daha iyi.” diye düşündü, kalbi küt küt atıyordu. Sırada son eşya olan çok renkli çanta vardı.








Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 44333 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr