Bölüm 35: İstekli değilim!

avatar
12988 33

I Shall Seal The Heavens - Bölüm 35: İstekli değilim!


 

Çeviri: Ratel Düzenleyici: Fullbringer 

 

Zaman su gibi akıp gitti ve bir noktada Kıdemli Kardeş Chen ayrıldı. Meng Hao, İç Tarikata yeni girmiş olsa da hala küçük kardeşti ve gelişimi doğru anlaması için açıklamalar yapmak Chen Fan’ın göreviydi. İlerlemesi ve en azından geride kalmaması için olayları açıklamış ve gelişim dünyasındaki ölüm ve yaşam yolunu ona anlatmıştı.

 

İç Tarikata girmek bu dünyanın eşiğinden içeri atılmış gerçek bir adım demekti. Sonraki adım ise Temel Kurulumuydu.

 

Meng Hao bir kayanın üstünde oturuyor, ay ve sayısız yıldızın gözüktüğü göğe bakıyordu. Sessizdi ve zihni sayısız düşünceyle doluydu. Biraz kafası karışmış hissediyordu.

 

Zaman akmaya devam etti ve sonra gece yarısı oldu. Wang Tengfei kendi Ölümsüzler Mağarasında oturmuş işaret parmağı eksik olan sağ eline bakıyordu. Kafası karışmış gibi gözüyordu. Önünde orta yerinden kırılmış bir yeşim kayış duruyordu. Bilincini kazandığında, yaptığı ilk şey buydu.

 

İç Tarikata girmeyi başaramamıştı ve bu sebeple ikinci amacına da ulaşamamıştı. Umutsuzluğun kıyısındaydı. Bilincini kazanır kazanmaz acı acı gülümseyerek yeşim kayışı ikiye ayırmıştı.

 

Yenilmişti, hem de.bir parazitten farkı olmayan birine karşı.. Meng Hao’nun kılıcına ve zayıf Gelişim Merkezine karşı yenilmişti. He Luohua olaya müdahil olmasaydı, şu anda ölmüş olurdu.

 

Bu yenilgi onun, Reliance Tarikatı’ndaki yolunu sona erdirmişti. Uyandıktan sonra Ölümsüzler Mağarasından hiç ayrılmamıştı. Orada şaşkınlık içinde oturuyordu.

 

O seçilmiş olandı. Klanının Güney Diyarındaki ünü akıl almaz düzeydeydi. Çocukluğundan beri sanki dünya ayaklarının altına seriliymiş gibi kendiyle gurur duyuyordu. Bu yüzden klanında kalmayı reddedip Miras’ı ve hazineyi aramak için buraya Zhao Ülkesindeki Reliance Tarikatına gelmişti. Hatta bu iki amacına ulaşabilmek adına Temel Kurulum aşamasına geçişini bile ertelemişti. Ancak şimdi, her şey rüzgardaki bir tutam kül gibi uçup gitmişti.

 

Wang Tengfei’nin acı kahkahaları Ölümsüzün Mağarasında yankılandı. Güldü ve güldü, yumruğunu sıkıca kenetlemişti. Ancak tırnakları yeterince keskin olmadığından o gün Meng Hao’nun yaşadığı acıyı deneyimleyemiyordu.

 

Bunu bir türlü kabullenemiyordu. Eğer ‘Seçilmiş’ birine karşı kaybetmiş olsaydı, o zaman yenilgiyi sinesine çekebilirdi. Ancak İç Tarikattaki yerini çalan onu ayakları altına alıp yükselen bu kişi, normalde yüzüne bile bakmayacağı, adını hatırlama ihtiyacı bile duymadığı aşağılık bir haşereydi. Bunu kabullenemiyordu.

 

Tam o anda, Wang Tengfei’nin mağarasının ana kapısı aniden gürültüyle parçalandı. Tüm kapı küle dönmüş, Ölümsüzün Mağarasının zemininde yüzüyordu.

 

Kapıda siyah bir cübbe giymiş orta yaşlı bir adam duruyordu, ellerini arkadan bağlamıştı. Biraz zayıf gözüküyordu ancak kibirli bir hava taşıyordu. Üzerine düşen ay ışığı titriyor ve dalgalanıyor gibi görünüyordu. Sırf bu adamın varlığı bile çevredeki sıradağların titremesine neden olabilirdi.

 

Orta yaşlı adamın yanında genç bir kadın vardı, muhtemelen 18 yada 19 yaşlarındaydı. İnanılmaz derecede güzeldi ve yüzü şafak gibi ışıldıyordu. Saçları kırlangıç kuyruğu şeklinde tutturulmuştu ve vücudu yeşim taşından oyulmuş gibi gözüküyordu. İnce, açık yeşil bir kıyafet giyiyordu. Ay ışığında dikilirken büyülü bir aura yayıyordu, havalı ve sakindi, saf ve dünya meşgalelerinden uzak görünüyordu. Tıpkı cennetten inmiş bir göksel varlık gibi gözüküyordu.

 

“Wang Klanı Güney Diyarındaki üç büyük Geliştirici Klanından birisidir.” dedi orta yaşlı adam sakin bir şekilde. Sesinde tarif edilmesi zor, huşu uyandıran bir soğukluk vardı. “Birçok tarikata üstün geldi ve on bin yıldır Güney Diyarında varlığını sürdürüyor.

 

“Sen Wang Klanının Seçilmiş Olanı’sın. Doğduğun anda olağanüstü şeyler yapacağın en yüksek göklerin daha üstüne çıkacağın kaderine yazıldı. Diğer Ölümsüzlerle olan mücadeleniz alnınıza yazıldı..”

 

Wang Tengfei orta-yaşlı adamın sözlerini dinlerken, yavaşça kafasını kaldırdı, kesik parmağını görmezden geldi.

 

“Bazı küçük aksilikler neden önemli olsun ki? Bu zayıf Zhao Ülkesi Güney Diyarlarının yanında küçük bile sayılmaz. Karıncalarla dolu bir yer. Eğer buraya tek bir Gelişen Ruh seviyesinde adam göndersem, tüm bu tarikatı haritadan silebilir.” Orta-yaşlı adam tam bir kesinlikle konuşuyor, tartışılabilecek bir boşluk bırakmıyordu. Wang Tengfei yumruklarını sıktı ve gözlerinde bir ateş belirdi.

 

“Gerçek düşmanların Klandaki diğer Seçilmiş üyeler, diğer iki büyük Klanın varisleri ve geriye kalan beş Klanın öğrencileri. Ancak onlar senin rakibin olabilecek kadar değerliler. Eğer şu anki üzüntülü halini görseler, bir daha Wang ismini taşıdığını söyleyebilecek miydin?!

 

“Söyle bana, aile ismin ne?” dedi koluna bir fiske atarak.

 

“İsmim Wang!” Wang Tengfei ayağa kalktı, gözleri parıldıyordu.

 

Orta yaşlı adam Wang Tengfei’ye uzun bir an baktı, ardından gözleri yumuşadı.

 

“Sen Wang Klanının Ankasısın. Birkaç sene içinde, Temel Kurulumuna erişeceksin. Gelecekte, yüce Nüve Formasyonu yolunda, nişanlının Tarikatının Doğu tekniği Mor Qi’den yararlanabileceksin. Kısa sürede Nüve Formasyonunu tamamlayacak ve Gelişen Ruh’a sahip olacaksın. Bunlar olurken, Zhao Ülkesinde seni yenmiş olan zavallı insan hala Qi Yoğunlaştırma’yı geçmeye çalışıyor olacak”.

 

“O zaman, tepeden bakacak ve ona gerçek bir haşere olduğunu hatırlatacaksın.” Wang Tengfei’ye anlamlı bir bakış attı ve arkasını döndü.

 

//Benim bildiğim Meng Hao, her zaman ondan bir adım önde olur, nişanlısına da el koyar. Sonra Bronz Aynayla kızı çoğaltır ‘bu da mı senin’ der. Sonuçta 1 kere işe yaradı :D

 

///Çoğaltır çoğaltmasına da, aynayla mı tartışılır...

 

“Tengfei...” dedi güzel kız. İnce sesi güzelliğine uygun bir şekilde kulağa hoş gelir cinstendi, onu inanılmaz baştan çıkartıcı yapıyordu. O mükemmeldi, aynı Wang Tengfei’nin mükemmel olması gibi. İkisi bir arada olduğunda, gerçekten cennetlerin seçtiği çift gibi görünüyorlardı, Ölümsüzlük yolunda ilerleyen herkes onları kıskanırdı.

 

Wang Tengfei kıza sessizce baktı. Bu onun nişanlısı, Mor Felek Tarikatı’nın Liderinin kızı, Chu Yuyan’dı *(1)* ve Güney Diyarının en tanınmış dört kadınından biriydi.

 

“Geri dönelim,”yumuşakça konuştu, Wang Tengfei’ye nazik gözlerle bakıyordu.

 

Wang Tengfei kafasını salladı. Kızı takip ederek Ölümsüzün Mağarasından dışarı çıktı. Orta-yaşlı adamla beraber ileri yürüdüler ve aniden gürleyen bir ses gökyüzünü sarstı. Gökten devasa bir yıldırım indi, uçan bir savaş gemisine dönüştü. Gemi neredeyse üç yüz metre uzunluğundaydı, siyah renkteydi ve ölüm hissi yayıyordu, özellikle de üzerinde “Wang” işareti olan kırmızı bir bayrak sallanan devasa bayrak direği.

 

Geminin üzerinde ifadesiz yüzleri olan sayısız adam vardı, dikkatle dikiliyorlardı ve soğuk auralar yayıyorlardı.

 

Demin duyulan muazzam ses ve uçan savaş gemisi Reliance tarikatındaki öğrencilerini korkudan tir tir titretmişti. Manzaraya bakarken yüzlerinde inanmazlık dolu ifadeler vardı.

 

Meng Hao hala Doğu Dağının zirvesinde oturuyordu. Düşüncelerinden sıyrıldı, şok edici siyah savaş gemisini ve kırmızı bayrağını gördüğünde, kalbi titredi.

 

“Asla bu lağım kokulu yere gelmene müsaade etmemeliydim.” dedi orta-yaşlı adam gemiye ayak basarlarken. “Yüce Ruh Yazıtlarının burada görüldüğü söylense bile, bu yüzyıllar önce olmuş bir şey.” Wang Tengfei orada durmuş, Reliance Tarikatına bakıyordu. Geçen yılların tüm anılarını yavaşça zihninden temizledi.

 

Artık bakışları sıcak ve nazik değildi, artık gülüşü nazik ve samimi değildi. Soğuklaşmıştı, özellikle gözleri etrafa nefret saçıyordu. Şu anda Kıdemli Kardeş Wang’dan çok farklı gözüküyordu.

 

Dağın zirvesinde oturan Meng Hao’ya tepeden baktı. Bir anlığına bakıştılar ve sonra Wang Tengfei’nin gözleri tekrar önemsemezlikle doldu. Aynen düşündüğü gibi, Meng Hao bir böcekti. Gururla doldu, çünkü onun aile ismi Wang’dı!

 

O anda, orta-yaşlı adam oturmakta olan Meng Hao’yu gördü. Gelişim merkezini salmayacaktı ancak sırf bakışları bile tüm Doğu Dağını sarsacak gürleyen bir kükreme yaratmaya yeterliydi. Keskin bir kılıç gibi, bakışlarını Meng Hao’ya dikti.

 

Meng Hao’nun yüz ifadesi değişti ve bir ağız dolusu kan kustu. Tüm bedeni buz-soğuğunu hissetti, şiddetli, ölümcül bir gücün ona doğru indiğini sezebiliyordu. Başı dönüyordu ve düşünme gücünü dahi kaybetmişti. O kadar güçsüzdü ki tek bir üflemede yere devrilecek gibi hissediyordu.

 

Ölümü tepesinde hissediyordu. Vücudu büzülecek ve ruhu paramparça olacaktı. Anlından aşağıya kan akıyordu.

 

Yalnızlık. Umutsuzluk. Ölüm. Bunlar birbirinde erimiş ve dev bir el halini almış ve bu el onu aşağıya doğru bastırıyor gibiydi, yavaşça onu parçalarına ayırıyor, tedavi edilemez derecede eziyordu.

 

Aniden, tüm Reliance Tarikatını kaplayan soğuk bir çan çaldı ve mavi bir figür Meng Hao’nun önünde belirdi.

 

“Senin Gelişim merkezin Nüve Formasyonu aşamasında. Karışık bir Nüve değil, ya Mor yada Kan kızılı renginde. Ve buna rağmen bunun gibi Qi Yoğunlaştırmadaki bir çömeze zorbalık mı yapıyorsun? Sen gerçekten Güney Diyarının Wang Klanından Üçüncü Nesil Dao Koruyucusu Wang Xifan *(2)* mısın?” Bu Tarikat Lideri He Luohua’ydı. Aniden sağırlaştıran, yeri sallayan bir kükreme duyulmuştu.

 

Ses yeri ve göğü titretti, göz görebildiği mesafe boyunca her şey bundan dolayı ufalanacak gibiydi. Ardından ses He Luohua’dan yayılan ardışık dalgalar halini aldı. Orada, dünyadaki tek kişi gibi dikiliyordu, soğukça savaş gemisinin üstündeki Wang Xifan’a bakıyordu.

 

“Sadece Yoldaş Daoistime şaka yapıyordum,” dedi Wang Xifan nazikçe gülerek. “Buraya Tengfei’yi götürmeye geldim. Yıllar boyu ona iyi baktığınız için teşekkürler.” Gözleri tarif edilemez bir kibirle doluydu. Kol yenlerini savurdu. Savaş gemisi vızıldamaya başladı, sonra bir renk çizgisine dönüşüp yıldızlı gökyüzüne doğru fırladı, geriye kalan tek şey yıldızların titreyen ışığıydı.

 

///Yoldaşım, gardaşım, daoistim gibi saçmalamış yazar. Çok takılmayın.

 

Meng Hao biraz daha kan kustu, fakat uzaklara bakmaya devam etti, soğuk gözleri ışıl ışıldı.

 

He Luohua sessizce Meng Hao’ya baktı, ardından iç çekti ve ayrıldı. Meng Hao uzaklara, savaş gemisinin gittiği yöne doğru bakıyordu.

 

“Demek bu bir Nüve Formasyonu Geliştiricisi. Beni tek bir bakışla ezebilirdi. Ve bu sadece Nüve Formasyonu. Ondan sonra Gelişen Ruh seviyesi var, ondan sonra Ruh Bölme seviyesi var ve çok daha fazlası… Güney Diyarından Wang Klanı!” Meng Hao sinirle dişlerini gıcırdatıyordu, gözlerinde bir ateş yanıyordu.

 

“Eğer güçlü değilsen, geliştirici olmayı hak etmiyorsun. Güçlü değilsen, hayatta kalmaya layık değilsin. Ancak bir başkasının avı olabilirsin. Bu tarz bir hayat yaşamaya istekli misin?” Kıdemli Kardeş Chen’in sözleri kafasında git gide daha güçlü bir şekilde yankılanıyor, zihnine, kemiklerine ve ruhuna kazıyordu.

 

“İstekli değilim!” dedi Meng Hao yavaşça, yumruklarını sıkıyordu. Sesi zayıftı, ancak kalbinde sesi bir gök gürültüsü gibi duyuluyordu.

 

“Kimsenin benden faydalanmasına istekli değilim!

 

“Zayıf olmaya istekli değilim!

 

“Savaşma hakkımın benden alınmasına istekli değilim!


 

“Güçlü olacağım! Güçleneceğim!!” Meng Hao hep zengin olmayı ve Doğu Topraklarındaki Yüce Tang’a seyahat etmeyi hayal etmişti. Hala bu arzusunu koruyordu, ama buna ilaveten yeni bir arzusu daha vardı. Güçlü olacaktı. Gelişim yolunda, Göklere meydan okuma yolunda eğer güçlü değilseniz ölürdünüz.

 

/-------------------------------\

 

Chu Yuyan’ın isminin Çincesi 楚玉嫣 (chǔ yù yān) Chu aile ismi. Yu “yeşim” yada “güzel” manasına geliyor ve Yan ise “Büyüleyici” demek. 

Wang Xifan’ın isminin Çincesi 王锡范 (wáng xī fàn) Wang aile ismi. Xi “kalay” anlamına geliyor. Fan ise “model” ya da “örnek” manasına geliyor. 

 

/-------------------------------\

 





Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 44339 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr