Bölüm 4: Kolezyumdaki Katliam

avatar
2506 0

Upgrade Specialist in Another World - Bölüm 4: Kolezyumdaki Katliam


 

Kolezyum, Luoshi Şehri’nin yeraltı dünyasına aitti. Kolezyum, Zhang ailesi tarafından kontrol edilen, birçok zengini ve aristokratı kendine çeken son derece popüler bir yerdi. Bütün Qingyun Eyaleti’nde bile birçok insanın bildiği bir yerdi.

 

Bu yer zenginlerin ve aristokratların zaman öldürdükleri, heyecanlanarak zevk aldıkları, çok sıkıldıkları zaman kan ve vahşet aradıkları bir yerdi.

 

Kolezyum olarak adlandırılmasına rağmen,(Çincede Kolezyum hayvanların savaştırıldığı yer imiş) aslında hayvanların birbirleriyle dövüştürüldüğü bir yer değildi. Burada öldürme işini yapanlar, insanlardı!

 

Bai Yunfei’nin şaşkınlıktan gözleri dışarı çıkacaktı, ağzı şaşkınlıkla yavaşça açıldı, vücudu durmaksızın titriyordu. İnsanların birbirleriyle bu kadar vahşice savaşabileceklerini hiç düşünmemişti.

 

Dışarıdaki Kolezyum’da iki kırmızı siluet çıplak elle savaşıyordu. Savaşın süresini arttırmak için, genelde Kolezyum’da silahlara izin verilmezdi. Eğer hayatta kalmak istiyorsan; kollarını, bacaklarını, kafanı hatta dişlerini kullanmak zorundaydın. Sadece rakibini tekrar ayağa kalkamayacak hâle getirirsen yaşamana izin verilirdi. Ve eğer yenilirsen, bu genellikle ölüm demekti.

 

Bu insanlara kırmızı siluetler deniliyordu, çünkü vücutları kanla kaplıydı. Kendi kanları ve aynı zamanda rakiplerinin kanları.

 

Ayı gibi güçlü bir bedeni, kalın kaşları ve büyük gözleri olan bir adam hızlı hızlı soluk alıyordu. Gözlerinden biri kan revan içindeydi. Hatta sol kulağı koparılmıştı ve vücudu hafifçe titriyordu. Ama sağlam gözü hâlâ çılgınca bakıyordu. Hayvanca bir bağırışla yumruğunu sallayarak, boyu kendisinden çok daha kısa olan önündeki orta yaşlı adama saldırdı.

 

Orta yaşlı adamın bedeninde de birçok yara vardı ama rakibininkilere göre çok daha az ciddi görünüyorlardı. Büyük adamın yumruğu gelirken beklenmedik bir şekilde kaçınmadı. Bunun yerine büyük adamla kafa kafaya çarpışmayı isteyerek, o da yumruğunu kaldırdı!

 

Sağ kolu harekete geçtiği sırada, birden bire şişmiş gibi göründü. Yumruklar çarpıştıktan sonra, büyük adam sefil bir çığlık attı ve art arda birkaç adım geri çekildi. Sağ elinin parmakları değişik şekillerde bükülmüştü ve kan fışkırıyordu. Hatta birkaç kırık parmak kemiği derisinden dışarı çıkmıştı!

 

Orta yaşlı adam elindeki kanı sildi; rakibinin kanını. Hatta gözleri korkutucu bir şekilde parlarken biraz eğlenerek onu yaladı. İnsandan çok, avını katletmek üzere olan bir canavara benziyordu.

 

Alanın dışındaki ‘seyirciler’ bir süre heyecanla bağırdılar. Bu zenginler ve aristokratlar, dışarıda takındıkları zarif ve seçkin tavırlarını tamamen kaybetmiş gibilerdi. Hepsinin yüzü kırmızıydı ve heyecan doluydu. Gözleri, bu heyecanlı sahneyi kaçırma korkusundan genişçe açılmıştı.

 

Onlar da Bai Yunfei gibi durmadan titriyorlardı. Ama aralarında bir fark vardı. Yunfei korkudan titrerken, onlar heyecandan titriyorlardı.

 

Alandaki iki kişinin etrafında, ya kırmızı ya da siyah birçok kan lekesi vardı. Bu kan lekelerinden bir kısmı bu iki adama aitti, diğerleri de bundan önceki savaşlardaki insanlar tarafından bırakılmıştı.

 

‘Sahnenin’ üstünde, Bai Yunfei ve diğerlerinin üzerinde benzer şekilde lüks koltuklar vardı. Bu sırada, aşağılarındaki savaşı izleyen üç kişi bu koltuklarda oturuyorlardı.

 

Soldaki Zhang Yang’dan başkası değildi!

 

Kibar, genç bir soylu gibi davranarak, orta yaşlı adamı işaret edip yanındaki kişiye söyledi: “İkinci genç efendi Zheng, benim Kolezyumum hakkında ne düşünüyorsun? İnsanların kanını kaynatan bir yer, öyle değil mi? Şu gördüğün, Kolezyum’daki en acımasız adamdır. Ona ‘Vahşi Kurt’ diyorlar…”

 

Zhang Yang’ın yanında, ondan bile daha yakışıklı bir yüze sahip, şatafatlı mor kıyafetler içinde, savaş alanındaki savaşı ifadesiz bir şekilde izleyen bir genç vardı. Hafifçe kafasıyla onayladı: “Fena değil. Bu adam zaten yarı-uyanık seviyede. Biraz daha zamanla, onun ruh gücü tamamen uyanacak ve Ruh Çırak Âlemi’ne adım atabilecek.” Bu övgü dolu sözlere rağmen, yüz ifadesi beğenmediğini gösteriyordu. Formalite icabı konuşmuş gibi görünüyordu.

 

Fakat Zhang Yang, bunu umursamadı. Kendini sevdirmeye çalışan bir gülümsemeyle dedi: “Önemsiz bir Ruh Çırağı, elbette sizin onaylamanıza değmez, ikinci genç efendi Zheng. Zheng ailesi birçok yetenekli kişiye ve uzmana sahiptir. Bizimki gibi küçük aileler nasıl sizinkiyle karşılaştırılabilir…” Esasen başkentten gelen bu ikinci genç efendi Zheng’in, kendi ailesine tepeden baktığını biliyordu. Bu sefer, bu genç efendi sırf meraktan Luoshi Şehri’ndeki Kolezyum’a gelmişti. Zhang Yang’ın, ona yeterince iyi bir şekilde hizmet etmesi ve onu gücendirmemesi gerekiyordu.

 

Sağdaki kişi, tepeden tırnağa siyah bir pelerin kuşanmıştı. Yüzü net olarak görünmüyordu. Şu anda kollarını göğsünde birleştirmiş, başı hafifçe aşağıdaydı. Uyuyor gibi görünüyordu… Savaş alanındaki savaş sona doğru yaklaşıyordu. O büyük adam basitçe orta yaşlı adamın dengi değildi. Vücudundaki yaralar arttıkça, hareketleri de gitgide daha da yavaşladı. Seyircilerin heyecanlı çığlıkları da gittikçe daha da yükselmeye başladı.

 

Sonunda, orta yaşlı adam büyük adamı hızlı bir tekmeyle yere serdi. Sağ ayağıyla göğsünü ezerek, elleriyle adamın kollarından birini kaldırdı ve büyük bir güçle çekti.

 

Büyük adamın çekilen kolu ansızın koptu!

 

Seyirciler eşi benzeri görülmemiş bir şekilde tezahürat yaptılar. Bu sahne çok kanlı olduğundan bazı kadın izleyiciler birer birer kafalarını çevirdi. Bununla birlikte, hâlâ göz ucuyla sahneye kısa bakışlar atıyorlardı. Heyecandan yanakları oldukça kızarmıştı.

 

Nihayet, orta yaşlı adam rakibinin kafasını ayağıyla bir karpuz gibi ezdi… Kırmızı ve beyaz şeylerin sıçradığını gören Bai Yunfei artık dayanamadı. Duvarın köşesine sürünerek kusmaya başladı. Wu Amca da tamamen ürpermişti ve Yunfei’yi sıkıca tuttu.

 

Önlerindeki acımasız görünümlü adamların bile gözlerinde korku dolu bir ifadeler vardı.

 

Bu sırada hapishane hücresinin tahta kapısı sertçe açıldı. Kapının dışında ellerinde silahlarla 10 kadar kişi belirdi. Önceden kendilerine buğulanmış kurabiye getiren adam bağırdı: “Herkes dışarı! Silahlarınızı alın! Ve özgürlüğünüz için savaşmaya hazırlanın!”

 

O bir grup adam birbirlerine baktılar ama sonunda teker teker dışarı yürüdüler. Wu Amca ve Bai Yunfei en son çıkanlardı.

 

Bir adam dışarı çıktığında, kapıyı açan adam arkasındaki sandıktan bir silah alıp adama verir ardından adamı savaş alanına yollardı.

 

Bai Yunfei grubun arkasından biraz dalgın bir şekilde gitti. Bir süre sonra o ve Wu Amca kapının oraya vardılar. Wu Amca kırık bir savaş baltası aldı.

 

Bai Yunfei adamın ona bir silah vermesini bekleyerek kapının orada kafası karışmış bir şekilde ayakta durdu. Ama adam önceden bilgilendirilmiş gibi görünüyordu. Belirsiz bir gülümsemeyle Yunfei’ye baktı ve ona hiçbir silah vermedi.

 

“Neden… neden bana bir silah vermiyorsun?”

 

“Ha ha, elinde zaten bir silah yok mu? Hâlâ ne istiyorsun? Zırvalamayı kes ve çabuk savaş alanına git!” Adam, elindeki tuğlaya alaylı bir bakış attı; Bai Yunfei, bunu yapmak biraz daha güvende hissetmesine yardımcı oluyor gibi tüm zaman boyunca tuğlayı elinde tutmuştu.

 

Hiçbir nezaket göstermeyen adam, Yunfei’ye savaş alanına gitmesi için acele etsin diye bir tekme atmıştı.

 

Bai Yunfei, Wu Amca’ya yetişti. Yüzünde hâlâ şaşkın bir ifade vardı. Kendisini ve hücre arkadaşlarını meraklı ve şaşkın bakışlarla tartan bu lüks kıyafetli seyircileri görünce, aniden zihninde bir düşünce belirdi.

 

“Bu insanların gözünde, ben sadece bir karınca gibiyim…”

 

Zhang Yang ayağa kalktı, birkaç adım ileri gitti ve yüksek sesle seyircilere seslendi: “Millet! Sırada bugünün özel sürpriz gösterisi var! Az önceki kazanan Vahşi Kurt, bu gözü dönmüş öfkeli grupla yüzleşecek!”

 

Bu sırada, savaş alanına baktı. Grubun arkasında yürüyen Wu Amca ve Bai Yunfei’yi görünce gözleri adilik ve memnuniyetle parladı. Ve Yunfei’nin elindeki tuğlayı görünce besbelli şaşırdı. Ardından pis pis güldü ve yanındaki adamına beğendiğini belirten bir bakış attı.

 

Savaş alanında, Zhang Yang’ın sesini duyunca ilk dönen Wu Amca oldu. Yüksek sahnedeki Zhang Yang’a gözünü dikti. Derin bir nefretle dolu bakışlar gözlerinden çıkarken bütün vücudu titriyordu.

 

Bai Yunfei de Zhang Yang’ı tanıdı. Zhang Yang’ın ona baktığındaki alaycı ve vahşi ifadesini de hissetmişti… “Bu gerçekten de o… Neden? Sadece dün o genç bayanı rahatsız ettiğim için mi? Ama benim yaşamıma ve ölümüme kolayca karar verme hakkını sana ne veriyor? Bir karıncaya bakar gibi bana bakma hakkını sana ne veriyor?”

 

Bai Yunfei, yüreğinde bastırılamaz ve patlamak üzere olan tarif edilemez bir duygunun yayıldığını hissetti.

 

Zhang Yang, Vahşi Kurt’u işaret etti ve savaş alanındaki insanlara seslendi: “Hepiniz hapishaneden satın aldığım idam mahkûmlarısınız. Sizin gibiler her gün kundakçılık, katillik, yağmacılık yapıyor. Siz çoktan ölmüş olmalıydınız. Ama bugün ben size hayatta kalmak için bir şans veriyorum. Sadece birlik olup onunla savaşın. Yarım saat sonra hâlâ ayakta kalanlar, özgür bırakılacak!”

 

Herkes söylediklerini anlamıştı. Seyircilerin hepsi birbirleriyle fısıldaştılar ve savaş alanındaki kişileri işaret ettiler. Hatta çoğunun yüzlerinde memnun bir ifade vardı.

 

“Yani bunların hepsi idam mahkûmu. Bu kadar çok insan, hatta silahları bile var, Vahşi Kurt kazanabilir mi ki?”

 

“Öndeki on kadar kişi suçlular gibi görünüyor ama arkadaki ikisine bir baksana. Onlar belli ki sadece yaşlı bir adam ve bir çocuk, değil mi?”

 

“Hah, işte şunu gördün mü? Şu genç delikanlının elinde tuttuğu şey ne?”

 

“Bir tuğla?”

 

“Bir tuğla… Ha Ha! Tuğla!”

 

Zhang Yang’ın söylediğini duyduktan sonra savaş alanındaki insanların gözü umutla parladı. Ne de olsa eğer hayatını kurtarmak mümkünse kimse ölmek istemezdi. Öndeki on kadar kişi bir araya gelip aralarında bir şeyler fısıldaştılar.

 

Vahşi Kurt elbette bu ‘Gösteri’yi önceden biliyordu. Kollarını çaprazlamış bir şekilde ayakta durmaya devam etti ve önünde rahatlamış bir ifadeyle silah kuşanmış adamlara göz attı. Ayağının yanında, büyük adamın cesedinden hala kan akmaya devam ediyordu… Wu Amca bakışlarını çekti, kısa bir süre ileriye doğru gözlerini dikti, ardından Bai Yunfei’yi çekti ve kısık sesle söyledi: “Yunfei, beni dinle. Bir tarafta saklanalım. Eğer o adam bize saldırırsa, sadece kaç. Onunla savaşma. Onu yenemeyiz. Süre otuz dakika ve bu alan küçük değil. Eğer kaçmak için elimizden geleni yaparsak, belki hayatta kalmak için bir şansımız olur!”

 

Zhang Yang koltuğuna geri döndü ve elini sallayarak söyledi: “Başlayın!”

 

Emri duyunca, Vahşi Kurt acımasızca gülümsedi. Ardından ayağını kaldırıp yavaşça önündeki insan topluluğuna doğru yürüdü.

 

Ellerinde çeşitli silahlar tutan bu on kadar idam mahkûmu hafifçe ayrıldılar. Hepsi oldukça korkmuştu ve kimse ilk gitmeye cesaret edemedi.

 

Vahşi Kurt adım adım, yavaşça onlara doğru yürüdü. Biraz önce orada ayakta durduğundan, ayakları önceden öldürdüğü adamdan sızan kanla ıslanmış görünüyordu. Ve şimdi attığı her adım arkasında kanlı bir ayak izi bırakıyordu. Üstüne, tüm vücudu da kanla boyanmıştı. Kan banyosundan çıkmış bir şeytan gibi görünüyordu. Bu nedenle attığı her adımda sanki herkesin kalbini çiğniyor gibiydi.

 

Sonunda, bir mahkûm bu boğucu korkuya dayanamadı ve patlama gibi yüksek bir sesle bağırdı: “O zaten bir önceki dövüşten yaralı. Bir araya gelelim. Onu öldürelim ve böylece hayatta kalabilelim.”

 

Bir şeyler en uç noktaya geldiğinde tersine döner. En uç noktadaki korku, hayatta kalma mücadelesine döndü. Bu bir grup insanın hepsi neredeyse aynı anda atıldı. Hepsinin gözleri çıldırmış gibi kıpkırmızıydı. Silahlarını savurarak, dümdüz Vahşi Kurt’a hücum ettiler!

 

Vahşi Kurt’un gözleri küçümsemeyle parladı. Elini kaldırdı ve uzun bir mızrağı tuttu. Ardından hafifçe gücünü kullandı. Mızrağın kullanıcısı mızrağın sapından gelen büyük kuvvete dayanamadı. Vücudu yamuldu ve yanındaki iki kişiye çarptı.

 

Vahşi Kurt, kendisine doğru uçarak gelen bir kılıçtan hafifçe eğilerek kaçındı. Sonra ayağını kaldırıp büyük bakır bir çekici tekmeleyerek uçurdu. Ardından öne doğru eğildi ve elindeki mızrakla insanları süpürmek için fırsattan yararlandı. Bir grup insan anında yere düştü.

 

Bütün grup göz açıp kapayıncaya kadar yenilme noktasına gelmişti!

 

Bundan sonra olanlar tek taraflı bir katliamdı… Tekmelerle boyunları kırma, ayağıyla göğüsleri çiğneyerek parçalama, sıradanmış gibi büyük bir kılıcı zorla alıp ardından tek bir sallamayla üç kişiyi bellerinden kesme… Başlarda seyirciler hala biraz durgundu, ama Vahşi Kurt birkaç kişiyi öldürdükten sonra, birden bire sayısız kulak delici haykırış patladı! Uzun dövüşleri izlemeye alıştıklarından dolayı, birdenbire bu tarz ‘muhteşem ve zevkli’ bir katliamın ortaya çıkışı, hepsinin heyecanlı hissetmesini sağlamıştı ve farklı bir şekilde zevk almışlardı. On dakikadan kısa bir süre içinde, on kişiden fazla insanın neredeyse tamamı öldürülmüştü; otuz dakikadan bahsetmeye bile gerek yoktu!

 

Sonunda bazıları silahlarını bırakıp kaçmaya başladılar. Ama birkaç adımda basitçe yakalandılar.

 

Her kim yakalandıysa, öldürüldü!

 

Sonunda, Vahşi Kurt’un etrafında duran kimse kalmamıştı.

 

Ardından gözlerini kaydırdı ve Wu Amca ile Bai Yunfei’ye baktı.

 

ÇN= Bir sonraki bölümde sonunda bizimki bir şeyler yapacak. Haftaya çevirebilirim inşallah. Yunfei ölecek mi? Wu Amca’ya ne olacak? Merak mı ediyorsunuz? Bek… Neyse Useless özentiliği yapmayalım :D

 





Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 44308 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr