Bölüm 11: Haydutlarla İlk Karşılaşma

avatar
2500 0

Upgrade Specialist in Another World - Bölüm 11: Haydutlarla İlk Karşılaşma


 

Çeviri: 8DeadTheKid8 Düzenleyen: Kharsmi

 

“Ne?” Koca adamın sözlerini duyunca köy şefi şaşkına döndü. Arkasındaki köylüler de oldukça öfkeliydiler.

 

 

“Oh? Yani boyun eğmiyorsunuz? Saçmalık! Beni itaatkâr bir şekilde dinleyecek kadar akıllı olduğunuzu düşünmüştüm ama yine de onları zorla almam gerektiği ortaya çıktı.”

 

Ölü balık gibi gözleri olan koca adamın sabırsız sözleri çınladı. Sonunda köy şefi dönüp titrek bir sesle söyledi: “Efendim… Biz, Biz elimizdeki tüm parayı ve yiyecekleri vererek sizi dinleyeceğiz. Lütfen bizi bağışlayın…”

 

“Zırvalamayı kes! Ben seninle pazarlık mı yapıyorum? Onlara dışarı çıkmalarını söylemek konusunda isteksiz olduğunuz sürece ben kendim gidip onları bulacağım!” Alçakça ve vahşi bir ifadeyle koca adam elindeki at kamçısını köy şefine doğru salladı. Yaşlı köy şefi tepetaklak uçarken bir şaklama sesi duyuldu. Birkaç köylü aceleyle onu yakaladı ve göğsünde kan kırmızısı bir kırbaç yarası gördüler. Derisi yırtılmış ve eti açıkta kalmıştı.

 

Lider olan koca adam atından indi. Büyük kılıcını kaldırıp bir taraftaki aile evine doğru yürüdü. Arkasındaki insanlar da evlere girip araştırmak için dağıldılar. Dört ya da beş haydut hareket etmedi. Şiddetli gözlerle köylüleri izliyorlardı. Ellerindeki silahlar doğan güneşin altında solukça parıldıyorlardı.

 

Haydutların evlerine girdiklerini gören bazı köylüler direnmek için koştu ama kolaylıkla yere serildiler. Hatta iki tanesine silahlarla vurulmuştu ve bir kan gölü içinde anında yere düştüler.

 

O koca adam bir eve doğru yürüyordu. Ansızın köylülerin arasından bir genç fırladı. Adımları oldukça düzensizdi. Belli ki çok korktuğundan koca adama yaklaşınca yere düştü. Mücadele etmeden büyük adamın bacaklarından birini kavradı ve titrek bir sesle yalvardı: “Lütfen… Onları yalnız bırakın… İçeri girmeyin, yalvarırım…”

 

Bu genç Xiao Feng’den başkası değildi. Bütün bu zaman boyunca kalabalığın gerisinde durmuştu. Ama şimdi içinden aşırı derecede korksa da yine de koşmuştu: Çünkü Ling’er evin içinde saklanıyordu.

 

Onu bu şekilde görünce koca adam kısa bir süre şaşırdı. Ardından ürkütücü bir şekilde güldü: “Ne? İçerde senin için önemli bir şey mi var? Ha ha, o zaman gözlerini aç ve onu benimle beraber götürmemi seyret!” Ardından ayağını kaldırdı ve hemen bir tekmeyle Xiao Feng’i uçurdu.

 

Xiao Feng daha havadayken bir ağız dolusu kan kustu. Tekmeden dolayı kaburgaları kırılmış gibi görünüyordu. Yere düştükten sonra kalkmak için çabaladı ama bir haydut kalkmasını önleyerek sırtına ayağını bastırdı.

 

Koca adam eve girdikten kısa bir süre sonra içeriden bir kızın korkmuş çığlıkları yükseldi. Ardından o koca adam hoş bir şaşkınlıkla ve keyifle yüksek sesle güldü: “Ha Ha! Bu sefil köyde böyle güzel bir kızın olmasını beklemiyordum! Dışarıdaki velet seni korumak istiyordu değil mi? Öyle güçsüz birinin nesini iyi buluyorsun? Gel ve seni bir güzel sevmeme izin ver…”

 

Xiao Feng çabalamayı sürdürdü ama arkasından ona basan ayaktan bir türlü kurtulamadı. Umutsuzca ellerini önündeki eve doğru uzattı. Gözleri neredeyse kan kırmızısıydı: “Ling’er… Korkma, Ling’er. Hemen gelip seni kurtaracağım. Hemen…”

 

Sevgilisi tecavüze uğramak üzereyken, derin korkusu olağanüstü bir nefrete dönüştü. Adil olmadığı için cennetten nefret etti. İnsan olmadıkları için haydutlardan nefret etti. Ve güçsüz olduğu için kendinden nefret etti…

 

Zihninde bir kuvvet doğuyor ve ruhunun derinliklerinde uyanıyordu. Genç adam bir başka ağız dolusu kan kustu. Elleriyle yeri itti, elindeki damarlar çatlıyordu. Vücudu azar azar yükseldi. Ama bilinci giderek daha da puslu olmaya başladı.

 

Gencin sırtına ayağıyla basan haydut aniden ayağının altındaki direncin giderek daha da güçlü olduğunu, hatta bastırılamaz olduğunu hissetti. Gözleri sertlikle parladı. Kesmeye hazırlanarak elindeki büyük kılıcı kaldırdı.

 

Tam o anda arkasından çığlık atan birkaç kişi duydu. Arkasını dönemeden, kafasının arkasına vuran büyük bir güç hissetti. Ardından haydudun vücudu birkaç metre uçtu ve yere düştü. Bir inilti bile çıkaramadan bilincini kaybetti.

(Ç.N: Klasik bir şekilde bizimki tam son anda kurtarmaya geliyor. Bir kerede geç gelin herkes ölmüş olsun be. Ya da erken gelin baştan dövüşün adamlarla.)

 

Duraklamadan bir siluet direk kızın yardım çığlıklarının geldiği eve doğru koştu.

 

Bu Bai Yunfei’den başkası değildi!!

(Ç.N: Vay be çok şaşırdık. Hiç tahmin edememiştim o olduğunu sayın yazar.)

 

Köyün girişine ulaştığında, köydeki kaosu görmüştü. Kimileri kanlar içinde yerde yatıyordu. Bazıları da onları tedavi etmeye çalışıyorlardı. Birkaç kötü adam da silahlarla köylülerin yolunu engelliyorlardı. Dahası küçük bir evin önünde, bir genç bir adamın ayağının altında eziliyordu. Ve o adam aşağı indirmek üzere elindeki silahını kaldırmıştı.

 

“Haydutlar!” Göz açıp kapayıncaya kadar, Bai Yunfei bu insanların kimliklerini doğru tahmin etti. Çok fazla düşünmeden ruh gücünü bacaklarına iletip hızlıca koştu. O adamı tekmeleyerek uçurduktan sonra, önündeki odaya doğru koştu.

 

Odaya girer girmez, genç bir kızı yere yatırmaya çalışan koca bir adam gördü. Sol eli boğazını kavramışken, sağ eli de kızın vücudundaki kıyafetleri yırtıyordu. Genç kızın yüzünde parlayan bir tokat izi vardı. Direnmeye çalışan kızın gözlerinden devamlı yaşlar süzülüyordu. Sağ omzundaki bir kıyafet parçası kar beyazı cildini açığa vurarak yırtılmıştı.

 

Belli ki o koca adam ihtiyatlı biriydi. Bai Yunfei odaya girer girmez fark etti. Aniden arkasını döndü ve aynı anda sağ eliyle kenardaki büyük kılıcını kavradı.

 

Hızlıydı, ama Bai Yunfei daha hızlıydı! Neredeyse adamın arkasını dönmesiyle aynı anda atılarak onun tarafına gelmişti. Ardından koca adam sefil bir çığlık attı. Büyük kılıcı tutmaya çalıştığı elinin Bai Yunfei tarafından çiğnendiği ortaya çıktı. Çatlama sesleri duyuldu. Belli ki elindeki kemikler kırılmıştı.

 

Gözlerindeki vakur bakışlarla, Bai Yunfei koca adamın acınası çığlığını görmezden geldi. Bai Yunfei ayağını kaldırdı ve kırılan kemiklerin sesleri koca adamın göğsünden tekrar geldi. Onun devasa bedeni beklenmedik bir şekilde doğrudan uçurulmuştu. Ancak odadan üç ya da dört metre uzağa uçunca yere düşmüştü.

 

Koca adam dışarıya uçtuktan sonra, dışarıda tuhaf bir sessizlik hâkim oldu. Haydut veya köylü fark etmeksizin herkes, koca adamın yerde yatıp durmaksızın kan kusmasını şaşkın bir tavırla seyretti.

 

Ancak Bai Yunfei odadan yürüyerek çıktığında o haydutlar silsile halinde ağlayıp koca adama doğru koşarak tepki verebilmişlerdi. Başka evlere girmiş birkaç haydut bile bunu duyduklarında koşarak dışarı çıktılar.

 

Haydutların: “Nereden geliyorsun, kardeş…?” diye bağırması ve Bai Yunfei’nin ilgisizce: “Bana rastlamakla çok şanssızsınız. Ay adına sizi yok edeceğim…” demesi şeklindeki diyalog hiçbir zaman gerçekleşmedi.

(Ç.N: Bu paragrafın olayı ne beyler çözen var mı? :D)

(D.N: Öyle boş laflar dramalar yok diyor Olay şu :D )

 

Bai Yunfei odadan çıktıktan sonra hala orada duran 11 hayduta göz gezdirdi. Onlara toparlanmak için zaman vermeden, kendisine en yakın hayduta saldırdı.

 

O adam korkmuştu. Hemen elindeki büyük kılıcı kaldırıp Bai Yunfei’ye doğru savurdu. Bai Yunfei kılıçtan sıyrılarak hafifçe kenara eğildi. Ardından sol elini uzatıp adamın bileğini tuttu ve güçlüce sıktı. Adam sefil bir çığlık attı. Büyük kılıç elinden kaydı. Bai Yunfei onu yakalayıp arkaya fırlattı ve yüzüne bir yumruk attı. Adam hemen sırt üstü yere düşüp bayıldı.

 

Ancak Bai Yunfei başka bir haydutu yere devirdiğinde kalan haydutlar tepki verdiler. Silahlarını savurarak ona doğru gelip etrafını kuşattılar.

 

Bai Yunfei az önce yere serdiği ayaklarının yanında yatan adamı tutup kaldırdı. Onu etrafında daire şeklinde döndürüp aniden onu diğer 3 adamın üstüne fırlattı. Ardından kuşatmadan hızlıca çıktı ve haydutların arasında hızla dolaşıp onların silahlarını kaptı ve onları yumrukladı.

 

Sadece bir süre sonra, silahlar bir yerde yığılmıştı ve on haydut kargaşa içinde yere yığılmışlardı. Çoğu bilincini kaybetmişti ve bilinci yerinde olan birkaçı da yerde bileklerini ya da midelerini tutarak inliyorlardı.

 

Bai Yunfei sadece birkaç dakika harcamıştı. Zemin boyunca yerde uzanan haydutlara baktı. Yüzünde birazcık tatmin olmamış bir ifade bile vardı. İşte bir ruh geliştiricisi böyle bir şeydi. Ruh Çırağı âleminin hala başlarında olsa bile normal insanların denk olabileceği biri değildi.

 

Tam o sırada Bai Yunfei arka tarafından bir atın toynaklarının sesini duydu. Göz atmak için arkasını döndü. Görünüşe göre cezasını çekmeden kaçan bir haydut vardı. Bir ara sessizce ata binmiş olmalıydı ve şimdi geldikleri yola doğru deli gibi kaçıyordu.

 

Doğal olarak Bai Yunfei onun kaçmasına izin veremezdi. Adımını atarak kovalamaya başladı. At sürmeyi bilmediği için kovalarken deli gibi koşmaktan başka çaresi yoktu.

 

Adam bir felaketten kaçtığını düşünüyordu ve yeterince hızlı kaçabildiği için mutlu hissediyordu. Şu ilerideki dönemeçten geçecek ve konak ustası ile diğerlerinin dinlendiği dağ tepesini görecekti. Daha sonra, eğer o ve diğer kardeşleri bir araya gelirse, onlar kesinlikle o adamı öldürebilirlerdi!

 

Tam da rahat bir nefes verdiği sırada, yan tarafında anormal bir şey olduğunu fark etti. Yan tarafına bir bakış attı ve o kadar korktu ki neredeyse atın sırtından düşecekti.

 

Bütün gücüyle koşarak, Bai Yunfei sonunda o adama yetişmişti. Onun korkmuş bakışları altında, atın gövdesini sıkan bacaklarından birini yakaladı ve onu güçlü bir şekilde doğrudan yere doğru çekti. O adam sefil bir şekilde yüzüstü olarak hızla koşan bir attan düşmüştü. Bu yüzden yuvarlanmayı bıraktığında çoktan aldığından daha fazla havayı dışarı soluyordu.*

 

(Ç.N*=Bu bir deyim herhalde ama anladınız siz adamın halini.)

 

Bai Yunfei kaçan adamı taşıyarak köyün girişine geldiği zaman, aniden köyde acı bir çığlık duydu. Şaşkınlıktan sanki kalbi bir an durmuştu: “Acaba bu haydutlar uyanmış olabilir mi? İmkânsız, onlara çok sert vurdum…”

 

Aceleyle köyün içine yürüdü. Ama köydeki durumu gördüğünde, yıldırım çarpmış gibi donakaldı ve şaşkınlık içinde önündeki kan kırmızısı alana baktı.

 

Köylülerin hepsi iyiydi. Ama onlar da benzer şekilde korkuyla köy merkezine gözlerini dikmişlerdi.

 

Köyün merkezindeki bu oldukça geniş açık alan şu anda tamamen kanla kaplanmıştı. Bu kan o haydut çetesinin kanıydı!

 

Tüm vücudu kanla kaplanmış bir genç bir metre uzunluğunda büyük bir kılıcı kaldırıyor, durmaksızın önündeki cesedi doğruyordu. Ceset belli belirsiz tanınacak gibiydi ve o liderlik eden ölü balık gözlü koca adamdan başkası değildi.

 

Etrafındaki on haydutun hepsi şu an ölüydü. Göğüsleri ve boyunları büyük bir kılıcın kesmesiyle oluşan derin yaralarla kaplıydı. Bazı yaralardan hala durmaksızın kan geliyordu.

 

Bu cehennem gibi ölü insan yığınının ortasında, Xiao Feng isimli genç, gözleri koyu kırmızıydı ve görünüşe göre hiçbir yere odaklanmamıştı. Ağzıyla bir canavar gibi hırıltılar çıkartırken makine gibi elindeki kılıçla önündeki cesedi tekrar ve tekrar kesiyordu.

 

“Geber… Geber! Bütün haydutlar ölmeli! Ailemin ölümünü ödetmek için! Kız kardeşlerimin ölümünü ödetmek için! Öl! Geber! Ling’er’i koruyacağım. Sen benim Ling’er’imi incitemezsin…”

 

Bai Yunfei şaşkınlık içinde genç adama baktı. Gözlerindeki çaresizlik ve nefreti görüp, onun sözlerini duyunca, nedense içinden tarif edilemez bir üzüntü hissetti ve onunla aynı yolun yolcusu olduklarını hissetti.

 

Bir zamanlar, soyluların ve zenginlerin zevk aradığı ve insan yaşamının değersiz olduğu Kolezyum’da benzer şekilde elinde bir tuğlayı sıkıca kavramış ve tekrar ve tekrar onu Vahşi Kurt’un bedenine indiren kan gözyaşlarının koyu kırmızı gözlerinden aktığı bir genç vardı…

 

“Kardeş Xiao Feng!”

 

Sevgi dolu bir haykırış Bai Yunfei yerinden sıçrattı. Kıyafetleri zarar görmüş genç bir kız o küçük evden koşarak çıktı. Tamamen kanla kaplı olmasına ve çılgın bir ifadesi olmasına rağmen, endişeyle ve ağlaya ağlaya ona belinden sarıldı: “Kardeş Xiao Feng! Sana ne oldu? Beni korkutma… Kardeş Xiao Feng…”

 

Genç kızın konuşmaya başladığı an, o genç adam hareketlerini durdurdu ve bir bakmak için oldukça dalgın bir şekilde kafasını çevirdi. Şimdi onun tarafından kucaklandığında ve onun endişeli ve ilgili sözlerini duyduğunda bedeni giderek titremeyi durdurdu. Elindeki kılıç yere düştü. Gözleri de yavaşça tekrar berraklaştı ve netleşti.

 

“Ling… Ling’er! Sen iyisin… Sen iyisin! Çok iyi, çok iyi…”

 

Bir düzine haydut cesediyle çevrelenmiş kanla kaplı alanda o ikisi birbirlerini hıçkıra hıçkıra kucakladılar. Bu sahne bakmak için biraz garipti ama onların en içten samimiyetleri Bai Yunfei’nin kalbini biraz ısıttı. Nedense Xiao Feng ismindeki o genç için içinden oldukça mutluydu.

 

O gençlerin kederli, umutsuz hallerini asla görmek istemiyordu.

 

Belki de biraz aşina olduğu bu hislerden dolayıydı…

 






Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 44308 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr