BÖLÜM 879 - LİNG’ER’İN DURUMUNA AİT KÖTÜ HABERLER
Lüks kıyafetler içerisindeki genç kaynak eğitmeni, diğer kaynak eğitmenlerinin önünde duruyor, önlerinde orta yaşlı ve katı bir surat ifadesiyle konuşuyordu, “Baba, tam olarak Su Ling’er kim? Rivereast Bölgesi tarikatından olan genç bir kız olduğunu duydum. Yedi Yıldız İlahi Sarayı’nın onu öldürmeye çalışmasının sebebi bu mu?”
Yun Che, önde duran ve soruyu soran kişiyi görünce duraksadı.
Yun Che, orta yaşlı, sert ve vücudundan kaynak enerjisi yayılan adamı izliyordu. Bu adam, tarikatının lideri olmalıydı. Hafifçe kafasını salladı, “Ben de bilmiyorum, burnunu Yedi Yıldız İlahi Sarayının meselelerine sokmazsan, senin için çok daha iyi olur.”
Genç kaynak eğitmeni fısıldarken boynu büzüldü, bilinçsizce sesi bir kaç oktav kısıldı, “Onun kim olduğunun bir önemi yok, Yedi Yıldız İlahi Sarayı tarafından hedef alındığından beri, onun için her bir kaçış acı verici olacaktır.”
“Ah.” oldukça nazik bir sesle konuşmadan önce, orta yaşlı adam derin bir iç çekti ve devam etti, “Yedi Yıldız İlahi Sarayı, Yedi Yıldız İlahi Sarayı olacaktır (Wuuut) Eğer onlardan yirmi tanesi bile gitse, çeşitli başkanlar ve tarikat liderleri bile olsa, tek bir emirle her biri boyunlarını eğip itaat edeceklerdi. Şu an, bu dağın batı bölgesinin bütün tarikatları buraya toplandı, Su Ling’er’in cennetleri tersine çevirme yeteneği bile olsa, bugün bizden kaçmayı unutması gerektiğini unutacak. Dahası, o sadece küçük bir kız.”
Yun Che’nin dişleri yerle birlikte sarsılmaya başladı… Yun Che’nin beklediği gibi, buraya gelen tarikatların her biri, Yedi Yıldız İlahi Sarayı’nın, Su Ling’er’i aramasını istediği için buradaydı.
Yun Che’nin kalbi hızlıca çarpmaya başladı ve hızla ileriye zıplayıp o kişiyi yakalamak istiyordu, böylece Kaynak Kulpu Ruh Aramasını onun üzerinde kullanabilirdi. O sırada, orta yaşlı adam aniden Ses İletim Yeşimini aldı.
Orta yaşlı adam hızlıca Ses İletim Yeşiminden gelen iletiyi okudu ve ondan sonra yüzüne rahatlama ifadesi geldi. Arkasına döndü ve adamlarına doğru konuştu, “Herkes beni dinlesin, artık rahatlayabiliriz. Ayrılmak için hazırlıklara başlayalım.”
Genç kaynak eğitimcisi heyecanlı bir şekilde sordu, “Bana? Durum nedir? Su Ling’er, Yedi Yıldız İlahi Sarayı tarafından yakalanmış olabilir mi?”
Yun Che, “...!”
“Bilmiyorum.” dedi rahat bir şekilde orta yaşlı adam ve sonra devam etti, “Arkasında bıraktığı izlere göre, Bulut’un Son Zirvesine doğru kaçtığı doğrulanmış. İlk olarak, o hâlâ kaynak canavarından gelen aurayı kullanabilir ve Bulut’un Son Zirvesine tırmanmak için buranın karmaşık alanlarını da kullanabilir. Fakat onun için artık kaçış diye bir şey kalmadı. Kısa bir süre önce, Yedi Yıldız İlahi Sarayı, onun Bulut’un Son Zirvesine doğru kaçtığını onayladıktan sonra, yirmi tane yetkili kişi Bulut’un Son Zirvesine yükselmeye başladı bile. Böylece bu sorun halloldu diyebiliriz.”
“Yedi Yıldız İlahi Sarayının bu kızı neden yakalamak istediği ve yakaladıktan sonra bu kıza neler yapacağını bizlerin bilmesi imkansız gibi bir şey… Hadı ayrılmak için hazırlanalım. Artık bu konuyla ilgili başka bir şey sormayın. Genç yaşta ölmek istemiyorsanız, bu konu hakkında en az bilgiye sahip olmanız iyidir.”
BANG!!!
Sanki Yun Che, Mesken Dağ Bölgesi Alanında düşen yıldırımlar gibi patlamışçasına, ani ve yüksek sesli bir enerji patlaması duyuldu. Bir kasırga, ayrılmak için hazırlanan kaynak eğitimcilerini havaya doğru fırlattı. İçlerinde müthiş bir panik oluştu, yüzlerinde dehşet belirmeye başladı, sanki güçlü bir kaynak canavarı tarafından saldırıya uğramışlardı.
Yun Che, vücudundan Aşırı Serap Yıldırımları yayarak, tüm kaynak gücünü kullandı. O kadar hızlıydı ki, Bir hükümdarın gözleri genişler ve dili dolanırdı…
Hayır, böyle olmaz… bu yöntem hâlâ çok yavaş!
Anılarında bulunan Efsanevi Mesken Dağ Alanına güvenerek, şu anda bulunduğu yer ile Bulut’un Son Zirvesi arasında yaklaşık olarak iki yüz kilometre vardı. Şu an ki hızıyla o kadar mesafeyi çok kısa bir sürede gidebilirdi, bunun için yarım nefesi bile ziyan etmeyecekti.
Koşarken İlkel Kaynak Arkını çağırdı ve aniden iki yüz kilometre yolu çabucak gidiverdi. Bulut’un Son Zirvesine gelmişti bile.
Kafasını kaldırıp yukarıya doğru baktığında, devasa dağ cennetlere kadar yükseliyordu. Bulutların bile tepesindeydi, zirvesi görünmüyordu. Yun Che geldiğinde etrafında tepeye tırmanacak bir yol var mı diye bile bakmadı. Basit bir şekilde dağın kenarından yukarıya hızlıca koşarak tırmanmaya başladı, vücudundan oldukça şiddetli bir kaynak enerjisi fışkırıyordu.
“LING’ER!!” Yüksek sesle bağırmaya başladı Yun Che, “Ling’er, neredesin? Benim, Yun Che… Ling’er, neredesin!!?”
Kaynak enerjisi şokları içeren bağırışı tüm alanda yankılanıyordu, Bulut’un Son Zirvesinde yaşayan kaynak canavarları korkutmuş ve kaçışmalarını sağlamıştı.
Bulutun Son Uçurumunun büyüklüğü o kadar devasaydı ki Yun Che’nin ruhsal görüşü bile tamamen görüntüleyemiyordu. Çok sayıda kaynak canavarının birleşmiş olan auraları, onun arayışını engelliyordu. Bunun anlamı Su Ling’er’i bulmak oldukça zorlaşacak hatta ve hatta burada, yani Bulutun Son Zirvesinde olduğunu onaylamak imkansızlaşacaktı… Yedi Yıldız İlahi Sarayı, Su Ling’er’i ondan daha önce bulursa, sonuç kesinlikle düşünülemezdi.
Yun Che’nin beyni döndü, İlkel Kaynak Arkını bir kere daha çağırdı. Dağın zirvesini nere olduğunu hesapladıktan sonra, boşluğa bir kere daha atladı.
Doğal olarak yukarıdan hesaplaması daha kolay olacaktı.
İlkel Kaynak Arkı boşluğa girdikten sonra, Yun Che direkt olarak Bulutun Son Zirvesinin tepesine vardı. Aşağıya bakış attı ve şokla birlikte, bulutlarda asılı duran dik bir uçurum gördü. Dik uçurumun altında sonsuz abis, bütün ışığı yutan şeytanın ağzına benzen bir görüntü vardı. Ortaya yayılan dehşet verici olan aura, bir kişinin kalbinin sertçe çarpmasına neden oluyordu.
Bulutun Son Zirvesinin tepesi… Bulutun Son Uçurumu!!
Kaynak Gökyüzü Kıtasındayken kader yüzüne gülmüş olsa bile, burası Masmavi Bulut Kıtasındaydı… kaderine son verilen bu yerle Masmavi Bulut Kıtasının yerini asla unutmadı.
Bir kaç ay önce, Bulutun Son Zirvesine gitmeyeceğine dair Jasmine’e söz vermişti. Fakat, Masmavi Bulut Kıtasına geldikten kısa bir süre sonra burasıyla yüzleşeceğini kim bilebilirdi.
Fakat şimdi biraz bile olsun melankolik değildi. Altında hızlıca süzmüş olduğu Bulutun Son Uçurumundan gözlerini alıkoymuştu. Ondan sonra, hızlıca alçalmaya başladı… Su Ling’er’e seslenirken, Bulutun Son Uçurumunun sınırlarında on taneden fazla insan figürü gördü.
Yun Che’nin gözleri aniden onlara odaklanarak yaklaştı. On iki kişi, Bulutun Son Uçurumunun önünde duruyordu. Vücutlarından yayılan auralar oldukça güçlüydü, altı tane Taht, beş tane Derebeyi… ve şaşkınlık uyandıracak biçimde bir tane de Hükümdar vardı!
Yun Che, onun aurasından anladığı kadarıyla üçüncü seviye bir Hükümdardı.
On iki kişide aynı kıyafetten giyinmişti. On bir tanesi siyah renk giyinmişti, göğüs kısımlarına yeşil renklerle işlenmiş olan yedi tane yıldız işareti vardı. Hükümdar aurası yayılan yaşlı adam, gümüş renkli bir kıyafet giymişti, aynı şekilde onunda göğsüne yedi tane yıldız işlenmişti… Fakat, diğerlerinde olduğu gibi onun yıldızları yeşil renk değildi, bunun yerine sersemletici bir parlaklığa sahip mavi renk olarak işlenmişti.
Yun Che’nin kalbi sertçe sıkıştı… Yedi Yıldız İlahi Sarayından gelen tarikatın, patikayı koruduğunu hatırladı. Bu bie grup insan, on ikililer olarak biliniyordu.
Onlar çoktan zirveye ulaşmışlardı!
Bir dakika… Ling’er’e ne olacaktı??
O, yıllar önce Bulutun Son Zirvesinde bulunmuş olan kişiydi, bu yüzden Bulutun Son Zirvesinin tek tarafının dağ olduğunu bilen tek kişiydi. Diğer yarısı ise korkunç olan Bulutun Son Uçurumuydu. Eğer birisi zorla Bulutun Son Zirvesine geçmeye çalışırsa ve etrafındaki kuvvetli baskıya dayanamazsa, o kişi ölümüyle buluşup Bulutun Son Uçurumuna düşer. Ve düştüğü yerde kesinlikle bir dağ onu beklemiyor.
Üstelik, Su Ling’er’in şu an ki kaynak gücü yüzünden, bu on iki kişiyi yenip geçebilecek değildi. Dahası, bu kadar kişi onu buraya kadar takip ettilerse, neden hâlâ Su Ling’er’i göremiyorlardı?
Yun Che’nin kalbi giderek mahvolmaya başladı. Hiç bir şey düşünmeden hızlıca aşağıya doğru koştu… Hızlıca aşağıya inerken, Yedi Yıldız İlahi Sarayından gelen kişiler onun varlığını keşfettiler. Onlara liderlik eden yaşlı adam sert bir sesle bağırdı, “Kim var orada!?”
Bang!!
Yun Che sert bir şekilde onların önlerine indi, bakışları karanlık ve ürkütücüydü. Kötücül bir aura, vücudunun her yerinden akarken, çıldırmış ve öfkeli bir şekilde kükreyerek, “Ling’er nerede? Su Ling’er nerede? Su Ling’er’i nereye sakladınız!!?”
“Heh, senin gibi bir hergele nasıl olurda Yedi Yıldız İlahi Sarayına kabalık etmeye cüret eder. Ölümüne mi susadın?” İlahi Sarayın öğrencilerinden birinin yüzünde aşağılayıcı bir ifade vardı.
Onların önünde duran yaşlı adam, kimsenin düşünmeden körlemesine davranmaması için ellerini kaldırdı. Çünkü, Yun Che’nin bedeninden yayılan tehlikeli aurayı hissedebiliyordu. Hafifçe ileri adım attı ve umursamaz bir ses tonuyla dedi ki, “Kimsin sen? Su Ling’er’i mi arıyorsun? Yoksa Yedi Yıldız İlahi Sarayından olan bu kişilerle savaşma niyetinde misin…”
Henüz konuşması bitmeden, önündeki figür aniden bulanıklaştı. Tepki bile gösteremeden, emsalsiz ve dehşet verici aura tüm vücudunu sardı. Soğuk çelikten oluşan bir el, boğazını sarmış ve onu yere yatırmıştı.
“Seni…” İlahi Saraydan olan yaşlı adamın gözleri sanki yerinden çıkacak gibiydi, korku ve dehşet içerisindeydi. İlahi Sarayın asil büyüğüydü, böylesine üçüncü seviye bir Hükümdar, bütün Masmavi Bulut Kıtasına kibirli bir şekilde tepeden bakardı! Buna rağmen, elinden şekeri alınmış bir çocuk gibi boğazı sıkılıyordu. İçinde bulunduğu korku ve dehşetten dolayı ne yaptığını bilmeden kurtulmaya çalışıyordu fakat bu yaptığı sadece korkusunun artmasına neden oluyordu. Bütün kaynak gücü, muazzam bir güç tarafından baskıda kaldığı için karşı koyacak güç toplayamıyordu. İlahi Sarayın büyüğü olmasına rağmen, vücudunu zar zor hareket ettirebiliyordu.
“Kıdemli Duoxing!!”
Gerideki bütün ilahi saray öğrencileri tamamen dehşete kapılmışlardı, beraberce aceleyle ilerlediler.
“Konuş! Su Ling’er nerede… KONUŞ!!!”
Yun Che’nin elinde olan, İlahi Sarayın kıdemlisini sarsıyordu, Yun Che gücünün kontrolünü kaybetti ve parmakları yaşlı adamın etine saplanmaya başladı. Kükreyerek söylediği her bir kelime, yıldırım gibi İlahi Sarayın öğrencilerinin üzerlerine hücum ediyordu ve bu kükreme onlara indirilen ağır bir çekiç gibi acı veriyordu. Çığlık çığlığa havada uçuşurlarken, altı tane Taht organlarının parçalandığını hissettiler. Yere indiklerinde, ağız dolusu kan kustular ve bir müddet ayağa kalkamadılar.
Deneyimlemiş olduğu feci korku yüzünden, İlahi Sarayın kıdemlisinin gözleri yerlerinden çıkıp patlayacak gibi olmuştu. Hayatında görmüş olduğu en korkunç bir çift göz ona bakıyordu, taze kanla yıkanmış gibi kan çanağına dönmüş gözler.
“Çabucak konuş! KONUŞ!!!”
“O… O…” dehşet ve umutsuzluğa kapılmış olan İlahi Saray kıdemlisinin ağzından şiddetli ıstırap dolu sesle şu kelimeler çıktı, “O… Bulutun… Son… Uçurumundan… aşağıya… atladı…”
Zzzing————
Yun Che’nin beyninde sayısız kaynak yıldırımları düşmeye başladı, kan çanağı olan göz bebekleri aniden soluk kül rengine döndü.
Zirvede göründükten sonra, İlahi Saraya ait olan insanları gördü fakat aralarında Su Ling’er’i göremedi. Bu da kafasında sayısız kötü düşünceye sebep oldu… Hayatımı böyle çılgın bir adamın elinde sonlandırmak en son seçeneğimdi.
Fakat bu düşünce onun yanındayken aniden aklına geliyor, çünkü Su Ling’er’e ne olduğunu söylesek dahi inanmayacaktı.
Bu soğuk kelimeler Yun Che’nin ellerine düşmüş olan adamın, yani İlahi Saray kıdemlisinin ağzından çıkan son sözler olacaktı.
“Hayır… Hayır… bu imkansız…” Yun Che’nin yüzü ve dudakları tüm rengini kaybetmiş ve bütün vucudu titrerken, “Bu imkansız… Böyle bitemez… Bu imkansız…”
Aniden, iki elinin arasında olan İlahi Sarayın kıdemlisinin boynuna parmaklarını sokup çılgın bir ses tonu içerisinde vahşice kükrerken, “Bana yalan söylüyorsun! Bana kesinlkle yalan söylüyorsun!! Çabuk söyle… Su Ling’er nerede! Onu buralarda bi yerlere saklamış olmalısın… O nerede, benim Ling’er’imi nereye sakladın!”
“Uuug…” İlahi Saray kıdemlisinin boyun kemikleri çatladı ve bütün vücudu kıvrıldı. Bütün ten rengi griye dönerken -ceset rengi- boğazından kuru ve boğuk inilti geliyordu.
Bütün İlahi Saray öğrencileri, yaşlı adamın ne kadar güçlü olduğunu biliyorlardı. Bu yüzden, yaşlı adamın Yun Che’nin ellerinde savunmasız küçük bir kuş gibi acı çektiğini gördüklerinde daha fazla ona yaklaşmaya cüret edemediler. İlahi Saray öğrencilerinden bir tanesi titrek bir ses ile dedi ki, “Kı… Kıdemli, Büyük Duoxing size yalan söylemiyor, Su Ling’er, o… o gerçekten uçurumdan aşağıya atladı.”
“~!@#¥%...” Kötücül bir aura Yun Che’nin bedeninden kan emici umutsuz yaratıkların İlahi Saray öğrencilerinin bütün bedenlerini titretirmişcesine yayıyordu.
“Bu… Bunun bizimle alakası yok, bizde böyle olmasını istemezdik.” Başka bir İlahi Saray öğrencisi korkmuş bir ton ile dedi ki, “Biz sadece onu arıyorduk. Ona zarar vermeye ya da onu öldürmeye niyetimiz yoktu. Ama kim tahmin edebilirdi… Onu uçurumdan aşağı atlarken göreceğimizi kim tahmin edebilirdi.”
“Doğru, doğru, doğru… Biz ona dokunmadık bile. Biz ona konuşma fırsatı bile verdik… aşağı atlamadan önce…” İahi Saray öğrencisi panikli bir şekilde konuşurken eline bir eşya aldı, “Bu jeton onun vücudundan düştü… Uçurumdan atlarken… Kıdemli, lütfen… Şuna bir bakın.”
Elindeki tahta jeton narin,zarif ve sıra dışı bir şekilde yüzeyine “Su” kelimesi kazınmıştı.
Son umududa tamamen yok olduğunda, Yun Che’nin gözü dönmüştü.
“AAAAAAAAHHHHHHHHHHHHH!!!!!!!!!”
Bedenindeki bütün kan aniden beynine sıçradı. Daha sonra, Yun Che’nin bedeni kötü bir şeytanın bedenine dönüştü. Kulakları tırmalayan kükreme ile birlikte yumruğunu yaşlı adamın kafasına indirdi.
Bang!!
Patlama sesiyle, İlahi Saray kıdemlisinin kafası kan ve kemiğe dönüşerek havaya sıçradı.
“AAAAAAHHHH——AAAAAAHHHH!!!!”
Boom!!
Yun Che, kafasını yok ettiği adamın bedenini de parçalara ayırarak tanınamaz hale getirdi.
Bu kanlı ve ürpertici sahne, bütün İlahi Saray öğrencilerini dehşete düşürdü. Daha öncesinde hayatlarında hiç böylesine çılgın bir adam görmemişlerdi. Kısa bir süre sonra oradan kaçtılar, arkalarından yaklaşan bir şeytanın kükremesini duymaya başladılar, git gide bu ses yaklaşıyordu.
“AAAAAAAAHHHHHHHHHHHH!!!!”
Bang!
Bang!!
BANG!!!
Kendi hızlarıyla, Yun Che’nin ellerinden kaçmalarının hiç bir imkanı yoktu. Bütün bilincini kaybeden Yun Che, onlara teker teker yakalayıp öldürüyordu. Ne kılıcını kullandı ne de alev kullandı. Bu sefer, onları sadece yumruklarıyla sert bir şekilde avladı. Her seferinde yumrukları şimşek gibi ilerlerken, her bir İlahi Saray öğrencisinin vücudu merhametsizce patlayarak et yığını olarak yere yağmur gibi yağıyordu.
TKN: “ATOM FİZİĞİNE DE MÜHENDİSLİĞİNE DE LANET OLSUN.”
Epik Novel © 2017 | Tüm hakları saklıdır..