Bölüm 1172: Ruh Dokunuşu

avatar
9695 39

Against The God - Bölüm 1172: Ruh Dokunuşu


 

Bölüm 1172: Ruh Dokunuşu

 

Layık değilsin...

 

Jasmine'in ağzından bu kelimelerin her çıkışında her seferinde bir öncekinden daha fazla aşağılama ve sabırsızlık barındırıyordu.

 

Jasmine Mavi Kutup Yıldızındayken, Mavi Kutup Yıldızıyla ilgili her şeyi hor görmüştü. Mavi Kutup Yıldızında karıncadan daha fazla değeri olan hiçbir şey yoktu... O hariç.

 

Ama şimdi...

 

Buluşmaları hakkında sayısız düşüncelerde bulunmuştu, Jasmine tarafından hakaretlere maruz kaldığı veya dayak yediği düşünceler... Lakin hiç beklememişti ki buralara kadar gelip ona yüzünü dahi göstermesin ve sadece nefretini, küçümsemesini ve sabırsızlığını göstersin.

 

"Jasmine..." Yun Che belirsiz bir süreden sonra kendisini sakinleştirdi ve belirsiz bir sesle dile getirdi. "Sen bir Yıldız Tanrısın ve ben... kesinlikle... sana layık değilim."

 

Jasmine, “…”

 

"Kökenim olsun, yetişimim veya pozisyonum olsun bir Yıldız Tanrısı ile konuşmak için kayda değer hiçbir vasfım yok. Hâlâ yaşıyor ve burada ayakta duruyor olmamı dahi sana borçluyum... Bana verdiğin her şeyi hayatımla ödemeye çalışsam bile yetersiz kalır. O yüzden zaten senden bir şey istemeye hakkım yok..."

 

"Hayatınla mı? Hah, bunun lüzumu yok," Jasmine alaycı bir tonda. "Vücudunun ruhumu kirlettiği gerçeği var ama en azından biraz işlevin vardı. Şuan ise, aşağılık hayatının benim için değeri yok. Bana bir gıdım bile yaklaşman Yıldız Tanrı'sı vücuduma bir lekedir. Kendini o berbat kadınların için saklasan daha iyi edersin! Acele... et... ve... kaybol!! Beni seni buradan atmaya zorlama. Eğer öyle olursa ortaya hiç hoş olmayan bir manzara çıkar!"

 

Jasmine'in tonu ve sözleri kalbe saplanan bir hançer gibiydi. Yun Che onun konuşmasında isteksizlik veya tereddüt olup olmadığını anlayamaya çalıştı... ama zerresi bile yoktu.

 

"... Jasmine, Ben... kesinlikle senin düşüncelerini bildiğimi sanmıyorum veya benim seni özlediğim kadar özlediğini de düşünmüyorum. Ama en azından reddedilemeyecek bir şey var... Büyük bir çaba sarfettim ve bu üç yıl boyunca her günümü riske atarak seni Tanrılar Alemi'nde bulmak için harcadım. Neticede ben Kutsal Tanrı Savaşına girmekte bile tereddüt etmedim sırf sen adımı duyabilesin diye. Bana karşı sadece kibrin kaldıysa bile en azından... sana bir bakış atmama izin ver. Sana söylemek istediklerimi izin ver yüzüne karşı söyleyeyim ve..."

 

"Sağır mısın!?" Sözlerine karşı Jasmine'in sesi biraz bile değişmedi. Bunun yerine bir anda sinirlendi. “Kapa çeneni! Senin gülünçlük ötesi konuşmalarını dinlemek istemiyorum. Bana bela getirmeden buradan kaybolmalısın. Senin gibi birinin benden hiçbir şey istemeye hakkı yok!"

 

Bilinçsizce ellerini sıkarken Yun Che'nin gözlerinin kenarları titredi. Kendisine yabancı bir uyuşma hissi bütün vücudunu kapladı, ve hemen kayboldu... Derin bir nefes alıp hafifçe söyledi, "Benim kesinlikle... böylesi bir hakkım yok. Ama ben... seni bu kadar zorlukla karşılaştıktan sonra buldum. Böylece pes etmeye razı değilim... En azından seni görmeyi nasıl hak ederim söyleyemez misin!?"

 

"Oh?" Jasmine'in ses tonu oynaklaştı, "Hatalarını anlayıp, düzeltmek yerine acı çekene kadar anlayamama huyunun hiç değişmediğini görüyorum. Hah... Pekala öyleyse. Geçmişte beni kurtarmış olduğunu ve bütün çabanla Tanrı Alemi'ne gelişini varsayarsak... Sana bir fırsat tanıyacağım."

 

Yun Che aniden başını kaldırdı.

 

"Ancak, aklında bulunsun bu, benden alacağın tek fırsat olduğunu unutma. Eğer dediklerimi başarırsan, seninle yüzyüze buluşacağım ve bilmek istediğin herşeyi anlatacağım," Jasmine bambaşka bir tonda söyledi. "Ama başaramazsan, hemen buradan kaybolacaksın ve gezegenine geri döneceksin! Bir daha Tanrı Alemi'ne adım atmayacaksın!”

 

Yun Che neredeyse hiç tereddüt etmeden, başını ağırca salladı, "Tamam! Ne olursa olsun... kesinlikle halledeceğim!”

 

"Çok iyi." Jasmine'in sesi yavaşladı, ancak açıkça umursamaz ve dikkatsiz geliyordu. “Her ne kadar biz Yıldız Tanrı'ların gözünde, Alem Kral'ı statüsünün altındaki herkes bir karıncadan farklı varlıklar olmasa da, bu kriterin dışında kalan bazı kişilerde var. Oh, örneğin? Kaynak Tanrı Toplantısı'na katılacaksın değil mi? Kaynak Tanrı Toplantısı'nın birincisi İmparator Tanrı'larla bile yüzyüze konuşmaya hak kazanır, Yıldız Tanrı'larını söylemeye gerek yok."

 

Yun Che, "..."

 

"Haha, böyle iyi bir fırsat zaten ayaklarının altında yatıyor. Yani Kaynak Tanrı Toplantısı'nı birincilikle tamamladığın sürece, çıkıp seninle buluşacağım. Sana bilmek istediğin her şeyi anlatacağım. Ne dersin? Hahahaha…”

 

Yun Che'nin yüzü yavaşça soluklaştı... Jasmine'in ona verdiği "fırsat" başarılması tamamen imkansız bir şeydi. Açıkçası onunla dalga geçiyordu, bu bir "fırsat" değildi.

 

Jasmine aşırı küçümseyici bir şekilde gülüyordu.

 

Kaynak Tanrı Toplantısı'na zaten kesinlikle katılacaktı ve çoktan Kutsal Tanrı Savaşında yer almıştı. Ama bunu yapmak için kullandığı "yöntemleri" herkes biliyordu. Dahası zaten ilk savaşı kaybetmişti ve sıradaki rakibi kim olursa olsun kaybetmeye mahkumdu şüphesiz... Sıradaki savaşı bile kazanması kesinlikle imkansızken doğal olarak Kaynak Tanrı Toplantısı'nın birinci koltuğuna oturmasına imkan yoktu.

 

"Neden bir şey söylemiyorsun? Şimdi sana bir fırsat bahşettim. Eğer buna hazır değilsen, hemen şuan kaybol buradan. O kadar acınası görünmemen için en azından başarını dileyeceğim. Ama daha bu en temel vasfı bile alamıyorsan... hah, o zaman söylediğin sözleri hatırla ve hemen geldiğin yere geri dön!"

 

Jasmine'in tonu daha da sabırsızlaşmaya başlamıştı, sanki tek bir bakış atmayı daha istemediği bir sineği kovmaya çalışırcasına.

 

Bastırdığı duygular yüzünden kalbi iyice ağırlaşmıştı. Üç koca yılını verdikten sonra, sonuçların böyle olduğu gerçekliğini bir türlü kabullenemiyordu. Yun Che uzun süre boşluğa daldı, sonunda başını salladı, "Tamam... Kayboluyorum... Bugün buradan kayboluyorum..."

 

"Ama... beni zavallı yapsa da gitmeden seni görmeme izin ver... Sadece bir bakış benim için yeterli... Sonrasında hemen ayrılacağım ve bir daha seni asla rahatsız etmeyeceğim."

 

Yun Che bir gün böylesine acınası ve anlamsız sözleri söyleceğini aklına hiç getirmemişti.

 

Ama o Jasmine'di...

 

Jasmine'den başka biri değildi sonuçta...

 

Kısa bir süreliğine sessizlik hakim oldu, sonrasında Jasmine'in yüksek sesli dizginlenemez gülüşü kulaklarının yanında çınladı.

 

"Hahahaha... Senin gibi çöplerle konuşarak enerjimi harcayacak kadar ahmağım!" Jasmine o kadar sinirlendi ki gülerek yanıt verdi. "Hâlâ hayal kurmana şaşırdım doğrusu. Hah, sen bilirsin. Sen gerçekçi olmayan rüyalar kurmaya istediğin kadar devam et!"

 

Jasmine'in sesi giderek daha mesafeli gelmeye başlıyordu ve duygusuz gülüşü Yun Che'nin kulaklarında çınlayıp duruyordu. Tek kelime dahi konuşmak istemediği açıktı.

 

"Jasmine!” Yun Che'nin bakışları ciddileşti. Ellerini uzatıp Gökyüzü Zehir Sedefi'nin içinde arandı. Sonrasında kocaman mor bir çiçek avuçlarında belirdi.

 

Mor çiçeğin her yaprağı ışığın oynaştığı birer yeşim taşı gibiydi ve parlak mor şeytanımsı ışıklar yayıyordu. Gökyüzü Zehir Sedefinden gelen ışık huzmelerine maruz kalmış olmasına rağmen cazibesinin tarifi yoktu.

 

Bulutun Sonu Uçurumundaki rengarenk göz bebekli gizemli kızdan aldığı Ölüler Diyarının udumbara çiçeği idi.

 

Ay Katleden İblis İni'ndeyken sadece dört yapraklı udumbara çiçeği alabilmek için bütün irade gücünü harcamıştı.

 

Lakin bu seferki tam ve kusursuzdu.

 

Bu yıllarda çiçeği sürekli Jasmine'e vermeyi arzulamıştı.

 

"Oh? Ölüler Diyarının Udumbara Çiçeği..."

 

Jasmine'in ruh sesi uzak bir mesafeden geldi ama zerre heyecan barındırmıyordu. Yun Che tam bir şeyler söylecek gibi olmuştu ki elindeki udumbara çiçeği birdenbire muazzam bir güç tarafından kaldırıldı ve göklere doğru sürüklendi.

 

“Hmph! Zamanında, o aşağılık kıraç yerde vücudumu yeniden oluşturmak için böylesi bir şeye ihtiyaç duymuştum. Şimdi ise Yıldız Tanrı Alemindeki biri olan ben böylesine bir şeye neden ihtiyaç duyayım... Ne kadar gülünç!"

 

RIP!!

 

Uzay mekan aniden ayrıldı. Mor ışık yayan şeytani çiçek hemen uzaysal fırtına tarafından süpürüldü ve anında hiçliğe dönüştü.

 

Jasmine'in sesi bir daha duyulmadı... Çok çok uzaklara gitmişti.

 

Yun Che olduğu yerde dona kaldı, gözleri bulutlandı. Sanki ruhu alınmış gibiydi, olduğu yerde uzun süre kaldı...

 

—————————————————

 

Ebedi Cennet Alemi dışında, yıldızların arasından üst düzey kırmızı bir figür ortaya çıktı.

 

O, büyük bir mor şeytani çiçeği kucaklıyordu. Yaralı bir kedi gibi vücudunu kıvırdı, bütün varlığı sürekli titriyordu.

 

"Ne... yapıyorum ben...?"

 

"Tam... olarak... ne yapıyorum...?"

 

Şıp...

 

Şıp...

 

Kızıl kan damlaları dudaklarının kenarından süzülüyor, mor yapraklara damlıyor ve büyüleyici ve benzersiz ışık hüzmelerine dönüşüyordu.

 

Kimse ona eşlik etmiyordu, o yüzden gözlerinden akan yaşları kimse göremiyordu. Onun sesini duyabilecek tek bir kişi bile yoktu, ve ona yardım edebilecek birinin mümkünatı bile yoktu... Yalnızlığın içinde, buz soğuğu dünyada, onunla sadece mor şeytani çiçek vardı. Eğer mümkün olsaydı, ruhunun mor şeytani ışık tarafından götürülmesini sonsuz rüyaların içine dalmayı tercih ederdi.

 

On beş dakika...

 

Yarım saat...

 

Iki saat...

 

Dört saat...

 

Uzun bir süre geçti...

 

Sonunda başını kaldırdı. Gözleri hâlâ sisliydi ve acı çekermiş gibi bir görünüşü vardı ama korkutucu düzeyde kızıl ışıklar saçıyordu...

 

"Ay ... çiçeği...!!!”

 

—————————————————

 

BANG!!

 

Avlunun kocaman kapısı itilerek açıldı ve içeri Huo Poyun akın edercesine hızlı adımlarla daldı. Yüzünde derin bir heyecan vardı, "Kardeş Yun! Sana güzel malumatlar vereyim. Yarın maçlarının listesi açıklandı ve ne oldu sence? Senin... rakibin yok!"

 

Yun Che, "..."

 

"Wei Hen'i hatırladın mı? Onun katılma hakkı iptal edildi ve olanlardan sonra ismi silindi ama senin rakibin o olacaktı. Neticede seninle eşlecek kimse olmadığı için direkt olarak sıradaki raunda katılmaya hak kazanıyorsun. Bu harika değil!? Dahası yarın Sunulmuş Tanrı Savaşındaki ilk rakibim Luo Changan ve onu alt etmekte kendime epey güveniyorum. Ayrıca rahatlamak için güzel bir yol... Eh?"

 

Yun Che göletin yanındaki mavi taşın üstünde bir gıdım kıpırdamadan sessizce oturuyordu. Huo Poyun'un sözlerine tepki bile vermedi.

 

"Kardeş Yun... Senin neyin var?"

 

Yun Che yavaşça başını kaldırdı. Gözlerinde neredeyse fer kalmamıştı bu da Huo Poyun'u bir adım gerilemesine neden olacak kadar şaşırtmıştı

 

“Ben iyiyim. Daha seni ilk savaşının başarısı için kutlamamıştım değil mi?" Yun Che zorlama bir gülüşle söyledi.

 

"Kardeş Yun, ben..." Yun Che'nin bu halini gördükten sonra Huo Poyun kendini kaybolmuş bir çocuk gibi hissetti.

 

"Sana bu utanç verici halimi gösterdiğim için üzgünüm." Yun Che silik bir gülüş bıraktı. "Merak etme, beni bir süreliğine yalnız bırak... Yarın aynı görünmeyeceğim."

 

"Ah... Tamam.” Yun Che'yi rahatlatacak kelimeler bulamadığından Huo Poyun derhal başıyla onayladı. Bir şeyler söylemek istedi ama böyle bir durumda ne diyeceği hakkında hiçbir fikri yoktu. Onun hakkında endişelenmek dışında başka bir şey yapamadı. Geri dönüp gidiyorduki, "O zaman... yarın tekrar gelip seni çağırırım."

 

Tam Huo Poyun gitmişti ki bir peri misali figür yanına yanaştı.

 

"Yun Che... Tam olarak ne oldu?" Mu Bingyun hafif bir tonda sordu. Onun dahi Yun Che'yi bu kadar isteksiz ve ruhsuz ilk görüşüydü.

 

"...O gelmesine geldi ama..." Bu mekanda, Mu Bingyun kalbini dökebileceği tek kişiydi. Lakin ağzını açtığı anda, tarif edilemez bir ağrı hissi bütün vücuda yayılıp tek kelime dahi etmesini engelledi.

 

Mu Bingyun hilal gibi olan kaşlarını çattı. Yun Che'ye bakarak halinin arkasında duran nedeni üstün körü anlamıştı zaten. Hafif tonlu bir sesle, "Acaba sana... geri dönmeni mi söyledi?"

 

"..." Yun Che kafasını sallayarak onayladı ve sonra boğuk bir sesle "O... beni göndermek isteyebilir... ama neden... beni görmeyi dahi... istemiyor...?

 

"Olaylar bu yönde dönmemeliydi..."

 

Yun Che'nin şuanki halina bakarak Cennetsel Katliam Yıldız Tanrısının ona karşı sergilediği tavrını hayal bile edemiyordu. Belki, ona acımasız olması yaptığı tek şey değildi...

 

"Durum buysa, şimdi ne yapmayı planlıyorsun?" Kısa bir süre sessiz kaldıktan sonra, Mu Bingyun şuanki Yun Che'ye sorulmaması gereken bir soruyu sordu.

 

"Bilmiyorum... Aslında, o haklı... Kendisi bir Yıldız Tanrısı... ben ise haketmiyorum bile... onunla..." Yun Che derin bir nefes çekti, ama göğsünde niyeyse boğulduğunu hissediyordu. "Ben artık... burada kalmak için bir sebebe sahip değilim... sadece... bu sadece... ben olayların bu hale gelmesini kabullenemiyorum... Neden o... ona sadece bir bakış atmama dahi izin vermiyor...? Geçmişteki her şey cidden... sahte olabilir mi...? Bu zamana kadar olanların hepsi benim hüsnükuruntum muydu...?"

 

Saplantısı kalbini en derin dibine kazınmıştı, sonsuz bir hasrete gömülmüşken Mu Bingyun'u Tanrı Alemine kadar takip etmişti. Jasmine ile tekrar buluşabilme uğruna son üç senesi boyunca o kadar fazla şey terk etmişti ki... çok fazla bedel ödemiş ve hayatı pahasına fırsatlar peşinde koşmuştu... Her zaman önündeki en büyük engelin Jasmine'i bulmak olduğunu sanmıştı. Kim bilebilirdi ki... Jasmine'i güzelce bulduktan sonra bile böyle sonuçlanacağını.

 

Mu Bingyun onu sessizce dinlerken, kalbinin derinlerinden iç çekti.

 

"Yun Che, sana bir şey sormak istiyorum.” Mu Bingyun başını kaldırdı. Gök kararmaya başlamıştı, "Eğer onunla kişisel olarak buluşsan dileklerinin gerçekleştiğini düşünecek miydin? Bununla tamamen tatmin olup, geri döneceğine dair bir karar verir miydin?"

 

"Şimdi cevap vermek zorunda değilsin," dedi, Mu Bingyun. "Seni Kar Şarkısı Diyarın'a geri götüreceğim. Tanrı Aleminde onun dışında, seni en uzun süredir tanıyan kişi benim. Donmuş Bulut Asgard'da senin doğanı çok inceledim."

 

"Çoğu alt alemlerden gelen kaynak gelişimcileri, Tanrı Alemine gelmek için efor sarfeder. Temel olarak bu, ya kaynak yolda daha yüksekleri arzulamaktan ya da daha geniş bir dünyayı deneyimleyebilmek içindir. Alt alemin çoğu kaynak gelişimcisi orada kral olarak yaşamayla tatmin olur. Ama sadece bir kişiyle buluşabilmek için sen her şeyi geride bıraktın. Bir görev hissiyle benim peşimden hiçbir şeyini bilmediğin bu Tanrı Alemine geldin."

 

"O zamandan beri onun senin kalbindeki kapladığı yerin büyüklüğünün farkındaydım. Daha sonrasında bütün davranışların bunu kanıtladı."

 

Yun Che, "..."

 

"Tarikat'a ilk vardığında hiç tanımadığın ve derin bir arkadaşlığın olmayan öğrenci Mu Yizhou için Buz Ankası Sarayının baş öğrencisiyle çatışmakta tereddüt etmemiştin. Cennetsel göl savaşında, 'adaletsizlik' yüzünden ustan ile ters düşmeyi tereddütsüzce göze aldın. Ulu Tarikat Meclisinde Huo Poyun'u alt edip sırf kalbinde negatif etki bırakmamak için inisiyatif alıp konuşarak onu sakinleştirdin. Tanrı'nın Gömülü Cehennem Hapsinde bile Alev Tanrı Aleminin üç tarikatı sadakatsizce davrandığında, onlara dümdüz bir şekilde Antik Boynuzlu Ejderha cesedinin yarısını verdin."

 

"Bunların hepsi bir şeyi kanıtlıyor. Sen güçlü bir haysiyet hissine sahip, arkadaş ilişkilerine değer veren ve aşırı prensip sahibi birisisin."

 

"Ama Ebedi Cennet Alemine geldiğinden beri," Mu Bingyun'un tonu bu noktada değişti. İç çekerek söyledi, "Onunla buluşmaya bir adım kala sabırsızlaştın ve düşüncelerin karman çorman oldu."

 

Yun Che, "..."

 

"Elemelerdeki ilk iki raundunda teknik olarak konuşursak cidden Ebedi Cennet İncisinin hiçbir kuralını ihlal etmedin... ama hile yaptığın da bir gerçek. Daha öncesinde kesinliklikle yapmadığın bir şeydi. Sadece ustana karşı gelmekle kalmadın, üstüne kaynak yolun şerefini ve prensiplerini umursamadın."

 

"Başkalarının bilmesine izin veremeyeceğin sırlarını en iyi sen biliyor olmalısın. Kutsal Tanrı Savaşına girmek seni tam aksine Doğu İlahi Bölgesindeki kişilerin gözleri önüne seriyor... Senin için Tanrı Aleminden daha fazla tehlikeli bir yer belki olmamasına rağmen böylesine bir davranışı en ufağından tereddüt bulundurmadan gerçekleştirdin."

 

Yun Che, "..."

 

"Tanrı Alemine peşinden geldiğin bir kişi, onun için kontrolünü kaybedip haysiyetini, prensiplerini bir kenara atman ve tehlikeler... Benim bunları sana yaptıracak kadar derin bir ilişkiyi anlamam mümkün değil ama onun gibi birini gördükten sonra veya onunla kesin vedanı ettikten sonra gerçekten tam anlamıyla tatmin olup pişmanlığın olmadan ayrılabilecek miydin!?"

 

"..." Yun Che'nin ölü gözleri aniden belli olmayacak şekilde titredi.

 

"Bu soruya karşılık bana bir yanıt vermek zorunda değilsin. Eğer kendin için yanıt bulabilirsen bu yeterli olacaktır," dedi Mu Bingyun. "Eğer doğru cevabı bulabilirsen, belki onun seni bu kadar azimle görmemek istemesinin nedenini anlayabilirsin."

 

"..." Yun Che'nin gözleri genişledi, nefes alışı hızlandı. Kalp atışları şiddetlendi ve azar azar düzensizleşmeye başladı.

 

"Ayrıca... Sana söylemek istediğim ve belki kalbini biraz daha rahatlacak bir şeyim var." Mu Bingyun'un uzun saçı salındı, kazara Yun Che'nin ölü solukluğundaki yanağına sürttü. "Sana bunca şeyi isteyerek yaptıracak birisinin her şeyi senin ruhunun derinlerine uzun zaman önce kazınmış olmalı.

 

"Onun gölgesini ruhunun o kadar derinlerine kazımak için, onun ruhuna kendi ruhunla dokunmak esastır... Bu yüzden ben onun seninle yaşadığı her şeyin sadece birer yalandan ibaret olduğunu düşünmüyorum."

 






Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 46883 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr