Chu Yuechan puslu lakin anlamsız güzel gözleri ile hızla uçtu. Sanki ruhunu kaybetmiş gibi Chu Yueli'den gelen bağırışlara en ufak bir tepki vermiyordu.
Sonunda Kılıç Yönetim Terasına indi ve büyük Cennetin Cezası Kılıcının önünde durdu. Dik ve uzun kılıcın şekline ve bir deniz gibi sonsuz aurasına baktı. Onun genelde buz gibi soğuk gözleri, yanakları ve kiraz çiçeği gibi dudakları titremeye başladı. "öldün....öldün....sen aslında öldün....öldün....öldün...."
"Abla!" Chu Yueli sonunda yetişti. Chu Yuechan'ı daha önce hiç onun kalbini kargaşa durumuna sokan garip davranışlarını görmemişti. Hemen Chu Yuechan'ın kolunu yakaladı ve panik içinde sordu. "Abla sorun nedir? Burada tam olarak ne oluyor? Çabuk söyle..."
Chu Yuechan onun gelişine ve sesine en ufak bir tepki vermedi. O aptalca Cennetin Cezası Kılıcına baktı ve afallamış bir şekilde mırıldandı. "Neden öldün....Neden....Neden!!"
Bang!!
Chu Yuechan'ın bedeninden çılgına dönmüş buz gibi soğuk güç çıktı ve uzakta ki Chu Yueli'yi şok etti. O Cennetin Cezası Kılıcına doğru taarruz etti ve yıkıcı keder dalgaları üretirken Cennetin Cezası Kılıcının üstünde sayısız buz nilüferi çılgınca patladı. Her bir saldırısı kaynak gücünün olabilecek en üst gücünü içeriyordu. Çılgına dönmüş bir Tahtın gücü inanılmaz derecede korkutucu bir kudret içeriyordu. Buz kristalleri gökyüzünü doldururken tüm Kılıç Yönetim Terasını soğuk hava kapladı...
"Neden....Neden öldün..."
"İnanmıyorum....Benim için dışarı çık....Dışarı çık!!"
"Neden öldün....Neden....Bana söylediğin şeyi unuttun mu....Bana açıkça gerçek bir adam olduğunu söylemiştin....Nasıl ölebilirsin....Dışarı çık....Dışarı çık!!"
"Beni fethetmeyecek miydin....Donmuş Bulut Asgard'a beni bulmak için gelmeyecek miydin....O zaman neden öldün...Dışarı çık..."
"….Lütfen dışarı çık....Dışarı çıktığın sürece....Ben....ne dersen de yapacağım...Dışarı çık....Dışarı çık..."
Tüylü yağmur gibi sayısız çıldırmış buz kristali Cennetin Cezası Kılıcına vurdu ancak onu sallamak söyle dursun üzerinde en ufak bir çizik bile bırakamamıştı. Her çarpışma sesi sağır ediciydi ama soğuk saçan rüzgarlar kıyaslanamayacak bir keder içeriyordu. Chu Yuechan'ın çaresiz ve yürek parçalayıcı sesi dargınlık ve öfkeye dönüşmüştü...En sonunda da en kederli çığlıklara ve yalvarmalara dönüştü...
O anda Chu Yuechan dünyadaki erkeklerin sadece hayranlık hayalleri kurabilecekleri ama bakmaya cüret edemeyecekleri Donmuş Güzelliğin Perisi değildi. O şuan duygusuz ve ruhsuz sıradan bir kadındı....
"Ab....la..." Chu Yuechan'ın hareketlerini görünce onun kederli duygularını hissetmişti. Ablasının sesini duyduğunda tamamen şaşkına döndü. Ne kadar inanması zor olursa olsun abzürd bir olasılığı düşünmekten başka şansı yoktu. Bu olasılık beyninde ortaya çıktığında o neredeyse bir sinirsel yıkım yaşıyordu.
Kılıç Yönetim Terasındaki büyük titremeler hızlıca Cennetsel Kılıç Villasındaki insanları çekti. Oradan çok uzakta olmayan Ling Yuefeng ve birkaç büyük hızlıca oraya gitti ve aynı anda gözleri önündeki sahneye baktı.
Diğerleri geldiğinde Chu Yueli'nin kalbi sıkıştı. Hızlıca ilerledi ve konuşurken ısrarla Chu Yuecan'ı kucakladı. "Abla vurmayı bırak. Bu Cennetin Cezası Kılıcı onu hareket ettirmen imkansız...Yun Che çoktan öldü....o öldü!!"
Chu Yuechan'ın bedeni kasıldı ve tüm hareketleri durdu....Chu Yueli'nin sözleri bardağı taşıran son damla gibi son umudunu tamamen umutsuzluğa dönüştürdü.
“Plop…”
Chu Yuechan'ın ağzından Cennetin Cezası Kılıcına kanlı ok şeritleri püskürdü. O gözlerini kapadı ve sırt üstü düşerken bilinci boş bir umutsuzluğa girdi.
"Abla!!!"
Chu Yueli telas içinde haykırdı. Kısa süreli şaşkınlığının ardından hızlıca Chu Yuechan'ı tuttu ve avlularının olduğu yöne doğru uçtu.
"Donmuş Camın Perisi neler oluyor?" Ling Yuefeng hızlıca sordu.
Chu Yueli onu duymamış gibi göründü. Kimseyle konuşmadan Chu Yuechan ile birlikte uçtu ve onların görüşlerinden hızlıca kayboldu.
Cennetin Cezası Kılıcının üzerindeki kızıl kan izi havuzunu gördüğünde Ling Yuefeng'in kalbi sendeledi ve acilen konuştu. "Çabuk! Büyükanne Jiumu'ya Prenses Cang Yue'yi iyileştirir iyileştirmez Donmuş Güzelliğin Perisinin kaldığı avluya gitmesini söyleyin!!"
Yun Che'nin ölümü insanların çoğunun pişman hissetmesine neden olmuştu ama sadece pişmanlıktı. Ancak onun ölümünün sebep olacağı tepki zincirleri serisi onların asla düşünemeyecekleri bir şeydi.
Chu Yuechan kendini gözünde büyütmüştü. O orijinalde Yun Che ile arasındaki yanlış ilişkisinin onu sınırlı ve aciz yaptığını düşünmüştü. O kendi mizacı ile Yun Che ile alakalı tüm duyguları koparabileceğine inanıyordu. O Cennetsel Kılıç Villasına gelmesinin asıl nedeninin Yun Che'yi son kez görerek dargınlığıyla minnettarlığını yoluna koymak ve ardından dünyevi her türlü düşünceden kurtulmak olduğuna inanıyordu.
Ama o gerçekten kendini anlamadı ve gerçekten kendi kadınsı duygularını anlamadı.
Ejderha Tanrısının Test bölgesinde sarmaş dolaş oldukları 5 ay, bakıldığı 5 ay, onun kendisinin önünde durduğu ve bedenine sorun teşkil edebilecek her şeyi yendiği o 5 ay, Chu Yuechan en ufak bir yara almasın diye onun yara ve çürükler aldığı 5 ay....Bunların hepsi herhangi bir kadının taş kalbini eritmeye yeterliydi.
Ama bu bir yana Chu Yuechan asla taş kalpli olmamıştı. Bu dünyada ölülerin ve yaşayan ölülerin dışında tamamen duygusuz olabilen asla olamazdı. O sadece buz gibi soğuk Donmuş Bulut Asgard'da yaşıyordu ve duyguları çevre ve tarikatının kaynak sanatları tarafından dondurulmuştu. Ancak bu dondurulmuş duygular eridikten sonra ortaya çıkan yanan ihtiras sıradan herhangi bir insanı ve kendi hayal gücünü çok fazla aşmıştı...
Yun Che'nin ölümünü öğrendiğinde ruhunun acı ve keder saldırıları tarafından boğulduğunu hissettiğinde sonunda bu gerçeği fark etmişti. Ancak artık çok geç olmuştu....
"Küçük Kardeş Xia sen iyi misin? Sen....iyi misin?"
Shui Wushuang ve Wu Xuexin onun anında ona eşlik edip kaygıyla sordular. Çünkü Yun Che'nin ölüm haberini aldığında Xia Qİngyue pratik olarak ruhunu kaybetmiş gibiydi ve sadece uzun süre hiç hareket etmeden önüne bakmıştı. Onlar orijinalde onun Yun Che ile evlenmesinin nedeninin minnet borcunu ödemek ve babasının isteğini yerine getirmek olduğunu düşünmüşlerdi. Hiçbir zaman onun Yun Che'ye karşı bir şeyler hissettiğini düşünmemişlerdi ve Yun Che'nin ölüm haberini duysa bile sadece biraz pişmanlık hissedeceğini düşünmüşlerdi. Ancak Xia Qingyue'nin şuan ki tepkisi tamamen onların beklentilerinin ötesindeydi.
Onların bitmek tükenmek bilmeyen bağırışlarının altında Xia Qingyue'nin gözleri sonunda odaklandı. Onun yükselen göğsü sonunda nazikçe kafasını sallayana kadar şiddetle yukarı aşağı hareket etti. "Ben....iyiyim."
O yavaşça ayağa kalktı. Hareketleri sanki bir kuklaymış gibi sertti. Ayağa kalktığı an ayağı sendeledi ve neredeyse yere devriliyordu. Shui Wushuang ve Wu Xuexin derhal kaygı ve karmaşa dolu gözleri ile onu destekledi.
"Ustamın dediği şey....onlar doğru mu?" Xia Qingyue ağzını açtı ve duman kadar hafif sesiyle sordu.
İkisi aynı anda başıyla onayladı ve Shui Wushuang konuştu. "Senin küçük kardeşini kurtarmak adına....o senin küçük kardeşini geriye itti ve bizzat iblisin avcuna indi...İblisin avcuyla....bedeni yarıldı ve hemen öldü. Cesedi bile iblis...."
"Daha fazla bir şey söyleme." Xia Qingyue'nin yüzündeki son pembelik rengi de en sonunda yok oldu ve yüzü ağır hastalığa yakalanmış gibi soldu. Elleriyle elbisesinin köşelerini tuttu ve hassas yeşim gibi parmakları ölü gibi soluktu. Bedenini çaresizlik ve güçsüzlük duyguları doldurdu ve kalbi sanki ölmekten daha çok acıtan sayılamayacak kadar iğneyle deliniyormuş gibi hissediyordu.
Nasıl böyle olabilir....
Benim gerçekten bir eş olmak için gerekli niteliklerim olmadığından mı bu oldu...
Neden beraber Kılıç Yönetim Terasına gitmeyi seçmedim....
O kalbinde mırıldandı ve onu destekleyen iki kişinin ellerinden nazikçe kurtuldu. Hafif adımlarla ilerledi ve ifadesiz bir bakışla konuştu. "Ben tek başıma.....Kılıç Yönetim Terasına gitmek istiyorum."
Shui Wushuang ve Wu Xuexin birbirlerine baktı ve birbirlerini kendine has ifadelerini gördü. Onlar onu ne durdurdu ne de onunla gittiler. Onlar Xia Yuanba'nın arkasında kaldı. Wu Xuexin hafifçe iç çekti. "Görünüşe göre büyükler haksız değil. Kadınla erkek arasındaki duygulara biz dokunmamalıyız....Bu çok zararlı. Bu Küçük Kardeş Xia'nın kalbinde bir iç şeytana dönüşebilir."
Shui Wushuang konuştu. "Ben Küçük Kardeş Xia'nın gerçekten bu Yun Che'ye karşı bir şeyler hissedeceğini düşünmezdim. İç çekme. Ama buda güzel. Yun Che öldüğü için onun sahip olmaması gereken bu duyguların kökleri tamamen kopacak..."
Avludan ayrıldıktan sonra Xia Qingyue bir süre yürüdü. O aniden önünde Xia Yuanba'nın figürünü gördü. O kafasını alçaltmıştı ve bir zombi gibi yürüyordu. Yüzünde kurumamış 2 tane kanlı şerit izleri asılıydı. Xia Qingyue onu gördüğünde o da Xia Qingyue'yi gördü. Eskiden ne zaman o Xia Qingyue'yi görse tamamen sevinç dolu yüzüyle koşar ve "abla" diye bağırırdı ancak bu sefer o paniklemiş bir şekilde geri çekilirken yüzünde sadece dehşet gözüküyordu. O alçak sesle kükredi ve ardından kaçmak için arkasını döndü.
“Yuanba!”
Xia Qingyue'nin bakışları titredi ve onun arkasından uçtu. Xia Yuanba'nın önüne indi ve Xia Yuanba'nın adımları durdu. O iki eliyle önünü engelledi ve kalın bir sesle bağırdı. "Gelme....Buraya gelme....Bana yaklaşma!!!"
"Yuanba ne oldu sana?" Xia Yuanba'nın şuan ki görünümü Xia Qingyue'nin kalbini daha acılı yapmıştı. O Yun Che'nin ölümü yüzünden en kalbi kırık olanın kaçınılmaz olarak Xia Yuanba olacağını biliyordu. O sadece kalbindeki acıya katlanması gerekmiyordu üstelik onun hissettiği suçluluk ve vicdan azabı sayısız kez daha acı vericiydi.
"Bana yaklaşma!" Xia Yuanba gözyaşları taşarken geriye düştü. "Ben zaten eniştemi öldürdüm ablamı da öldürmek istemiyorum. Yalvarıyorum gelme. Yanıma gelme!!"
"Yuanba böyle olma. Bu senin suçun değil..."
"Hayır! Benim suçum! Benim suçum!!" Xia Yuanba yere diz çöktü ve acı acı ağladı. "Eniştemi öldüren bendim bir çöp...o bendim...o bendim...Neden ölen ben değilim ki....Neden daha önce ölmedim ki...AHHH!!"
O acı verici bir şekilde ağladı ve kendi kafasına vurmak için elini kaldırdı. Her darbesi inanılmaz derecede ağırdı. Xia Qingyue bir adım attı. "Yuanba yapma..."
"Buraya gelme!!" Xia Yuanba elleriyle önünü engellerken çılgınca geriye kaçmayı denedi. Gözyaşları şiddetle yüzünden iniyordu sesi kalındı ve kederle doluydu. "Sen benim ablamsın yakın akrabamsın. Eniştem benim kardeşim aynı zamanda benim en yakın akrabam...Eniştem giderek güçlendi ve benim hayran olduğum birine dönüştü. O beni, bir çöpü gece gündüz arzu ettiğim Mavi Rüzgar Kaynak Sarayına getirdi o beni hayal bile kurmaya cüret edemeyeceğim Mavi Rüzgar Sıralama Turnuvasına getirdi...Bana ne zaman kötü davranılsa karşı taraf ne kadar güçlü olursa olsun o onları şiddetle döverdi ve onların bir daha bana kötü davranmaya cüret edememelerini sağlardı..."
"Ben korkusuzca eniştemin getirdiği her şeyden keyif aldım. Onun görkemi benim görkemimdi çünkü o benim en samimi eniştemdi...Ama...ben eniştem için ne yaptım....Ben ne yaptım....Ben eniştemi öldürdüm...Ben eniştemi öldürdüm...AHHH....Ben çöpüm...bir köpekten daha düşük olan bir çöp...Eniştesini öldüren bir çöp....ÇÖP!!!"
“Yuanba…” Xia Qingyue dudaklarını ısırdı ve şuan maneviyatı son derece parçalanmış olan Xia Yuanba'yı nasıl rahatlatacağını bilmiyordu.
Xia Yuanba çaresizlik içindeki bir çocuk gibi ağlarken acısı çok uzun süre devam etti. Onun bitmek tükenmek bilmeyen gözyaşları yerin büyük bölümünü hızlıca ıslattı. Xia Qingyue daha fazla bir şey söylemedi ve onun ağlayışını izledi...Ağlaması da iyidi en azından böylece kalbindeki kederin ve acının birazını defedebilirdi.
Rüzgarın sesi hava ıslık çaldı. Biraz süre geçtikten sonra Xia Yuanba sonunda acı verici ağlayışını durdurdu ve yavaş yavaş hıçkırıkları da kaybolmaya başladı. O aşağı doğru sarkmış saçları ile yere diz çöktü. Uzun süre sakinleştikten sonra yavaşça ayağa kalktı ve aniden nazik bir şekilde konuştu. "Abla ben gidiyorum."
"Gidiyor musun? Nereye gidiyorsun? Eve mi dönüyorsun?"
"Hayır eve dönmüyorum. Eve dönecek yüzüm yok." Xia Yuanba acı acı gülümsedi. "Benim gibi bir çöp eve dönse bile babamın koruması altında yaşamam gerekecek. Belki de babamın da ölümüne yol açacağım bir gün gelecek...Ben artık bir çöp olmak istemiyorum....Ben samimi olduğum insanları artık öldürmek istemiyorum.."
"Gitmem gerekiyor....Beni artık bir çöp yapmayacak bir güç aramam gerek...Güçlenmem gerek...Artık bir çöp olmak istemiyorum...."
Xia Yuanba elini kaldırdı ve yüzündeki yaşları sildi. Ardından kararlı bir şekilde gülümsedi. "Abla beni merak etme. Sana söz veriyorum ben ölmeyeceğim...çünkü şuan sahip olduğum hayatım eniştemin kendi hayatıyla takas ettiği bir şey. Ne olursa olsun kendimin ölmesine izin vermeyeceğim...Ben sadece ablamdan beni aramamasını ve beni durdurmamasını istiyorum...Bir gün geri döneceğim...Benim geri döneceğim günü bekle o gün geldiğinde gücümü kullanıp ablamı koruyacağım, babamı koruyacağım....korumak istediğim herkesi koruyacağım..."
Xia Qingyue: “…"
Xia Yuanba sırtı Xia Qingyue'ye dönükken ayrıldı. Onun temposu aşırı derecede yavaştı ama adımları inanılmaz derecede sağlam ve tereddütsüzdü. O hiçbir şey götürmedi o tek bir sarı kaynak sikkesi bile götürmedi. Kimse onun nereye gittiğini bilmiyordu belki de kendisi bile bunu bilmiyordu. Daha az insan bu 16 yaşındaki gencin kalbini dolduran kalbindeki üzüntüyü, kederi, acıyı, suçluluğu , vicdan azabını....ve tabi ki güce olan açlığı biliyor ve anlıyordu...
Xia Qingyue onu takip etmedi ve sersemlemiş bir şekilde onun ayrılan figürüne baktı. Puslu bakışlarının vasıtası ile her zaman tutkulu ve genellikle kaygısız ve neşeli küçük kardeşinin boyun eğmez bir şekilde büyüdüğünü gördü.
"Yuanba kendine iyi bak. Ben senin dönmeni bekleyeceğim." Xia Qingyue hafifçe fısıldadı. Elini kendi göğsüne bastırdı ve gözlerini kapadı. "Yuanba bana nasıl güçlü olunacağını öğrettiğin için teşekkür ederim..."
-------ÇEVİRMEN NOTU--------
Yuanba seni severim. Adamın dibisin. :( Devam...
Xia Yuanba nereye gitti? Geri ne zaman dönecek? Ayrıldıktan sonra neler yaşayacak? Güçlenebilecek mi? Sevdiği insanları koruyabilecek mi? Mavi Rüzgarı sarsacak 2 olay ne? Merak mı ediyorsunuz? O zaman sonraki bölüme tıklayın :(
Epik Novel © 2017 | Tüm hakları saklıdır..