Bölüm 338: Kapıya Teslim Edilen Büyük Bir Hediye

avatar
15057 35

Against The God - Bölüm 338: Kapıya Teslim Edilen Büyük Bir Hediye


 

Çevirmen: yasmen3

 

Yavaş ve kademeli geçen zamanla, bir gün sessizce geçti.

 

Yun Che tamamen sakin bir yerde durmuştu ve onu rahatsız etmeye gelen kimse yoktu.Yun Che Xiao Lingxi'yi kollarında tutarken sessizlik içinde bir gün geçti. Onun yaraları ve tüketilen gücü bir gün içinde sağduyuyu aşmış bir oranda çoktan tamamen düzelmişti. O ağır yaralar nedeniyle hiç zayıflık belirtisi ve daha önceden tüketim üzerindeki olan acıyı hissetmedi.


Onun koynunda yatan Xiao Lingxi de tamamen sakinleşmişti. Onun yüzü gül kırmızısı gibi renklenmişti ve ilk etapta onun çok ciddi olmayan iç yaraları, şimdiye kadar neredeyse iyileşmişti. Şu anda, o aniden hafif bir öksürük sesi çıkardı. Onun gözleri hafifçe titredi ve gözlerini azar azar açtı.



Yun Che onun soluk hareketlerini tespit etti ve hemen gözlerini açtı ve ona baktı.



Xiao Lingxi’nin gördüğü puslu alan netleşmeye başladı. Onların kaldıkları alanın içi biraz karanlık olmasına rağmen, o açıkça karanlığın içinde görüşündeki Yun Che’nin yüzünü yakaladı (gördü). Onun gözleri titredi ve aniden tüm vücudu kasıldı.



Son birkaç gündür olan biten her şey, giderek daha kafa karıştırıcı bir rüya gibiydi. Başlangıçta, yaşadığı şeylerin hangi bölümünün rüya olduğunu ve bunun hangi kısmının gerçek olduğunu ayırt etmesi mümkün bile değildi.



Daha önce sadece hikayelerde duymuş olduğu Yanan Cennet Klanı onu ve babasını almıştı… O gece ve gündüz özlemiş olduğu Küçük Che ile bir araya geldi…O Küçük Che’yi Yanan Cennet Klanına tek başına girerken gördü ve benzersiz bir şekilde güçlü olan Yanan Cennet Klanında büyük kaosa neden oldu. O yüksek dağın uçurumundan atladı, ama onun koynuna düşüşünü hissetti. Sonra o bilincini kaybetmeden önce sonunda onunla karşılaştı…



Buradaki şeylerin hepsi boş bir hayalin yanılsaması gibiydi.



O başka sefere olacak olan bu şeylerin bir kabus ya da tatlı bir rüya olup olmadığına dair hiçbir fikri yoktu.



Onun gözleri açıldığı zaman, onlara ilk temasa gelen karanlıktı. Ama hemen sonra, o Yun Che’yi buldu ve onun gözleri endişeyle birlikte yanı sıra mutlulukla parlıyordu. Onun bedenindeki sıcaklığı hissetmek ve özlemiş olduğu belirgin koku, sözde sadece bir yanılmasa olan şeylerden zevk almasının mümkün olmadığını anladı. Sonra, zihninde bilincini kaybetmeden önce gördüğü her şey ortaya çıktı ve göz yaşları kontrolsüz bir şekilde gözlerinden taşmaya başladı. O kendini zorla onun koynuna geri çekti ve sıkıcı iki eliyle birlikte onu kucakladı. O üzüntü ve acı içinde sesini kaybetmiş ve hıçkıra hıçkıra ağlayan sesin ortasında, sanki kan ağlıyormuş gibi görünen bir sesle sadece zar zor seslenmeyi başardı:’’Küçük Che… Küçük Che… Küçük Che…’’



Onun göz yaşlarında bir parıldama ortaya çıktı ve mağaradaki saydam ışık ve karanlık bir gecedeki inciler gibi göründü.



Yun Che elinin içiyle onun gözünden düşen yaşını yakaladı, o sanki  dünyadaki en değerli yağmur ve damlacığı toplamak istiyor gibiydi.



O tekrar Yun Che’ye sarılırken, o hayatının geri kalanı için onu tekrar terk edemeyeceği, kıyaslanamaz bir şekilde tekrar netleşti. Onlar her zaman on beş yıldır birlikte olmuştu, bu yüzden ondan ayrı kalmanın anlamını bilmesi asla mümkün değildi. Ancak, o adam akıllı son üç yılda anladı.. Onun hayatı ve ruhu zaten uzun zamandan beri ona bağlıydı. Sanki onun yanında o olmadan onun ruhu bedenini terk etmiş gibi hissediyordu ve her gün hiçbir şey yoktu ama onun aklında onunla ilgili şeyler vardı.



‘’Küçük Hala’’ Yun Che elinin onun arkasına koydu ve onu sıkıcı kucakladı. Onun gözlerinin kenarı nemlenmişti. O usulca dedi: ’’Sen ve büyük baba benim yüzümden çok fazla yas tuttunuz ve acı çektiniz… Ama şimdi her şeyin daha iyi olacağına sizi temin ederim. Sen ve büyük babanın tekrar hiç bir mağduriyet hissetmenize izin vermeyeceğim...’’



‘’Uuuuuu…’’ Xiao Lingxi sadece ağlayabildi. O üç yıl önce sadece on beş yaşındaki bir çocuktu ve o artık şimdi on sekiz yaşında olsa bile, o yine de bir çocuk gibi ağladı…


——————————————


‘’Üç yıl önce siz ve büyük baba ayrıldıktan sonra, ben ilk fedakarlığı sunmak için mezarına gittim. Sonra, Soy adımı biyolojik babamın soy adıyla değiştirdim ve o andan itibaren kendime Yun Che demeye başladım. Ondan sonra, Yüzden Bulut Şehrinden ayrıldım… Kısa bir süre olmasa da, alışılmadık bir kişiyle karşılaştım ve o bazı nedenlerden dolayı benim ustam oldu… Onun kimliği ve varoluşu çok özel ve onun hakkında bir şey söz etmeye iznim yok. Bu nedenle, onun durumunu anlatamam…’’  



‘’O kaynak damarlarımı onarmak için bana yardım etti, bana yetiştirici kaynak yasalarını öğretti, bana bin bir çeşit kaynak sanatları ve becerilerini bahşetti ve hayatımı defalarca kez kurtardı… Sonra, dedemin isteği üzerine Yeni Ay Şehrine geldim…’’



Xiao Lingxi Yun Che’nin göğsünün önünde kıvrılmış ve onun göğsüne karşı küçük ellerini bastırmış, sessizce onun söylediklerini dinliyordu. Onun vücudu bir an için bile ondan ayrılmak istemedi. O son üç yılda yaşadığı tüm sıkıntıları ve zorlukları aşama aşama anlatırken, Yun Che’nin anlatımı yavaş ve çok uzundu… Farkında olmadan, gündüz geçmişti ve gece gelmişti. Parlak ay zaten mağaranın dışındaki yüksek gökyüzünde asılıydı. Gece esintisi bazen mağara yoluyla eserdi ve sıcak ve kurak olan mağaranın içerisi doğal ferahlatıcı bir hisle yenileniyordu.



Asla dışarı çıkmamış Yun Che’nin deneyimi Xiao Lingxi için efsanevi bir masal gibiydi. Yun Che anlatımında bir çok şeyi ihmal etmiş olmasına rağmen, yine de dinlerken onun yüzünde korku ve şaşkın sevimli ifadelerin durmaksızın gözükmesine neden oldu. O Yanan Cennet Klanındaki gördüğü şeyleri düşününce, Xiao Lingxi yardım edemedi ama ne dediğine inandı. Kaynak damarları sakat olan ve bütün şehir tarafından çöp olarak çağrılan o, şimdi çoktan umutsuz bir durum içindeki Mavi Rüzgar tarikatında en üst rütbeyi zorlayabilen üst sınıf bir bireydi. O bu yüzden emin olduğu için gözleri karşısındakinin onun kendi Küçük Che’den başkası olmadığına güvenerek düşünebildi. Onun görünüşü, gözleri, kokusu, aurası… her şey çok tanıdık olduğu Küçük Che’ye aitti. O dünyadaki diğer insanları yanlış anlayabilirdi, ama onu bir başkasıyla karıştırması imkansızdı.



‘’Küçük Che’min Cennetlerin yardımını almaya yeterli değerde olduğunu biliyorum, bu yüzden o kesinlikle bir gün gökyüzüne yükselecek ve herkesin sadece ona bakması mümkün olacak. Sadece biliyorum…’’ Xiao Lingxi sevinçli göz yaşlarıyla ağlarken fısıldadı. Aynı zamanda, kalbinin içinde bir korku duygusu parladı. Ama bu korku da tamamen bir anda dağıldı... O yeterince yükseğe çıkmış olsa da, dünyaya yukarıdan bakan biri olsa da, onu görmenin mümkün olmadığı bir yüksekliğe ulaşsa da, onlarla arasındaki boşluk göksel bir hendek kadar geniş olsa da, ne olmuş yani? O zamanlar, herkes ona çöp olarak alay ettiği zaman, o ona onun en değerli şeyiymiş gibi muamele etti (Kızın Yun Che’ye muamelesinden bahsediyor). Bu yüzden şimdi o yer yüzüne hor görerek aşağı bakabildiği zaman, o yine de onun Küçük Che’si olacaktı(olduğu gibi kalmak)... Binlerce kilometre seyahat eden Küçük Che ve Mavi Rüzgar İmparatorluğu içindeki birinci sınıf tarikata cesurca öldürme niyetiyle saldırdı, sadece onun için!



O gelecekte hangi yüksekliğe ulaşırsa ulaşsın, o ikisi arasında asla herhangi bir mesafe olmayacağına inanıyordu. Ve eğer onlar gerçekten birbirinden uzakta olsa bile, o seve seve dişlerini sıkacak ve büyük adımlar ile onu takip etmek için gücünün tamamını tüketecekti; kendini bir gece kelebeği gibi ateşe atmak zorunda olsa bile.



Yun Che bir fırın kurdu ve lezzetli bir tavşan suyu pişirmeye başladı. Havada süzülen et kokusu şüphesiz çok aç olan bu iki insan için sıkıntılı bir işkenceydi. Bu ‘’işkence’’ ortasında, Yun Che  Xiao Lingxi’nin son üç yılını anlatmasını dikkatle dinlemeye başladı… Hayatında bu süre içinde neredeyse hiçbir fark olmayan böyle basit bir şekilde bu üç yılı yaşadı… O her gün kaynak sanatı ve kılıç egzersizi yapardı, ve sonra bir şaşkınlık içine düşüp, Yun Che’yi özlemek…



Onlar fark etmeden önce, çoktan gece yarısıydı. Ay gökyüzündeki zirve konumunda ışıl ışıl parıldıyordu. Sonunda, tavşan suyu güzelce pişmişti. O bir kaseyi et suyuyla yarısına kadar doldurdu ve et suyunu Xiao Lingxi’nin önüne getirmeden önce dikkatli bir şekilde soğuması için üfledi. Yine de, ona teslim etmedi ve çok doğal bir şekilde söyledi: ’’Küçük Hala, Ben seni besleyeceğim.’’



Xiao Lingxi zaten Yun Che’nin tedavisi ve bakımı altında iyileşmişti ve onun durumu normalden farklı değildi. Şimdiye kadar Yun Che’nin vücudunda felçli kalmış olmasına rağmen, yalnız kendi başına et suyunu içmeyi bırakın, tepelere ve kayalara çıkmak bile onun için herhangi bir sorun teşkil etmeyecekti. Ancak, Yun Che yine de ciddi bir şeklide hasta olan bir hastaya hizmet etmek için dikkatli görünüyordu. Xiao Lingxi kıkırdadı ve yavaşça Yun Che’nin vücuduna çöktü.O ay gibi gözlerini kıstı ve dudaklarını hafifçe açtı.



Bir kaşık et suyu Xiao Lingxi’nin dudaklarının yakınına getirildi. Bazıları onun yumuşak dudaklarına yapışmışken, et suyu ağzından içine akıyordu. Sonra, onun vücuduna girdi ve dar boğazından aşağı geçti. Sıcak akım yavaş yavaş onun vücudun içinde buharlaşmaya başladı, süreç içinde onun bedenindeki kalbinin en hassas telleri bile ısınıyordu…Hayatındaki ilk on beş yıl boyunca, onlar basit çağrılabilecek şeyle çok sık bir birlerini beslemişlerdi. Ama bugün, O onun ruhunun derinliğindeki sıcaklığı doğrudan hissetti. Çünkü hala onun küçük che'si olduğunu daha da iyi bir şekilde bilmesini sağlıyordu ve başından beri asla değişmemişti.

 

Sakin ve sıcak bir atmosfer içinde, o hızla bir kase et suyunu içmeyi bitirdi. Yun Che sadece tekrar bir kase et suyu doldurmak üzereyken, o beklenmedik bir şekilde döndü ve onun hareketi aniden durakladı. Sonra, kaşlarını biraz kaldırdı.

 

Xiao Lingxi onun yüzündeki ifadenin değiştiğini görürken endişelendi. Sıkıca onun kolunu tutarken, o panik içinde sordu: ’’Küçük Che, ne oldu?’’

 

‘’Sssh’’ Yun Che işaret parmağını kaldırdı ve ona sessiz kalma işareti yaptı.

 

Çok yakında, iki kişinin yaklaşan ayak sesleri duyulabiliyordu ve mağaranın dışından yaklaşıyordu ve ayrıca sesler netleşiyordu.

 

‘’…Onların gecenin bu geç saatinde bizim Maviateş Şehrine gizlice sızacaklarına inanamıyorum. İç çekme, biz çok uzun yıllardır Maviateş Bölgesine hakim güçler olduk ve bu yüzden ilk kez ezildiğimizi ve bastırıldığımızı hissettik.’’

 

‘’Biz bu konuda hiçbir şey yapamayız. Yun Che’nin gücü gerçekten çok korkunç. O basitçe sadece bir canavar gibi! Eğer Büyük Klan Lideri ve Ulu Büyük zamanında ortaya çıkmasaydı, Yanan Cennet Klanı iyice yanarak tahrip olurdu ve bizde Yanan Cennet Klanıyla birlikte yanarak ölürdük.’’

 

“Büyük Klan Lideri’nin tahminine göre, Yun Che muhtemelen Kutsal Bölgelerden birinin neslindendir, aksi halde bu kadar çok güçlü olamazdı… hah! Sen ne diyorsun? Maviateş Şehrinin içinde saklanıyor olması gerçekten mümkün mü?’’

 

‘’Bunun hakkında emin değilim. Ancak, Yun Che ağır yaralar almıştı ve ayrıca bir çok kaynak gücü tüketti, bu yüzden kesinlikle büyük bir miktarda uzun süre yenilenmeye ihtiyacı var. Ve en kapsamlı beslenme kaynakları sadece Maviateş Şehrinde var. Diğer küçük yerler onun güç seviyesindeki birisi için tamamen yetersiz olacaktır ve onun bu yerde saklanması çok büyük bir olasılıktır.Onun yaraları ve gücü henüz yenilenmemiştir, bu yüzden Büyük Klan Liderinin ellerinden kaçabileceğinin mümkün olacağını düşünmüyorum.’’

 

Onların ayak sesleri yaklaştıkça yaklaşıyordu. Onların kaynak gücü auraları zayıf değildi ve bunlardan biri beşinci seviye yeryüzü kaynak aleminde ve diğeri de Yun Che’nin kaynak gücü ile benzer olan altıncı seviye yeryüzü kaynak alemindeydi. İkisi de Yanan Cennet Klanının içindeki Eğitmen sınıf ya da Salon Ustaları olmalıydı. Onların mırıldanmalarından itibaren, Yun Che kabaca onları buradan geçme amaçlarını anladı.

 

Kendi kaynak auralarındaki gücü Yun Che’nin tamamen kaşlarını hafifletmesine izin verdi. O yüzünü çevirdi ve rahat bir gülümseme ile konuştu: ’’Endişelenmeye gerek yok, onlar sadece buraya gelen iki şansız küçük faredir. Ben onların icabına bakarken izle beni.’’

 

O konuşmasını bitirdikten sonra, o tek bir sıçrama ile mağaranın dışına uçarken Yun Che’nin vücudu parladı ve iki kişinin önüne indi. Onun aniden ortaya çıkması, birbiri ile sohbet eden iki kişiyi korkuttu.

 

‘’Kim o?!!’’ Onlardan ikisi sordu, aynı üslupta soğuklukla bağırarak. Ancak, onlar Yun Che’nin yüzünü gördükleri an, onları gözleri genişleyerek açıldı ve nutku tutulmuşlardı… Onlar rüyalarında bile, Yun Che’nin bu yerde kalacağını asla düşünmemişlerdi.

 

‘’Sadece doğru zamanda geldiniz.’ Yun Che soğuk bir kahkaha attı. İkili tamamen dinledikten sonra bile anlaması mümkün olmayan bir cümle konuştu.”

 

‘’Sen…’’

 

ikisi cümlelerini bitiremeden önce, onların görüşünde aniden bir balyoz gibi bulanıklık, son derece güçlü ve vahşi bir biçimde göğüslerine vurdu.  

 

BANG!!

 

Her ikisi de saman gibi havaya uçmuştu. Sağ taraftaki kişi oracıkta şiddetli bir ölümle tanıştı ve altıncı seviyedeki Yeryüzü Kaynak Alemindeki kişi zorlukla nefes almayı başarıyordu. Onun vücudunun üst kısmı titredi ve Yun Che onun olduğu yöne yaklaşırken o sıkıca genişlemiş gözlerle baktı. Gözleri umutsuzlukla dolmuştu.

 

Yun Che kolunu uzattı, Kaynak Kolunu serbest bıraktı. Anında uçtu ve bu kişinin zihnindeki yolun içine işledi. Hemen, bu Yanan Cennet Klanının Salon Ustasına ait tüm anılar son derece hızlı bir oranla Yun Che’nin zihnine döküldü.



(yasmen3 notu: Profund Handle: Bazı bölümlerde Kaynak Kulpu, bazılarında ise Kaynak Kolu olarak çevrilmiş. Kaynak Kolu daha uygun geldiği için ben öyle bırakacağım.)

 






Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 44306 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr