Bölüm 1398: You’er (2)
Yun Che elini kaldırdı ve karanlığın içinde salladı. ''Burada bulunan aura da büyük bir değişiklik yaşanıyor ve bunu hissetmiş olmalısın. Aslında buradaki değişim yalnızca burasıyla sınırlı değil, dış dünyada da bazı değişiklikler oluyor ve bu değişiklikler gittikçe şiddetleniyor.''
''...'' Garip gözlü genç kız sessizce söylediklerini dinledi. Bir bedeni yoktu, hatta ruhsal bedeni bile bir bütün içinde değildi, bu yüzden duygularını konuşma ya da ifade etme yeteneğine sahip değildi.
“...”
''Buraya son geldiğimde seni Ölüler Diyarının Udumbara Çiçeği denizinde buldum ve bugün tekrar geldiğimde hala buradasın. Görünüşe göre sadece bu karanlık dünyayı terk edememekle kalmıyorsun aynı zamanda muhtemelen bu Ölüler Diyarının Udumbara Çiçeklerini de terk edemiyorsun, değil mi?'' Yun Che gülümseyerek söyledi. Bu Ölüler Diyarının Udumbara Çiçeklerini sevdiği için mi yoksa şu anki durumunda onlardan çok uzak olamayacağı için mi olduğunu bilmiyordu. Bunun öncekinden daha muhtemel olduğunu düşündü. Sonuçta birisi hayal edilemeyecek kadar uzun bir süre için tek bir yerde sıkıştıysa, kaçınılmaz olarak en çok sevdikleri şeylerden bile yorulurlardı.
Tabii ki ona cevap veren sadece o zifiri siyah sessizlik ve o genç kızın olağanüstü ihtişamlı ama tamamen duygusuz gözleriydi.
“Ya da belki de karanlığa çok alışıksın ve karanlığı da çok sevmen mümkün.” Yun Che kıza bakarken olabildiğince nazik bir sesle konuşuyordu. ''Ancak yaşayan her canlı için yalnızlık, her zaman en korkunç olanı olmuştur. Yine de tek başına bu yerde duruyorsun ve bu gerçekten kişinin kalbini ağrıtıyor... Son birkaç yıldır gelip seni göremememin nedeni, başka bir dünyaya gidip geri döndükten sonra tüm gücümü kaybetmemdi. Aslında sadece birkaç gün önce güçlerimi kurtardım... Ancak bu, kızımın doğuştan gelen yeteneğini sonsuza dek kaybetmesi pahasına oldu... ”
''Bunları dinledikten sonra çok kötü bir baba olduğumu ve en başarısız baba olacağımı düşünüyor olmalısın.'' Yun Che acı bir gülümseme ile söyledi. Son birkaç gün boyunca, o Yun Wuxin ve geri kalanı önünde tamamen normal görünmüştü. Aslında o gün daha mutlu görünüyordu. Ancak bir baba olarak hissettiği derin suçluluk ve pişmanlık, bu kısa sürede kesinlikle kolay bir şekilde ortadan kalkmayacaktı. Belki de hayatının geri kalanında asla ortadan kalkmazdı.
“...” Genç kız başını hafifçe salladı, o garip ve büyüleyici gözler ona göz kırpmadan baktı. Bu gözler, bu süre boyunca bir saniyenin bir kısmı için bile ona bakmayı bırakmamıştı.
''Sana bir şey hakkında garanti verebilirim.'' Yun Che'nin gülümsemesi gittikçe daha samimi bir hale gelmişti. ''Bundan sonra, seni sık sık ziyaret edeceğim.''
(FN: Bu Yun Che aynı ben. Sürekli bir tutamayacağı sözler verme huyu bana çok benziyor. Bir de tutacağımıza inanarak veriyoruz sözü Allah cezamızı veriyor işte.
Genç kızın dudakları yumuşak bir şekilde ayrıldı ve Yun Che'nin göğsüne hafifçe dokunmak için parlak beyaz elini kaldırdı... Ama sadece onun içinden geçmişti.
Ancak ifade etmek istediği şeyler Yun Che tarafından açıkça hissedilmişti. Sözleri onu mutlu etmişti.
Bu çok ince bir duyguydu. Birbirleriyle ilgili hiçbir şey bilmiyorlardı ve birbirlerini daha önce sadece bir kez görmüşlerdi, ancak ikisi arasında her zaman tarif edilemez bir samimiyet hissi vardı.
"Doğru, benim Yun Che olduğumu biliyorsun ama ben senin adını bilmiyorum.” Yun Che konuşmayı bitirdikten sonra kızın renkli şaşkın görünen gözlerine bakarken bir şey düşündü. Sonrasında çok yumuşak bir şekilde sordu: ''Kendi adını hatırlıyor musun?''
“...” Genç kız başını salladı.
''Eh...'' Yun Che çenesine dokundu, ''Öyleyse... Sana bir isim vermeme ne dersin, olur mu?'' dedi.
“...” Genç kız önerisiyle birlikte hayrete düşmüştü ancak bundan sonra itaatkar bir şekilde başını salladı.
“Bu konuda biraz düşünmeme izin ver...” Yun Che hafifçe gülümsemeden önce küçük kıza tekrar baktı. “Bir ruh olarak varlığını devam ettiriyorsun ve Ölüler Diyarının Udumbara Çiçekleri arasında özgürce dolaşabiliyorsun, bundan sonra sana 'You'er' diyeceğim, tamam mı?''
“...” Genç kız elini Yun Che'ye doğru uzatttı. Sanki gözlerindeki parlaklık ona dokunmak istiyormuşçasına artıyordu.
Başını salladığı gibi uzun gümüş saçları havada dans etti. Yun Che onun çok mutlu olduğunu hissediyordu ve gerçekten bu ismi sevmişti ya da ona bir isim verilmesinden hoşnutluk duyuyordu.
''Pekala, You'er... You'er… Mnn, bunun senin için en uygun isim olduğunu hissediyorum.”
Yun Che, kızın yüzüne ve gözlerine bakarken adını iki kez çağırdı. Bakışları, zihninde aynı özelliklere sahip olan bir kızın imajı olarak yavaş yavaş puslu bir şekilde büyüdü. Ama bu kızın kırmızı gözleri, uzun kızıl saçları vardı ve her zaman canlılık ve yaşamla doluydu.
...
Kırmızı kıyafetler, kızıl saç, kırmızı gözler... En sevdiği rengin kırmızı olduğunu bile söylemişti... Mnnn.... Sana Hong'er diyelim o zaman!
“Hong'er... Hong'er... Hong'er... Hong'er... O zaman, bir dahaki sefere bana Hong'er de... Hehe! Artık benim bir ismim var! Hong'er, Hong'er... Bir dahaki sefere bana küçük kız ya da küçük velet, hatta küçük güzellik deme. Bana sadece Hong'er diyebilirsin!”
...
Zihnine akan hafıza seline karşın hissedebileceği tek şey derin üzüntüydü. Ama bundan hemen sonra, Yıldız Tanrı Aleminde yanında yüksek sesle ağlayan figürü zihninde açıkça ortaya çıktı... Şu anda kalbinde hissettiği ağırlığı anlatabilecek bir şey yoktu.
''Hala hatırlıyor musun... Senin gibi görünen o kızı... Kırmızı gözlere ve uzun kızıl saçlara sahip olan...'' Farkında olmadan şu sözleri söyledi: “Yıllar önce tıpkı senin gibi eksik bir ruhla bırakılan yaşlı bir kişi onu ve İlkel Kaynak Arkı'nı bana emanet etti. Jasmine ayrılmadan hemen önce, bana ona iyi bakmam gerektiğini söyledi... Tüm bu yıllar boyunca benim yanımdan hiç ayrılmamıştı ve her zaman benimle olmuştu. Bana sadece büyük bir güç vermekle kalmamış aynı zamanda en iyi arkadaşım olmuştu, Hong'er… Ama..."
Başını salladı, bakışları daha da bulanık hale geldi. Bu süre zarfında her zaman Hong'er hakkında düşünmemek için elinden gelenin en iyisini yapmaya çalışmıştı ama onunla tam olarak aynı görünen You'er'i gördükten sonra, gizlemek için çabaladığı acı, yüzeye çıkmaktan başka bir şey yapmamıştı. “Ben her zaman felaketin aşağılık ve itici bir alameti oldum. Açıkçası yanımdaki tüm insanları korumak istedim, ancak birbiri ardına onlara zarar verdim.”
You’er: “...”
Yun Che dinlendiğini gördüğünde kendini kahkaha atmaya zorladı. ''Seni buraya görmeye gelmeme rağmen kafanı mutsuz şeylerle doldurmuş olmalıyım. Düşünüyorum da... Mn! Bir dahaki gelişimde sana bir hediye getireceğim. Hoşuna gidecek mi, gitmeyecek mi bilmiyorum...”
Yun Che bu sözleri söylediğinde zaten bir şey düşünmüştü. Bir dahaki sefere gelmeden önce Kara Ay Tüccar Loncasına onun için bazı Kaynak Görüntüleme Taşları hazırlamasını söylemişti. Bu şekilde dışarıdaki dünyanın nasıl göründüğünü görmesine izin verebilir, bu şekilde yalnızlığını biraz hafifletebilirdi.
“...” Elini bir kez daha uzatmadan önce dudakları yumuşak bir şekilde ayrıldı. Ama bu sefer Yun Che'nin göğsüne doğru uzatmadı, onun yerine sol eline doğru uzattı.
Bir elmas kadar parlak ve yarı saydam olan eli Yun Che'nin avucuyla temas ettiğinde bir kez daha başarılı olmadan geçti. Sonrasında parmağı Yun Che'nin elinin arkasında durdu.
“You’er?” Yun Che yüzünde şaşkın bir ifadeyle parmağını uzattığı yere doğru baktı ama tek bir adım dahi yerinden oynamadı.
Bu soruyu sorduğu gibi kasvetli bir siyah ışık kümesi aniden parmağının ucunda parladı.
Başlangıçta parlak mor ışıkla dolu olan dünya, ışık kümesi ortaya çıktığı anda anında tamamen siyah ve kasvetli bir hale döndü. Dahası Ölüler Diyarının Udumbara Çiçeği tarafından verilen ışık sıradan bir ışık değildi, son derece güçlü bir nüfuz gücüne sahip olan ruh çalan bir ışıktı. Buna ek olarak bu yerde çiçeğin sadece bir veya iki sapı yoktu, Ölüler Diyarının Udumbara Çiçeği'nin büyük bir denizi vardı...
Yine de sadece tek bir anda, Ölüler Diyarının Udumbara Çiçeği tarafından serbest bırakılan tüm mor ışık yutulmuştu!
Yun Che'nin ifadesi konuşmak üzere olduğu gibi değişti. Aniden fark etti ki parmağının ucundan yayılan siyah ışık, bir kılıç işareti olarak yavaşça sol elinin arkasına doğru geliyordu.
“!!” Bu sahne, tüm vücudu şiddetli bir şekilde sallanırken istemsiz bir çığlık bırakmasına neden oldu.
Çünkü bu kılıç işaretinin şekli ve sembolü... Hong'er'in dönüşebileceği Cennet Cezalandırıcı İblis Katleden Kılıç işaretiyle tam olarak aynıydı!
Gücünü geri kazandıktan sonra bile ortaya çıkmayan kılıç işareti... Sonsuza dek yok olduğunu düşündüğü kılıç işareti...
Fakat farklı olan şey, orijinal kılıç işaretinin Hong'er'in gözleri ve uzun saçlarıyla aynı vermillion rengi olmasıydı. Fakat şu anda elinin arkasında görünen şey, zifiri kara bir kılıç işaretiydi. You'er'in ince parmağının altında kılıç işareti yavaş yavaş bulanıklaştı. Işık, You'er'in parmağından yayılan siyah ışık kadar kasvetli olana kadar yavaş yavaş derinleşti.
''Bu... Bu da ne böyle?'' Yun Che tek bir kasını hareket ettirmeye cesaret edemedi ve gözleri olabildiğince sınırlarına kadar genişlemişti.
Genç kız sessizdi ve parmağının ucundan yayılan siyah ışık nihayet yavaş yavaş solmadan önce birkaç nefes için parlamaya devam etti. O anda, parmağı Yun Che'nin elinin arkasından ayrıldı ve Yun Che'nin elinin arkasına inanılmaz derecede belirgin, zifiri bir siyah renkle kılıç işareti damgalanmıştı.
You'er'in küçük ve narin vücudu usulca titredi ve bundan sonra, vücudu aslında bir an için bulanıklaştı...
Bakışları, elinin arkasında uzun süre ortaya çıkan zift siyahı kılıç işaretinde sabit kaldı. Sonunda baktığında ve ne olduğunu sormak üzereyken durumunu gördüğü gibi kalbi şokla sarıldı. Daha önce ona soracağı şey hakkında artık rahatsız olamazdı. Bunun yerine, çok endişeli bir sesle sordu: “Sen, sen... İyi misin?”
“...” Genç kız başını hafifçe salladı. Bundan sonra renkli gözleri yavaş yavaş tekrar tekrar kapanmaya başladı... Ona karşı mücadele etmeye çalıştı ama sonunda gözleri tamamen kapandı ve vücudu yavaşça yere battı.
“You’er!” Yun Che öne doğru süzüldü ve onu kollarında yakalamaya çalıştı, ancak ona dokunamadığı için içinden geçecekti.
Sanki bir buz yatağında derin bir uykuya girecek gibi bir hali vardı. Bilinmeyen bir süre için var olan eksik bir ruh olmasına rağmen Yun Che hala zayıflığını açıkça hissedebiliyordu.
Yun Che bir anlığına ne yapacağını anlayamamıştı. Bakışları, elinin arkasındaki kılıç işaretine doğru döndü. Bu kılıç işaretini yaratmak için büyük miktarda ruh enerjisi tükettiği çok açıktı. Sadece onun için ne yaptığını bilmiyordu ve Hong'er'in kılıç işaretiyle tam olarak aynı görünen bu zifiri siyah kılıç işaretinin ne olduğunu bilmiyordu.
Bununla birlikte, şaşkınlığının ortasında elinin arkasındaki kılıç işaretinden yayılan siyah ışık aniden sessizce dağılmaya başladı ve bu siyah ışık yavaş yavaş dağıldıkça kararmaya devam etti ve bu siyah ışığın yerini alan şey aslında daha derinden büyüyen vermillion ışığının bir kümesiydi!
Yun Che'nin bakışları o anda tamamıyla dondu.
Siyah ışık soluyordu ve kırmızı ışık görünmeye başlamıştı. Sonunda, sanki siyah renkli dış kabuğu soyulmuş gibi Yun Che'nin elinde bir kez daha bir kılıç işareti ortaya çıkmıştı. Bu Hong'er'e ait olan vermillion kılıç işaretiydi, İblis Katleden Kılıçtı!
O anda, He Ling kıyaslanamayacak kadar heyecanla kalbinde bağırdı: "Usta... Hong'er, bu Hong'er!”
Sanki görünmez bir şey şiddetle ve duraklama olmadan kalbine vuruyormuş gibi hissediyordu. Yun Che hızla odaklandığı gibi tüm bilincini Gökyüzü Zehir Sedefi'nin içine yönlendirdi.
Gökyüzü Zehir Sedefi'nin dünyası koyu saf bir yeşil tonuyla renklenmişti. He Ling, kırmızı elbise giymiş bir kızın yerde yatan figürünün yanında duruyordu. He Ling'in çığlığı dahi onu uyandıramamıştı, sanki bir çeşit derin uykudaydı.
''Hong... er...'' Yun Che tam bir şokun içinde ismini mırıldandı, sanki bir rüyadaymış gibi hissediyordu.
Bu Hong'er'di, yaşıyordu, nefes alıyordu. Ona ait olan kılıç işareti bir kez daha ortaya çıktı. Figürü Gökyüzü Zehir Sedefi'nde yeniden ortaya çıkmıştı ve bir kez daha dünyasına dönmüştü.
Kalbine ve ruhuna büyük bir boşluk dolmuştu ve Yun Che'nin kalbi tarif edilemez bir duygu ile zonkladı. Her şeyin bir yanılsama olmadığını teyit etmeden önce uzun bir süre nefes aldı. Sonrasında Hong'er'e doğru yürüdü ve her zaman uyumayı sevdiği küçük yatağa onu yerleştirmeden önce elinin arkasıyla hafifçe yüzünü okşadı.
O gerçekten güzel bir şekilde uyuyordu ve Yun Che onu taşırken o kadar dikkatli ve nazikti ki cennetlerin korunmasını almış gibiydi. Sadece henüz uyanmamıştı, aslında horluyordu.
Dünyadaki en güzel iki şey neydi? Birincisi alarmın yanlış bir zamanda çalmasıyken diğeriyse bir zamanlar kaybolan bir şeyi geri kazanmandı.
Hong'er onun kılıcıydı ama aynı zamanda Hong'er'di. Onun dünyasının sürekli bir parçası olmuştu ve onun ruhuna bağlı olan Hong'er'in onu asla terk etmeyeceğini düşünmüştü. Uzun zamandır varlığına alışmıştı ve aynı zamanda varlığına da güveniyordu.
Sadece bir zamandan sonra Hong'er'in hayatının vazgeçilmez bir parçası haline geldiği gerçeğinin üstünde yoğun bir farkındalık oluşturmuştu.
Ama şimdi kaybettiği şeyi geri kazanmıştı... Parmağı, Hong'er'in küçük, yumuşak ve beyaz yüzüne yumuşak bir şekilde dokundu. Yeşim gibi esnek bir his parmaklarını doldurdu ve o kadar harikaydı ki, açıklamak için herhangi bir kelimeyi kullanmak temelde imkansız olan bir şeydi.
(FN: Tombik bebe yanağı bu, nerde görsem tanırım.)
Epik Novel © 2017 | Tüm hakları saklıdır..