Bölüm 611: Titreyen İlahi Anka Generali
Feng Huwei sadece Tiran Kaynak Aleminde olan üstün bir uygulayıcı değil, aynı zamanda olgunlaşmış bir generaldi; duş aldığı taze kan engin bir kan okyanusu oluşturacak kadardı. 'Korku' hissetmeye başladığı zamanın ne zaman olduğundan habersizdi.
Ancak nereden geldiği belirsiz olan bu ses... Sadece bir ses tüm bedenindeki tüyleri diken diken etmişti, omurgasından tüm bedenine bir ürperti iletilmesine neden olmuştu...
Sssss!!
Son derece kulak delici bir ses yankılandı ve Feng Huwei'nin gözleri belli belirsiz bir şekilde zifiri karanlık bir iz tarafından boşluğun kabaca yarıldığını fark etti... Oradaki herkesin içinde boşluğun yarılma anını sadece o görebilmişti. Tamamen siyahlı genç bir adam, yüzü soğuk ve ölü gibi sert bir şekilde, yakalamaya çalıştıkları genç kızın önünde ortaya çıktı. Hayatsız gözleri kayıtsızca Ateş Mastif'ine binen Feng Huwei'ye baktı.
O an sanki tüm dünya tamamen örtülmüştü.
Bu genç adamın bakışının altında, son yüz yıldır yüzeye hiç çıkmamış korku duygusu aniden General Huwei'nin ruhunda ortaya çıkan bir şeytan gibi uyanmıştı. Bu korku hissi göğsünde sanki aşırı büyük bir dağ tarafından bastırılıyormuşçasına şişti. Kalbi atmayı tamamen kesti, kanı bile akışını bıraktı; tüm bedeni sanki buzul soğuğu bir hücredeydi ve tüm hücreleri şiddetle titriyordu... Bu tür bir korku beş duyusunu da etkilemişti. Önündeki genç adama açıkça bakıyordu ama gördüğü şey onun yüzü değil puslu bir bulanıklıktı.
Onun bedeninin altında yoğun bir titreme dalgası hissediliyordu. Bu Ateş Mastif'inin titremesiydi! Onun bineği kıyaslanamayacak kadar büyüktü ve yüz yıldır onu takip eden güçlü bir İmparator Kaynak Canavarıydı, beraber sayısız savaşa girmişlerdi ve sayısız ceset yığınından geçmişlerdi. Onun pençelerinde yüz binden fazla insan ve canavar ölmüştü; korku nedir asla öğrenmemişti. Yenemeyeceği Tiran Kaynak Canavarları ile karşılaştığında bile tereddütsüz bir şekilde saldırırdı ve asla geri çekilme belirtisi göstermezdi.
Ancak o anda, şiddetli bir şekilde titriyordu!!
Bir Derebeyi ve İlahi Anka İmparatorluğunun ünlü General Huwei'si olarak Feng Huwei açıkça bir aptal değildi. Her ne kadar bu bölge ona karşı koymaya nitelikli birinin olmadığı en düşük seviyeli alan olsa da... Hatta öyle ki onun bakmasına değecek biri bile olmasa da, o açıkça sadece aurası ve gözlerindeki bakış ile bineğinin korkmasına neden olma kavramının nasıl bir şey olduğunu açıkça biliyordu.
İlahi Anka İmparatorluğunun İmparator Feng Hengkong'u bile daha önce onu titretememişti.
"Aiyoh! Bu küçük Yüzen Bulut Şehrinde beklenmedik bir şekilde onun için neyin iyi olduğunu bilmeyen bir hergele varmış. Generalimizi durdurmaya cüret ettiğine göre daha fazla yaşamak istemiyorsun!!"
Feng Huwei'nin zihni titrerken kibir ile dolu bir ses çıktı... Bu konuşan onun altındaki ilk Yardımcı Generali Feng Qianjun idi. Feng Huwei büyük ölçüde panik oldu. Onu durdurmak için bir şey söylemek istediğinde siyahlı gencin silüetinin parladığını ve aniden ileri hareketlendiğini gördü. Olağan dışı bir şekilde solgun olan avucu siyah bir sis ile çevrili gibi gözükürken Feng Qianjun'un boynuna doğru ilerledi.
Hangi tür hareket olursa olsun sıradan bir kişiye göre bu aşırı hızlıydı. Ancak Feng Qianjun gibi Sekizinci Seviye İmparator Kaynak Aleminde olan güçlü bir uygulayıcı için bu oldukça yavaştı, öyle ki kaçınmak için tembel hale gelip saldırının gelmesine izin vermişti... Siyahlı genç onun boynunu kavradığında soğukluk hissi dışında ne acı ne de rahatsızlık hissi oldu. Kısa süre sonra soğukluk hissi bile hissedilemez hale gelmişti. Ve onun için bu aşırı normaldi çünkü Yüzen Bulut Şehri içindeki düşük seviyeli bir uygulayıcı gücünün hepsini kullansa bile İlahi Anka Tarikatının sekizinci seviye bir Tahtı'na karşı mücadele edemezdi.
"Hahahahha!" Feng Qianjung vahşice güldü, gülüşü tamamen küçümseme ve alay ile doluydu. Feng Juechen'in gözlerindeki ifadeye baktı ve kendini büyük gören bir karıncaya bakıyormuş gibi acıma hissetti: "Gerçekten de bu dünyada kendini bilmez ve gülünç haşereler var. Bu general normalde bugün affediciydi ve birini öldürmek istemiyordu ama değersiz bir Mavi Rüzgar haşeresi bu generale karşı hamle yapmaya cüret etti, hahahaha! Hadi, hadi, hadi, neyin varmış göster. Hadi bu generali öldürmek için çabala, bu general burada duracak. İstediğin şeyi kullanabilirsin, eğer bu generali öldürebilirsen bu general seni cehennemde büyükbabası olarak çağıracak. Hadi, hadi, hadi, biraz daha güç kullanmalısın, hahahahah..."
Feng Qianjung küçümseme ile vahşice gülerken... Çevresindeki kimse gülmüyordu. İlahi Anka Ordusu veya Yüzen Bulut Şehri vatandaşları fark etmeksizin herkesin gözleri neredeyse yerlerinden çıkacak kadar genişlemişti ve yüzleri dehşet ile dolmuştu.
Fen Juechen'in eli tarafından tutulan Feng Qianjun'un boynu hafif bir siyah sis yaymaya başlamıştı. Bu siyah sisin altında Feng Qianjun'un boynu hızlıca çürüyüp dağılmaya başladı. Göz açıp kapayıncaya kadar beyaz ve yoğun gırtlak kemiği görülebilir hale gelmişti ve bir an sonra beyaz gırtlak kemiği siyaha dönmüş... Kömür kadar siyah hale gelmişti.
Ancak Feng Qianjun bundan tamamen habersizdi ve küçümseme ile vahşice gülüyordu... Çürüyen etler hızlıca aşağı doğru yayıldı ve üç kısa nefes zamanı içinde üst bedeninde tek bir parça bile et kalmadı; kaburgalarından göğüs kemiklerine kadar her şeyi görünür hale gelmişti.
Böyle korkunç bir sahne onun vahşi ve lakayt kahkahası sırasında oluşmuştu... Bu tek bir kişinin bile nefes almaya cüret edemeyeceği kadar korkutucuydu.
Bir rüzgar esti ve Qianjun'un Taht bedeni kumdan yapılmış bir piramit gibi güçsüzce dağıldı. Kahkahasının ortasındaki Feng Qianjun aniden görüşünün kontrolü dışında aşağı doğru hareket ettiğini fark etti. Gülmeyi kesti, ardından... Tamamen çürüdüğünü ve sadece zifiri karanlık kemiklerinin kaldığını ve bu kemiklerin de dağılmakta olduğunu... Toz parçaları haline geldiğini fark etti.
“AARRRRGGGHH!!”
Feng Qianjun kalp delici, ciğer patlatıcı bir korku haykırışı attı. Bu cehennemden gelen kan dondurucu bir çığlık gibiydi; sadece bir an sürdü, ardından sona erdi... Beyni yere düştüğü an zifiri karanlık toz haline geldi.
Tüm çevre sessizdi; Yüzen Bulut Şehrinin havasında sonsuz korku oluşmuştu ve hava bile hareket etmeyi tamamen kesmişti. Şehrin bazı vatandaşları sendeliyordu ve bedenleri gevşeyerek ayakta durma yeteneklerini bile kaybediyorlardı. Bedenlerinin yapabildiği yek şey yoğun bir şekilde titremekti.
Feng Huwei'nin altındaki Ateş Mastif'i onun bile duymadığı boğuk bir kükreme attı. Ardından geri çekilmeyi veya korkuyu bilmeyen bineği kaçmaya başladı. Ancak sadece iki adım sonra anında gevşedi ve devasa bedeni bir elek gibi titreyerek yere düştü.
General Huwei'nin hayatı boyunca hissettiği tüm korkular birleşse bile bugün hissettiğinin binde biri bile etmezdi. Ağzı açılmıştı ancak bir şey söyleyemiyordu. Hayatında sayısız kişi öldürmüştü; bir günde yüz bin kişi öldürse bile yüzü hala ifade göstermezdi. Ama şu an önünde tek bir kişi ölmesine rağmen tüm ruhu şiddetle titriyordu.
Ve genç adamın ellerinde ölen kişi sıradan bir İlahi Anka Generali değil; Mavi Rüzgarda emsalsiz olması gereken sekizinci seviye bir Taht idi!
Önünde duran kişinin... Aslında cehennemden gelen bir şeytan olduğunu bile düşünüyordu.
O anda, Fen Juechen ona döndü. Sesi kuruydu ve bir şeytanın laneti gibi General Huwei'nin kulaklarına süzülüyordu: "Hepinizin... Ölmesi... Gerek..."
Sesi solduğunda Fen Juechen yavaşça ilerledi... Tek bir adımı ile General Huwei'nin ölümün yaklaştığını hissetmesini sağladı.
Bir kızın endişeli sesi duyuldu ve bu ses duyulduğu an Fen Juechen'in adımları durdu.
Xiao Lingxi hızlıca öne çıktı. Yüzü hala korku dolu olsa da kararlı bir şekilde Fen Juechen'i engelledi: "Yapma... Onları öldürme... Eğer onları öldürürsen, onlar tüm şehri öldürecek... Çok daha fazla Mavi Rüzgar Ülkesi vatandaşını öldürecek. Sen... Sen zaten birini öldürerek onları uyardın... Bu yeterli... Daha fazla öldürme... Yüzen Bulut Şehri zaten düşmanların eline düştü... Ancak İlahi Anka Ordusu kimseyi öldürmeyeceğini söyledi... Şehrin kan ile dolmasını görmek istemiyorum..."
(Ç.N: Kusura bakma Lingxi ama söylemem gerek. Sen tam bir... MALSIN!!)
Xiao Lingxi'nin sesi solduğunda Fen Juechen'in kalkmış eli yavaşça indi... O anda Feng Huewi kendisini çevreleyen ölüm gölgesinin kaybolduğunu hissetti. Boş boş Xiao Lingxi'ye baktı... Bu kız şeytanın göğü dolduran öldürme arzusunu anında sona erdirmişti.
Fen Juechen yavaşça döndü: "Sizi bugün öldürmeyeceğim. Ama Yüzen Bulut Şehrinde bir kişiyi bile öldüremeye cüret ederseniz, sizden on binini öldürürüm! Eğer on kişiyi öldürürseniz, sizden yüz binini öldürürüm!" Xiao Lingxi'ye baktı: "Eğer onun saçının teline dokunursanız... Hepinizi oracıkta... katlederim!!"
Fen Juechen aniden kolunu kaldırdı ve saldırdı.
Boom!!!
Tüm Yüzen Bulut Şehri titredi ve aşırı baskıcı bir patlama duyularak, herkesin geçici olarak duyma yetisini kaybetmesine neden oldu. Herkes bilinçsizce yukarı baktı ve uzakta devasa bir zifiri karanlık girdap olduğunu gördüler... Ama bir an sonra bu girdap kayboldu. Ancak o anda Feng Huwei kalbi neredeyse parçalanacağı kadar panik olmuştu. İstemsizce haykırdı:
"Hük... Hükümdar!!!"
(Ç.N: Yun Che'den hızlı gelişen birini bulduk ???? Adamın dibi Yuanba da damar vardı bekliyorduk da Fen Juechen ne olmuş böyle len ???? )
Sesi korkusunun altında çatallandığı için tek bir kişi bile ne dediğini açıkça duyamadı.
Boşluğun çatlamasına neden olmak için kaynak gücünü kullanmayı İmparator Kaynak Alemindeki biri yapabilirdi. Ancak gelişigüzel bir şekilde devasa bir boyutsal kara delik oluşturmak... Açıkça Egemen Kaynak Alemi gücü ile yapılabilirdi!!
Onların güçlü İlahi Anka Tarikatlarında birkaç on tane Egemen Kaynak Aleminde olan kişi vardı. Ancak bu Hükümdarlar tarikatlarının mihenk taşıydı; onlar tarikat liderlerinin bile saygı gösterdiği kişilerdi ve Yedi Ulus içinde sadece onların imparatorluğu Hükümdarlara sahipti.
Mavi Rüzgar Ülkesinin uzaktaki küçük bir şehrinde bir Hükümdarın olacağını hayal etmeye bile cüret edemezdi... Üstelik o yirmili yaşlarda gibi gözüküyordu!
O gerçekten güçlü bir Derebeyi idi ancak bir Hükümdarın önünde tek bir yumruk ile ezilebilecek bir karıncadan farksızdı.
"Biz... Biz sadece şehri işgale geldik... Kesinlikle tek bir vatandaşı bile... Öldürmeyeceğiz."
Her ne kadar Feng Huwei büyük general olan unvanını korumak için tüm gücü ile sesini sakinleştirmeyi denese de sesi bastırılamayacak kadar titriyordu.
"Kaybol!"
Fen Juechen'in cevabı duygusuz bir şekilde verdiği tek kelimeydi.
General Huwei'nin tüm hayatına bakıldığında böyle bir sözü ona kim söylemeye cüret edebilirdi? Ancak bugün kızgınlık şöyle dursun, Feng Huwei tek bir şey bile söylemeye cüret edemiyordu. Birkaç adım geri çekildi ardından yerdeki Ateş Mastif'ini sürükleyerek yapabileceği kadar hızlı bir şekilde ters yönden kaçtı ve hızı her saniye daha da arttı, Onu takip eden ordu sanki büyük bir af almış gibiydi, ellerinden geldiğince hızlıca kaçtılar ve şehrin kapılarından çıktılar. Durduklarında soğuk terler ile sırılsıklam olduklarını sonunda hissedebildiler.
"O... Da... Kimdi?!” Feg Huwei şiddetle nefes aldı. Elleri hala titriyordu. Biraz önce karşıdaki kişinin adını söylemeye bile cüret edememişti...
Şehrin valisi Yuwen Tao ve Situ Nan da hızlı bir şekilde geldi. Çevredeki vatandaşlar da kalmaya cüret edemediklerinden titreyerek kaçmışlardı. Elleri göğsünde bir şekilde Xiao Lingxi Fen Juechen'e doğru konuştu: "Teşekkür ederim, Büyük Kardeş Fen."
"... Bana teşekkür etmene gerek yok." Fen Juechen konuştu. Sesi soğuk olsa da tonunu elinden geldiğince sıcak yapmayı deniyordu: "Sen olmasaydın üç yıl önce ölmüş olurdum. Yapmamı istediğin her şeyi yapacağım. Ölmemi istesen bile... Dört Kutsal Bölgedeki herkesi öldürmemi bekledikten sonra sana canımı vereceğim!"
(Ç.N: Ooo ilginç bir durum ortaya çıkıyor yavaştan)
"Hayır!" Xiao Lingxi kafasını salladı. Yarım yıl önce Fen Juechen benzer şeyleri ona birçok kez söylemişti: "Bana böyle olmana gerek yok. Hayatın senindir, başkasına ait değil. Başkalarının hayatı da aynıdır... Eğer, eğer gerçekten benim için bir şey yapmak istiyorsan o zaman masumları isteyerek öldürme!"
"İnsanlar öldüğünde bir daha gelmiyorlar... Onlar bir daha görülmediğinde... Onları önemseyen insanlar hayatları boyunca acı çekiyor... Ben..."
Yun Che'nin figürü Xiao Lingxi'nin gözleri önünde geldi ve ses çıkarmadan ağlamasına neden oldu.
Onun göz yaşlarını gördüğünde Fen Juechen neden ağladığını anlamıştı. Derinlemesine iç çekti ve döndü: "Bu yarım yılda tek bir kişiyi bile öldürmedim. O kişi senden avantaj sağlamaya çalışıyordu, bu suçu için öldü. Yeteri kadar güçlü olduğumda ve öldürmem gereken kişileri öldürdüğümde... Her dediğini dinleyeceğim."
Siyah sis toplandı ve Fen Juechen ortadan kayboldu.
Hava sabitti, tek bir kişi bile görülmüyordu. Xiao Lingxi elleri ile yüzünü kapadı, dudakları kalpleri parçalayacak bir ses çıkardı: "Küçük... Che..."
----------ÇEVİRME NOTU---------
Ah ulan ah... Bu Lingxi mal falan ama seviyor bizimkini. Neyse yine kıyamadık koca gönlümüz yüzünden...
Yun Che neler yapıyor? Fen Juechen'in yaptıkları nelere yol açacak? Şehre saldırı olacak mı? Vatandaşlar neler yapacak? Merak mı ediyorsunuz? O zaman... Bekleyin, okuyun ve öğrenin ????
Epik Novel © 2017 | Tüm hakları saklıdır..