Bölüm 653

avatar
16115 43

Against The God - Bölüm 653


 

Bölüm 653 - Geri Döndüm…



“Kim… Kimsin sen… Neden benim Kutsal Anka Orduma saldırıyorsun…”



Qi Zhencang, Kutsal Anka Ordusunun başkomutanı… Her türlü büyük savaş sahnesinde deneyimi vardı. Hatta Filo Gelgiti ve Kara Şeytan Ülkesi uluslarının büyük lordlarıyla savaşmıştı. Kafasını yukarı kaldırdı ve öyle bir kükredi ki sanki yeri göğü sarsacaktı. Fakat kükrediği anda çıkan seste bastırılmış korku vardı. Özellikle son bir kaç kelimede dişlerinin titreme sesini kendi bile duyabiliyordu.

 

Kaynak enerjisinin aurası, inanılmaz derecede korkunçtu fakat onu daha da korkutan şey, gökyüzünü ve güneşi saran öfkeli atmosferdi. Bu öfke altında, savaş alanı sanki büyük bir siyah delik içerisindeymiş gibiydi… Binlerce, hatta milyonlarca aç alfa gri kurt bile böylesine dehşet verici bir aura yayamazdı… Ve dahası bu aura sadece bir kişiden geliyordu!

 

Onun görünüşü bile bütün savaş alanının donmasına ve aniden ölüler diyarına dönmesine sebep oldu.

 

Yun Che’nin öfkesi gittikçe artıyordu ve vücudundaki her hücrenin öfke patlaması geçirdiğini hissedebiliyordu. Yun Che, çok hızlı bir şekilde buraya özlem ve sevinç duyguları içinde gelmişti. Bütün sevdiği ve uzun süre özlediği kişileri görmeye, yeniden bir araya toplanmaya gelmişti… Fakat anavatanını işgal edilmiş ve her yeri yakılıp yıkılmış bir şekilde göreceğini düşünememişti!

 

Bu olay Yun Che’nin, Kaynak Gökyüzü Kıtasındayken kontrolünü ikinci kez kaybettiği olay olmuştu… İlk seferi, Xiao Lie ve Xiao Lingxi’nin Yanan Cennet Klanı tarafından kaçırıldığı zamandı. Fakat bu olay öncekine göre kontrol edilemez bir durumdu! Öfkesi alevlerle birleşti ve şiddetli bir şekilde alevler yükselmeye başladı. Gördüğü dünya bile gözlerine kızıl görünmeye başladı.

 

Qi Zhencang’ın sesi uzaklardan geliyordu. Yun Che’nin vücudunun etrafındaki alevler, çok şiddetli bir şekilde gökyüzünden Kutsal Anka Ordusunun üzerine yağmaya başladı.

 

Beş kilometreden uzakta olan yerler bile sarsıldı. Yun Che, etrafında olan alevleri aşırı şiddetli kaynak enerjisi fırtınasına dönüştürdü ve düşmanlara doğru fırlattı. Kutsal Anka Ordusunun sayısız askeri, yere kapaklanmış bir şekilde korkudan ağlıyorlardı. Hatta atlı birimleri bile korkudan çığlık atıyorlardı. Her biri endişe içinde yerden kalktılar ve gökyüzünden düşen kişinin gölgesine baktılar. Bütün hepsinin göz bebekleri patlayana kadar büyümüştü…

 

Çünkü, hayatlarında gördükleri en dehşet verici sahneydi.

 

Yun Che’nin yere ayak basmasıyla, beş kilometre etraftaki yerde çökmeler meydana geldi. Bütün her yerde çatlaklar oluşmaya başlamıştı, yeryüzünde oluşan en büyük çatlak üç yüz metre genişliğindeydi. Etrafındaki üç bin metrelik alanda her yer Kutsal Anka Ordusu askerleriyle doluyken bir anda hepsi yok olmuştu ve hatta ceset yığınları bile iz bırakmadan yok olmuştu… Biraz sonra, zırh parçaları ve cesetler gök yüzünden düşmeye başlamıştı, gerçek bir kan yağmuruydu!

 

“He… pi… niz… Ö… le… cek… si… niz!!”

 

Sayısız Kutsal Anka Ordusu askeri, korku ve dehşet içinde olduğu yere çöktü. Arkadaşlarının sözleri bile onlara güven vermedi, çünkü Yun Che’nin söylediği sözler, onların kulaklarında çınlıyordu… Bir insanın sesine hiç benzemiyordu, sanki Azrail’in ölümcül lanet ıslığıydı.

 

“Bu… Bu bir Hükümdarın gücü!”

 

Feng Feiheng, sesi titreyerek konuşmuştu. Mavi Rüzgâr Ulusunun bölgesinde neden bir Hükümdarın ortaya çıktığını anlamıyordu… Küçük Mavi Rüzgâr Ulusunun, en zirvesindeki kişinin kaynak alemi sadece Tahttı. Nasıl olurda bir Hükümdar, böyle ezik bir ulus ile dost olabilirdi. Diğer türlü, bir Hükümdar tüm evrene yukarıdan bakarken, onun gibi onurlu bir varlık neden böylesine küçük bir ulus olan Mavi Rüzgâr Ulusuna yardıma geliyordu!

 

“Ne? Hü… Hükümdar!?” Feng Feigheng’in bu söyledikleri, Qi Zhencang ve Duan Qinghang’ın yüzlerindeki renklerin, korkudan gitmesine yol açtı. Sadece Taht olmalarına rağmen ‘Hükümdar’ kelimesinin ne anlama geldiğini çok iyi biliyorlardı! Kutsal Anka Uluslarında, Kutsal Anka Tarikatının Lideri olan Feng Hengkong bile Derebeyinin zirvesindeydi ve diğer elli altı tane Yaşlı ise sadece orta dereceli Derebeyiydi… Bütün Kutsal Anka Cemaati içerisinde, sadece Büyük Cemaat Ustaları ve Büyük Yaşlılar vardı ve bunlar arasında birkaç tane sağlam kişi vardı. On taneden fazla Hükümdar vardı ve bu kişiler, Kutsal Anka Cemaatinin gerçek kurucularıydı. Onların varoluşları, diğer kişilerden çok çok üstündü. Neredeyse yüzlerini hiç göstermediler ve ne zaman Feng Hengkong onlar ile buluşmaya gitse, her zaman onlara karşı çok saygılı olmuştu.

 

Milyonlarca Kutsal Anka Ordusu askeri Mavi Rüzgâr Ulusunu yerle bir etmeye yeterdi, fakat bir Hükümdar ile karşı karşıya geldiklerinde milyonlarca karıncadan hiçbir farkları kalmıyordu. 

 

“Komutan Qi, eğer o gerçekten bir Hükümdar ise… Ne yapacağız…” Duan Qinghang titrek bir sesle böyle dedi. Hayatının çoğunu savaş alanında geçirmiş olan bu kişi, kendi ordusundan onlarca kat daha fazla olan bir orduya karşı savaşırken bile hiç panik yapmamıştı, fakat bir Hükümdar karşısında, “ordu” kelimesinin hiçbir anlamı yoktu!

 

Çünkü bu kadar yüksek seviyeli bir alemde olan bir kişi, diğerlerine gökyüzünden bakardı… Asker sayıları, silahlar, ordunun pozisyonu, moral, strateji… Bunların hepsi Hükümdar karşında soğuk bir espriden farksızdı.

 

“Böyle olmamalıydı… Kesinlikle böyle olmamalıydı! Bu nasıl mümkün olabilir, bir Hükümdar buraya Mavi Rüzgâr ulusunu kurtarmaya gelmiş!” Feng Feiheng dişlerini gıcırdattı ve dedi ki, “Bırakın da onun yanına gideyim ve…”

 

Bu sırada Feng Feiheng’in sesi bir anda kesildi, çünkü Yun Che’nin vücudunun etrafındaki alevler kaybolmuş ve kan yağmuru durmuştu, bu yüzden Yun Che’nin yüzünü net bir şekilde görebiliyordu… O anda gözlerini ansızın kıstı, sesi kısılana kadar bağırarak, “Yun… Yun Che!!”

 

Qi Zhencang ve Duan Qinghang, Yun Che’nin ismini çok defa duymuşlardı fakat yüzünü hiç görmemişlerdi. Kutsal Anka Tarikatının Yaşlısı olan Feng Feiheng’e göre üç yıl önce Yun Che, Yedi Ulusun Sıralama Turnuvasındaydı… Bu turnuvada olanlardan sonra onun yüzünü asla unutamadı.

 

Feng Feiheng, Yun Che’nin ismini bağırarak söylediğinde, Cang Yue’nin gözleri Yun Che’yi arkasından gördüğü için donakalmıştı. Gözleri bulanıklaşıyor ve dudakları titriyordu, fakat dudaklarından tek bir kelime bile çıkmıyordu. Kollarını Yun Che’nin olduğu yere doğru uzattı ve ayakları bilinçsiz bir şekilde ona doğru ilerlemeye çalıştı. Fakat görüşü gittikçe bulanıklaşıyordu, hata gittikçe vücudundaki bütün dayanma gücü kayboluyordu, bu yüzden yavaşça yere doğru düşüyordu…

 

“Majesteleri!” Dongfang Xiu ve Qin Wushang panik içerisinde onu yakaladılar, fakat altın bir gölge ellerini salladı ve arkasından gelen inanılmaz şiddetli bir fırtına onları arkaya doğru itti. Aniden savunmasız kaldılar, neredeyse gerisin geri yere çakılacaklardı. Cang Yue neredeyse yere düşecekken, altın elbiseler içerisinde olan adam tarafından kollarına alındı. Bütün herkes altın elbiseli adama doğru baktı ve gözleri öylesine büyüdü ki gözlerinden konuşuyorlar gibilerdi. Hep bir ağızdan sadece şu kelimeler çıktı.

 

“Yun… Yun Che!”

 

“Bu gerçekten sen misin!”

 

Yun Che, Cang Yue’yi kollarında tutuyordu ve ilk başlarda kontrolünü kaybeden Yun Che’nin öfkesi bir anda derin bir sevgi, yumuşak bir his ve mutluğun tatmin edici hissiyatı sayesinde yok olmuştu. Biraz önce arkası ona dönüktü fakat Cang Yue surlardan aşağıya düşerken, sanki kalbinin derinliklerinden bir ses onu çağırıyordu. İçgüdüsü yüzünden hemen geriye döndü ve onun düşüşünü görür görmez ona doğru uçup, kolları arasına aldı. (TKN: )

 

“Yue’er…” Üç yıl önce kollarına aldığı vücuttan daha güçsüz bir vücudu kollarına almıştı. Kalbinde inanılmaz bir acı oluşmuştu ve nefret mi yoksa mutlu mu hissetmeli bilemiyordu. Yun Che, Mavi Rüzgâr Ulusuna gelen bu felaket ötesi savaştan nefret ediyordu, çünkü bu üç yıl içerisinde olan biten bütün lanet olası baskıların hepsi, biricik Cang Yue’nin üzerine yüklenmişti. En azından zamanında yetişebildiğine seviniyordu, bu yüzden onu hâlâ kollarında tutuyordu. 

 

Eğer biraz daha gecikseydi… Oluşacak şeyleri düşünmek bile istemiyordu.

 

Cang Yue’nun gözlerine sis perdesi inmiş gibiydi, etrafı bulanık görüyordu. Kollarında olduğu Yun Che’ye bakmaya çalıştı. Bu sırada Yue’er o kadar takatsiz bir durumdaydı ki, onun bu hâli insanların kalbini acıtmıştı. Dudakları yavaşça hareket etti ve sanki rüyadaymışçasına bir ses çıktı, “Koca… cığım… Bu gerçekten… Sen misin…”

 

“Benim! Benim!” Kafasını olabildiğince yavaş sallayarak onayladı ve “Geri döndüm…” dedi.

 

“Yoksa ben… Rüya mı… Görüyorum…”

 

“Hayır… Kesinlikle bu bir rüya değil!” Yun Che, hemen Cang Yue’nin elini tuttu ve kendi yüzüne değdirdi ki vücut ısısını hissedebilsin. “Bak, ben buradayım. Tek parça halimdeyim… Bana yakından bak, bu bir rüya değil. Ben ölmedim… Henüz ölmedim… Benim sevgili karım beni beklerken, nasıl olurda ölüp seni yarı yolda bırakırım…”

 

Sıcaklık, beden ve koku… Yun Che’yi rüyalarında bile özlüyordu… Cang Yue’nin gözlerinden yaşlar akmaya başladı… Bu sırada kırmızı Anka, savaş, ulusun yıkımı, kararlılık, nefret… Artık hiç bir şeyin önemi kalmamıştı. Cang Yue’nin yanına dönen insan figürü, bir rüya gibi onun bütün ruhunu ve kalbini her türlü mutluluk ve sevinç duygusuyla doldurmuştu. Yun Che’nin yüzünü elini hiç çekmeden okşadı. Görüşü hala bulanıktı ve sesi boş bir hayalde konuşuyormuş gibiydi, “Küçük Kardeş Yun… Kocam ölmemiş… Bu çok iyi… Bu… Çok… İyi…”

 

Kısık sesle ağlamaklı bir şekilde konuşurken kolları yere doğru düştü ve gözleri de yavaşça kapandı… Kalbi ve ruhu büyük bir şok içerisindeydi. Yun Che’nin kollarında bayılmıştı ama hâlâ gözlerinin kenarından akan gözyaşları vardı.

 

Yun Che, avucunu onun göğüş kafesine bastırdı; göğün ve yerin enerjisini onun vücuduna aktardı. Ruhunun canlılığı inanılmaz bir derecede zayıflamıştı; Yun Che, onun muhtemelen günlerdir uyumadığını anlamıştı.

 

“Yue’er, iyi dinlen… Geri kalanını ben hallederim.” Yun Che, yumuşak bir sesle mırıldandı. Cang Yue’yi kucağına aldı, yavaşça olduğu yerden ayağa kalktı ve yüzleri kızarmış olan Dongfang Xiu ve Qin Wushang’a dönüp, hafifçe eğildikten sonra dedi ki, “Saray Şegi Dongfang, Saray Şefi Qin, benim biricik karım Yue’er’i koruduğunuz için teşekkür ederim… Şu ana kadar çok sıkı bir şekilde çalışıp onu koruduğunuz için teşekkür ederim.”

 

“Bu… Bizim işimizin bir parçası.” Yun Che’ye baktığında, Dongfang Xiu’nun ifadesi hiç sakin görünmüyordu. Üç yıl önce Yun Che, İlkel Kaynak Ark’ına sıkışıp kaldığında hayatta kalmak için hiçbir yol yoktu. Mavi Rüzgâr Ulusu, Refakatçi Prensini ve en parlak incisini kaybetmişti. Fakat… O hayatta kaldı ve geri döndü! Ve “dünyaları sarsan” bir güce sahip olarak geldi!

 

Yun Che’nin artık ne kadar güçlü olduğunu tahmin edecek cesareti yoktu, çünkü Kutsal Anka Tarikatı Yaşlısını kendi gözleri önünde birkaç nefes alma zamanında yok etmişti… Zamanında Mavi Rüzgâr Kaynak Sarayına taşınan bu genç, şimdi onun göremeyeceği kadar fazla kaynak gücüne sahip olmuştu.

 

“Geri döndüğünü görmek güzel... Gerçekten harika.” Qin Wushang yavaşça kafasıyla onayladı, o kadar şaşkına dönmüştü ki ne söylemesi gerektiğini bilmiyordu.

 

Xiao Yun ve diğerleri, gökyüzünden aşağı inerek Yun Che’nin arkasına geçtiler. Yun Che, kollarında tuttuğu biricik karısı Cang Yue’yi, Göğün Altında Yedi Numara’nın kollarına emanet etti. “Yedi Numaralı Kız Kardeş, onu benim için koru. O benim karım.”

 

Göğün Altında Yedi Numara, kafasını ciddi bir şekilde sallayarak dedi ki, “Büyük Kardeş Yun, endişelenme. Ben ölmedikçe, kimse onun yanına bile yaklaşamaz.”

 

“Mn.” Yun Che kafasını yavaşça salladı, hiçbir eğlence ya da üzgünlük ifadesi yoktu. O kadar sakindi ki, onun bu sakinliği insanların kalplerine dehşet saçıyordu. Gözlerini Xiao Yun’a çevirdi ve aniden dedi ki, “Xiao Yun, daha önceden birini öldürdün mü?”

 

“Ha?” Xiao Yun bir süreliğine kalakaldı ve sonra kafasını sallayarak “Ha… Hayır.” dedi.

 

Yun Che etrafına döndü, kuzeyde sürü halinde duran Kutsal Anka Ordusuna bakıyordu, öfke ve ölüm saçan niyeti gözlerinden okunuyordu, “Eğer gerçek bir erkek olmak istiyorsan, şu andan itibaren ellerini düşmanın taze kanına bulamalısın!!”

 

Konuşması bittiğinde, Yun Che’nin vücudundan dışarıya doğru çıkmak isteyen bir şey vardı. O da Mavi Rüzgâr Ulusuna cehennemin derinliklerini yaşatan Kutsal Anka Ordusuna beslediği sonsuz nefretti.

 

Xiao Yun olduğu yerde kalmıştı, ne yapacağını bilmiyordu.

 

“Benim elf klanımın nefret ettiği bir şey varsa o da ölüm ve savaştır.” dedi Göğün Altında Bir Numara ve yavaşça konuşarak devam etti: “Bugün, senin yerinde olsaydım, kesinlikle bütün bedenimi düşmanın taze kanıyla kaplardım… Zamanında sakin ve barışçıl olan bu ulusa yakından bak. Düşmanlar tarafından işgal edilmeye çalışan ve bu ülkenin barışçıl vatandaşlarının yerde olan kanlarına bak… Bu ülkeye büyük bir yara açıldı, on binlerce askeri öldü… Böylesine büyük bir suç işleyen düşman affedilemez. İnsanlığını, hoşgörüsünü ve merhametini kaybedenler sadece şerefsiz değiller, aynı zamanda büyük orospu çocuklarıdır!”

 

“Şunu aklından çıkarma; burası sadece Yun Che’nin vatanı değil... Senin de vatanın!”

 

Xiao Yun: “!!!!” 

 






Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 46883 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr