Bölüm 682: Yeniden Bir Araya Gelme (2)
"Hayır!" Yun Che kafasını sertçe salladı. Xiao Lie'nin bulanık gözlerine baktı ve hevesle konuştu: "Dede küçük halamı Yanan Cennet Klanından seninle birlikte kurtardıktan sonra 'Hayali Şeytan Ülkesi'nden bahsetmiştim, bunu hatırlıyor musun?"
"Hatırlıyorum." Xiao Lie gözlerini hafifçe kapadı: "Orası çok çok... İnanılmaz uzak bir yerdi."
"O zaman öz ailemin orada olduğunu söylemiştim. O kötü adamlar tarafından yakalanmamışlar ve en sonunda oraya dönmüşler, bu nedenle senin öz torunun da onlarla güvende dönmüştür demiştim. Ayrıca bir gün oraya giderek torununu sana getireceğimi de söylemiştim. Dede bu üç senede kaynak arkının beni nereye götürdüğünü biliyor musun?"
Xiao Lie: "…"
"Orası Hayali Şeytan Ülkesi idi!" Yun Che yüksek sesle konuştu: "Bu cennet tarafından ayarlanmış olmalı. Oraya gitmemden kısa süre sonra öz ailemi buldum!"
Yun Che bunları der demez Xiao Lie'nin zayıf bedeni sarsıldı ve odaklanmamış, bulanık gözleri garip bir ışık ile birlikte titremeye başladı: "Che'er... Dediklerin... Dediklerin... Doğru mu?!!"
Daha önce torunu Yun Che'nin öz ailesini takip etmişti! Eğer Yun Che öz ailesini bulduysa o zaman onlarla olan çocuk da... Öz torunu da...
"Ahhh!!!" Xiao Lingxie elleri ile dudaklarını kapamadan önce haykırdı.
"Kesinlikle doğru! Bana doğrultulmuş on bin bıçak olsa bile dedeme asla yalan söylemem!" Yu Che'nin gözlerindeki ifade inanılmaz sağlamken konuştu: "Sadece öz ailemi de bulmadım, ayrıca..."
Xiao Lie'nin bedeni o anda şiddetle titredi ve elleri de kontrolsüzce sallanıyordu. Bacakları zar zor ayakta durabiliyordu, hafifçe sarsılıyordu... Yun Che kafasını kaldırdı ve Xiao Lie'nin onun arkasında doğru baktığını gördü.
Xiao Yun Yedi Numara ile birlikte avlunun girişindeydi, girip girmemesi gerektiğini merak ederken gergince tereddüt ediyordu.
"Baba!!!" Xiao Lingxi hemen kalkıp aniden kalkan Xiao Lie'yi destekledi. Yun Che de diğer taraftan destekledi. Xiao Yun'u bulduğunu söylememişti ve bununla ilgili bir şey de anlatmamıştı ama Xiao Lie, Xiao Yun'a bakarken duyguları kontrol edilemez bir hal almıştı.... Gerçekten bu dünyada 'soy çekimi' var mı?
"Çocuğum..." Xiao Lie kollarını yavaşça Xiao Yun'a doğru kaldırırken Xiao Yun boş boş baktı. Sesi titredi ve gözleri nemlendi: "Adın... Adın ne?"
"Benim..." Xiao Yun kendini boş boş gösterdi: "Benim adım... Xiao Yun."
"Xiao Yun... Xiao... Yun..." Xiao Lie titreyen sesi ile bu ismi söyledi ve ardından yavaş ve ağır bir şekilde onayladı: "Güzel... Güzel... Xiao Ailesinde doğdu ve Yun Ailesinde büyüdü, güzel isim..."
"Baba, neden bahsediyorsun?" Xiao Lingxi'nin güzel gözleri Xiao Yun'a bakarken yavaşça genişledi ve parçaları birleştirmeye başlarken gözleri de giderek titredi: "Yoksa O... O..."
Xiao Lie titreyen bedeni ile başka bir zor adım daha attı. Boğuk sesi derin bir keder ve heyecan ile doluydu: "Sen gerçekten... Babanın... Gençliğine benziyorsun..."
"Ah!" Xiao Lingxi hafifçe nefes aldı ve olduğu yerde sersemledi. Yun Che hemen neden dedesinn daha Xiao Yun'u tanıştırmadan önce bu kadar heyecanlandığını ve babasının neden Xiao Yun'u gördüğü gibi dedesinin onu kesinlikle tanıyacağını söylediğini anladı. Çünkü Xiao Yun aslında babasının gençliğine benziyordu... Sonuçta Xiao Ying ve Xiao Yun öz baba oğuldu.
"De... De!” Xiao Yun çoktan göz yaşları ile önünde olan yaşlı adama baktı ve tepeden tırnağa garip bir his ile dolarken kendini tutamadı.
Eski hatıralar bir kez daha zihninde ortaya çıkan Xiao Lie'nin her sözü kederliydi: "Daha önceleri, baban seni senin vaftiz babana teslim etmeden önce annen bir gün seni bulabilmeleri için sol koluna bir 'An' karakteri dövmesi yapmıştı... Doğduktan sonra annen sana Xiao An ismini takmıştı. Sol kolundaki 'An' senin ismin ve aynı zamanda senin ve vaftiz babanın tehlikeden güvenle kaçıp gelecekte de senle yeniden bir araya gelmelerinin umudunun sonucu."
Xiao Yun uzun süre sersemledi ve ardından sol kolunu sıvadı. Ön kolunun üst kısmında, küçük, narin bir 'An' karakteri açıkça duruyordu.
Xiao Ying'in küçüklükteki haline benzeyen görünüşüne ve kolundaki 'An' karakterine bakarken... Yun Che'nin açıklama yapmasına bile gerek yoktu, her şey çoktan inanılmaz bir netlikte kanıtlanmıştı.
"Dede." Yun Che gülümsedi ve konuştu: "O zaman sana yalan söylememişim değil mi? Bir gün bir araya geleceğinizi biliyordum. Xiao Yun... O senin deden."
Xiao Yun kalbindeki kontrol edilemez duyguları bastırmak için elinden geleni yaptı. Hızlıca ileri doğru çıktı ve ağır şekilde Xiao Lie'nin önünde diz çöktü: "Torun Xiao Yun, büyükbabasını selamlar... Torununuz vefasızdı. Doğalı yirmi seneden fazla olsa da hala dedeme saygımı ifade edemedim ve dedemin acı çekip endişe duymasına neden oldum."
Xiao Lie göz yaşlarını tutuyordu ama Xiao Yun'un sözlerini duyduğunda gözyaşlarına boğuldu... Torunu ile bir araya geldiği sayısız seferi hayal etmişti. Ama o zaman, onu bizzat tehlike içine koymuşlardı. Hayatta olsa bile onu büyütme sorumluluğunu taşıyamamışlardı. Buna ek olarak bir gün bir araya gelseler bile... Eğer torunu o zaman olanları öğrenirse onlardan nefret etmesi, onları suçlaması veya onları görmezden gelmesi makul bir şeydi.
Ancak o ne suçlamış ne de nefret etmişti, bunun aksine önünde diz çökmüş ve kendine 'vefasız' demişti. Bu dünyadaki en lüks hediye gibiydi. Elini uzattı ve onun kollarından tutarak sonsuza kadar kaybettiğini düşündüğü ve sadece rüyalarında arzu etmeye cüret ettiği en yakın kalan ailesi ile temas etti: "Güzel çocuğum... Nasıl vefasız olabilirsin... Sen güvende ve sağlıklısın, bu yeterli. Senin geri dönmek istemen yeterli. Deden hayatı boyunca sana karşı yanlıştı ama sen yine de bana dede demek istedin ve bu fazlasıyla yeterli! Özür dilemesi gereken biri varsa o da deden olmalı!"
"Dede, böyle söyleme." Xiao Yun'un gözleri yaşlar ile doldu. "Ağabeyim o zaman olan her şeyi bana anlattı. Babam ve dedem çok ahlaklılar ve ahlaklılıkları bulutlara ulaşmış ve ikiniz de inanılmaz asil insanlarsınız. Böyle bir baba ve dedeye sahip olduğum için gururlu ve şanslıyım. İkinizi asla suçlamadım. Ayıca yirmi yıldır Hayali Şeytan Ülkesindeydim, oradaki ailem beni kendi öz evlatları gibi büyüttü ve çok iyi bir yaşam sağladılar. Ama dedem çok fazla acı çekti."
"Senin büyüyüp bir yetişkin olduğunu görebildim ve bu kadar olgun ve sevecen olmuşsun... Yani deden yüz kat veya bin kat daha fazla acı çekse bile şikayet etmez. Güzel çocuğum... Kalk, kalk, hadi." Xiao Lie titreyen kolları ile onun kalkmasına yardım etti ve tüm yüzü heyecandan göz yaşları ile kaplandı.
Yun Che'nin gözleri de biraz yaşardı, sonuçta sonunda dedesinin arzusunu yerine getirebilmişti. Usulca konuştu: "Dede bu sefer Xiao Yun tek başına gelmedi. Gelmeden önce bir aile kurup başarılar elde etti. Hayali Şeytan Ülkesinde on binlerce kişinin üzerindeki Kral unvanını almakla kalmayıp yüksek ailelerden birinin prensesi ile evlendi.”
Yun Che'nin sesi solmadan önce Yedi Numara çoktan Xiao Yun'un yanında diz çökmüş ve konuşmuştu: "Gelin Ufak Yedi dedesini selamlar."
(Ç.N: Bu Ailenin isimlerine de sokam ha nasıl isim lan bunlar ufak yedi zart zurt. Lİttle Seven diye isim mi olur nasıl çevirsem saçma oluyor.)
"Güzel... Güzel..." Her şey çok harikaydı, birbiri ardına şeyler ona sürpriz veriyordu. O anda yüzündeki ifadesi ve gözleri heyecan, neşe ve sonsuz memnuniyet ile doluydu; artık grilik veya ölü gibi durgunluk yoktu.
"Xiao Yun, Yedi Numara, gelin de dedemi tutun." Yun Che gülümsedi ve konuştu: "Aileniz bir araya geldiğinden birbirinize söyleyecekleriniz vardır. Dedemin bedeni şu an zayıf ve ben uzun süre kalmayacağım, yani odasına gitmesinde yardımcı olun."
"Mn!" Xiao Yun göz yaşlarını hemen sildi, Yedi Numara ile birlikte Xiao Lie'nin kollarını tuttu ve yan yana odasına gitmesinde yardımcı oldu. Xiao Lie'nin adımları yavaş ve dikkatliydi ve yüzünde gülümseme ve gözyaşı vardı... Doğrudan ruhundan derin bir memnuniyet ve mutluluk geliyordu.
Yun Che ve Xiao Lingxi onları takip etmedi. Xiao Lingxi Yun Che'nin kıyafetlerini sıkıca tuttu. Gözleri heyecandan gözyaşları ile dolmuşken usulca konuştu: "Bu gerçekten harika... Babamı ilk kez bu kadar heyecanlı ve neşeli görüyorum. Bu harika... Harika..."
"O babamın öz oğlu ve benim de öz yeğenim... Ailemiz bir araya gelme şansını elde etti." Xİao Lingxi alçak sesle mırıldanırken uykusunda konuşuyormuş gibiydi. "Sanki rüyadaymışım gibi."
"Evet, kuralları takip etmesi gereken ve sana Küçük hala demesi gereken kişi Xiao Yun." Yun Che Xiao Lingxi'nin kızarmış yanaklarına baktı ve ciddiyetle konuştu: "Bana gelince, seninle tamamen ilgisizim ve sen de benden bir yaş gençsin. Normalde sana küçük Kız kardeş Lingxi demeliyim ama yıllardır sana boşa küçük hala demişim, bu da böyle bir kayıp işte."
"Küçük kız kardeş... Lingxi?!" Xiao Lingxi hemen parmakları ile Yun Che'nin kolunu çimdikledi ve kızgınlıkla konuştu: "Küçük kız kardeş Lingxi bana demene izin verdiğim bir şey mi?! Ben senin küçük halanım... Ve hep de öyle olacağım! Küçük halanın önünde kıdemline hiç saygı göstermiyor musun?"
"Owowowooww...." Yun Che abartılı şekilde haykırdı ve sanki haksızlığa uğramış gibi konuştu: "Sen açıkça kan akrabalığımız olmadığını biliyorsun... Biraz bile yok."
"Babam senin deden, yani ben hala senin kıdemlinim! Xiao Yun'un yeminli kardeşin olduğunu söyledin ve ben de Xiao Yun'un küçük halasıyım yani bana küçük hala demen gerek!" Yeterli neden belirten Xiao Lingxi'nin yüzü gururlu bir gülümseme ortaya çıkardı: "Öz yeğenim döndüğü için önümde kıdemline saygı göstermeyeceğini sanma. Ve bana küçük kız kardeş Lingxi mi demek istiyorsun? Hmph."
(Bu hatunu da Yun Che’ye verirsen arvadına lanet olsun yazar. Bu hatun Fen reyizin hakkıdır. Sevenleri ayırma!)
"Hmmm..." Yun Che takdir içinde ona baktı ve gülümsedi. Bu gülümseme biraz kötü niyet taşıyordu: "Küçük halam gerçekten unuttu mu? Küçük halamın önünde en iyi olduğum şey kıdemlime saygı göstermemek!"
Yun Che zorla olsa da nazikçe Xiao Lingxi'nin narin bedenini tuttu. Tepki bile veremeden çoktan onun dudaklarını öpmüştü. Narin bir haykırış ağzından çıkacakken bir adamın kokusu tarafından boğuldu.
(Fen Juechen inşallah içinden geçer Yun Che.)
"Ah..." Xiao Lingxi'nin güzel gözleri genişlerken biraz haykırdı ve kolları bilinçsizce biraz Yun Che'nin göğsüne karşı mücadele etmeye çalıştı. Daha önceleri Yun Che onu öpmeye çalıştığında istediğini aldıktan sonra hemen uzağa kaçardı. Ama bu sefer kaçmamıştı ve onun da kaçmasına izin vermemişti. Çabalarken o da dudakları arasındaki tatlılık ile mest oluyordu.
Yavaşça Xiao Lingxi'nin çabalaması zayıfladı ve kolları gücünü kaybederek yavaşça alçaldı ve ardından bir kez daha kalktı. Ona ürkekçe sarıldı. İnce, narin boynu da biraz kalktı. Afallamış şekilde ona cevap vermeye başladı, Xia Lie ve Xiao Yun'un on beş metre uzaktaki evin içinde olduklarını ve onları görebileceklerini unutmuş gibiydi. Yüzünde kırmızılık yayıldı ve yavaşça bedeni ısınarak genç kızlık utangaçlığını eritti.
Uzun süre sonra dudakları sonunda ayrıldı. Xiao Lingxi Yun Che'nin göğsüne yaslanmışken hafifçe nefes aldı. Kirpikleri hafifçe titredi, narin yüzü kiraz gibi kızardı ve gözleri sis gibi odaksızdı. Yun Che ona doğru baktı ve usulca seslendi: "Küçük hala..."
"Konuşma..." Xiao Lingxi’nin alnı göğsüne daha da sıkı bastırıldı ve kolları da onu daha yakından tuttu: "Sadece bu şekilde... Bir süre sarıl..."
"Mn..." Yun Che konuşmayı bıraktı. İkisi de birbirlerine sarılırken zamanın bu anda sonsuza kadar durmasını dileyip varlıklarını hissettiler.
---------ÇEVİRMEN NOTU-----------
Yun Che neler yapacak? Şimdi yolculuk nereye? Toplunun son bölümü nerede bitecek? Merak mı ediyorsunuz? O zaman... Bekleyin, okuyun ve öğrenin .D
Fullbringer Notu: Çok sinirlendim. İkisi de ölür inşallah. Fen reyiz o kadar korudu, tertemiz duygularla sevdi… Ama bu vicdansız hatun ve abaza ipnenin yaptıklarına bak.
Useless notu: Kardeş senin çocukluktan beri birlikte büyüdüğün bir kız olsa sevseniz birbirinizi sonra 3 sene kaybolsan öldün sansalar sonra dönsen. O 3 senede de bu kızı 1.5 yıl biri korusa. Kızın ona mı gitmeisni isterdin? Hıh Yun Che'nin tarafındayım ben peh...
Epik Novel © 2017 | Tüm hakları saklıdır..