Gün henüz ağarmamıştı. Güneş ne zaman kendini gösterecek diye sabırla bekliyordu Ares.
Dağın tepesinde bir zindandaydı. Bu zindanda, sadece en ağır suçları işleyen mahkumlar tutulurdu. Küçük, demir parmaklıklarla kaplı penceresinden izliyordu dışarıyı. Ellerindeki deri kendini içeri çekmişti ve kemikleri derisine yapışmış bir vaziyetteydi. Çıplak gözle görülebiliyordu. Vücudu çökmüş bir haldeydi ve gözleri kan çanağına dönmüştü. Uzun bir süredir uyumadığı gözlerinden anlaşılıyordu.
Bir süre daha durdu küçük pencerenin önünde… ve sonunda. Güneş kendini göstermeye başlamıştı.
Aciz insanoğluna, bir lütufmuşçasına yavaş yavaş gösteriyordu kendini.
Koridordan gelen sesler üzerine bir iç çekti. “Zamanı geldi.” diye mırıldandı.
Gardiyanların dakik ve tertipli olması takdirini kazanmıştı, her ne kadar düşman olsalar bile.
Kalın, ağır, demir bir kapısı vardı kaldığı zindanın. İçindeyse sadece bir kova ve taştan bir yatak. Bu zindanın duvarları çok özeldi. Aslında özel olan bu zindanın kendisiydi. Bu zindanın kim veya kimler tarafından yapıldığı bilinmiyordu. İnsanlar kendini bildi bileli bu zindan vardı. Dağın içine oyulmuş bir zindan. Duvarları öylesine sertti ki imparatorluğun atası bile bu duvarları gücüyle yok edememişti. Zindanın belki de savunmasının en düşük olduğu yer ağır demir kapıydı. Lakin o bile başlı başına imkânsız bir işti.
Demir kapıya yerleştirilen anahtar sesini duyduğunda istemsizce irkildi Ares. Her ne kadar kendini korkusuz olduğuna inandırsa da sadece bir insandı nihayetinde. Korkmak her insanın tabiatında vardı.
Ağır demir kapı açıldığında, ardında 3 gardiyan belirdi. Bunlar Dağ Zindanının özel gardiyanlarıydı. Bu gardiyanların hepsi seçkin kimselerdi. Dağ zindanında gardiyan olabilmek için bilge alemine ulaşmak gerekiyordu. Küçük krallıklarda bilge alemindeki insanlar belki de ülkenin ileri düzey askeri mertebelerinde kolayca iş bulabiliyorken Alsirya İmparatorluğunda bu seçkin insanların ulaşabileceği maksimum makam mevki ya devlet dairelerinde orta seviye bir memur, ya orduda küçük bir bölük komutanlığı, ya da en iyi ihtimalle dağ zindanı gardiyanlığıydı.
Gardiyanlar küçük pencerenin önünde duran figüre baktılar. Daha 1 hafta öncesine kadar tüm imparatorluğun veli nimetinin şimdi bu hale geldiğini görünce üzülmeden edemediler.
“Altesleri Ares, vakit geldi.” diye konuştu bir süre sonra gardiyanlardan biri.
Genç adam bir iç çekti ve yüzünü döndü gardiyanlara. “Bana artık Altes demenize gerek yok. Artık bir prens değilim.”
“Biz…” bir şey söylemek isteseler bile ne söyleyeceklerini bilemediler.
Elini hafifçe kaldırdı Ares. “Açıklama yapmanın lüzumu yok. Daha fazla beklemenin de öyle. Hadi gidelim.”
Genç adam derin bir nefes aldı ve gardiyanların önüne düşüp ilerledi zindanın soğuk koridorlarında.
Dağ zindanının soğuk ve loş koridorlarında ilerlerken yaşananlar geldi aklına.
3 ay önce annesi amansız bir hastalığa yakalandığında Ares, annesi Elena’yı tedavi ettirmek için birçok doktor getirtmişti. Fakat ne kendi ülkesindeki ne de diğer ülkelerden gelen doktorlar annesini tedavi edememişti.
2 ay boyunca annesi iyileşemeyince Kral Edward, uzun zamandır birlikte olduğu 1. Cariye Rebecca ile evlenip onu kraliçe ilan etmişti.
Annesi Elena bu olaydan sonra daha da kötü olmuştu. Ama bir gün Ares annesinin tedavisi için bir yol bulmuştu. Bu tedavi rakip imparatorluktaki baş hekim tarafından geliştirilmişti.
Bu olayı annesine anlattığında annesinin gözlerinde beliren umut hala aklındaydı.
Ares, babası kral Edward’a her ne kadar annesi yüzünden sinirli ve kırgın olsa da yüzünü kızartıp bunu babasıyla paylaştı. Fakat babası rakip krallığın doktorunun bu tedavi için çok büyük bir servet istediğini, bu yüzden kabul edilemez olduğunu söyleyince Ares ’in gözlerindeki umut yavaş yavaş söndü. Babasına duyduğu kızgınlık ve kırgınlık ise nefrete dönüştü.
Ares buna rağmen pes etmedi. Kendisine ait bütün varlıkları sattı. Alabildiği herkesten borç aldı. 2 gün sonra elinde devasa bir para vardı.
Ama geç kalmıştı.
Eve geri döndüğünde yatağında huzurla uyuyan annesini görünce kızgınlık, öfke ve hüzün doldu içi.
Annesinin ailesi ülkenin 4 asil ailesinden biriydi. Zaten Ares ‘in yüksek meblağda para toplayabilmesinin ana sebebi de buydu.
Annesi amansız bir hastalığa sahip olsa bile ölümünün şüpheli olduğuna dair ipuçları bulmuştu. Annesinin özel hizmetçisi kayıptı!
Kraliçe Elena’nın ölümünü araştırınca, zehirle öldürüldüğünü anladılar. Bunu anladıklarında ise küçük çaplı bir kıyamet koptu ülkede.
Ares bunun yeni Kraliçe Rebecca tarafından yaptırıldığını çok iyi biliyordu. 1. Cariye olduğundan beri gözü hep kraliçe tahtındaydı.
Ares annesinin ölümü üzerine bütün mantığını kaybetmişti o gün. Kraliçe Rebecca’yı öldürmeye çalıştığı ve başarısız olduğu gün kendi babası tarafından hain ilan edilmişti. Ona yardım eden annesinin asil ailesinin atası ise idam edilmiş ve aile yarı asil konumuna düşürülmüştü.
İmparatorluk ailesinden birinin idam edilmesi imparatorluk yasalarına aykırı olduğundan Ares idam edilmemiş bunun yerine dantianı ve meridyenleri parçalanmış, akabinde ölüm toprakları adı verilen okyanus aşırı bir kara parçasına sürgün edilmesine karar verilmişti.
Dantianı ve meridyenleri parçalanmış 17 yaşındaki birinin bilinmeyen, vahşi yaratıklar ile dolu bir bölgeye sürgün edilmesi demek aslında zaten idam demekti.
Aslında Ares çok yetenekli biriydi. Herkesin enerji kanallarının oluştuğu yaş olan 9 yaşında yetenek taşında yeteneği ölçülen Ares’in yeteneği 2 Mor çizgi çıkınca tüm krallık şok olmuştu. Tüm gezegende kabul edilen yetenek değerlendirme taşı vardı. Sırayla sarı, mavi, kırmızı, mor, siyah diye ayrılmış 5 seviye vardı, sarı en düşük yetenek seviyesi iken siyah en yüksek yetenek seviyesiydi. Her rengin üzerinde 5 çizgi vardı, Ares’in babasının yeteneğinin 5 kırmızı çizgi olduğu düşünüldüğünde Ares’in yeteneği mükemmel kabul ediliyordu. Henüz 12 yaşında enerjiyi hissedip temel aleme girince ailesi çok sevinmişti. 16 yaşına geldiğinde temel alem 5. Seviyeye gelmişti. Bu inanılmaz bir başarı olarak tarihe geçmişti.
Fakat 16 yaşından sonra pek ilerleyemedi. Babasının 1. Cariyesinden bir çocuğu olmuştu. Bu dünyada bir kralın cariyeden çocuk yapması demek cariyeye en az kraliçe kadar önem veriyorum demekti.
Babasının kendisine ve annesine olan ilgisinin ve sevgisinin azaldığına gün be gün şahit oldu Ares.
Babasına olan son sevgi parçacığı annesi öldüğü gün bitmişti.
Koridorun sonuna ulaşmışlardı.
Dağdan aşağıya inen merdiven on bin basamaktan fazlaydı. Basamakların sonunda ise meydan vardı, küçük bir meydan.
Aşağı bakıyordu Ares. Meydanda toplanan asillere, kral ve kraliçeye bakıyordu.
Annesinin ailesinden hiç kimseyi göremeyince önce şaşırdı, fakat çok geçmeden gülümsedi. Ailenin atası yani Ares ‘in dedesi de ölünce, kimse Ares ’e yakınlık göstermek istememişti. Fakat çok da önemsemedi. Çünkü artık aile diyebileceği kimse yoktu. Bu her ne kadar onu biraz üzse de aslında ardında kimse kalmadığı için sevinçliydi.
Meydanda kral, kraliçe ve 3 asil ailenin üyeleri vardı. Onlar haricinde bir de kralın muhafızları.
Bu yaratıklar insanlar kadar zeki olmasalar da sahiplerinin e
Bu yaratıklar insanlar kadar zeki olmasalar da sahiplerinin e
Bu yaratıklar insanlar kadar zeki olmasalar da sahiplerinin emirlerini anlayıp onları yerine getirebilecek kadar zekaya sahiptiler. Bu da kral için yeterliydi zaten.
Ares yavaş adımlarla inmeye başladı merdivenden. Aşağıdakilere soğuk ve duygusuz gözlerle bakıyordu. Fakat aynı zamanda kalbi deli gibi atıyordu. Cezasının geldiği gün. Sürgün toprakları. Korkuyordu, ama korkusunu belli etmemek için elinden gelen her şeyi yapıyordu.
Biraz uzun sürmüştü fakat sonunda son basamağı da geride bırakmıştı. Sağında, solunda ve arkasında birer gardiyan vardı.
Ares yavaşça etrafta gözlerini dolaştırdı. Tepeden bakınca herkesi net görememişti. Şimdi insanların ona acıyan bakışlarını net bir şekilde görebiliyordu. İki kişi hariç. Kral Edward ve Kraliçe Rebecca. Kral ve kraliçenin yüz ifadeleri sabitti. Ama Ares Kraliçenin gözlerindeki eğlenen mutlu ifadeyi görebiliyordu.
Kral bir süre Ares ’in gözlerine baktı. Bir mahkûmda olsa, idam edilecek bile olsa herkes kralın karşısında eğilip, kralı selamlamak zorundaydı.
Kral, Ares ’e bakıp üzerinde bu psikolojik baskıyı kurmaya çalışırken Ares babasına bakmıyordu, soğuk gözlerini kraliçeye dikmişti.
Aslında mevcut gücüyle Kralın, Ares ’e sadece aura baskısıyla bile boyun eğdirmesi onun için çok basitti. Lakin kral, Ares ’in zayıf vücudunu görünce onu yanlışlıkla öldürmemek amacıyla aurasını dizginlemişti.
“Benim için bu kadar hazırlığa gerek yoktu majesteleri.” Diye sonunda konuştu, güçsüz bir şekilde Ares. O sırada gözlerini babasına çevirmişti.
Kral hiçbir şey demeden Ares ’e bakmayı sürdürünce Ares sonunda babasının ne istediğini anladı.
“ah, hahaha. Sanırım Kralın karşısında eğilip saygılarımı göstermemi istiyorsunuz. Maalesef vücudum çok güçsüz. Bu yüzden eğilemediğim için majestelerinin beni affetmesini umuyorum.” Ares alayla karışık konuştu.
Kısa bir sessizliğin ardından kral arkasındaki adama eliyle bir işaret verince, kralın arkasındaki muhafız komutanı öne çıkarak yüksek sesle konuşmaya başladı.
“Altesleri Ares, mahkeme kararına göre 1 hafta önce Alsirya İmparatorluğu’nun Kraliçesi, Kraliçe Rebecca ’ya karşı başarısız suikast girişiminden ötürü Ölüm Topraklarına sürgüne gönderilme cezası aldınız. Kralın evcil yaratığı sizi ölüm topraklarına bıraktıktan sonra geri dönecektir. Eğer ölmez hayatta kalırsanız dahi başka insanlara kimliğinizden bahsetmeniz kesinlikle yasaktır. Başka insanlara kimliğinizden bahsetmeniz ölümünüze neden olacaktır. Dediklerimi anladınız mı?”
Ares gözlerini konuşan muhafıza çevirip kafasını evet anlamında salladı ve “Evet, anladım.” diye konuştu.
Kısa bir süre daha sessizlik oluştu.
Bir süre sonra kral, yanındaki kartalın kafasını okşayıp bir şeyler fısıldadı. Kartal bunun üzerine konuşan muhafızın yanına ilerledi. Ardından yere iyice çömeldi.
Muhafız ilk önce kartala ardından Ares ’e baktı.
Ares yavaş adımlarla ilerledi kartalın yanına ve yavaş bir şekilde kartalın üstüne çıkıp oturdu.
O, kartalın üzerine binerken muhafızda elinde bir zincirle geldi kartalın yanına. Bu zincir mor bir ışıkla parıldıyordu.
Zincirin ilk bölümünü kartalın kafasına geçirdi. Diğer bölümü ise Ares ’in ayak bileğine geçirildi.
“Majesteleri emrettiğiniz gibi zincir 3 gün dayanabilecek şekilde tasarlandı.”
Kral kafasının hafifçe sallayıp onayladı. Ardından kartala bakıp başıyla işaret verdi.
Bunun üzerine kartal hemen ayaklarının üzerinde durdu ve kanatlarını açtı. Kanatları açılınca büyüklüğü 5 metrenin üzerine çıkmıştı ve bu onu çok ihtişamlı gösteriyordu. Şu anki durumuna rağmen Ares bile etkilenmeden edemedi.
Çok geçmeden kartal koca kanatlarını hareketlendirdi ve gökyüzüne doğru uçmaya başladı.
Gökyüzündeyken kendi kendine mırıldandı Ares. “Eğer ölmez sağ kalırsam sizin için geri döneceğim.”
Zindanın bulunduğu dağın zirvesinde bir figür vardı, siyahlara bürünmüştü sadece buz mavisi gözleri görünüyordu. Olan biten her şeyi izledi, kartal gökyüzünde kaybolunca figür de bir duman misali kayboldu.
Epik Novel © 2017 | Tüm hakları saklıdır..