Burası Beşer-ül Alem. Beşerler Alemi ya da Alemlerin Beşiği. Alemlerin içine doğup büyüdüğü yer. Beşerlerin insan olduğu, insanların adam olduğu yer…
Aşkın doğduğu, her şeyin başladığı topraklar…
Ama sakinleri buraya Terk-i Diyar der. Terkedilmiş diyarlar manasında söylerler bunu. Tüm alemlerin Yüceleri ve Uluları toplanmış onları izlerken, onlar terk edildiklerini düşünürler. Koca alem onlar için dönerken, onlar yerinde durduğunu sanırlar. İşte hayat böyledir…
Peki neden terk edildiklerini düşünüyorlar biliyor musun? Anlatayım…
Çünkü Güneş’in onları terk ettiğine sanıyorlar. Bir serap gibi uzak, çok uzak dağların arkasından parlayan umut da olmasaydı, Güneş’in varlığına da inanmazlardı.
Güneş bu topraklara hiç uğramadan, uzaktaki yüksek zirvelerin arkasında bir yerlerde doğar ve batar olmuştu. Artık bu topraklar doğunun da batının da ötesine itilmişti. Terkedilmiş diyarlarda yaşayanlar için doğu ve batı aynı yönde, Doğubatı’da kalmıştı ki, güneşin bile geçmesine izin vermeyen zirveler yüzünden, oranın varlığı da zamanla efsane haline gelmişti…
Burada yaşayanlar için Engin Ovaların ortasında yükselen Doğbat Dağları sınırdı. Dünyanın sonu, alemin merkeziydi. Tıpkı hava karardığında, kış geldiğinde saklandıkları Yüce Dağlar gibi. Arkasında altın bir güneşin göğe doğup, gökyüzünde salına salına yüzdüğü ve yavaşça yere batarken göklerden altın yağan diyarlara dair tüm söylentiler ise birer efsane, masaldı.
Güneş bu topraklara doğmadığı ya da batmadığı için her şey bir anda, bir gün içinde olup biterdi. An, zam alacak kadar oyalanmazdı buralarda. Dolayısıyla yaşanan bir günün dışında zamandan da söz edilemezdi bu topraklarda.
Güneşe ulaşmaktansa, cennete varmak daha kolaydı. Derler ki doğubatı yönünde gitmeye devam ederseniz, cennet halklarını görebilirdiniz. Cennet bahçelerinde yaşayan bu halklar, hak ettiğiniz takdirde sizi de yanlarına alabilir ve ölümsüz olabilirdiniz.
Nasıl hak edildiğini mi soruyorsun?
Nasıl olacak, tabi ki güçlü olarak. Burada güçlü olanlar, istediğini alır. Yoksa cennete zayıfları mı alacaklardı? İyi birisi olmak mı, yüksek ahlak ve erdem sahibi olmak mı? Bu dünyada öyle şeyler yok, güneşle gitmiş olmalılar…
Ölümsüzlük ise bir gün daha fazla yaşayabilmekti. Bu dünyada ölümsüzler, aynı anlama gelen kışı, geceyi atlatıp; baharı, yani bir sonraki günün sabahını görebilenlerdi.
Kulağa kolay geliyor değil mi? Lakin bu dünyada hiçbir beşer kışı atlatamazdı. Sadece biraz daha uzun yaşayabilmek adına, karanlık çöktüğünde sığındıkları yüce dağların derinlikleri, cehennem çukurlarının ateşi bile onları kışın soğuğundan koruyamazdı.
Ve eskiler bilirlerdi ki; dünkü güneşin ışığını görmüş tüm beşerler ölmeden, bugünkü güneş doğmaz, bahar gelmezdi…
***
Söylediklerimi anlıyor musun HT? Bu dünyadaki insanlar sadece bir An için yaşıyorlar. Bir güne sığan 4 mevsimde; çocukluğu, gençliği, olgunluğu ve yaşlılığı görüyorlar.
[Evet Akaşık dede… Peki bu buzla kaplı dağa neden geldik? Biraz üşüyorum da…]
Çünkü bu kalın buzun arkasında bir mağara var ve tüm bu anlattıklarımı değiştirecek iki kişiden birisi, orada doğmak üzere…
***
Yazar Notu: Herkese merhabalar. Yeni web romana, önsözü ile başlangıç yapıyoruz. Şart olmamakla birlikte, dünyasını ve arka plan hikayesini merak edenlere: Akaşık Kayıtları cilt 2 blm 2: Varoluşun Beşiği adlı bölümü okumalarını tavsiye ediyorum. Buradan okuyabilirsiniz.
Daha önce başlayıp devam etmek istemediğim projelerimi saymazsak, bu ilk uzun soluklu web romanım olacak. O yüzden hatalarımı, eksikliklerimi ve yavaşlığımı mazur görün. Elimden geldiğince daha iyi olmaya çalışacağım. Yorumlarınızla destek olabilirsiniz.
Epik Novel © 2017 | Tüm hakları saklıdır..