Aradan 2 – 3 gün geçtikten sonra Ayaz laptopu için direttiğinden abisi laptopunu getirtmek zorunda kalmıştı.
(Atakan)-Yani ne yaptın ettin yine bilgisayarına kavuştun.
(Ayaz)-Başka işim yok abi.
(Atakan)-En azından elimizin altındasın. Ama 2 gün sonra dönmem gerekiyor. İşlerim birikmeye başladı.
(Ayaz)-Sorun yok abi. Hem bizimkiler hem de Göknurlar burada. Bende iyiyim zaten. Hazır hiçbir şey yapmıyorken bari romanlara devam edeyim.
(Atakan)-Et hadi et. Başımın etini yedin zaten.
Atakan daha fazla uğraşmak istemediği için Ayaz’la daha fazla uğraşmadı. Ayaz’ın ne kadar inatçı olduğunu biliyordu.
***
O andan sonra işler biraz değişmeye başladı. Ayaz hastanede kaldığı süreç boyunca diğerlerine olan ilgisini çekip tamamen romanlarına odaklanmaya başlamıştı. Hasta gibi hissetmiyordu hatta taburcu olmayı bile istiyordu ama bu süreyi romanlarına odaklanarak geçirmek istiyordu. Bunu tamamen bir kâr olarak düşünüyordu.
Şu anda boş vakitten başka bir şeyi olmadığı için bu süreyi tamamen gelecek odaklı şekilde harcıyordu.
(Göknur)-Aşkım, biraz bilgisayardan uzaklaşır mısın?
(Ayaz)-Yarım saat sonra ara vereceğim hayatım. Şu bölümü bitireyim.
(Göknur)-3 gündür aralıksız yazıyorsun zaten birkaç saat ara ver lütfen. Gözlerin bozulacak bu gidişle.
(Ayaz)-Ekstradan yarım saat göz çıkartmaz bebeğim. Şu bölümü bitireyim bugünlük bırakacağım.
(Göknur)-Zahmet olacak bebeğim. Lütfen artık. Dün gece uyumadın zaten.
“Biraz daha sabret güzelim. Ejderha İmparator romanı bitmek üzere. Ondan sonra bir roman daha yazacağım. Onunda temellerini kafamda kurmaya başladım. Ölmeden önce yazabildiğim kadar çok şey yazıp sana rahat bir gelecek sunacağım.”
(Ayaz)-Tamaaam. Sen keyfine bak. İşim bitince bir kahve içeriz.
Ayaz hastanede rahat rahat dolaşabiliyordu. Sadece doktorlar arada gelip durumunu kontrol ediyorlardı o kadar. Onun dışında Ayaz gayet sorunsuz bir şekilde etrafta gezinebiliyordu. Hatta yaşlı bir Fransız kadınla arkadaşlık bile kurmuştu. Arada yanına gidip geliyor ve sohbet ediyorlardı. Tabii “çeviri” sayesinde.
***
Aradan 50 dakika kadar geçtikten sonra Ayaz ve Göknur ellerinde kahveyle kafeteryada oturuyorlardı.
(Ayaz)-Düğün için Türkiye’ye dönünce bir şeyler ayarlamayı planlıyorum. Gün belirleyelim mi?
(Göknur)-Kendini düşünmek yerine hala bunları mı düşünüyorsun?
(Ayaz)-Sadece kontrol için burada kaldığımızı hatırlatırım. Bende boş vakti fırsat bilip roman yazıyorum. Türkiye’de işler böyle yürümüyor biliyorsun. Sürekli başımda bir iş oluyor. Hiçbir şey olmasa bile durup dururken imza günü düzenleyip beni de davet ediyorlar.
(Göknur)-Olsun aşkım. En azından evde boş boş oturmuyorsun. Sen evde olduğun zaman her şey çok eğlenceli oluyor evet ama bazen biz de işlerimizi yapamıyoruz. Eve en son temizlikçi bir abla geldiğinde kadınla 4 saat sohbet etmiştin. Kadın evi temizlemeden geri dönmüştü.
(Ayaz)-Eh? Buna diyebilecek bir şeyim yok. Haklısın. Ama güzel sohbetti.
(Göknur)-Bak hala. Valla kafanı patlatırım senin.
(Ayaz)-İmdaaat. Hasta adamı dövüyorlar ey ahali. Kimse anlamıyor gerçi.
Orta desibelli çığlığı boşa giden Ayaz morali bozularak kahvesinden bir yudum aldı.
(Ayaz)-Bak. Sadece kısıtlı zamanıma çok şeyi sığdırmaya çalışıyorum. Aslında zaten her şeyi planladım ben. Sadece senin fikrini de almak istemiştim.
“Kafayı yemiş plan üstadı olarak bu kadarını yapabilmeliyim. Her şeyi önceden planlamak bana fazlasıyla zaman kazandıracak.”
(Ayaz)-Gel gelelim siz sadece biraz rahatlamamı istiyorsunuz. Ama ben böyle rahatım. Gerçekten.
(Göknur)-Buna inanmam gerektiğini biliyorum Ayaz ama... beni de anla.
(Ayaz)-Sorunlu biriyle birlikte olmak size aksini düşündürtüyor değil mi? Ben öyle demek istemedim der gibi bakmana gerek yok Göknur. Sorunlu olduğumu zaten biliyorum. Ölümü bekleyen biri olarak psikolojimin iyi olmasını bekleyemezsiniz benden. Benim bütün şaklabanlıklarım kendi durumumu unutmam için. Roman yazmamın en büyük nedeni yapabilecek tek şeyimin bu olması. Çocukluğumu yaşamadığımı hatırlatmak isterim. Çocukken yapabildiğim tek şey sizin yanınıza gelip gitmekti. Çünkü diğer çocuklar gibi koşup oynarsam kalbimi zorlamış olurdum. O yüzden bende tek yapabileceğim şeyi yaptım ve kendimi kitaplara verdim.
Ayaz kendini bunu açıklamak zorunda kaldığı için kırılmış hissediyordu. Böyle şeyleri anlatmasa bile anlaşılacağını düşünmüştü.
(Ayaz)-Aslında ne var biliyor musun? Bunu anlamadığın için gerçekten kırıldım. Ben odama gidiyorum.
Göknur tepki bile vermeden sadece Ayaz’ın gidişini izlemişti. O gittikten sonra ise kahvesini bırakıp…
(Göknur)-Biz iyi miyiz zannediyorsun sen? Ölüme doğru yürüyen birini sevmek ne kadar zor biliyor musun? Birini öleceğini bile bile sevmenin ağırlığı çok fazla. Sana kavuşmuş olsam bile ne zaman sonsuza dek ayrı düşeceğimizi biliyorum. Sence bu beni iyi mi etkiliyor?
Göknur her gününü ne yapacağını bilemeden geçiriyordu. Ya bir gün uyandığında Ayaz yanında yatıyor ama nefes almıyor olursa ne yapardı? Kendini bugüne kadar ondan vazgeçmek için çok zorlamıştı ama yapamamıştı. Onu seviyordu işte. Onu sevmekten başka bir şey gelmiyordu elinden.
(Göknur)-Sadece kendine çok yüklenmemeni istiyorum. Öyle değil desen bile hepimiz kendini ne kadar zorladığını biliyoruz. Bunları yüzüne söyleyecek cesaretim olmadığından kendi kendime söylenmemin bir anlamı yok tabii.
Göknur Ayaz’la bu raddede ciddi bir konuşma yapmaktan çekiniyordu. İstemeyerek onu kırmaktan korkuyordu. Ayaz şu anda zaten kırılgan bir haldeydi. Mevcut durumu onu aşırı kırılgan bir moda sokuyordu. Yani normal şartlarda Ayaz’ın hiç umursamayacağı bir söz bile şu anda onu paramparça edebilirdi. Zaten Göknur durumun böyle olduğunu bildiği için Ayaz’ın kendisine kızmasını dert etmiyordu. Zihinsel olarak zayıf bir pozisyonda olması onun öfkelenmesini de kolaylaştırıyordu.
Kahvesini bile almadan odasına dönen Ayaz bugünlük bırakacağını söylediği bilgisayarını aldı ve yatağına geçti. “Ejderha İmparator” romanının olduğu dosyaya geçti.
(Ayaz)-Pekâlâ. Bölüm 233 ha. 250 gibi biter sanırım bu gidişle.
Ayaz kafada küçük bir planlama yaptıktan sonra yazmaya başladı.
“(Ejder)-Bu köydeki herkes bir zamanlar ya kahramandı ya da savaşçı bir soydan geliyordu. Hallerine bir bak abi! Hepsi yaşlı ve işe yaramaz birer çöpten ibaretler artık. Kendileri bile bakmaktan acizler! Böyle çöplerin arasında sen ve ben birer elmastan bile daha değerliyiz! Sence de bizim üstünlüğümüzü kabul etmeleri gerekmiyor mu!?
Ejder’in tanrı kompleksi net bir şekilde kendini gösteriyordu. Sanki var olan bütün kötü özellikler tek bir bedende toplanmıştı.
Sadizm, mazoşizm, şiddet bağımlılığı, narsisizm ve tanrı kompleksi.
Ejder bunların hepsine sahipti ve yetmezmiş gibi iğrenç bir felsefesi de vardı. “Güçlü insanlar her şeyi yapma hakkına sahiptirler.”
Ejder’in bu mantığı Kuzgun’u gerçekten deli ediyordu. Hiçbir anlamı olmayan mantıksız bir şeydi. Tamam, güçlü insanların birçok şeyi elinde bulundurduğu doğruydu ama bu onlara insanların hayatına hükmetme şansı vermiyordu.
Dünya bu kadar acımasız olamazdı. “Hayat” denen şey dünyadaki en değerli şeydi. Ve Ejder’in bu kadar değerli bir şeyi çöpe atmakta bu kadar rahat olması hoş değildi.”
Aradan biraz zaman geçtikten sonra…
(Ayaz)-235. Bölüme başlasam mı acaba, final cildine geçmeden önce birkaç bölümüm kaldı? Saat daha 5. Anais hanımın yanına gitmeden önce 2 buçuk saatim daha var. Sanırım bir bölüm daha yazabilirim.
Anais hanım Ayaz’ın hastanede tanıştığı yaşlı Fransız kadındı. Buluşup sohbet etmek için belli saatler belirlemişlerdi. O yüzden hala biraz zamanı vardı.
“Meteor ilerledikçe Kuzgun bir şeylerin farkına varmaya başlamıştı. Başaramayacaktı. Bu meteoru geri göndermesinin hiçbir yolu yoktu. Meteoru kontrol eden kişi kimse onların kaldırabileceğinden çok ama çok daha güçlü birisiydi. O yüzden Kuzgun’un yapabileceği tek bir şey vardı.
(Kuzgun)-Ejder. Beni iyi dinlemeni istiyorum.
Ejder daha bu sözleri duyar duymaz abisinin güzel bir konuşma yapmayacağını anlamıştı. Ve çaresizce çırpınarak hareketsizlikten kurtulmaya çalıştı ama yerinden bile kıpırdayamadı.
(Ejder)-Abi sakın! Lütfen!
(Kuzgun)-Sadece dinle Ejder. Yapabileceğim tek şey bu. Her şeyimi kullanıp tek seferde bu işi bitirmezsem kimse hayatta kalamaz. En önemlisi sen hayatta kalamazsın. Senin öldüğünü görmek istemiyorum.
(Ejder)-Abi yalvarırım böyle söyleme! Yapma! Ne olursun!?
(Kuzgun)-Ejder. Sen güçlü bir çocuksun. Senden tek isteğim Rose’ye ve kendine dikkat etmen. Anne babamda sana emanet.
(Ejder)-Abi lütfen! Bırak kime ne oluyorsa olsun! Lütfen yapma bunu! LÜTFENLÜTFENLÜTFEN!!!!!!! Bırakma beni!!! Yalnız kalmak istemiyorum!!!
Ejder ilk defa gerçek hislerini dile getirdi ama artık çok geçti. Kuzgun çoktan her şeyden vazgeçmişti. Tüm gücünü kullanarak kendisiyle birlikte meteoru yok edecekti. Artık kimse onu durduramazdı. Çünkü Kuzgun o anda Ejder’den bile vazgeçmeyi başarmıştı.
Her şeyden daha üstte tuttuğu değerli kardeşini bir kenara koymayı başarmıştı.
Kuzgun kollarını havaya kaldırdı ve bedenini kaplayan bütün aura karanlık renge bürünerek meteoru kaplamaya başladı. Tırnaklarındaki karanlık dirseklerine kadar tırmandı ve dişleri uzamaya başladı. Kızıl gözleri iyice kızıllaştı ve akla mantığa sığmayacak kadar deli bir aura baş göstermeye başladı.”
(Ayaz)-Ahh, yeter bu kadar. Dramatik bir durumun içindeyken dramatik sahne yazmak canımı sıkıyor. Daha sonra devam ederim.
Ayaz içinde bulunduğu durumda zaten canı sıkkınken birde dramatik bir sahne yazmaya dayanamıyordu o yüzden bırakmaya karar vermişti. En azından daha iyi bir modda olduğunda devam edebilirdi ama şu anda kesinlikle bu bölümün sonunu getirecek kadar enerjisi yoktu. Dramatize şeyleri hiçbir zaman sevmemişti sadece hikâyenin ilerlemesi için gerekli olduğundan yazıyordu. O yüzden modu değişene kadar hikâye burada duraksayacaktı.
Epik Novel © 2017 | Tüm hakları saklıdır..