Göksel Arma İmparatorluğunun güneyi, Güney Çiçeği Eyaleti’nin sınırında isimsiz bir orman
-----
Kan, kir ve yara içinde soğuk bir ceset gün ışığıyla birlikte ormanın derinliklerinde yavaşça görünür hale geldi.
Vücudunun yarısı yanmış, sıska bir çocuk cesediydi. Ölmeden önce yaşadığı işkenceyi resmeden acı dolu gözleri sonuna kadar açık şekilde yaşlı bir kavak ağacanın dalında sallanıyordu.
Kemik dondurucu soğuk rüzgar ormanın derinliklerine doğru eserken ufak çocuğun cesedi yavaşça sallanmaya başladı.
----
İsimsiz ormanın 5 kilometre doğusunda basit toprak ve tahta evlerden oluşan ufak bir köy gün ışığıyla yavaşça uyanmaya başladı. Ancak bir yaşlı adam, gün ışığı kırışıklıklarla dolu yüzünü aydınlatırken içini kaplayan derin bir huzursuzlukla evinin önünde sürekli dönüyordu.
‘’Neredesin Lin! Bu yaşlı adamın sana bir şey olmasından korktuğunu bilmiyor musun?’’ Sakalı ağarmış, sırtı eğik Xi Xuan’ın gözlerinden yaşlar akıyordu. Günlerdir aramasına rağmen torunu Lin’i bulamamıştı.
Köydeki insanlardan ve köy şefinden ne kadar yardım isterse istesin, ufak bir çocuk için kendilerini yorma zahmetine girmek istemediklerini söyleyip onu defalarca geri çevirmişlerdi. Böyle ıssız bir köyde insanların kaybolması veya ölmesini kimse umursamazdı.
Xi Xuan’ın yardım isteyebileceği kimsesi yoktu, bunun yanında yaşlı ayakları yara içinde ve hiç durmadan kanıyordu. Bir süre sonra yaşlı Xuan evinin önünde yere düştü.
Ağlamaya devam ederken ‘’Tanrım, seni kızdıracak hangi günahı işledim? Neden bu hayattaki tek akrabamı benden almak istiyorsun?’’ kalbi acı içinde orada hareket etmeden öylece ağladı.
Aynı zamanda köyün doğusundaki tahta bir evde kahkaha sesleri yükseliyordu, ‘’Ahahaha Danny, o ufak velet seni kışkırttığı an ölmeyi hak etmişti. Öldüğü sırada bizden intikam alacağı saçmalıkları tükürmeye devam ediyordu, aptal şey!’’ çirkin bir kadın ve adam bayat patateslerini yerken konuşmaya devam ettiler.
‘’Bu daha başlangıç, çocuk ölmeden önce tırnaklarıyla yüzümü çizdi. Bunun intikamı için o yaşlı adama daha beterini yapacağım.’’ Adam yüzünü ekşitirken intikam dolu bir ruh haliyle patatesini kemirmeye devam etti.
‘’Hey Danny, ufak çocuğun ölümü ses getirmese de köy şefi birden fazla ölüm olursa konuyu soruşturabilir. Şimdilik herhangi bir şey yapmamız iyi olmaz, hem yaşlı adam tek başına fazla yaşayamaz. En iyi ihtimalle sürünerek ölürdü!’’ kadın yaptıklarından haz aldığını göstererek yüzünde çirkin bir gülümseme oluşturdu.
Böyle şeyler ıssız veya müreffeh topraklarda olsun her zaman aynıydı.
----
Ormanın derinliklerinde bir fare, ufak çocuğun cesedinin olduğu yere doğru geldi. Bu bir kan faresiydi nerede kan varsa orada olurlardı. Ufak cüsseli ve sarı dişleri olan fare yavaşça cesedin altına geldi, kendisini cesetten damlayan kanı içmek için hareket ettirdi ve tadına baktı.
O sırada çalıların arasında saklanmış olan siyah bir yılan acımasızca üstüne atladı.
Kan faresi kaçmak istese de yılan üstüne atlarken hızlıca ısırmış ve kuyruğunu etrafına dolamıştı. Acı dolu ciyaklamalar duyulurken yılan hızlı ve istikrarlı şekilde avını boğmuş, ardından sindirmek için midesine atmıştı.
Halinden memnun olan yılan başka yırtıcıların avı olmamak için yuvasına doğru sürünmeye başladı. Bu sırada midesine bazı hareketler yılanın gardını almasına sebep oldu, avını öldürdüğüne emindi ama içinde hareket eden bir şeyler vardı.
Yılanın gözleri genişlerken midesinden iki uzun pençe uzanıp bir delik açtı, kan faresine benzeyen bir şey yavaşça can veren yılanın içinden sürüklendi.
Yaşayan bir ölü olan kan faresinin tırnakları uzamış, iki kan kırmızı pençe halini almıştı. Cansız gözleri sürekli dönüyor, cüssesi ve dişleri de tırnakları gibi büyürken tiz sesler çıkarıyordu.
Dönüşümü tamamlandıktan sonra kan faresinin zihninde antik bir ses yankılandı ‘’Biat et!’’
Yeni kan faresi titremeye başladı ve iki ayağı üstüne kalkıp kafasını yere doğru tıpkı bir insan gibi eğdi. Kan faresinden çok uzakta olmayan, yaşlı kavak ağacından sallanan cesedin açık gözleri bir anda hareket etmeye başladı.
Ceset çığlık atmak istercesine ağzını sonuna kadar açarken kavak ağacanın altındaki topraktan kan sızmaya başladı ve ağaca doğru tırmandı. Topraktan çıkan yoğun kan ağacın dallarından cesede ulaştı ve adım adım etrafını örerek onu bir koza haline getirdi.
Yaklaşık bir hafta sonra koza daralmaya ve yırtılmaya başladı, siyah bir tabakayla kaplı Lin bilinçsiz şekilde kozadan toprak zemine düştü.
Bedeni tamamen iyileşmiş olsa da hala sıska ve kemikleri sayılabiliyordu. Topraktan yoğunlaşan kan onun yaşam özünü onarmasına rağmen bundan fazlasını yerine getirememişti. Birkaç saat sonra Lin hafif iniltiler ve öksürüklerle gözlerini aralamaya başladı.
‘’Burası neresi?’’ şaşkın bakışlarla kafasını yavaşça doğrultup etrafına bakındı ama zaman geçtikçe yüzü daha çok şaşırmış görünüyordu.
‘’Ben Xi Xuan, öldüm mü?’’ ellerine ve yerde uzanan ince bacaklarına bakarken olanları anlamlandırmaya çalıştı, kendini incelerken tanıdık bir şeyle karşılaştı. El bileğinde bir doğum lekesi vardı.
‘’Bu doğum lekesi!?’’ hızlıca yüzüne dokunmaya ve tanımaya çalıştı, saçlarını kurcaladı ne olduğunu anlamıyordu. Bu ufak beden, doğum lekesi ve tanıdık gelen hatlar... ‘’Torunumun bedeni olabilir mi..?’’ kalbi sızlarken olanları düşünmeye başladı.
En son toprak evin önünde yere düşmüştü, evi köyün dağ yamacına yakın olduğundan köylüler özellikle oraya gelmedikçe onu göremezlerdi. Yerde bir süre kaldıktan sonra gözlerinin karardığını hatırlıyordu ve sonra buradaydı!
‘’Böyle bir şey nasıl olabilir, hem bu Lin’in bedeniyse onun ruhu...’’ olanları düşünmek isterken gözleri ölmeden önceki zamanı tekrarlarcasına yaşarmaya başladı. Kendine saldırmak ve zarar vermek istedi ama torunun bedeni olduğu için sonsuz bir tereddüt hissi içini kapladı.
Şu anki durumunda kendini zarar verecek cesarete dahi sahip değildi!
Yerde uzunca bir süre hareketsiz kaldıktan sonra kafasını yukarı kaldırıp gökyünüze baktı. Yüzünde ciddi bir ifadeyle ‘’O hikaye gerçek olabilir mi?’’ diye mırıldandı. Aslında torunu Lin’in ruhu çoktan göç etmişti ve bedeni hayata dönmüştü ancak bir ruhtan mahrumdu.
Xi Xuan’ın hatırladığı hikaye de yüzyıllar önce Göksel Arma İmparatorluğunda sayısız cesede hükmeden korkunç bir varlık vardı, birçok güçlü imparator muhafızının güçlerini birleştirmesiyle güney eyaletlerinin merkezinde tuzağa düşürülmüş ve öldürülmüştü.
Ancak o varlığın gerisinde sayısız lanet bıraktığı söyleniyordu.
Bunlardan birisi de ruh arayan sağlam cesetlerden bahsediyordu, normal zamanlarda çocukları korkutmak için anlatılan bu hikayenin gerçek olabileceği Xi Xuan’ın aklından bile geçmemişti.
Yaşlı kavak ağacı ve çevresindeki toprak geçmişte esrarengiz bir şekilde yoğun yin enerjisiyle dolmuştu, bu yüzden yakınında pek fazla canlı da yoktu. Bir ceset bu kadar yin enerjisine maruz kaldığında bazı değişimler geçirirdi. Lin’in cesedine olan da buydu.
Yin enerjisiyle onarılan ceset, yaşlı kavak ağacında saklanmış olan lanetten etkilenmiş ve oraya en yakın yerleşim yerinde ölen yaşlı Xi Xuan’ın ruhunu yutmuştu.
Xi Xuan bunları düşünürken yüzü solgunlaşmıştı, daha sonra kendini sakinleştirip etrafa bakmaya çalıştı.
Ağaçtaki halatı ve yerdeki sürükleme izlerini gördüğünde içinde ıstırap dolu duygular taşmaya başladı. Torununun nasıl öldüğü gözlerinin önüne gelmiş gibiydi.
Lin’i kimin öldürdüğünü bilmiyordu ama o kişinin köyde olduğuna hissediyordu.
Istırap duygusu yavaşça öfke ve intikam duygusuna dönmeye başlarken ayağa kalktı. Gözleri kan kırmızısı parıldarken ‘’İntikamını alacağım Lin!’’
Köydeki karı koca çifti tarlada işlerini yaparlarken sırtlarında soğuk bir ürperti hissettiler...
Epik Novel © 2017 | Tüm hakları saklıdır..