Cilt 8 Bölüm 59: Kardeşlerin Buluşması

avatar
8252 12

Coiling Dragon - Cilt 8 Bölüm 59: Kardeşlerin Buluşması


 

Çeviri: Gin Düzenleme: Dr Hiluluk

 

Blumer’in Marki unvanını almasının üzerinden birkaç gün geçmişti.

 

“Lordum.” Kont’un malikanesinin kapısındaki askerler saygıyla selam durdu.

 

Wharton, askerleri fark etmiş gibi görünmüyordu. Yüzlerine bile bakmadan doğruca içeriye yöneldi. Askerler birbirlerine bakakaldılar.

 

“Kont son birkaç gündür acayip halde. Yine kendi kafasının içinde kaybolup gitmiş gibiydi.”

 

“Haklısın. Eskiden bize daima gülümser, hatta selam bile verirdi. Görünüşe bakılırsa Blumer’in prensesle evlenmek için izin istemesi kontu çok etkilemiş.”

 

Blumer’in prensesle evlenmek istediği haberi tüm başkente yayılmıştı.

 

Başkentteki pek çok insan Wharton, Prenses Nina ve Blumer arasındaki durumdan haberdardı. Gerek caddelerde, gerek ara sokaklarda, otellerde be restoranlarda bu konudan sıkça söz ediliyordu.

 

“Wharton, sorun nedir?” diye çınladı bir ses.

 

Wharton kimin konuştuğunu anlamak için döndü. Konuşan Hillman’ın oğlu Nader’di. Wharton kafa sallayarak iç geçirdi. Nader anlamıştı. “Prenses gelmedi mi?”

 

“Evet.” Wharton onayladı.

 

Wharton ve Yedinci Prenses normalde sıklıkla buluşurdu. Ancak Blumer’ın  Askeri Saray’da prensesle evlenmek istediğini dile getirmesinden sonra Wharton Nina’yı yalnızca tek bir sefer görebildi. Seremoniden sonraki gün. Sonraki üç gün Nina ortaya çıkmadı.

 

Onu göremiyordu bile. Doğal olarak Wharton acınası haldeydi.

 

Nader’de Wharton adına oldukça üzgündü. Somurtarak “Blumer’ın kafadan sorunları olmalı. Açıkça Yedinci Prensesle evlendirilmek istedi. Bu herifin sorunu ne!”

 

“Bundan bahsetmek şu anda yersiz.” dedi Wharton.

 

Tam o sırada..

 

“Kontum,kontum!” Dışarıdan bir ses yankılandı. Sesin geldiği yöne dönen Wharton, Prenses’in kişisel hizmetkarı Lucy’i gördü.

 

“Bırakın gelsin!” diye seslendi Wharton.

 

Askerler Lucy’i içeri aldı. Lucy nefes nefese doğruca Wharton’un yanına geldi. “Wharton, majesteleri prensese saraydan ayrılmama emrini verdi. Ben bile saraydan çıkabilmek için bahaneler uydurmak zorunda kaldım. Bu, prensesin sana vermemi istediği mektup. Al bunu. Fazla vaktim yok hemen geri dönmeliyim. Eğer geç kalırsam sonuçları kötü olur.”

 

Lucy mektubu Whartona uzattı. Wharton öylece kalakalmıştı. Daha konuşma fırsatı bulamadan Lucy koşarak uzaklaşmıştı bile.

 

“Majesteleri ne yaptığını sanıyor?” diye söylendi Nader. Oldukça öfkeli hissediyordu.

 

Wharton aceleyle zarfı açıp mektubu çıkardı. Mektupta yazanlar içinde sıcak bir hissin doğmasına sebep olmuştu.

 

Ellerinden çıkan gök mavisi savaş ki’si mektubu küle çevirdi.

 

“Hem Savaş Tanrısı’nın kişisel öğrencisi hem de Oliver’ın kardeşi. Görünen o ki majesteleri Blumer’ı destekliyor.” Wharton olan bitenin farkındaydı.

 

Eğer majesteleri engel olmasaydı, Nina’nın çıkıp geleceği yer Wharton’un yanıydı. Blumer’ın değil!

 

Bu emrin sebebi açıkca Blumer’a destek olmaktı.

 

Somurtan Wharton çaresiz hissediyordu. Ejderformuna girse bile en fazla 9. Seviyenin en üst düzeyinde oluyordu. Bu kadarcık güçle ne yapabilirdi ki?

 

Günler sonra, imparatorluk başkenti dışında..

 

Bir araba, çokça at ve kapkara bir panter. Panterin üstünde basit bir cüppeyle kuşanmış genç bir adam..

 

“Linley, bak.” Zassler atının üzerinden uzaktaki bir dağı işaret ediyordu. Dağın birden çok zirvesi vardı. “Bu meşhur Savaş Tanrısı Dağı. Savaş Tanrısı’nın okulu o dağın zirvesinde.”

 

“Savaş Tanrısı’nın Okulu?” Linley’in gözleri aydınlanmıştı.

 

İmparatorluktaki tartışmasız en büyük güç. Okul Yulan Kıtası’nın zirvesinde duran adam, Savaş Tanrı’sı tarafından kurulmuştu. Dağı şöyle bir süzen Linley hayranlıkla iç çekmekten kendini alamadı.

 

“Savaş Tanrısı..”

 

Savaş Tanrısı O’Brien basitçe efsanevi bir figürdü. Sadece görkemli O’Brien İmparatorluğu’nu kurmakla kalmamış, aynı zamanda efsanevi Yüksek Rahibe ile Yulan Nehri üzerinde kafa kafaya çarpışmıştı. Bu dövüş onu ünlü yapmış, Yüksek Rahibe ile aynı yüce konuma getirmişti.

 

Beş bin yıldan sonra, daha önce Yüksek Rahibe ile aynı güce sahip olan Savaş Tanrısı’nın ne kadar güçlendiğini bilmiyordu. O’Brien İmparatorluğu’nda tapınılan tek ilah Savaş Tanrısı’ydı. Bu bile ne kadar saygıdeğer bir pozisyonda olduğunu anlamaya yeterdi.

 

Linley’in kalbindeki dürtü şöyleydi, “ Benim de Yulan Kıtasının en tepesinde durduğum gün gelecek!”

 

Linley başını çevirdi. Dağ ne kadar güzel olsa da Savaş Tanrısı’na aitti.

 

“İmparatorluk Başkenti Channe.” Doğuya baktığında kıtadaki en büyük olmakla ünlü devasa şehri görebiliyordu. Yalnızca Yulan İmparatorluğu’nun başkenti onunla kıyaslanabilirdi.

 

Şehrin mimarisi basit ve süssüzdü.

 

“Kıtadaki en güçlü imparatorluğun başkenti. Ustaların yuvası. Channe.” Linley’in dudaklarında gülümse vardı. Parlak güneşin altında Linley ve grubu Channe’e girdiler.

 

Şehirde kimse bu grupla özel olarak ilgi göstermedi.

 

Kimse yakında bu insanların O’Brien İmparatorluğu’nu sarsacak olaylara imza atacağını bilemezdi…

 

“Haha, bu şehir gerçekten de şöhretini hak ediyor.Şu sokakların genişliğine bak!” Barker seslice güldü. Ardından Linley’de ona eşlik etti.

 

Linley ve grubu şehrin işlek caddelerinden birinden geçiyordu.

 

Barker ve kardeşleri çoktan bineklerinden inip, kocaman, etkileyici uzun saplı baltalarını sırtlarına asmıştı. Geliş yolunda baltalar Linley’in ‘boyutlar arası yüzüğü’ndeydi. Sonuçta baltalar atların taşıması için fazla ağırdı.

 

“Amma kaslı adamlar.”

 

Caddedeki pek çok insan bu gruba yok verdi. Barker ve kardeşleri fiziksel olarak fazla dikkat çekiyordu. Hepsi yaklaşık 2.20 uzunluğundaydı. Kocaman, ayıyı andıran göğüsleri vardı. O kadar kaslılardı ki, insanlık dışı gözüküyorlardı. Ayrıca birde sırtarında soğuk  bir ışıkla parlayan o devasa baltalar vardı..

 

Sadece çelikten yapılmış olsalar bile en az 500 kilo gelirlerdi. Ancak renklerinden anlaşılan, hiç de sıradan silahlar değillerdi. Güçsüz olan birisi böyle ağır silahlar taşımaya cesaret edebilir miydi?

 

Birde şu göz alıcı, parıldayan siyah panter..

 

Başkentteki kimse böyle bir panter görmemişti. Bunun nedeni Karabulut Panterlerinin aziz seviyeye ulaştıktan sonra kürklerinin renklerini isteklerine göre değiştirebilmesiydi.

 

“Boulder Sokağı.” Linley, Wharton’un nerede yaşadığından haberdardı. Böylece herkes Doğu Channe’in Boulder Sokağına doğru hızlandı.

 

“Bahse varım Efendi Blumer kesinlikle Prenses Nina’yla evlenecek.”

 

Linley aniden durup, bakışlarını yakındaki restorana çevirdi. Linley’in kaşları çatılmıştı. “Nina? Wharton’un hoşlandığı Nina mı? Caylan adında biri Wharton’la çekişmiyor muydu? Şu Blumer’in olayla ne ilgisi var?”

 

Linley Blumer’in kim olduğunu biliyordu.

 

Wharton onursal öğrenci seçilmek için mücade ettiğinde Blumer’a yenilmişti.

 

“Saçmalık! Bahse varım prensesle evlenecek kişi Efendi Wharton olacak. Prenses Nina ve Efendi Wharton uzun süredir birlikteler.”

 

“Söylemesi zor. Efendi Blumer’in şimdiki statüsüne baksana. Adam Savaş Tanrısı’nın kişisel öğrencisi!”

 

“Efendim?” Barker sessizce söylendi.

 

Linley bir süre orada sessizce bekledi.

 

Blumer, Oliver’in küçük kardeşiydi. Aynı zamanda Savaş Tanrısı’nın kişisel öğrencisi mi seçilmişti? Anlaşılan imparatordan Nina’yla evlenme izni istemişti.

 

Barker ve diğerleri Linley’e bakıyorlardı.

 

“Gidelim.” Dedi Linley.

 

Linley ve grubu Boulder Sokağı’na ulaştılar. Sokaktaki her malikane soylu bir aileye ait olduğundan, sokak kalabalık değildi.

 

Boş sokakta yürüyen Linley, her bir malikanenin amblemini dikkatle inceledi.

 

“Karşıda.” Linley’in gözleri aydındandı.

 

Birbirleriyle konuşmakta olan iki asker birden yaklaşan Linley ve diğerlerini fark etti. Özellikle Barker ve kardeşlerini gördükten sonra dikkat kesilmişlerdi.

 

“Bu adamlar kesinlikle Kont kadar uzun ve kaslılar.” Askerler şaşkındılar.

 

“Kimsiniz?” Askerlerden biri cesaretini toplayıp seslendi.

 

Gates ilk karşılık veren oldu, “Burası Kont Wharton’un malikanesi mi?”

 

“Evet.” Asker onayladı.

 

Bu karşılığı duyan Linley artan heyecanına engel olamadı.Kaç yıl olmuştu? Wharton gittiğinde altı yaşındaydı. Birkaç gün içinde tamı tamına on yedi yıl olacaktı.

 

On Yedi Yıl!

 

Gülümseyen Linley, “Gidip şu mesajı iletin. Abisi Linley geldi!” Bu sözleri duyan askerler oldukça şaşkındı. Kont’un bir abisi mi vardı? Daha önce böyle bir insanın bahsi hiç geçmemişti.

 

Bu askerlerin sezgileri oldukça güçlüydü. Grubun ne kadar güçlü olduğunu anında fark etmişlerdi. Askerlerden biri daha fazla konuşmaya cesaret edemeden eğilerek, “Lütfen burada bekleyin, derhal gidip haber vereceğim.”

 

Linley derin bir nefes alıp sakinleşmeye  çalıştı.

 

“Linley, burası kardeşinin malikanesi mi?” Zassler gülerek yaklaştı. “Anlaşılan kardeşin başkentte kendisine gayet iyi bakmış.”

 

Linley kardeşiyle gururlanmaktan kendini alamadı.

 

Kahya Hiri ve Hillman şarap içip sohbet ederken, kapıdaki asker koşarak içeriye girdi. “Efendi Hillman, kapıda bir grup insan var. Liderleri kendisinin Wharton’un abisi olduğunu iddia ediyor. Adı Linley”

 

“Güm!” Kahya Hiri’nin elindeki şarap kupası yere düşüp paramparça oldu.

 

“Linley!”

 

İkisi de anında ayağa fırladılar. Fal taşı gibi açılmış, şaşkın ama aynı zamanda neşe dolu gözlerle birbirlerine bakıyorlardı.

 

“Koş. Koş, çabuk! Gidip Konta haber ver! Diye talimat verdi Hiri.

 

Ardından Hiri ve Hillman ikisi birden son sürat kapıya koştular. Kahya Hiri’nin nasıl davrandığını fark eden asker doğruca talim alanına koştu.

 

Az sonra Hillman ve Hiri girişe varmıştı. Kapıya yaklaştıklarında yavaşlayıp dikkatlice bakındılar.

 

Acayip kaslı beş adam gördüler. Sırtlarında sallanan baltalar içlerinin titremesine neden oldu. Bu beş adamın yanında koyu yeşil gözleri korkunç bir aurayla dolu zayıf, iskeletimsi , yaşlı bir adam vardı.

 

Yaşlı adamın yanında bakmaya doyamayacağınız üç güzel kız vardı.

 

Ve de önlerinde..

 

“Linley!” Hillman ilk konuşan oldu. Kahya Hiri hala dikkatle Linley’i inceliyordu. Ancak sonunda onu tanıdı. Şaşkınlık ve neşeyle haykırdı, “Genç Efendi Linley!”

 

Zasslerla bir şeyler konuşmakta olan Linley onlara doğru döndü.

 

Büyükbaba Hiri  şaraptan kızarmış burnuyla tam da Linley’in hatıralarındaki gibiydi. Aynı zamanda Hillman de oradaydı. Onlara bakan Linley kalbindeki heyecanı bastıramıyordu.

 

“Büyükbaba Hiri, Hillman Amca.” Bahçeye doğru koşan Linley’in gözleri dolmuştu. :’(

 

Kahya Hiri krmızı gözlerle Linley’in yanına yürüdü. “Büyümüşsün. Büyümüşsün. Genç Efendi Linley, olduğundan daha uzunsun.” Kahya Hiri onu son gördüğünden beri tam on yedi yıl olmuştu.

 

Wharton’la ayrıldığında Linley sadece on yaşındaydı.

 

“Büyükbaba Hiri hiç değişmemişsin.” Linley’in hissettiği sevinç kelimelerle tarif edilemezdi.

 

Linleye bakan Hillman son derece hoşnut bir sesle ,”Genç Efendi Linley, büyümüşsün. Ancak hala on yıl önceki gibi görünüyorsun.”

 

On yıl önce Linley’in boyu 1.70’ti. O zamandan beri görünüşü pek değişmemişti.

 

Birden aceleci ayak sesleri duyuldu.

 

O yöne bakan Linley, kapıda beliren güçlü, uzun boylu figürü fark etti. Sanki bir rüyanın içinden çıkıp geliyordu. Bu figür Linley’e oldukça benziyordu. Linley bu adamın kardeşi Wharton olduğuna emindi.

 

Sadece Wharton’dan ayrıldığında, Wharton sadece altı yaşındaydı. Doğal olarak devasa bir değişim yaşamıştı.

 

Wharton, Linley’i saniyeler içinde tanıdı. Neredeyse geçmişteki gibiydi. Wharton’un ağzı açık kalmıştı. Göz yaşları çoktan akmaya başlamıştı. “Abi..”

 

Linley yavaşça ona doğru yürüdü. Bakışları ona kilitlenmişti.

 

“Abi..” Wharton da ona doğru iki adım atmıştı.

 

“Küçük Wharton, bu sahiden sen misin?” Linley ona bakıyordu. Eskinin küçük, şişman suratlı çocuğu, şimdi 2.20’lik bir delikanlıya dönüşmüştü.

 

“Abi. Benim. Benim.” Bu anda Nina meselesi tamamıyla Wharton’un aklından çıkmıştı. Kalbi tarifsiz bir neşeyle doluydu.

 

Linley titreyen ellerle Wharton’un omzuna uzandı. Yüzünü dikkatlice inceliyordu. Gözünde yaşlar parıldarken yüzünde güller açmıştı. Titreyen bir sesle, “Küçük Wharton, gerçekten büyümüşsün.”

 

Anılarında sürekli çocuk sesiyle “abi, abi” diye seslenen şişman suratlı çocuk gerçekten de büyümüştü.

 

Wharton Linley’e sıkıca sarıldı. Wharton’u görmek Linley’i uzun zamandır hissetmediği şekilde heyecanlandırmıştı. Gözyaşlarını daha fazla tutamadı. Damlalar yüzünden aşağı süzülüyordu… 

             






Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 43991 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr