Cilt 9 Bölüm 5: Arena

avatar
7275 10

Coiling Dragon - Cilt 9 Bölüm 5: Arena


 

Kitap 9 (Ünü Dünyayı Sarsıyor)  Bölüm 5  – Arena

 

Çeviri: Gin Düzenleme: Dr Hiluluk

 

Vakit geceydi. Başkent Channe hala cıvıl cıvıl ve altın işlemeli bir kumaş gibi güzelken, Doğu Channe’in çevresindeki yaban alan ıssızdı. Issız yolda yalnız, hayaletimsi bir figür hızla doğuya doğru ilerliyordu.

 

Göz açıp kapayıncaya kadar figür yüz metreden fazla ilerlemişti bile.

 

Bu Savaş Tanrısı Okulu’nun kişisel öğrencisi, başkentin yükselen yıldızı Blumer Akerlund’dan başkası değildi.

 

Başkent Channe birçok dağ ile çevrelenmişti. Batı Channe’in çıkışında Savaş Tanrısı Dağı bulunurken, doğu Channe’de pek çok kayda değmeyecek dağ ve zirve bulunuyordu. Blumer hızla sıradan görünüşlü bir dağa ulaştı.

 

Dağın zirvesi bir bıçak gibi keskin ve sivriydi. Tam zirvede meditasyon pozisyonunda bir adam oturuyordu. Adama göz atan biri, onun milyonlarca yıldır orada oturmakta olduğunu düşünebilirdi.

 

Zirveye ulaşan Blumer saygıyla, “Abi.” dedi.

 

Sessizce meditasyon yapmakta olan kişi Blumer’ın abisi Dahi Kılıç Aziz’i  Oliver’dan başkası değildi. Bu gece gökte ne yıldız ne de ay gözüküyordu. Karanlıkta Oliver’ın ancak çehresini seçebilirdiniz.

 

“Kardeşim bir isteğin mi var?” Soğuk bir ses yankılandı.

 

Blumer, abisinin bu ıssız zirvede üç yıldır meditasyon yaptığını biliyordu. Bu üç yılda ne bir şey yemişti ne de içmişti. Gökyüzü çatısı, toprak yatağı olmuştu.

 

Abisini üç yıl önce gördüğünde, yaydığı keskin, korkutucu aurayı hissedebiliyordu. Öyle bir aura ki, Oliver’ın sadece tek bir düşünceyle onu yenebileceği hissini veren..

 

Ancak üç yıl sonra abisi dağın parçası olan bir kaya gibiydi. Keskin bir aurası yoktu.

 

Kimse Oliver’ın ne kadar güçlendiğini bilmiyordu!

 

“Abi önümüzdeki ayın dördünde, yani bundan on beş gün sonra Ejderkanı savaşçılarının varislerinden biriyle arenada düello yapacağım.” Blumer saygıyla konuşmuştu.

 

“Ejderkanı Savaşçısı?”

 

Normalde dingin olan sesinde bir ilgi imaresi vardı. “Efsaneye göre, Aziz seviye Ejderkanı savaşçıları, aziz seviyenin en üstünde bulunurlar. Aziz seviye bir ejder kanı savaşçıyla karşılaşmayı çok isterdim. Anca aziz seviye ejder kanı savaşçıları çoktan Yulan Kıta’sından kayboldu. Hmm. Bu düello yapacağın kişi ne kadar güçlü?”

 

“Dönüştükten sonra en üst düzey 9. Seviyede olmadı.” Dedi Blumer saygıyla.

 

“Ya. Sana öğrettiğim kılıç sanatını kullanırsan, 9. Seviyeler karşısında yenilmez sayılırsın.” Dedi Oliver sakince. “Yeter. Artık gidebilirsin.”

 

Blumer bir an tereddüt edip, sessiz bir tonda, “Abi, düello günümde gelecek misin?”

 

Oliver bir süre sessiz kaldı.

 

“Şubatın dördü. Anlaşıldı. Vaktim olursa orada olacağım.” Oliver’ın ses tonunda en ufak bir değişim olmamıştı. Her zamanki gibi sakindi.

 

“O halde seni yalnız bırakayım.” Blumer aceleyle oradan ayrıldı.

 

Dağın zirvesi önceki sessizliğine dönmüştü. Karanlığın içindeki insan gölgesi sanki hep oradaymış ve dağın bir parçasıymış gibi kıpırdamadı bile.

 

Yulan Takvimi 10009 Yılı. 4 Şubat. Bu iki genç dahinin düello yapacağı gündü. Başkentteki pek çok insan heyecanla arenaya akın etmişti. Seksen bin bilet çoktan satılmıştı, ve bugün, sadece başkentten değil çevre şehirler hatta idari bölgelerden bile gelen olmuştu.

 

Linley’in grubu arenaya önceden varmış, kendilerine verilen özel odada oturuyordu. Linley, Reynolds ve Yale hararetli bir konuşmaya dalmıştı.

 

“Patron Yale, senin de gelebileceğini düşünmemiştim.” Reynolds güldü.

 

Yale’in alnı hala ter kaplıydı. Linley ve Reynolds’a bakarak neşeyle güldü. “Senin başkente geldiğini duyduktan sonra, dördüncü kardeş, ve üçüncü kardeş çoktan buradayken, en öncelikli işler bile anlamsız oldu. Bugün ben de üçüncü kardeşimizin küçük kardeşi için tezahürat yapacağım.”

 

“Patron Yale, dördüncü kardeş, hepimiz buradayız. Keşke ikinci kardeş de burada olsaydı.” Dedi Linley duygusal bir tonda.

 

“İkinci kardeş Yulan İmparatorluğu’nun baş sekreteri oldu. Oldukça yüksek bir statüde. Ayrıca buraya on bin kilometreden fazla mesafede. Yetişmesinin imkanı yok.” Yale’de iç çekti.

 

Reynolds gülerek sövdü, “ Dördümüz akademideyken, ikinci kardeş her zaman en konuşkanımız ve üçkağıtçımızdı. Her okul etkinliğine katılırdı, ayrıca organizasyon konusunda da oldukça yetenekliydi. Daha o zamanlar yöneticilik konusunda çok başarılı olacağını biliyordum ve sonuca bakın.  Sadece on yılda Yulan İmparatorluğuna baş sekreter olmayı başardı.”

 

“Şu anki Yulan İmparatorunun tahta geçebilmesi onun için büyük şanstı. Bu ikinci kardeşin statüsü ve pozisyonunu direk yükseltti.” Yale onaylayarak ekledi.

 

Kapıda ayak sesleri duyuldu.

 

“Abi, arenaya giriyoruz. Haydi gidelim.” Çağrıyı duyan Linley, Yale ve Reynolds kalkıp dinlenme odasından ayrıldı.

 

Arenanın ortasında üçyüz metre uzunluğunda ve üçyüz metre genişliğinde bir platform kurulmuştu. Platform devasa taş bloklardan kurulmuş ve büyük çaplı büyü dizileriyle kaplanmıştı.

 

Platformun doğu ve batı kısmında düello yapacakların aileleri için izleme alanları kurulmuştu.

 

Platformun en yakını düelloyu organize edenler için ayrılmıştı.

 

Wharton, Linley ve diğerleri tünelden çıktı. Arenayı çevreleyen sayısız insanı gördüklerinde şaşırmaktan kendilerini alamadılar.

 

“Ne kadar kalabalık.” Wharton’un yüzünde zorlama bir gülümseme vardı.

 

Beşinci kardeş Gates gülerek, “Wharton, burada yaklaşık seksen bin insan var. Kendini rezil etmesen iyi edersin.”

 

Kalabalığın nidaları kabaran dalgalar gibi göğü kaplıyordu. Linley ve grubu heyecanlarını hissedebiliyordu.

 

O’Brien İmparatorluğu askeri temelli bir imparatorluktu. Doğal olarak iki dehanın düellosu sayısız insanın ilgisini çekerdi. Arenada seksen bin izleyici varken, dışarıda bir şeyler görebilme umuduyla bekleyen sayısız insan vardı.

 

Wharton’un oturduğu yerin arkasında Linley, Yale, Barker ve kardeşleri ve diğerleri oturdu. Blumer’ın tarafı da gelmişti.

 

Blumer’ın etrafında pek çok insan vardı. Sayıları yüzün üzerindeydi.

 

“Gelenlerin çoğu Savaş Tanrısı Okulu’nun onursal öğrencileri. Anlaşılan Blumer’ı desteklemeye gelmişler.” Linley sakin bir gülüşle konuşmuştu.

 

Bu insanların her birinin oldukça güçlü olduğunun farkındaydı.

 

“Bu kadar destekçisinin olması ona ne kazandıracak ki?” Yale küçümseyerek güldü.

 

Tam bu sırada tezahüratlar arttı. Belli ki düello yapacakların gelişi kalabalığı iyiden iyiye heyecanlandırmıştı.

 

“80000 insan. Bir arada gördüğüm en kalabalık insan grubu. Orduda bile, eğitimde 10000 kişi ancak toplanmıştı.” Reynolds önündeki manzarayı izliyordu. Dört büyük imparatorluk büyük dereceli bir savaşın içinde olmadığı için devasa ordular toplanmıyordu.

 

“Herkes sussun!”

 

Şimşek gibi çakan bir ses büyün arenayı sarmaladı. 80000 seyirci anında susup arenanın ordasındaki gümüş saçlı adama odaklandı.

 

Linley ve diğerleri kırırdadı. Bu gümüş saçlı adam 9. Seviyeden bir ustaydı. Savaş ki’si seviyesi düşünüldüğünde sesinin bütün arenayı kuşatması zor değildi.

 

“Bu seviyede bir düello için, sunucunun bile bir usta olması gerekir.” Linley pişman bir biçimde iç çekmişti.

 

Gümüş saçlı adam kükreyerek, “İzleyiciler, bu düello, yakın tarihteki en önemli düello olacak! Taraflardan biri Savaş Tanrısının kişisel öğrencisi Marki Blumer. Diğer tarafta ise Ejder Kanı Savaşçılarının varisi, Kont Wharton. İkisi de tartışmasız dahiler. Ancak acaba hangisi daha güçlü?”

 

Gümüş saçlı adam gülmeye başladı. “Yakında hepimiz öğreneceğiz. Bu günün jürisine gelince, tahmin ediyorum ki öğrenince hepiniz memnun olacaksınız.”

 

“İlk jüri üyesi Savaş Tanrısı’nın kişisel öğrencilerinden Efendi Kenyon.” Gümüş saçlı adam berrak bir sesle açıkladı.

 

Aklaşan saçlarıyla orta yaşlı, uzun mavi cübbeli bir adam tünelden çıktı. Ardından tek bir adımda, bulanıklaşarak jürilere ayrılmış yerde belirip, yerine oturdu.

 

Efendi Kenyon’un  ortaya çıkışı kalabalığı daha da coşturmuştu. Sayısız çığlık yükseliyordu.

 

“Aziz seviye bir usta.” Linley kesinlikle emindi.

 

Az önce, Kenyon bir uçuş tekniği kullanarak jürilere ayrılan alanın en solundaki yerini almıştı.

 

“İkinci jürimiz, majesteleri, O’Brien İmparatoru Johann.” Gümüş saçlı adamın sesi daha da yükselmişti. Yüzü gülücük saçan Johann, pahalı giysileri içinde jüriye ayrılan alana yürüyüp ortadaki yerine kuruldu.

 

İmparatorun gelişi kalabalıkta ikinci bir sevinç dalgasına neden olmuştu.

 

Gümüş saçlı adamın yüzünde de gülücükler açmıştı. “Üçüncü jürinin kim olduğunu duyduğumda ben bile şaşırıp sevinmiştim.” Gümüş saçlı adam kasıtlı olarak bir süre sustuğunda arenadaki 80000 seyirci sessizleşip dikkat kesildi. Üçüncü jüri kim olabilirdi?

 

“Üçüncü jürimiz, imparatorluğumuzun gururu.. Yekpare Kılıç Azizi, Efendi Haydson!”

 

Efendi Haydson sözleri duyulur duyulmaz kalabalık çıldırmış gibiydi. Sayısız çığlık yükselmişti.

 

“HAYDSON! HAYDSON!!”

 

“YEKPARE KILIÇ AZİZİ!”

 

Bazı güçlü savaşçılar seslenirken savaş ki’lerini kullanmaya başlamıştı. Tezahüratlar çakan milyonlarca şimşek gibi arenayı sarmalamıştı.

 

“Delirdiler. Herkes delirdi.” Gates şaşkındı. “Bir aziz seviye usta için bu kadar delirecek ne var?”

 

Zassler ona doğru bakıp, güldü. “O’Brien İmparatorluğuna yeni geldin sayılır. Yekpare Kılıç Azizi’nin statüsünü bilmemen doğal.”

 

Reynolds’un gözleri de heyecan doluydu. “Aziz seviyeye ulaştıktan sonra, Efendi Haydson sayısız savaş ve dövüş yaptı, ancak tek bir kere bile yenilmedi! İmparatorluktaki diğer en üst düzey aziz seviye ustalara karşı bile tartışmasız zaferler kazandı. O bir numaralı aziz seviye usta. Aziz seviyedeki kimse onu yenemez. Yekpare Kılıç Azizi – Haydson!”

 

Linley, Wharton ve diğerleri tünele doğru bakıp sessizce Haydson’un gelişini bekledi.

 

Haydson sonunda göründü.

 

Yüz hatları bir heykel gibi görünen Haydson, sade ve gösterişsizdi. Sade bir gri cübbe giyiyordu ve sırtında toprak rengi bir büyük kılıç vardı.

 

Adımları kesin ve kararlıydı. Haydson herhangi bir uçuk tekniği kullanmadı. Sadece yürüyordu.

 

Ancak tek bir adımla, nasılsa tünelin çıkışından jürilerin platformuna varmıştı. İkinci adımında, imparator Johann’ın yanında belirip, sağındaki yerini aldı.

 

Sanki ışınlanmıştı!

 

“O da neydi?!” Linley inanılmaz bir şeye şahitlik etmişti.

 

Barker ve diğerleri de şok içindeydi.

 

“O ışınlanma mıydı?” Wharton mırıldandı.

 

Ancak Linley bunun kesinlikle ışınlanma olmadığının farkındaydı. Linley’e göre yaşayan hiçbir varlık ışınlanamazdı. Işınlanma peri masalından başka bir şey değildi.

 

“Haydson yürüdüğünde, tüm yer titreşir gibi görünüyordu. Göz açıp kapayana kadar, sanki o uzun mesafekısalıp tek bir adımda metrelerce mesafe katetmesini sağladı. Çok sakin görünüyordu. Hızlanmasına gerek bile yoktu. Sadece tek bir adımla bir şekilde aradaki mesafeyi kısalttı.”

 

Basit tabirle inanılmazdı.

 

Linley’in eğitimi iki farklı yolda ilerliyordu. Biri Toprağın Yasalarını tahmin etmek, diğeri Rüzgarın Yasalarına uyum sağlamak.

 

Haydsonun kullandığı bu basit teknik ‘Toprağın Yasaları’yla ilgili olmalıydı.

 

“Vay canına.”

 

Uzun bir nefes veren Linley sakince yerine oturdu.

 

“Aziz seviyedeki en güçlü usta olmakla ünlü. Bunca yıldır onu yenebilen olmadı. Böyle bir insanın bunu başarabilmesine şaşmamalı.” Linley hala kendinden oldukça emindi.

 

Haydson’un kendi müthiş yetenekleri olabilirdi, ancak Linley’in Titreşim Tekniğinin içerdiği sırları çözebilir miydi?

 

İkisi de Toprağın Yasalarına yönelmiş olsa da ilerledikleri yollar farklıydı.

 






Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 44263 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr