Cilt 9 Bölüm 20: Savaş Tanrısı'nın Okulu

avatar
7580 9

Coiling Dragon - Cilt 9 Bölüm 20: Savaş Tanrısı'nın Okulu


 

Kitap 9 (Ünü Dünyayı Sarsıyor)  Bölüm 20  –  Savaş Tanrısı'nın Okulu

 

Çeviri: Gin Düzenleme: Dr. Hiluluk

 

Akşamüstüne doğru konukların çoğu ayrılmış, asillerin çoğu gitmişti. Nişan merasimi öğleden sonrası için planlanmıştı. Hala malikanede kalmış olanlar önemli konuklardı.

 

“Wharton, abin nerede?” Yale iki kadeh şarap doldurup Wharton’un yanına yürüdü “Neredeyse bütün öğleden sonra onu görmedim.”

 

“Abim Hodan Beyle birlikte çıktı. Nereye gittiğini bilmiyorum.” Wharton başını salladı.

 

“Gidip bir bakayım. Abinin kişiliğini düşünürsek, talim alanına gidip eğitime başlamış bile olabilir.” Yale misafir salonundan çıktı. Koridorları aşıp, bir süre sonra talim alanına vardı.

 

“Şıp.” “Şıp.”

 

Bahçedeki fıskiyeden su damlıyordu. Düşen her su damlası sessiz talim alanında açıkça duyuluyordu. Linley çimenlerin üzerinde meditasyon pozisyonuna oturmuş, kıpırdamıyordu bile.

 

Eğer yanına gidip dikkatle incelerseniz Linley’in kaslarının ritmik bir şekilde kasılıp geveşediğini görebilirdiniz. Ve bu sırada Linley’in çevresini doğal bir esinti sarmalamıştı.

 

Ruhu sonsuz toprakla ve sınırsız rüzgarla bir olmuştu.

 

“Bom!” “Bom!”…

 

“Vızz!” “Vızz!”…

 

Gözleri kapalı halde Linley, toprağın kıprırdanan, titreyen ruhunu ve gökleri dolduran şekilsiz rüzgarı hissedebiliyordu. Uzun bir zaman sonra Linley gözlerini açtı.

 

“Efendimiz izni olmadan kimsenin içeri alınmamasını emretti.”

 

“Benim bile mi?” Yale’in sesi oldukça uysal çıkmıştı.

 

“Patron Yale, içeri gel.” Linley dudaklarında bir gülümsemeyle çabucak ayağa kalktı. Yale ancak bundan sonra içeri girebildi. Linley’e bakarak kıkırdadı. “Üçüncü kardeş, biliyordum. Yine eğitimdesin. Neden bu kadar çok çalışıyorsun? Çoktan en üst düzey aziz seviyedesin. Çoktan inanılmaz güçlüsün.”

 

Linley Yale’e bakıp kıkırdadı.

 

Yale’e göre Linley çoktan Yulan Kıtasında rakipsiz sayılırdı. O’Brien İmparatorluğunun imparatoru bile ona karşı olağanüstü saygılıydı. Ancak Hodan’la görüştükten sonra Linley, durumun öyle olmaktan çok uzak olduğunu biliyordu.

 

“Gel benimle biraz şarap iç. Bugün seninle çok fazla içme fırsatımız olmadı.” Yale iki içki matarasını taş masaya bıraktı.

 

Linley de oturup, boyutlar arası yüzüğünden iki kadeh çıkardı.

 

“Dördüncü kardeşin burada olamaması ne kadar üzücü.” Linley başını sallayıp iç çekti. Bir ay önce, imparator Johann kızıyla kimin evleneceğini açıkladığı gün, Reynolds başkentten ayrılmıştı.

 

“Başka şansı yoktu. Ordu dönmesini emretti. Gitmek zorundaydı.” Yale çaresizce konuştu. “Son seferinde, iznine denk geldiği için biz üçümüz buluşabildik. Dördüncü kardeşin durumu yine o kadar kötü değil, ancak ikinci kardeş.. Onu görmek istiyorsak Yulan imparatorluğuna gitmemiz gerek.”

 

O’Brien imparatorluğu ile Yulan imparatorluğu arası mesafe oldukça fazlaydı.

 

Can dostuyla havadan sudan konuşurken Linley oldukça neşeliydi. Yüksek Boyutlardan birisine gidip gereksiz bir kıyımın içinde olmak için neden bunu ortamı bıraksın ki?

 

Eğitimin en eğlenceli kısmı ruhsal olarak giderek daha fazla iç görü edinmekti. Kanlı katliamların ortasında kalmak değil.

 

“Üçüncü kardeş, birkaç gün içinde ben de başkentten ayrılacağım.” Yale duyguyla iç çekti. “Yapacak bir şey yok. Hala gencim. Şirketler Grubu adına halletmem gereken pek çok mesele var. Aksi halde gelecekte şirketin başına geçemem.”

 

Linley anlıyordu.

 

Dawson Şirketler Grubu düzeyinde bir birlik sırf birisinin babası önceden öyleydi diye başkanlığı birisine kolayca vermezdi. Aksi halde, Dawson Şirketler Grubu şimdi olduğu kadar güçlü kalamazdı. Tabi ki başkanın oğlu olmanın getirdiği kolaylıklar vardı, ancak yine de belli bir yeteneğe ve iş geçmişine sahip olmalıydınız.

 

“Önümüzdeki ay Oliver ve Yekpare Kılıç Azizi Haydson düello yapacaklar. Bu düelloyu kaçıracağın anlamına mı geliyor?” Linley güldü.

 

“Evet.” Yale umursamazca güldü. “Ne de olsa sadece bir büyücüyüm. İki aziz seviye savaşçının düellosunu izlemek bana ne kazandıracak ki?”

 

Linley aniden kadehini koyup kapıya döndü. “Biri geliyor.”

 

“Kim?” Yale şaşırmıştı. “Burada olduğunu bilen var mı?”

 

“Savaş Tanrısı Okulundan gelen şu ikili.” Linley sakince güldü.

 

Aziz seviye uzmanlar ruhsal enerjiyi etrafı taramak için kullanabilirdi. Görece olarak bu küçük malikaneyi tamamıyla tarayabilirlerdi. Doğal olarak Linley’in yerini kolaylıkla bulmuşlardı.

 

Castro ve Lanke avludan omuz omuza yürüyerek geçtiler. Ustalarının talimatları karşısında oldukça şaşkındılar.

 

“Linley’in gücü kötü olmasa da, ustamızın bu şekilde davranmasına gerek yoktu.” Lanke başını salladı.

 

“Ben de anlamadım.” Castro da şaşkındı.

 

İkisinin de kafası karışmıştı. Arka avluya yürürken, nöbetçilerin kapıyı onlar için çoktan açtıklarını fark ettiler.

 

“Linley geldiğimizi biliyormuş.”

 

Castro ve Lanke, Linley’in Yale ile oturduğunu gördüler. Yale’in de burada olduğunu fark ettiklerinde kaşlarını çattılar.

 

Yale anında ayağa kalkıp, “Üçüncü kardeş, ziyaretçilerin geldi. Neden sen onlarla ilgilenmiyorsun. Ben şimdilik ana salona gidiyorum.”

 

Linley başıyla onayladı.

 

Yale gittikten sonra, Castro ve Lanke oturdular.Linley sordu, “Casto, Lanke neden geldiniz?”

 

Castro güldü. “Linley, ikimiz ustamız tarafından Savaş Tanrısını Okulunu ziyaret etmen için yapılan daveti iletmeye geldik.”

 

“Savaş Tanrısı beni Savaş Tanrısı Okuluna mı davet ediyor?” Linley inanmakta güçlük çekiyordu.

 

Nasıl olur da Savaş Tanrısı gibi biri onu davet ederdi.

 

Lanke onayladı. “Linley, ustamız gerçekten de seni Savaş Tanrısı Okuluna getirmemizi istedi. Daha su da var. Ustamız en büyük çırak kardeşimize seni bizzat karşılamasını söyledi. Linley, şunu anlamalısın, geçmişte Yekpare Kılıç Azizi Haydson Savaş Tanrısı Okulunu ziyaret ettiğinde bile en büyük çırak kardeşimiz onu karşılamamıştı.”

 

“Ya?”

 

Linley meraklanmıştı. Bu ‘en büyük çırak kardeş’ de kimdi?

 

“En büyük çırak kardeşiniz Savaş Tanrısının ilk kişisel öğrencisi olmalı değil mi? Durun.. o kaç yaşında?” Linley birden farkına varmıştı. Yüce gökler. Savaş Tanrısı bu seviyeye beş bin yıl önce gelmişti.

 

Castro ve Lanke aynı anda sırıttılar.

 

“Doğru. En büyük çırak kardeşimiz çoktan beş bin yaşında. Ustamızdan çok da genç değil.” Castro başıyla onayladı. “ Biz de ustamız en büyük çırak kardeşimizden seni karşılamasını isteyince oldukça şaşırdık.”

 

Linley Savaş Tanrısının her üç yüz yılda yalnızca bir kişisel öğrenci kabul ettiğini biliyordu.

 

En genci Blumer yalnızca otuzlarındaydı. Ancak en yaşlısı bu en büyük çıkar kardeşti ve beş bin yaşındaydı.

 

“Pekala. Ne zaman gitmeliyim?” Linley bir gülümseme eşliğinde sordu.

 

“Savaş Tanrısı Okuluna istediğin zaman gelebilirsin. Şuna ne dersin? İşte benim nişanım. Savaş Tanrısı Okuluna geldiğinde bunu öğrencilerden birine ver. O bana haber verir.” Elinin bir hareketiyle Castro üzerinde adının kazılı olduğu kan kırmızı bir madalyon çıkardı.

 

Madalyonu alan Linley gülerek kafa salladı. “Merak etmeyin kesinlikle geleceğim.”

 

Castro ve Lanke başlarıyla onaylayıp oradan ayrıldılar.

 

Linley kendi kendine düşünüyordu.. eğer bu en büyük çırak kardeş beş bin yaşındaysa acaba ne kadar güçlü?

 

Yekpare Kılıç Azizi’nden daha güçsüz olabilir mi?

 

Linley buna inanmıyordu. Yekpare Kılıç Azizi yalnızca birkaç yüzyıl yaşındaydı. Büyük çırak kardeş ise binlerce yıldır Savaş Tanrısı Okulunda bizzat Savaş Tanrısı’ndan eğitim almıştı. Beş bin yılın ardından nasıl güçsüz olabilirdi ki?

 

Savaş Tanrısı Dağının ana zirvesi pek çok yapıyla kaplıydı. Bu yapılar Savaş Tanrısı Dağının günlük meseleleriyle ilgilenen Kenyon, Castro ve Lanke’nin yanı sıra onursal öğrencilerin de kaldığı yerlerdi.

 

Bu gün dağ rüzgarları oldukça güçlü esiyordu. Savaş Tanrısı Okulunun onursal öğrencilerinin pek çoğu eğitimdeydi.

 

“Haaarh!”

 

Bir öğrenci onlarca ton ağırlığında bir kayayı kolayca bir diğerine fırlattı. Karşısındaki ise bir tekme savurdu… Savaş Tanrısı Dağının bu iki onursal öğrencisi koca kayayı kolayca birbirlerine tekmeliyordu.

 

En önemlisi kayada hiç hasar görünmüyordu.

 

Bu hem fiziksel gücü hem de savaş ki’sini ustaca kontrol edebilmeyi gerektiriyordu.

 

Tam bu sırada havada mavi bir duman gibi süzülen zarif bir figür belirdi. Savaş Tanrısı Dağının etrafında zarif bir biçimde dönüp göz açıp kapayıncaya kadar Savaş Tanrısı Okuluna ulaştı.

 

“Hm?” Onursal öğrencilerden biri gelene şaşkınlıkla baktı. Daha önce kimseyi fark etmemişti. Ancak aniden bu kişi karşısında belirmişti.

 

“Siz.. üstat Linley misiniz?” Onursal öğrenci onu tanımıştı. Arenadaki düello günü Blumer’ı desteklemek için oradaydı.

 

Gülümseyen Linley başıyla onayladı. “Castro beni davet etti. Bu onun madalyonu. Lütfen gidip onu bilgilendir.” Linley madalyonu öğrenciye doğru attı.

 

Onursal öğrenci aceleyle cevap verdi. “Hemen gidip haber veriyorum. Üstat Linley, siz lütfen istirahat edin.”

 

Linley başıyla onayladı. Wharton’un nişan merasimi iki gün önce sonlanmıştı ve bugün, Linley daveti kabul edip Savaş Tanrısı Okuluna gelerek meselenin ne olduğunu anlamak istemişti.

 

“Şu adam Üstat Linley. Daha yalnızca 27 yaşında olduğunu duydum.”

 

“Çırak kardeş Kenyon’u bile kolayca yendiğini duydum.”

 

“ O gün oradaydım. Sadece tek bir vuruştu. Linley’e kıyasla çırak kardeş Kenyon çok güçsüz.”

 

“Çırak kardeş Kenyon ustamızın 25. Kişisel öğrencisi. Biraz daha güçsüz olması anlaşılır bir durum. Büyük ihtimalle çırak kardeş Castro Linley’le aynı güçtedir. Eğer ilk ondan birisi Linley ile dövüşseydi , büyük ihtimalle Linley kolayca yenilirdi.”

 

Onursal öğrencilerin pek çoğu Linley’e çabuk bakışlar atıp kendi aralarında alçak sesle konuşuyordu. Hepsi kendilerince dahilerdi, ve doğal olarak oldukça kibirlilerdi. Ancak Linley’e kıyasla daha gidilecek çok yolları vardı.

 

“Linley.” Berrak bir ses duyuldu.

 

“Castro yüzünde gülücüklerle yanına geldi. “Demek gelebildin. Gel. Mavi Yıldırım Tepesine gidelim.”

 

“Burada değil mi?” Linley şaşırmıştı.

 

Açıkça burası en çok yapıyı bulunduran en büyük zirveydi. Diğer dört zirvede çok fazla yapı yoktu.”

 

Castro güldü. “Linley Savaş Tanrısı Okulunda pek çok onursal öğrencimiz var. Bu yüzden onların ana zirvede kalmalarına izin veriyoruz. Ben, Lanke ve Kenyon onların başında durduğumuz için burada kalıyoruz. Çırak kardeşlerimizin geri kalanı diğer zirvelerde.”

 

Linley hafifçe kafa salladı.

 

Castro Linley’i başka bir zirveye doğru yönlerdirdi. Dik bir zirveyi, düz bir alanda yürüyor gibi tırmanırlarken, adımları uçan kuşlar kadar zarifti.

 

“Castro, Savaş Tanrısının kişisel öğrencileri arasında kaçıncı jenerasyondansın?” Linley sordu.

 

“Ben mi? 22. Kişisel öğrenci.” Castro güldü.

 

“Şimdiye en üst düzey aziz seviyeye ulaşmışsındır değil mi?” Linley sordu. Beklerken onursal öğrencilerin Castro’nun onunla yaklaşık aynı seviyede olması gerektiğini söylediklerini duymuştu. Sorduğu sorunun sebebi buydu.

 

Castro onayladı. “Doğru. Ancak büyük olasılıkla karşında duramam.Hızın oldukça etkileyici, hatta Oliver’la eşit.”

 

Linley durmadan düşünüyordu.

 

Eğer 22. Kişisel öğrenci bile en üst düzey aziz seviyedeyse ya ondan öncekiler ne kadar güçlüydü?

 

“Castro, Yekpare Kılıç Azizi Haydson’ın dünyadaki bir numaralı aziz seviye olduğu söyleniyor. Hiç büyük çırak kardeşinizle kapıştı mı?” Linley sordu.

 

“İmkanı yok.”

 

Castro istemsizce kıkırdadı. “Haydson Toprağın Yasalarında yüksek bir anlayış seviyesine ulaşmış olsa da, Savaş Tanrısı Okulunda ondan daha güçlü bir çok insan var.Haydson’un ünlü olmasının nedeni en büyük çırak kardeş ve ikinci çırak kardeşimizin beş bin yaşında olmaları. İkisi de dış dünyadan çekileli binlerce yıl olmuş. Nasıl olur da sadece ün ve görkem için birkaç yüz yıl yaşında biriyle kapışırlar ki?”

 

Linley aniden farkına varmıştı.

 

“Savaş Tanrısı Okulunun dışında bile, ondan çok daha güçlü olan başkalarını da tanıyorum. Örneğin, Katiller Kralı Cesar. Bin yıl önce, Cesar ile en büyük çırak kardeşimiz bir antrenman dövüşü yaptıklarında birbirlerine denktiler. Eğer Cesar, Haydson’la dövüşmek isteseydi, inanıyorum ki kolayca kazanırdı.” Castro kendinden emin bir şekilde konuşmuştu.

 

Linley irkildi.

 

Cesar?

 

Görünüşe göre Castro, Cesar’ın çoktan ilah seviyeye ulaştığını bilmiyordu. Ancak en büyük çırak kardeşinin bin yıl önce Cesar’la berabere kalması onun gerçekten de inanılmaz biri olduğunu gösteriyordu.

 

“Mavi Yıldırım Tepesi’ne vardık. Gel. En büyük çırak kardeşimizi görmeyeli çok uzun zaman oldu. Ustamız en büyük çırak kardeşimizin büyük olasılıkla öğrencileri arasında ilah seviyeye ulaşmaya en yakın kişi olduğunu söylerdi.” Castro’nun yüzü güven doluydu.

 






Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 43988 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr