Cilt 9 Bölüm 25: Yekpare bir Kaya gibi Sağlam

avatar
8365 9

Coiling Dragon - Cilt 9 Bölüm 25: Yekpare bir Kaya gibi Sağlam


 

Kitap 9 (Ünü Dünyayı Sarsıyor)  Bölüm 25  –  Yekpare bir Kaya gibi Sağlam

 

 Çeviri: Gin Düzenleme: Dr.Hiluluk

 

“Culp!”

 

Oliver havadan düşüp doğrudan nehrin sularına çakıldığında devasa bir su kütlesinin havaya fırlamasına neden oldu.

 

“Abi!” Nehir kenarında izlemekte olan Blumer kükreyip doğruca Oliver’ın düştüğü noktaya doğru fırladı.

 

Seyirci sayısı inanılmaz fazlaydı. Arkada kalanların çoğu Oliver ve Yekpare Kılıç Azizi’nin dövüştüğünü bile göremiyordu. Yalnızca ön taraflardaki izleyicilerin tepkilerinden ve konuşmalarından olan biteni takip ediyorlardı. Anında milyonlarca izleyici konuşmaya başladı.

 

İkisi arasındaki fark inanılmazdı!

 

Ne de olsa Haydson olduğu yerde yaralanmamış gibi durmaya devam ediyordu.

 

“Üstat Linley, Oliver kayıp mı etti?” İmparator Johann yanındaki Linley’e soran gözlerle bakıyordu.

 

“Öyle bir sonuca varmak için henüz çok erken.” Linley hala havada kıpırdamadan duran Haydson’a bakıyordu. Linley kendi kendine “O saldırıyı direk karşıladıktan sonra Haydson ne durumda acaba?” diye düşündü.

 

Yekpare Kılıç Azizi Haydson şu an inanılmaz rahatsız hissediyordu.

 

Savunmasına son derece güveniyordu. Yulan kıtasında yüzyıllardır dolansa da savunması kendisinden güçlü kimseye raslamamıştı. Sahiden de az önceki obsidyan kılıç saldırısının içerdiği savaş ki’si savunmasına en ufak bir zarar verememişti.

 

Ancak..

 

Obsidyan kılıç yumruğuyla buluştuğu anda garip bir enerji yere göğe sığdırılamayan savunmasını kolayca aşıp doğrudan ruhuna saldırmış, onu tamamen savunmasız yakalayarak acımasızca ruhuna saplanmıştı.

 

Sersemlemiş hissediyordu. Başı o kadar ağrıyordu ki ortadan ikiye ayrılacağını düşünüyordu.

 

“Ne dahi Kılıç Azizi ama. Ruhsal bir saldırı tekniği geliştirmeyi bile başarmış.” Bir süre sonra Haydson’un zihni normale dönmeye başladı. “Yarım asır yaşında bile olmayan genç birisi böylesine ender bir saldırı geliştirebilmiş.”

 

Haydson böyle bir saldırıyı uzun zaman önce tatmıştı!

 

Ruhsal saldırılar aslında o kadar nadir değildi.

 

Örneğin Linley’in buluştuğu Savaş Tanrısı’nın şu ilk çırağı Fain, yıldırım saldırısıyla Linley’in neredeyse bayılmasına neden olmuştu. Linley’in kendine gelmesi oldukça zaman almıştı. O da ruhsal kökenli bir saldırıydı.

 

Örneğin Savaş Tanrısı sadece konuşarak karşısındakinin ruhunu titretiyordu.

 

Ruhsal kökenli saldırıların temelinde yatan prensip oldukça basitti; ruhsal enerjiyi kullanarak bir atak şekillendirmek, ve ardından rakibinin ruhuna saldırmak.

 

Basit tabir ile bu ruhsal saldırı olarak adlandırılırdı.

 

Ancak teoride oldukça basit olsa da, uygulamak oldukça zordu. Bunun nedeni ruhsal enerjinin bir pamuk gibi çok yumuşak ve uysal olmasıydı. Ruhsal bir saldırı yapmak için bu pamuğu keskin bir bıçağa dönüştürüp, rakibin ruhunu delmek için kullanmak gerekirdi.

 

Pek çok aziz seviye ruhsal enerjisini en fazla yayabiliyordu. Saldırmak için kullanmak mı? Pamuğu bıçağa dönüştürmek mi?

 

Çok zor!

 

Ancak zor olsa, elemental yasalar üzeride uzun süredir meditasyon yapan güçlü uzmanlar bunu başarabiliyordu. Haydson az önce işte böyle bir saldırıya maruz kalmıştı.

 

“Oliver’ın ruhsal enerjisi çok güçlü değil. En fazla yalnızca 8. Seviye bir büyücüye denk. Eğer 9. Seviyeden bir baş büyücünün ruhsal enerjisine sahip olsaydı büyük olasılıkla kötü yaralanırdım. Eğer aziz seviye bir baş büyücü seviyesinde olsaydı..” Haydson sakince güldü.

 

Ardından Channe Nehrine doğru baktı.

 

Nehir çoktan eski sakinliğine dönmüştü, ancak Oliver henüz görülmüyordu.

 

“Oliver, anlaşılan elini iyileştirmeden ortaya çıkmayacaksın.” Haydson yüksek sesle güldüğünde, sesi göklerde çınlayıp, yer yüzünde yankılandı.

 

“Elini iyileştirmek mi?” Linley şaşırmıştı.

 

“Cupss!”

 

Nehirden birden bir su kütledi fırladı, ardından siyah bir gölge havaya doğru uçtu. Oliver havada süzülüp tekrar Haydson’un karşısına dikildi. Acayip şekilde kıvrılmış eli çoktan normale dönmüştü.

 

Oliver soğuk bir şekilde gülüp Haydson’a baktı. “Elimi iyileştirmek mi? Haydson, öyle bir şeyi yapmak istesen bile yapamazsın.”

 

“Işık stili elemental özler gerçekten de mucizeler yaratıyor. Bazı üst düzey ışık büyücüleri en ağır yaraları bile anında iyileştirebiliyorlar. Ancak.. savunma ve saldırı konusunda Işığın Yasaları, Toprağın Yasalarına karşı güçsüz kalıyor.” Haydson kendinden emin konuşuyordu.

 

Toprağın Yasaları.

 

Linley de toprağın yasalarında ustalaşıyordu.

 

“Işığın Yasalarının incelikli gizemlerini nasıl anlayabilirsin ki?” Oliver sakince konuşuyordu. “Haydson, kendine fazla güvenme. Kılıç saldırımın sana hissettirdiklerinden çok hoşlanmadın, değil mi?”

 

Haydson kaşlarını çattı.

 

En güçlü ruh bile, ruhsal kökenli bir saldırı aldığında bazı yaralar alırdı.

 

“Yaralanmış ruhunla, gücünün tamamını kullanabilecek misin?” Oliver sol eliyle Işık Gölgesi kılıcını çekti.

 

Sağ elinde Obsidyan kılıcını, sol elinde Işık Gölgesi kılıcını taşıyordu.

 

“Ancak ben farklıydım. Elim kırılmıştı, ancak şu anda iyileşti. Üzerimde en ufak bir etkisi bile kalmadı.” Oliver iki kılıç kullanıyordu. Kör edici beyaz bir ışık, Işık Gölgesi kılıcını kaplarken, ışığı emen soğuk, siyah bir aura obsidyan kılıcını kaplamıştı.

 

Birbirine tamamen zıt iki kuvvet.

 

“Bu iki zıt güçle nasıl baş ettiğini görmek isterim!” Oliver’ın gözleri soğuk bir ışıkla parladı, ardından güneş kadar parlak bir beyaz ışığa dönüştü, ancak aynı zamanda parlaklığın arasında belli belirsiz siyahlıklar görünüp kayboluyordu.

 

Hızı birden limitlerine ulaştı!

 

Havada yine 108 Oliver vardı.

 

“Şlang!” Haydson ciddi bir ifadeyle sırtındaki toprak rengi ağır kılıcı çekti.

 

“Haha.. sonunda kılıcını çektin.” Oliver’ın kahkahası gökleri titretti. Sayısız izleyici tamamen sessizdi.

 

Bu gece kalın bulutlarla kaplı gökyüzü dövüş meydanına kasvetli bir hava veriyordu. İzleyenler o koyu, kalın bulutların Oliver ve Haydson’a çok yakın olduğunu düşünüyordu. Öyle yakın ki, ellerini kaldırsalar dokunacaklar gibi..

 

“Bom!” “Bom!”

 

Ne zaman Oliver hareket etse kulak zarını yırtacak gürültüde ses patlamalarına neden oluyordu. Ses patlamalarının gücü öylesine fazlaydı ki meşalelerin ateşleri bile dalgalanıyordu. Alevler üzerlerine çöken inanılmaz basınçla aşağıya doğru yöneliyordu.

 

Şiddetli rüzgar herkesin saçını havaya doğru savuruyordu.

 

Sayısız insan ne olduğunu görebilme umuduyla dikkatle havaya bakıyordu.

 

“Çınn!” “Çınn!”

 

Oliver’ın çifte kılıçları Haydson’un toprak rengi ağır kılıcıyla her buluştuğunda, ışık ve karanlık tipi iki enerji garip bir şekilde birleşip, Haydson’un saldırısını kırma amacıyla saldırıyordu.

 

“Oliver’ın böyle bir saldırı yapmasını beklemiyordum.” Dövüşü izleyen Linley gizlice iç çekti.

 

Oliver’ın bir dahi olduğunu kabul etmeliydi. Işık ve Karanlık birbirine tamamen zıt iki element yasasıydı Buna rağmen Oliver aynı anda ikisinde de ustalaşmayı başarmış hem de ikisini kusursuz bir şekilde harmanlamayı başarabilmişti.

 

“Haha..”

 

Her saldırıda Oliver’ın yüksek perdeden kahkahası duyuluyordu. “Haydson, o da ne, yalnızca durup savunacak mısın? Yoksa ruhun saldırı yapamayacak kadar çok mu yaralandı?”

 

“BOOM!”

 

Korkutucu bir gök gürültüsü aniden ortalığı kapladı. Arından bulutlarla kaplı gökyüzünden devasa bir yıldırım fırlayıp yere düştü. Birkaç saniye sonra dolu yağmaya başladı.

 

Göz açıp kapayana kadar her yer yağmurla kaplanmıştı.

 

“Kahretsin, neden şimdi yağmak zorunda ki?” Milyonlarca seyirci küfretmeye başlamıştı. Çoğu insan yağmura hazırlıksızdı. Üzerlerine aniden bastıran yağmurla sıçana dönmüşlerdi. Yine de başlarını kaldırıp göklerde devam eden dövüşü izlemeye devam ettiler.

 

Ancak dolu yüzünden gözlerini tamamen açarak havaya bakamıyorlardı bile.

 

Ne acınası!

 

Pek çok insan üzerlerindekini çıkarıp kendilerine siper ederek, yüzlerce yıl geçse de bir benzerini göremeyecekleri iki üst düzey uzman arasındaki bu düellonun bir saniyesini bile kaçırmamaya çalışıyordu. Buna rağmen ağır yağmur göklerde gerçekleşen bu dövüşü görmelerine engel oluyordu.

 

Şu anda yukarıda neler olduğunu görebilen çok az insan vardı.

 

Linley de doğal olarak onlardan biriydi.

 

“Üstat Linley, yukarıda ne oluyor?” İmparator Johann , Linley’e aceleyle sordu. İmparatorluk klanı hala oldukça rahattı, çünkü yağmur başlar başlamaz üzerlerine kocaman şemsiyeler açıldı.

 

Linley ve diğerleri şemsiyelerin altında rahat ve kuru şekilde oturmaya devam ediyordu.

 

“Majesteleri, Haydson savunmaya devam ederken, Oliver vahşice saldırıyor. Ancak.. görünüşe göre Oliver Haydson’a hasar veremiyor.” Linley gülümsedi.

 

Bunu söylesede Linley kalbinde şunu merak ediyordu “Oliver’ın her bir saldırısı ruhsal kökenli bir kısım da içeriyor. Haydson şu an ne durumda acaba?”

 

Dolu yağmaya devam etti.

 

Sayısız meşale çoktan sönmüştü. Şu yalnızca birkaç ışık tipi büyücünün yaptığı aydınlatma büyüsü alanı aydınlatıyordu.

 

“Oliver, yeterince saldırdın mı?” Haydson sakince sordu.

 

“Ne?!” Oliver birden afallamıştı.

 

Bunca süredir saldırıyor olmasına rağmen, Haydson’a hasar verememiş olması mümkün müydü? Ruhsal kökenli saldırıları onun gizli silahıydı.

 

İki kılıcıda elinde, Oliver havada durup Haydson’a baktı.

 

Haydson Oliver’ın bakışlarına sakinca karşılık verdi. “İlk ruhsal kökenli saldırını aldığımda sahiden de yaralandım. Ancak sonrasında, saldırına hazırlıklı olduğum için saldırıların bana zarar vermeyi başaramadı bile.”

 

“Hazırlıklı olmak mı?” Oliver şaşkındı.

 

“Oliver, şunu anlamalısın, ruhsal kökenli saldırılar özel olsa bile, bu saldırıları tek kullanan sen değilsin. Yulan kıtasının tarihinde ruhsal kökenli saldırılar geliştirmiş pek çok kişi var ve o saldırın karşısında çoktan durdum. Ne de olsa yalnızca bir savaşçısın. Ruhsal enerjin fazla zayıf. En fazla 8. Seviye bir büyücü seviyesinde. Eğer 9. Seviyeye denk olsaydı.. o zaman saldırılarına hazırlıklı olsam da yaralanabilirdim belki. Durum öyle olsaydı, bugünkü zaferim bu kadar olmayabilirdi.”

 

Yekpare Kılıç Azizi Haydson sakince Oliver’a baktı.

 

“Ne?!” Oliver bunu kabullenmekte zorlanıyordu.

 

Bu onun için ağır bir darbe olmuştu.

 

“Oliver, daha yarım asır yaşamadan bu seviyeye ulaştın, oldukça etkileyicisin.” Haydson nazikçe elindeki toprak rengi ağır kılıcı okşadı.” Şimdi de en güçlü saldırımı karşılamaya hazırlan. Bunu sana olan saygımı gösterme şeklim olarak düşün. Yaşayıp yaşamayacağın ise kadere bağlı.”

 

Oliver bunu oldukça gülünç buldu.

 

Yaşayıp yaşamayacağı mı?

 

“Haydson fazla böbürlenme. Eğer yapabiliyorsan, gel ve beni öldür. Yeterince konuştun.” Oliver’ın vücudu bir kez daha siyahlıklarla gölgelenen parlak beyaz bir ışıkla sarmalandı.

 

Şu an vücudunun yarısı saf beyaz ışıkla kaplıydı. Diğer yarısı ise zifir karanlıktı.

 

“Gel!” Oliver’ın siyah ve beyaz saçları rüzgarda özgürce uçuştu. Her yöne ışık saçıyordu ve elindeki iki kılıcın gücü de zirveye ulaşmıştı.

 

Elinde toprak rengi ağır kılıcı tutan Yekpare Kılıç Azizi Haydson’un yüzünde bir gülümseme vardı.

 

“Bu benim en güçlü saldırım. Saldırının adı.. ‘Evren Kırıcı’. Eğer öleceksen, seni neyin öldürdüğünü bilerek ölmeni isterim!” Haydson çoktan kaç tane sözde dahinin ellerinde can verdiğini unutmuştu.

 

Oliver altıncı mıydı, yedinci mi?

 

Unutmuştu.

 

Ancak Haydson bir dahi ölürse, bir daha dahi olarak anılmayacağını biliyordu.

 

“Abi!” Blumer göklere doğru tüm gücüyle haykırdı. “Dikkatli ol!” Blumer’ın gözlerinden yaşlar süzülse de, dolu yağdığı için kimse fark etmemişti.

 

Yağmurun sesi çok şiddetli olsa da, güçlü uzmanlar yukarda konuşulanları hala duyabiliyordu.

 

Küçük kardeşinin sesini duyan siyah ve beyaz ışıkla sarılı Oliver’ın dudakları yukarı doğru kıvrılıp bir gülümsemeye dönüştü. Siyah ve beyaz ışıkların içinde göz alıcı gözüküyordu. Gece yağmurunun içindeki parlak bir yıldız gibiydi.

 

“Boom!”

 

Oliver aniden hareket etti, ardından korkutucu bir ses patlaması eşliğinde bir ışık seline dönüşüp Yekpare Kılıç Azizi Haydson’a doğru fırladı.

 

“Haaaaarrh!” Haydson yüksek sesli ama sakin bir şekilde kükredi.

 

Işık Gölgesi ve Obsidyan kılıç birleşmiş gibi görünüyordu, siyah ve beyaz ışık birbirinin etrafında dönüyordu. Oliver, yüzünde vahşi bir ifadeyle, elindeki kılıçları son bir saldırı için vahşice savurdu..

 

Ancak Haydson devasa toprak kılıcını ona doğru savurduğunda, tüm bir evreni parçalayacak güç taşıyor gibiydi.

 

“BAAAAM!”

 

Sanki dünya parçalara ayrılmışçasına korkunç bir çarpışma sesi duyuldu. Aynı anda kasırgayı andıran bir rüzgar her yönde esti. Dolu taneleri rüzgarın etkisiyle bir çarşaf gibi her yeri sardı.

 

“Cupps!” Sönük bir siyah ve beyaz ışık taşıyan bir insan figürü son hız Channe nehrine çakıldı. Nehrin yüzeyinde kocaman bir kırmızı tabaka oluşuyordu…

 






Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 43988 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr