Cilt 9 Bölüm 26: Yeri ve Zamanı Söyle!

avatar
7077 10

Coiling Dragon - Cilt 9 Bölüm 26: Yeri ve Zamanı Söyle!


 

Kitap 9 (Ünü Dünyayı Sarsıyor)  Bölüm 26  –  Yeri ve Zamanı Söyle!

 

Çeviri: Gin Düzenleme : Dr.Hiluluk

 

Karşı tarafta ise Haydson korkunç çarpışmanın etkisiyle geriye doğru son hız savruldu. Yaklaşık yüz metre savrulduktan sonra dengesini sağlayabildi. Ağzının kenarından kan sızıyordu.

 

Haydson kanı silip, aşağı, Channe nehrine baktı.

 

“Ne muhteşem bir Dahi Kılıç Azizi. Son saldırısı gerçekten güçlüydü.” Haydson kendi kendine mırıldandı. Yaşam ya da ölümü belirleyecek o anda Oliver’ın son saldırısı yeni bir seviyeye ulaşıp, Haydson’un savunmasını geçmiş, vücuduna ulaşmış ve onu yaralamıştı.

 

“Gümbürr.” Dolu yağmur durmaksızın yağmaya devam ederken, Channe Nehrinin suları köpürüyordu. Nehrin üzerindeki kırmızı renk çabucak dağılıp kayboldu.

 

Ölüm sessizliği!

 

Herkes susmuştu. Nehrin iki yakasındaki insanlar gözlerini kırpmadan sulara bakıyordu. Herkesin bilmek istediği Dahi Kılıç Azizi Oliver’ın ölüp ölmediğiydi.

 

“Abi!” Blumer tereddüt etmedi bile. Gözyaşları dökerek Channe Nehri’nin bulanık sularına daldı.

DN : Off ulan Oliver reyiz ölme :’(

 

“Üstat Linley, Oliver öldü mü?” İmparator Johann endişeliydi.

 

Linley başını salladı. “Ben de tam emin değilim.” Konuşurken başını eğip kendisine teslimiyetle bakan Bebe’ye bir bakış attı. “Patron Oliver’ın aurası şu anda inanılmaz zayıf. Nefes bile almıyor. Ancak incecik bir hayat belirtisi sezebiliyorum. Görünüşe göre ölmek üzere.”

 

Sayısız izleyici fısıldayarak birbiriyle konuşuyordu. Oliver’ın gerçekten ölüp ölmediğini merak ediyorlardı. Ancak yine de herkes Oliver’ın yaptığı o son saldırıyı hatırlıyordu.

 

“Plop!” Her yere su sıçradı.

 

Blumer bir vücudu taşıyarak sudan çıktı. Linley bir bakışta Oliver’ın yüzünden bütün kanın çekildiğini, bembeyaz gözüktüğünü fark etmişti. Aynı zamanda dudakları da kararmıştı. Artık nefes almıyordu.

 

Ancak ruhsal enerji ile Oliver’ın hala can vermediğini anlayabilirdiniz.

 

“Çekilin, çekilin!” Abisi Oliver’ı, Işık Gölgesi Kılıcını ve Obsidyan kılıcını taşıyan Blumer doğruca imparator Johann’a doğru ilerledi.

 

Blumer’ın gözleri yaşlarla doluydu.

 

“Majesteleri, majesteleri, şifacılar nerede? Çabuk, çabuk!” Blumer çaresizce bağırıyordu.

 

Bu savaş için İmparator Johann çoktan saraydaki en güçlü 9. Seviye ışık baş büyücüsünü ayarlamıştı.

 

“Anders bey, acele edin, Oliver’ı kurtarın.” İmparator Johann aceleyle konuştu.

 

Gümüş saçlı yaşlı bir adam aceleyle İmparator’un arkasından gelip, Oliver’ın  kıvrılmış bedenine doğru ilerledi. Elleri beyaz bir ışıkla parlıyordu. Oliver’ın bedenine dokunduğunda, Oliver’ın yüzünün rengi değişmeye başladı.

 

“O nasıl? Abim nasıl?” Blumer histerik bir şekilde konuşuyordu.

 

Blumer, çok inatçı ve başkalarına karşı soğuk olsa da, kalbinde Oliver’ı bir baba gibi seviyordu. Küçüklüğünden beri onu yetiştiren abisi olmuştu. Blumer için abisinden daha önemli kimse yoktu.

 

“Aceleci olma. Az önce yaptığım Efendi Oliver’ın küçük yaralarını iyileştirmek içindi. Derin yaralarını tedavi edebilmek için daha fazla şifa büyüsü yapmalıyım.” Gümüş saçlı yaşlı adam konuşurken başını sallayıp, bir büyünün sözcüklerini fısıldamaya başladı. Blumer izlerken aşırı gergin ve endişeliydi ancak yine de ışık stili baş büyücüyü rahatsız etmeye cesaret edemedi.

 

Az sonra..

 

Bir yıldız ışığı Oliver’ın vücuduna girip, vücudundaki yaraları gözle görülür bir biçimde iyileştirmeye başladı. Şifa büyüsünün gücü gerçekten etkileyiciydi.

 

“Hmm?” Gümüş saçlı yaşlı adam şaşkın bir biçimde başını salladı.

 

“Sorun nedir?” diye telaşla sordu Blumer.

 

Gümüş saçlı yaşlı adam kaşlarını çatarak, “Efendi Oliver’ın vücudu tamamen iyileşti. İç organları, derin yaraları, kırık kemikleri… Hepsi eski haline döndü. Ancak Efendi Oliver uyanmadı. Bu..”

 

Linley de dikkatle Oliver’ı inceliyordu.

 

“Oliver’ın ruhu yaralanmış.” Bebe zihinsel olarak Linley’le konuştu. “Ruhunun şu an acayip zayıfladığını hissediyorum.”

 

Tam o anda, gri cübbeli Haydson yavaşça havadan yanlarına süzüldü. Çevik ve kibar bir şekilde İmparator Johann’ın önüne indi.

 

“Haydson!” Blumer nefretle Haydson’a baktı.

 

Yalnızca abisi vardı, kalan tek ailesi.. Blumer Haydson’a karşı tarifsiz bir nefret duyuyordu. Eğer ondan güçsüz olmasaydı, şu ana kadar çoktan üzerine saldırmıştı.

 

“Bana bakmayı kes. Abinin ruhu ağır biçimde yaralandı ve şu an yaşamla ölüm arasında gidip geliyor, ancak bunun sorumlusu ben değilim. Son saldırısını yaparken abin beni de kendisiyle götürmeyi umarak bir çeşit yasaklı teknik kullanmış olmalı.” Haydson’un yüzü de kısmen solgundu.

 

“Yasaklı teknik mi?” Blumer kaşlarını çattı.

 

Birden hatırladı..

 

Bir süre önce abisinden obsidyan kılıç tekniğini öğrenmek istemişti, ancak Oliver ona Işık Gölgesi Kılıç Tekniğine odaklanmasını, tam zıt özellikte bir teknik olan obsidyan tekniğine bulaşmamasını söylemişti.

 

“Birinin birbirine zıt iki Elemental Yasa’da ustalaşmasına engel olan bir tabu olabilir mi?” Blumer başını eğip dikkatle abisine baktı.

 

Oliver’ın yüzü canlı görünüyordu, vücudu kesinlikle iyi durumdaydı. Ancak yine de uyanmamıştı ve ruhsal enerjisi sanki her an sönebilirmiş gibi inanılmaz zayıftı.

 

“Efendi Oliver yenildi mi?”

 

“Kardeşi cesedini nehirden çıkardı. Dahi Kılıç Azizi artık yok.”

 

“Öldüğünü kim söyledi? Belki de yaralarından dolayı kendinden geçmiştir.”

 

“Ne olursa olsun, Efendi Haydson, Yekpare Kılıç Azizi oldukça iyi görünüyor. Açıkça Efendi Oliver’dan daha güçtü.”

 

Milyonlarca izleyici şu an düelloyu konuşuyordu. Yağan dolu onların hararetini dindirmeye yetmemişti. Herkes az önce gördüklerinden dolayı aşırı heyecanlıydı. Oliver ölmüş de olsa, yaralarından ötürü baygında olsa bir şey kesindi..

 

Bu düellonun galibi Yekpare Kılıç Azizi Haydson’du!

 

Bu çoğunluğun tahmin ettiği sonuçtu. Ne de olsa Haydson uzun süredir ünlüydü ve yaşayan en güçlü aziz seviye olarak anılıyordu. Daha önce hiç kaybetmemişti. Bu düelloyu kazanması onun için normaldi.

 

Herkesi şok edecek sonuç kaybetmesi olurdu.

 

İzleyici seli yavaşça dağılmaya başladı. Çoğu başkente doğru giderken, bazıları şehrin yakınlarındaki köylere doğru dağıldı.

 

İnsanlar yavaşça dağılsa da askerler yerlerini korumaya devam etti.

 

“Abim ölmeyecek.” Dedi Blumer soğuk bir biçimde. Abisini kucaklarken, hizmetkarlarına Işık Gölgesi ve Obsidyan kılıçları alıp onu takip etmelerini emretti. Ardından abisi kollarında orayı terk etti.

 

“Umarım Oliver bu felaketi atlatabilir.” İmparator Johann iç çekti. Şu an imparatorun çevresinde bin civarında insan vardı.

 

Bu insanların çoğu soylulardı. Çoğu Oliver’ın yaşayıp yaşamadığını öğrenmek istiyordu.

 

“Efendi Haydson gerçekten de güçlü. Bir kez daha kolaylıkla kazandı.” Ötedeki bir soylunun sesi saygıyla çınladı. Haydson sakince güldü.

 

Ardından Haydson Linley’e baktı. Yüksek bir kahkahayla, “Aslında Oliver’dansa Üstat Linley’le dövüşmeyi yeğlerdim.”

 

Sessizlik..

 

Herkes şok olmuştu. Haydson daha az önce Oliver’la büyük bir düello yapmıştı ve şimdi Linley’e meydan mı okuyacaktı?

 

Linley bir süre sessiz kaldıktan sonra konuştu “Haydson, ne demek istiyorsun?”

 

Haydson gülümsedi. “Geçen sefer arenada, Oliver ve sen düellonuzu bitiremediniz. Oliver obsidyan kılıcını çekti ve sen adamantin ağır kılıcınla karşılık verdin. Hatırladığım o sırada adamantin ağır kılıç tekniğinin Toprağın Yasalarına dayandığını söylemiştin, değil mi?”

 

“Doğru.” Linley başıyla onayladı.

 

“Ben de Toprağın Yasalarını inceleyen biriyim. Eğer bir düello yaparsak, bunun ikimiz için de daha iyi bir anlayış seviyesine ulaşmak için harika bir fırsat olacağını düşünüyorum.” Haydson Linley’e baktı. “Linley seninle bir antrenman dövüşü yapmak istiyorum. Ne dersin?”

 

Ne çevrelerindeki soylular, ne de İmparator Johann ses çıkarmaya cesaret edemedi.

 

Konuşanlardan biri yaşayan en güçlü aziz seviye olmakla ünlüydü. Diğeri daha önce eşi benzeri görülmemiş bir dehaydı.

 

“Abi..” Wharton konuşmaktan kendini alamadı.

 

Linley dönüp kardeşine bakarak kıkırdadı.

 

Wharton içinde telaşlı ve kızgındı. Kendince şöyle düşündü. “Bu Haydson gerçekten adi bir herif. Daha yeni Oliver’ı ölümün eşiğine getirdi. Abi mi de mi öldürmek istiyor? Abim ve Oliver ikisi de birer dahi olduğu için, gelecekte kendisi için tehdit oluşturacaklarını mı düşünüyor?”

 

Wharton böyle düşünen tek kişi değildi. Olaya şahit olan pek çok kişi aynı şeyi düşünüyordu.

 

Ne de olsa Oliver ve Linley geleceği parlak dahilerdi. Biri yaşayıp yaşamayacağı belli olmayan bir duruma sokulmuştu. Ve şimdi, Haydson Linley’le antrenman mı yapmak istiyordu? Pek çok insan bunun arkasındaki gerçek sebebi sorguluyordu.

 

“Ne, kabul etmiyor musun?” Haydson gülerek sordu.

 

Linley gülümseyerek Haydson a baktı. “Yeri ve zamanı söyle.”

(DN: Senden korkan senin gibi olsun ulan!! )

 

Haydson irkilmişti.

 

Linley meydan okumasını kabul etmişti. “Bugün çoktan Oliver’la bir dövüş yaptım ve en iyi durumumda değilim. Şuna ne dersin. Üç ay sonra, Ağustosun 4’ünde, şehrin doğusundaki Tujiao Dağı’nda. Düellomuzu orada yapalım.”

 

“Tamam.” Linley gülümseyip onayladı.

 

Linley de Haydson’la dövüşmek istiyordu. Dalga Kalkanı tekniğini yeni geliştirmişti. Bunu ‘Toprağın Engin Gerçekleri’ saldırısıyla birleştirince Linley kolayca yenilebileceğini düşünmüyordu. Ne de olsa tek savunması Dalga Kalkanı değildi, aynı zamanda ejderha pullarıyla da korunuyordu. Bu kadar güçlü bir savunma hattı karşısında, Haydson’un mu yoksa kendisinin mi savunmasının daha güçlü olduğunu söylemek zordu.

 

“O halde, majesteleri, Linley şimdilik hoşçakalın.” Haydson ikisine de başıyla selam verip gri bir ışığa dönüşerek havaya doğru uçtu.

 

“Abi..” Wharton telaşla yanına koştu.

 

“Sorun yok. Zafer ya da yenilgi, ikisi de ortada.” Linley kendinden emin bir şekilde gülümseyip grubunu malikaneye geri götürdü.

 

Soylular ve İmparatorluk Klanı’nın üyelerine gelince, sonu gelmeyen bir konuşmanın içindelerdi. Bir süre sonra yağan yağmurun altında hepsi başkente geri döndüler.

 

Channe Nehri bir kez daha sakinliğine kavuştu. Önceki çılgınlığa dair tek kalan nehir kıyısındaki çer çöptü.

 

---

 

Channe Nehrinin, Yulan Nehriyle kesiştiği yerde, altı katlı devasa bir gemi Yulan Nehri’nden, Channe Nehri’ne doğru ilerliyordu. Güvertede bir sıra şövalye nizami bir şekilde dizilmişti.

 

Bu güçlü şövalyelerin pek çoğunun sihirli yaratıkları vardı. Sıradan insanlar sihirli yaratıklara sahip olamazdı; bu kadar çok şövalyenin sihirli yaratıklara sahip olması bu gemideki insanın yüksek bir mevkide olduğunun işaretiydi.

 

“Channe Nehri’ne vardığımızda O’Brien İmparatorluğun başkentine üç gün mesafede olacağız. Ne yazık ki Dahi Kılıç Azizi Oliver ve Efendi Haydson arasındaki düelloyu kaçırdık.”

 

Güvertedeki şövalyeler kendi aralarında konuşuyordu.

 

Tam o sırada saçlarında ak perçemler olan bir adam güverteye çıktı. 40 ya da 50’lerindeki orta yaşlı bir adama benziyordu. Yanındaki kahverengi kürklü ayı etkileyici bir şekilde saf görünüyordu. Bu ayı yaklaşık bir insan boyundaydı ve oldukça şirindi.

 

“Grr. Grr. Usta. Suyun üzerinde rahatsız hissetmeye başladım. Haydi uçalım.” Bu saf görünen şirin ayı yanındaki orta yaşlı adama sesleniyordu.

 

“Sudan nefret ettiğini biliyorum.” Orta yaşlı adam gülerken geminin zircin çekili kenarına gelip dalgalara doğru baktı.

 

“Efendimiz.” Orta yaşlı adamı gören askerler saygıyla selamladılar. Tam o sırada uzun boylu, altın saçlı güzel bir kadın yüzünde bir gülümsemeyle adamın yanına geldi. “Usta, çoktan Channe Nehri’ne ulaştık. Yakında O’Brien İmparatorluğuna ulaşacağız.”

 

Orta yaşlı adam gülüp altın saçlı kadına baktı. “Haha. Gerçekten de öyle. Delia, sanırım benim olduğundan daha sabırsızsın.”

 






Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 44263 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr