Cilt 9 Bölüm 33: Hayret Verici

avatar
7408 13

Coiling Dragon - Cilt 9 Bölüm 33: Hayret Verici


 

Kitap 9 (Ünü Dünyayı Sarsıyor)  Bölüm 33  – Hayret Verici

 

Çeviri: Gin Düzenleme: Dr.Hiluluk

 

Milyonlarca seyirci şok olmuştu. Haydson kan kusarken, Linley’in parçalanmış pulları kan içindeydi. Bu savaşın çığırından çıktığı açıktı.

 

“Bu nasıl mümkün olur?”

 

“Bu nasıl.. Üstat Linley ve Efendi Haydson..”

 

Seyirciler gerçekten de sersemlemişti. Bu iki baskın aziz uzman, dövüşü böyle bir noktaya getirmişlerdi. Gerçekten şaşırtıcı olan ise.. Azizlerin en güçlüsü olmakla ünlü Haydson, koca bir ağız dolusu kan kusmuştu. Ağır yaralandığı anlaşılıyordu.

 

Onlara göre bir dahi bile olsa Linley sadece yirmi yedi yaşındaydı.

 

Ancak Linley, daha geçenlerde Oliver’la aynı seviyede değil miydi? Oliver, Haydson tarafından kolayca yenilmişti ve beklenti Linley’in de aynı kaderi paylaşmasıydı. Ancak sonuç beklenenden açıkça farklı olmuştu.

 

“Linley, o..” Oliver’ın alnı kaşlarını çattığı için kırışmıştı. Sessizleşti…

 

Gerçekte, eğer Linley Dalga Kalkanı konusunda iç görüler edinmeseydi büyük ihtimalle Haydson’un Deprem tekniği onu ağır yaralar, Evren Kırıcı tekniği ise öldürürdü. Ancak şu an Dalga Kalkanına sahip olduğu için savunma gücü inanılmaz yükselmişti. Haydson’un en güçlü tekniği bile onu en fazla ağır yaralayabilirdi.

 

“Linley!” Delia ağlamanın eşiğindeydi.

 

Özellikle Linley’in kan revan içindeki vücudunu gördüğünde kalbi sıkıştı.

 

“Abi.” “Efendimiz.” Wharton, Barker ve kardeşleri, Kahya Hiri, Hillman, Jenne ve diğer kızlar... Hepsi Linley için endişeleniyordu.

 

Savaş gerçekten de umutsuz bir boyuta ulaşmıştı.

 

“Ne kadar garip bir saldırı. Ona karşı savunmanın hiçbir yolu yok.” Haydson ötedeki şeytani görünümlü Linley’e bakıyordu. Hızla düşünmeye çalışıyordu..

 

Toprağın Engin Gerçekleri – 132 Katmanlı Dalga!

 

İç organları özel bir biçimde korunan Haydson bile ağır yaralanmıştı. Haydson rakibinin bu en güçlü saldırısına karşı en fazla bir kere daha dayanabileceğinin farkındaydı.. Ancak bir üçüncü saldırı gelirse kesinlikle yok olurdu.

 

“Linley’in savunması nasıl bu kadar güçlü olabilir? Evren Kırıcı tekniğim onu öldüremedi.” Haydson buna hala inanamıyordu.

 

Daha önce saldırısına kafa kafaya karşı çıkabilen kimseye rastlamamıştı. Evren Kırıcı onun en güçlü saldırısıydı. Eğer rakibini öldüremezse, nasıl kazanacaktı?

 

“Kafa kafaya bir saldırıyı daha kaldıramam. Hızımı kullanıp saldırısını savuşturmalı, bu sırada ona saldırmalıyım.” Haydson kararını vermişti. Linley’in kendinden daha iyi durumda olduğuna inanmıyordu. Linley’in Evren Kırıcı saldırısının ardından hala savaşmaya devam edebilecek olması bile inanılmaz olurdu. Bir Evren Kırıcı saldırısını daha rakibine temas ettirmeyi başarırsa, Linley’in buna kesinlikle dayanamayacağından emindi.

 

Haydson’un düşüncelerinin aynısı Linley’in kafasında dönüyordu.

 

Şu anki durumu düşünülürse bir saldırıyı daha karşılamaya cesaret edemezdi.

 

“Toplan.. .” Haydson’u sarmalayan toprak rengi enerji dalgaları yoğunlaşıp neredeyse zırhımsı ince bir tabaka oluşturdu.

 

Linley de Dalga Kalkanı tekniğini yoğunlaştırıyordu.

 

Eğer savunma geniş bir alana yayılırsa, yüksek hızda uçarkenki manevra yetenekleri etkilenirdi. Anlaşılan iki uzman da bunu hız üzerinden kapışmak için yapıyordu.

 

Yerdeki sayısız seyirci neredeyse nefes almadan gökyüzüne bakıyordu.

 

Daha önce Yekpare Kılıç Azizi Haydson’un kazanacağından emin konuşanlar, aynı şeyi tekrarlamaya cesaret edemiyordu.

 

“Vızzz!” “Vızzz!” Fırtınayı andıran rüzgarlar bir kez daha göğü kapladı. Linley’in vücudu tekrardan o garip ama zarif biçimde hareket etmeye başladı. Hızı ulaşabildiği en üst noktadaydı. Rüzgarın gücüne dayanan hareket biçimi tamamen tahmin edilemez ve tek kelimeyle garipti.

 

Toprak rengi ağır kılıcını taşıyan Haydson da harekete geçti. Attığı her adımda sanki ışınlanıyor, onlarca metre ilerliyordu. Onun hareket etme şekli de oldukça garipti.

 

“Fııışşş.”

 

Haydson’un toprak rengi kılıcı birden Linley’in önünde belirip ona doğru saldırdı. Ancak Linley’in içinden, havayı yarar gibi geçip gitti. Linley ardından bulanıklaşıp kayboldu. Saldırının isabet ettiği, Linley’in hızından kaynaklanan bir görüntüden başka bir şey değildi.

 

“Fıııışşş.” Adamantin ağır kılıç da saldırdı..

 

Ancak Haydson’un vücuduna yaklaştığında, Haydson birden kaybolup birkaç metre geride tekrar belirdi.

 

Bu iki uzman da rakibinin saldırılarının ne kadar güçlü olduğunu biliyordu. İkisi de diğerinin saldırısını karşılamaya cesaret edemiyor, hızlarını kullanarak rakibine son darbeyi vurmaya çalışıyordu.

 

“Neredeler?”

 

“Onları göremiyoruz bile!”

 

Sayısız seyirci dikkatle gökleri izlese de, Linley ve Haydson inanılmaz hızlı hareket ediyorlardı. Tek görebildikleri rüzgar ürkütücü bir biçimde kükrerken beliren bulanık figürlerdi.

 

Delia’nın alnı terle kaplansa da gözlerini kırpmadan gökyüzüne bakıyordu.

 

Ortam inanılmaz gergindi!

 

Tek bir adımda Haydson Tujiao Dağı’nın zirvesinde belirdi. Dağdaki ağaç ve kayaları Linley’in hızını engellemek için kullanmaya karar vermişti.

 

“Vıııızzz!”

 

Linley hızla aşağıya doğru hamle yapıp doğruca Haydson’a atıldı.

 

Tek bir adımla, Haydson büyük bir mesafe kat edip, ikinci adımda dev bir kayanın arkasında belirdi. Linley şu an kayanın diğer tarafında kalmıştı.

 

“Evren Kırıcı!”

 

Toprak rengi ağır kılıç neredeyse sınırsız bir güç taşıyarak savruldu. Önündeki insan boyunda kaya tereyağı gibi kolayca ikiye ayrılıp, kılıcın enerjisiyle buluşur buluşmaz parçalanmaya başladı. Linley ise çoktan tehlikeyi sezip son hız geriye doğru çekilmişti.

 

“Bamm!”

 

Tüm Tujiao Dağını kapsayan yüzlerce metre uzunluğundaki devasa bir çatlak oluştu. Yarık neredeyse 3-4 metre genişliktedi. Yüzlerce kaya parçası yağmur gibi etrafa saçıldı.

 

“Tanrım!” Milyonlarca seyirci şok olmuştu.

 

Gözlerinin önünde meydana gelen olaya inanmakta güçlük çekiyorlardı. Bin metre uzunluğundaki dağ ortadan ikiye ayrılmıştı.

 

“Güüümm!” Linley bir kez daha Toprağın Engin Gerçekleri – 132 Katmanlı Dalga’yı kullanarak Haydson’a saldırdı.

 

Haydson bir kez daha savuşturmayı başardı.

 

Linley’in ağır kılıcı yakındaki bir ağaca çarptı. “Gümbürr..” Garip bir ses eşliğinde ağaç toz bulutuna dönüştü, hemen arından adamantin kılıçtan yayılan titreşim dalgaları dağın zirvesinden merkezine doğru düz bir hatta ilerleyip genişlemeye başladı..

 

“Gümbürr….!”

 

Dağın merkezinde insan boyutlarında bir tünel ortaya çıkmaya başladı. Sayısız kaya parçası tünelden fırlıyordu.. Ardından o parçalar tamamen toza dönüşüp rüzgara karışarak, tüm dağı kapladı.

 

Göz açıp kapayıncaya kadar..

 

Seyirciler dağın zirvesinden merkezine doğru inen tüneli açıkça görebiliyordu.

 

Ortamda ölüm sessizliği hakimdi.

 

İmparator Johann’ın boğazı düğümlenmişti.

 

Yüce gökler. Bu nasıl korkunç bir güçtü? Bu ikisinin saldırılarına kim karşı koyabilirdi? Biri dağı ortadan ikiye bölmüş, diğeri ise ortasına devasa bir tünel açıp koca kayaları tuzla buz etmişti. Bu tamamen inanılmazdı.

 

“Bu Toprağın Engin Gerçekleri!” Barker ve diğerleri heyecanlanmıştı, ancak aynı zamanda Yekpare Kılıç Azizi Haydson’un inanılmaz gücünden endişelilerdi.

 

Oliver olup biteni sessizce izliyordu.

 

Rüzgar vahşice kükrerdi. Linley, vücudunu rüzgarlara gizlemiş, aynı anda pek çok yerde belirip kayboluyordu. Haydson’a gelince o da kendi garip yöntemiyle durmadan savuşturup duruyordu. Seyircilerin tek yapabildiği durmayan patlama seslerini işitmek ve ardından yıkılan ağaçları ve parçalanan kayaları görebilmekti.

 

“Booom!” Dağın zirvesinin bir parçası sonunda kopup aşağı doğru düştü. Dağdan aşağı yuvarlanırken, yoluna çıkan ağaçları un ufak ediyordu. Bu ani tehlike karşısında izleyiciler korku dolu çığlıklar atmaya başladılar.

 

Savaş Tanrısı Okulundan Kenyon, düelloyu izleyen aziz seviyelerden biri, hızla öne atıldı. Asasının bir hareketiyle düşen kayayı durdurup, dağın eteklerindeki boş bir alana doğru savurdu. Ancak oraya ulaştıktan sonra yaklaşık yüz metre büyüklüğündeki kaya yuvarlanıp durdu.

 

“Geri çekilin! Geri çekilin!”

 

Ordudaki askerler hemen emirler yağdırıp, seyircileri geri çekmeye başladı. İmparatorluk ailesi ve soylular da geri çekiliyordu. Yüce gökler, bu dövüş tahminlerin çok ötesine geçmişti. Yakında kalmak çok tehlikeliydi.

 

Herkes geri çekilmeye başladı.

 

Linley ve Haydson’un dövüşü giderek daha çılgın, daha durdurulamaz noktaya ulaşıyordu. Yalnızca 3-4 kılıç darbesiyle Haydson Tujiao Dağını parçalara ayırmıştı. Linley’in saldırıları ise dağı deliyordu. Sonunda..

 

“Gümbür..”

 

Daha fazla hasarı kaldıramayan Tujiao Dağı çökmeye başladı. Toz duman her yeri kaplamıştı. Seyirciler dehşet içinde daha fazla geri çekildi. Şanslarını önceden geri çekilmişlerdi ve onları koruyan aziz seviyeler vardı.

 

Toz duman dağıldıktan sonra, yaklaşık 300 metrelik bir enkaz ortaya çıktı.

 

Tujiao Dağı yok olmuştu.

 

Geriye kalan tek şey devasa bir yığındı.

 

“Yüce gökler!” Sayısız seyirci enkazın üzerinde duran iki figüre bakıyordu. Linley ve Haydson, ikisi de kanlar içindeydi ve yüzleri beyazlamıştı. Ancak auraları inanılmaz vahşiydi.

 

Seyircilerin hiç biri bu dövüşü unutamayacaktı. Sonuçta kim kaybederse kaybetsin, ya da ölsün, kaybedenin zayıf olduğunu ya da iyi dövüşemediğini iddia edebilecek kimse yoktu.

 

“Linley, kaybettin!” Haydson soğuk gözlerle Linley’e baktı.

 

Linley’in siyah altın gözleriyle Haydson’a sessizce karşılık verdi.

 

“Ejder formuna geçtikten sonra bile savaş ki’n benimkinden zayıf. Böyle uzun, yorucu bir dövüşten sonra, hızın çoktan azalmaya başladı.” Haydson kendine güvenerek konuşuyordu.

 

Haklıydı.

 

İnsan formunda Linley yalnızca 9. Seviyedeydi ve ejder formuna geçtikten sonra savaş ki’si yalnızca orta düzey bir aziz seviyeye eşitti. Ancak Haydson yüzyıllardır eğitim yapan birisiydi. Savaş ki’si miktarı Linley’den çok daha üstündü. Böyle coşkulu bir savaşın ardından Linley’in savaş ki’si neredeyse tükenmişti. Onu destekleyecek yeterince savaş ki’si olmadığından hızı doğal olarak azalmaya başlamıştı.

 

Haydson’un dudakları kıvrıldı.

 

“Booom!” Haydson aniden harekete geçti. Haydson son hız ileri atıldığında bir ses patlaması duyuldu. Linley karşılık olarak Ejder formunun ve Rüzgar Gölgesi büyüsünün desteğiyle son hız savuşturmaya çalıştı.

 

Ancak savaş ki’si neredeyse tükendiği için, Linley şu an için Haydson’dan daha yavaştı.

 

“Evren Kırıcı!” Fırsatı fark eden Haydon, son saldırısını yaptı.

 

“Şikreeeeeeee!” Kulak tırmalayan, duyanların kalbini titreten bir çığlık gökleri sallarken, vahşi bir siyah gölge dağın enkazından son hız fırlayıp, Linley ve Haydson’un arasında belirdi.

 

Aynı anda gölge büyümeye başladı.

 

“Bebe.” Linley irkilmişti.

 

Bebe iki metre boyuna ve dört metre uzunluğa ulaşmıştı, aynı zamanda keskin pençelerini vahşi bir biçimde toprak rengi kılıca doğru savurdu.

 

“S*ktir git!” Bebe kızgın bir biçimde kükredi.

 

“Booom!”

 

Toprak rengi kılıç, Bebe’nin keskin pençeleriyle çarpıştı.

 

Haydson geriye doğru fırladığında, ağız dolusu kan kustu. Bebe’ye gelince, o da saldırının korkunç gücü karşısında geriye doğru fırlamıştı.

 

“S*ktir, acıttı!” Bebe öfkeyle uludu.

 

Yıldırım gibi bir hızla Bebe tekrar Haydson’un önünde belirdi. Evren Kırıcı saldırısını karşılamış olsa da, Bebe’nin vücudunda yalnızca hafif bir kan sızıntısı vardı. Ciddi bir yara almamıştı.

 

Haydson yere düştü. Bu garip yaratığın kendisine tekrar saldırdığını gördü. Yaratığın nereden çıktığını anlayamamıştı. Tek bildiği... Eğer kendini savunmazsa öleceğiydi.

 

Haydson hızla ayağa kalktı.

 

Bu şey de nereden çıkmıştı? Evren Kırıcı saldırısından yara bile almamıştı!

 

“Evren Kırıcı!” Haydson canını korumak için var olan her şeyiyle saldırdı.

 

“Bamm!”

 

Bebe iki pençesini de doğruca toprak renkli ağır kılıca doğru vurup, kılıcın Haydson’un ellerinden fırlamasına neden oldu. Haydson da çarpışmanın etkiyisle geri fırlayarak, ağzında kanlar, sertçe yere çakıldı.

 

Seyirciler donmuştu. Ağızları hayretle açılmıştı.

 

“Patronumu öldürmek mi istiyorsun? Canına mı susadın sen?” Bebe kızgın bir şekilde kükreyip, tekrar saldırıya geçti.

 

“Bebe, dur.” Linley hemen araya girdi.

 

“Patron, ne diyorsun?” Bebe dönüp Linley’e baktı. Linley, Haydson’a bakıyordu. Bu dövüşten sonra, Haydson’un gelecekte onun için bir tehdit olamayacağının farkındaydı.

 

Lilnley kafasını sallayıp, zihin yoluyla konuştu “Bebe, unut gitsin.”

 

Bebe son derece hoşnutsuzdu. Doğruca toprak rengi ağır kılıcın yanına sıçrayıp, kılıcı kaldırdı. Ardından ağzına attı. “Çatır.” “Çutur.” İki ısırıkta kılıcı mideye indirdi.

 

“Ben, Bebe, canını bağışlıyorum. Ancak küçük oyuncağını yiyeceğim. Bunu cezan olarak düşün.” Dev Bebe sıradan bir şekilde konuşup, soğuk gözlerle Haydson’a baktı.

 

“Bu.. bu nasıl mümkün olur?” Haydson kendini ayağa kalkmaya zorladı. İnanamayan gözlerle bakıyordu. Kılıcı sayısız değerli malzemenin alaşımından dövülmüştü. Linley’in adamantin ağır kılıcından daha değersiz sayılmazdı. Ancak bu sihirli canavar onu kolayca yemişti.

 

“Üstat Linley, bu... Bu sihirli canavar?” İmparator Johann uzaktan seslendi.

 

Bebe dönüp kızgın bir biçimde İmparator Johann’a baktı. “Ne? Patronum bir büyücü. Bir büyücü düello yaptığında, yanında sihirli canavarlarını getirmesi normal bir durum. Neden yardım edemez mişim? Ben, Bebe, çoktan yeterince hoşgörülü davrandım. Daha Haeru ortaya çıkmadı bile. Aksi halde Patron, ben ve Haeru birlikte saldırsak, Haydson’u öldürmek şu kılıcı yemek kadar kolay olurdu. Haeru, ortaya çık!”

 

“Grrrrrrrrrraarrr!” Tam o sırada, kızgın bir kükreme eşliğinde, ikinci bir sihirli canavar enkazın arasından fırladı. O da büyümeye başladı. Çıkan tabi ki Karabulut Panteri Haeru’ydu. Haeru doğruca Bebe’nin yanına uçup, gözlerini Haydson’a dikti.

 

Şu anda hem Linley, hem de Haydson ağır yaralıydı.

 

Ancak an itibarıyla, sayısız seyirci onlarla ilgilenmiyordu. Aniden ortaya çıkan iki aziz seviye sihirli canavara odaklanmışlardı.Özellikle ilki korkutucuydu.

 

Evren Kırıcı saldırısından hasar almamıştı bile.

 

Birkaç ısırıkta, Haydson’un kılıcını mideye indirmişti.

 

“Sen, Haydson, bununla ilgili bir şikayetin var mı?” Bebe bakışlarını indirip Haydson’u süzdü.

 

Bebe’nin gözlerindeki soğuk ifadeyi gören Haydson, karşı çıkarsa Bebe’nin onu pençeleriyle paramparça edeceğini anlamıştı. Gücünün doruklarında bile olsa, Bebe gibi bir sihirli canavar karşısında kazanması oldukça zordu. Saldırısı, savunması ve hızı muazzamdı. Haydson’un şu anki halini belirtmeye gerek bile yoktu.

 

Haydson başını çevirip sessizliğini korudu.

 

“Haydson, bu dövüşü kaybettiğimi kabul ediyorum.” Dedi Linley.

 

Haydson Linley’e baktı. Kalbinde ona hayranlık duymaya başlamıştı. “Linley, bugün aslında berabere kaldık. Daha fazla savaş ki’sine sahip olmam bana avantaj sağladı. Sihirli canavarlarına gelince..”

 

Haydson, Haeru’ya ardından da Bebe’ye baktı.

 

Bebe anında gözlerini ona dikti. Haydson acı acı güldü. “Sihirli Canavarın şu ana kadar gördüğüm en korkunç aziz seviye sihirli canavar.” Bu sözleri duyan Bebe başını gururlar havaya dikti..

 






Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 44264 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr