Cilt 9 Bölüm 39: Yalan ve Gerçek

avatar
6972 10

Coiling Dragon - Cilt 9 Bölüm 39: Yalan ve Gerçek


Kitap 9 (Ünü Dünyayı Sarsıyor)  Bölüm 38 – Yalan ve Gerçek

Çeviri : Gin   Düzenleme : Dr.Hiluluk

 

Linley,  Kont Wharton’un malikanesine döndü. Gidince kendisini avlusuna kapatıp, içeriye kimsenin girmesini yasakladı. Wharton ve Nina’nın düğün günü de olsa, Reynolds’un savaşta öldüğünü öğrendiklerinde, Wharton abisinin neler hissettiğini biliyordu.

Kont’un malikanesinde kimse Linley’i rahatsız etmeye cesaret edemedi.

Avlunun kapıları sıkı sıkıya kapalıydı.

Linley taş masada oturuyordu. Masada bir şişe şarap ve iki kadeh vardı. Kadehlerden biri Linley’in önünde, diğeri tam karşısındaydı. Yalnızca... karşısında oturan kimse yoktu.

Linley iki kadehe de şarap doldurdu ve ardından kendi kadehini kaldırdı.

“Dördüncü kardeş...” Linley doğruca karşısına bakıyordu, bakışları gerçekliği delip geçer gibiydi. Ancak gözleri kırmızıydı, “İyi yolculuklar...”

Ardından bütün kadehi kafasına dikti.

Dördüncü kardeş, ölmüştü...

Linley bunu kabullenemiyordu.

Ancak önce İmparator Johann’ı , ardından Dunstan Klanı’nı sorguya çekmişti. Dunstan Klanı’ndakilerin yüzlerini bile dikkatle incelemişti. Ve bir sonuca varmıştı…

Belki dördüncü kardeş gerçekten de şerefli bir savaşta ölmüştü. Belki gerçekten de kimsenin suçu yoktu.

Ancak Linley’in bilmediği Dunstan Klanından yalnızca üç ya da dört kişinin gerçeği bildiğiydi. Neon Dunstan, Linley’in insanların ifadelerine dikkat edeceğini bildiğinden gerçeği kimseyle paylaşmamıştı.

Gerçeği bilen bir kişi daha vardı. Reynolds’un annesi!

Muhafızların bahsettiği ‘Madam’ oydu. Reynolds’un annesinin kalbi kırılmıştı. Neon, karısının Linley’in karşısında kendini tutamayacağını bildiğinden, ana salona hiçbir kadını sokmamıştı. Doğal olarak Reynolds’un annesi Linley’in karşısına çıkmamıştı.

“Dördüncü kardeş, sen bizim en küçüğümüzdün. İlk gidenin sen olacağını tahmin edemezdim...” Linley kalbine bıçaklar saplanıyormuş gibi hissediyordu. İki göz yaşı kontrolsüzce yanaklarından süzüldü.

Şişeyi eline alan Linley, kafasına dikip içti.

“Öhö, öhö.” Çok hızlı içtiği için öksürmeye başladı. Ancak iki üç kere öksürdükten sonra, Linley bir kez daha şişeyi dikip sonuna kadar içti.

Bebe ve Haeru, avlunun kenarında Linley’i rahatsız etmeden duruyordu.

“Bu, patronu bu kadar üzgün gördüğüm dördüncü sefer.” Bebe kendi kendine konuştu. İlki Alice’den ayrıldığındaydı. İkincisi babasının ölümünü öğrendiğinde. Üçüncüsü Büyükbaba Doehring’i kaybettiğinde…

Aile üyeleri. Arkadaşları. Birer birer onu bırakıp gidiyordu.

Linley büyük bir acı duysa da, güçlü olması gerektiğini biliyordu. Geri kalan aile üyeleri ve dostları için... Hem ölenler, hem de yaşamaya devam edenler için güçlü olmalıydı.

“O halde üç gün daha yas tutmama izin verin..”

Linley acı içinde gülümsedi. Kendini tutmadan istediği kadar ağladı, içti, gülümsedi, yeri geldi kendi kendine mırıldandı, yeri geldi Reynolds karşısındaymış gibi konuştu...”

Üç gün sonra!

“Grrrç.” Avlunun kapısı sonunda açıldı. Delia son birkaç gündür avlunun dışında, bir hizmetkardan getirmesini istediği bankta sessizce bekliyordu. Orada sessizce otururken, bir şeyler okumuş ve Linley’i beklemişti.

Üç gün!

Linley, kendini üç gün avluya kapatmış ve Delia’da üç gün dışarda beklemişti.

Kapının açıldığını duyan Delia şaşırarak kapıya baktı. Linley şu anda uzun, açık mavi bir cübbe giyiyordu. Sırtı dimdikti ve en ufak üzüntü belirtisi göstermiyordu.

“Linley...” sevinen Delia hemen onu karşılamaya kalktı.

Linley, Delia’ya baktığında kalbinde sıcak, minnet dolu bir şey hissetti. Linley’in şu anki seviyesi düşününürse, Delia’nın üç gündür onu beklediğinden haberdar olmama imkanı var mıydı?

Avluda Delia’dan bir kapıyla ayrılmış olsa da, Linley onun varlığını yanında hissetmişti.

Linley birden uzanıp Delia’yı kollarına aldı.

Delia donup kalmıştı.

Linley daha önce kendi isteğiyle ona hiç sarılmamıştı!

Delia’yı kollarında sararak başını öne eğdi. Burnunun ucu Delia’nın saçlarına dokunuyordu. Saçlarının kokusu büyüleyiciydi. Kokuyu içine çeken Linley’in kalbi sakinleşmişti.

Sanki yalnız küçük bir kayık, sonunda aradığı limana ulaşmıştı.

“Delia. Teşekkür ederim.” Linley’in sesi Delia’nın kulağının dibinden yükselmişti.

Linley’e sarılıp başını göğsüne yasladığında Delia hiç olmadığı kadar mutluydu. Bu anı bekleyerek akademide on yıl geçirmiş, ardından on yıl daha beklemişti... Ve şimdi hayallerine hiç olmadığı kadar yakındı.

Linley’in avludan çıktığı günden sonra, o ve Delia giderek daha yakınlaştı. Bazen tek bir bakışla diğerinin ne düşündüğünü anlayabiliyorlardı. Yalnızca, Linley aralarındaki son duvarı yıkmamış, Delia’da bunu kendi yapmaya cesaret edememişti.

“Efendimiz nasıl?”

Gates, talim alanında Wharton’a yavaşça sordu.

Wharton’un yüzünde bir gülümseme vardı. “Avludan çıktıktan sonra abim Bayan Delia’yla oldukça yakınlaştı. Az önce onu gördüğümde gülümsüyordu bile. Büyük ihtimalle şu anda daha iyi hissediyor.

Gates yavaşça başını salladı. “Efendimiz üç gün ortaya çıkmadığında oldukça endişelendik.”

“Beşinci kardeş, sence efendimiz kolaylıkla karamsarlığa düşer mi?” Arkalarındaki bir başka korkutucu uzun ve güçlü adam kahkahayla araya girdi.

“İkinci kardeş neden beni eleştiriyorsun?” Gates oldukça bozulmuştu.

Kont’un malikanesi oldukça sakindi. Linley sessizce eğitime devam ederken, aynı zamanda Anarşik Topraklara gitmenin hazırlığını yapıyordu.

---

“Majesteleri, Üstat Linley her zamanki gibi davranıyor. Eğitimine odaklanmış durumda. Olağanüstü bir durum yok. Ancak  tabi ki, Efendi Wharton’un düğün günü, Üstat Linley, Dunstan Klanını ziyaret etti.”

İmparator Johann’ın yüzü gülüyordu.

“Harika. Şimdilik gidebilirsin.” dedi sakince.

Linley’in olağan dışı bir şey yapmadığını öğrendiğinde oldukça rahatlamıştı.

“Şanslıyız. Şanslıyız ki, Linley söylediklerimize inandı.”

“Dustan Klanı’da nasıl davranması gerektiğini biliyordu.” İmparator Johann durumdan oldukça memnundu.

Dunstan Klanı’nın ordudaki etkisini düşününce, gerçeği kesinlikle öğrenmişlerdi. Büyük ihtimalle daha İmparator Johann’ın kendisi durumu öğrenmeden onlar biliyordu.

Ancak açıkça Linley, Dunstan Klanı ziyaretinde bir şey öğrenmemiş, Reynolds’un savaşta öldüğüne ve Neil Askerleri’nin onu kurtarma şansı olmadığına inanmıştı.

---

Delia elindeki mektuba, ardından Linley’e baktı. Yüzünde acınası bir ifade vardı.

“Delia, sorun nedir?” Linley soran gözlerle Delia’ya bakıyordu.

Delia çaresizce başını salladı. “Bu mektup ailemden. Büyükannemin ciddi bir hastalığa yakalandığını söylemişler ve eve dönmemi istiyorlar. Büyükannem…”  Delia’nın yüzünde endişeli bir ifade vardı.

Linley uzanıp Delia’nın elini tuttu. Onu yatıştırmak için, “Merak etme, büyükannen iyi olacak.” dedi.

“Linley, eve dönmeliyim.” Delia çaresizce Linley’e baktı. “Seninle Anarşik Topraklar’a gelmeyi planlıyordum, ancak…”

Linley gülümseyip onu teselli etti, “Sorun yok. Önce eve git. Ekibimin yeteneklerini düşünürsek orda hızlıca bir karargah oluştururuz. Beni bulmaya geldiğinde, yerimi kolayca bulabilirsin.”

Delia ondan ayrılmak istemiyordu.

Ancak büyükannesi ciddi şekilde rahatsızlanmıştı. Ailesinden gelen mektup onu endişelendirmişti. Yapabileceği bir şey yoktu. Tek yapabileceği oradan ayrılıp Yulan İmparatorluğunun yolunu tutmaktı.

Ertesi sabah Delia Vahşi Yıldırım Fırtına Şahini’nin sırtında hızla Yulan İmparatorluğuna doğru uçtu.

---

O’Brien İmparatorluğu Merkezi İdari Bölgesindeki bir şehirde. Lüks bir otelin avlusunda. Yale aldığı mektuplara şöyle bir göz atıyordu.

“Hmm? Dördüncü kardeşle mi ilgili? Dördüncü kardeşe ne olmuş? Orduda bir şeyler başarıp terfi etmiş olabilir mi?” Yale’in yüzünde bir tebessüm oluştu.

Geçmişte, dört kardeşin içinde Yale ve Reynolds çapkın olanlardı. İkisi birlikte kızların peşinde koşmuşlardı. George ve Linley kontrollü davranırken, bu ikisi çokça yaramazlık yapmıştı.

Yale, mektubu açıp okumaya başladı.

Okurken…

Yale’in yüzü bembeyaz oldu. Kontrolsüz bir şekilde titremeye başladı. Başını ellerinin arasına alıp gözlerini kapadı… Yale uzun bir süre sonra gözlerini açtı.

“İmkansız.”

Yale’in gözleri nemlenmişti. Gözleri kızaran Yale acısını bastırıp okumaya devam etti.

Bitirdikten sonra..

“Dördüncü kardeş!!!” Gözyaşları sonunda akmaya başladı..

Eğer biri Yale’e en çok değer verdiği insanların kim olduğunu sorsaydı... Cevap kesinlikle öz abisi olmazdı. Aralarında oldukça soğuk bir ilişki vardı. Ne de olsa Dawson Şirketler Grubunda... pek çok çekişme ve iç karışıklık vardı.

Ernst Akademisinden ayrıldıktan on yıl sonra bile, Yale bazı insanlara güvense bile, hiçbirini can dostu olarak görmemişti. Kalbinde ömür boyu sürecek olan yalnızca üç dostluk vardı. Küçüklüğünde kazandığı üç dost…

George, Linley, Reynolds!

Yale öylece dururken, vücudu istemsizce titriyordu. Birden elinde beliren bir akım mektubu küle çevirdi.

Yale şimşek tipi bir büyücüydü. Yalnızca 6. Seviye bir büyücü olarak dört kardeşin en zayıfıydı.

“Prens... Julin?” Yale hala titrerken, dişlerini sıktı.

“Demek orada öylece durup kardeşimin ölmesine izin verdin!!! Kim olduğun umrumda değil. Geberdiğinden emin olacağım!” Yale derin bir nefes çekip gözlerini kapattı.

Kendini sakinleşmeye zorladı.

Dawson Şirketler Grubu sıradan halk arasında ve Neil gibi sınır şehirlerinde inanılmaz güç sahibiydi. Oradaki tüccarlar ve soylular Dawson Şirketler Grubuyla içli dışlıydı.

Bu sırrı Linley’den saklamış olabilirlerdi ancak, Dawson Şirketler Grubunun her yere ulaşan istihbarat ağından saklama şansları yoktu!

“Babamın benim için Şirketler Grubunun güçlerini prensin peşine gönderme ihtimali yok. Ayrıca denese bile başarı olmamız garanti değil.” Yale durumun farkındaydı.

Prens Julin, Güneydoğu İdari Bölgesinin yöneticisiydi. Büyük bir askeri gücü kontrol ediyordu. Dawson Şirketler Grubu ona karşı nasıl dövüşebilirdi ki?

“Üçüncü kardeş!” Aniden Yale’in aklına Linley geldi.

“Üçüncü kardeş henüz dördüncü kardeşin intikamını almamış mı?” Yale, dördünün birbirlerini ne kadar önemsediğini biliyordu. Linley’in Reynolds’un nasıl öldüğünü öğrendiğinde intikam almaya gideceğinden emindi. “Bir şekilde, Prens Julin ve imparator herkimse bunu ondan saklamış olmalılar. Üçüncü kardeşin bir istihbarat ağı yok sonuçta.”

Yale onu takip edip, Yeşim Su Cennetinde onla birlikte içip dağıtan sevimli genci düşündüğünde kalbinde bir sızı hissetti.

“Dördüncü kardeş sana söz veriyorum, üçüncü kardeş kesinlikle intikamını alacak.” Yale kendi kendine mırıldandı.

Yale birden yüksek sesle bağırdı. “Benimle ilgilenin. Hemen hazırlıkları tamamlayın. Başkente gideceğim. Çabuk! Hemen yola koyulacağız!”

Beş dakika içerisinde, Yale güçlü bir atın üzerinde, yanında iki muhafızla yola çıkmaya hazırdı. Başkente doğru dört nala yol aldı. Yolda durmadan dinlenmeden, yemek bile yemeden gece gündüz at sürdü.

Başkent yolunda birkaç şehirde durup at değiştirerek, son hız başkente ilerledi.

İki gün bir gecenin ardından, Yale ve adamları başkente varmayı başardılar. Bu aşırı hızlı yolculuğun arından Yale’in gözleri kan çanağına dönmüş, yüzü hasta biri gibi bembeyaz olmuştu.

“Sonunda vardık.”

Öteden Yale,  Kont Wharton’un malikanesini seçebiliyordu. İki günlük yorucu yolcuğunun ardından sonunda bir umut kırıntısı hissetmişti.

“Efendi Yale?” Kapıdaki muhafızlar doğal olarak onu tanımıştı. Geçmişte Yale, sıkça Linley’i ziyarete gelmişti. Yale’in gelişini bildirmelerine gerek yoktu. Yale’e direk izin verdiler. Ancak muhafızlar Yale’in bu perişan haline şaşırmıştı.

“Üçüncü kardeş!”

Yale hızla malikaneye dalıp, avazı çıktığınca bağırmaya başladı. “Üçüncü kardeş neredesin?! Üçüncü kardeş çabuk, dışarı çık!!!” Linley, Yale’in çığlıklarını duyar duymaz son hız avludan fırladı.

Yale’i gördüğünde şaşırmıştı.

Şu an Yale’in yüzü inanılmaz solgundu ve saçları tam bir felaketti. Bu kusursuz giyinen, neşeli, yakışıklı, Patron Yale miydi?

Linley’i gören Yale hızla yanına koştu. Linley’i omuzlarından yakaladı. Kan çanağı gözleri Linley’e bakıyordu. Ağlamaklı bir sesle, “Üçüncü kardeş, dördüncü kardeşimizin intikamını almalısın!"

 

 






Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 44307 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr