Cilt 9 Bölüm 40: Yulan Kıtası’nın Sırları

avatar
6986 9

Coiling Dragon - Cilt 9 Bölüm 40: Yulan Kıtası’nın Sırları


Kitap 9 (Ünü Dünyayı Sarsıyor)  Bölüm 40 – Yulan Kıtası’nın Sırları

Çeviri: Gin  Düzenleme: Dr.Hiluluk

 

Bu kelimeler Linley’i şok etmişti.

İntikam almak mı? Ne için?

“Dur bir dakika!” Linley hemen anlayıvermişti. Dördüncü kardeş gerçekten de adaletsiz bir biçimde ölmüştü.

Linley Yale’in kollarını tuttu. “Patron Yale, sakinleş. Gel. Konağıma gidelim. Bildiğin her şeyi bana ayrıntısıyla anlat.” Yale karşılık olarak hafifçe başını salladı.

Linley’in avlusuna vardılar.

“Dördüncü kardeşin ölümünün arkasında ne gibi durumlar var?” Linley’in yüzü son derece ciddiydi.

Yale ciddiyetle, “Üçüncü kardeş, o gün, dördüncü kardeşimiz adamlarını gözetleme görevi için şehrin dışına götürmüş. Kim Rohault İmparatorluğunun askerleriyle karşılaşacaklarını tahmin edebilirdi ki? Dördüncü kardeşin birliği sayıca azmış. Elinden gelen her şeyi yapsalar da yalnızca dördüncü kardeş ve birkaç adamı kaçabilmiş. Dördüncü kardeş ve sağ kalan adamları Neil Şehri’nin dışına ulaştığında yalnızca 300 düşman askeri onları kovalıyormuş.”

“Üç yüz mü?” Linley duyduğuna inanamamıştı.

“Doğru. Ancak Rohault İmparatorluğunun askerleri surlarda Prens Julin’in olduğu tarafa doğru bir ok attıkları için, Prens Julin korkmuş. Hemen kimsenin kapıyı açmamasını emretmiş. Adamlarına şehrin içinde savunmada kalmaları emrini vermiş. Bunun tek nedeni de kendi güvenliğini garantiye almakmış. Dördüncü kardeş ve adamlarına gelince, öfkeyle ‘Kapıyı açın!’ diye bağırsalar da, kimse buna cesaret edememiş. Ve bu şekilde dördüncü kardeş ve adamları katledilmiş.”

Linley’in kalbinde bir öfke ateşi yanmaya başlamıştı.

Sanki kendi oradaymışçasına dördüncü kardeşinin zavallı bir biçimde ‘Kapıyı açın!’ diye bağırdığını ve Prens Julin’in oradakilere zorla kapıyı açmamaları emrettiğini, ve kimsenin bu emre karşı gelemediğini hayal edebiliyordu.

Ve dördüncü kardeşi bu şekilde can vermişti..

Ölümü adaletsiz ve anlamsız olmuştu. Ölmeyebilirdi!

“Dördüncü kardeşin cesedi nerede?” Linley aceleyle sordu.

Yale acı içinde, “Şirketler grubunun bilgi ağına göre, dördüncü kardeş omzundan bir okla yaralanmış, ardından düşmanı bir büyük kılıçla göğsünü deşmiş. Dördüncü kardeşin surun duvarlarında yere yığılmış. Ardından düşman lideri dördüncü kardeşin vücudunu bir savaş ganimeti olarak götürmüş.”

“NE?!” Linley duydukları karşısında donup kalmıştı. “Neil Şehrinin kapılarında 300 kişi. Muhafızlar saldırmamakla kalmamış, aynı zamanda dördüncü kardeşin cesedini alıp gitmelerine göz mü yummuş?”

Bu komik olmayan bir şaka gibiydi.

“Daha ayrıntılı konuşmak gerekirse, o üç yüz kişinin büyük çoğunluğu ok mesafesinin dışında kalmış. Saldıranlar on kişi civarındaymış. O on savaşçı oklara aldırmamışlar bile.” Yale’in kalbi acı doluydu. “O on savaşçı dördüncü kardeşi öldürüp, cesedini almışlar... Ancak Prens Julin’in emri nedeniyle askerlerin hiç biri çıkıp saldırmaya cesaret edememiş.”

O’Brien İmparatorluğunun askerleri son derece disiplinlilerdi ve emirleri sonuna kadar uygularlardı.

Ancak böyle gülünesi bir emir, onlar için bile kabul etmesi son derece güç olmuştu.

“Dördüncü KARDEŞ...” Linley zihninde dördüncü kardeşinin şehrin dışında öfkeyle ve umutsuzlukla ‘Kapıları açın!’ diye bağırdığını, ancak duvardaki askerlerin inatla kayıtsız kaldığını canlandırmadan duramıyordu.

Böyle adaletsiz bir ölüm Linley’in kalbini sınırsız bir öfkeyle doldurmuştu.

Dördüncü kardeş ölmek zorunda değildi!

“Johann ve Dunstan Klanı beni kandırmaya cesaret edebildiler.” Gerçeği öğrenen Linley, Dunstan Klanı’nın büyük olasılıkla Prens Julin ve İmparator Johann’ı kızdırmamak adına böyle yaptıklarını anlamıştı.

“Demek olanların tek nedeni; şu Prens Julin!” Linley’in öfkesi katlanıyordu.

Prens Julin’i çoktan duymuştu. İmparator Johann önyargıları ve taraflılığıyla meşhurdu ve yeteneksiz kardeşini İdari Bölge Yöneticisi yapmıştı. Buradan bile İmparator Johann’ın kardeşini ne kadar önemsediği anlaşılıyordu.

“Üçüncü kardeş, yalnızca sen dördüncü kardeşimizin intikamını alabilirsin.” Yale öfke ve acı karışımı bir ifadeyle konuşmuştu.

Yale özünde kendine karşı da öfkeliydi. O da dördüncü kardeşinin intikamını almak istiyordu ancak bunu kişisel olarak yapabilmek için çok zayıftı ve Dawson Şirketler Grubu ona ait değildi.

Linley başıyla onaylarken gözlerinde soğuk bir ışık parlıyordu. “Prens Julin buna sebep olduğuna göre kesinlikle ölmeli.” Linley dönüp Yale’e baktı. “Yale, sen dinlen. Benim ufak bir ziyarette bulunmam gerek.”

“Nereye gideceksin? Ona karşı hemen harekete mi geçiyorsun?”

“Hayır.”

Linley yavaşça ve sakince başını salladı. “Eğer Prens Julin’i direk öldürüsem, İmparator Johann büyük ihtimalle intikamını Dunstan Klanından alır.Dördüncü kardeş çoktan öldü. Klanın da çökmesini istemiyorum.”

---

Savaş Tanrısı Dağı

Linley, Savaş Tanrısının eğitim alanına giden tünelin önünde durmuş, sessizce bekliyordu. Tam o sırada birisi ona doğru yüksek hızla uçtu. Gelen Castro’ydu.

“Linley, burada ne yapıyorsun?” Castro sordu.

“Savaş Tanrısı’nı görmek istiyorum.” Linley karşılık verdi.

Castro başını salladı. “O halde, gidip geldiğini bildirmeme izin ver.” Ancak tam o sırada bir ses Castro ve Linley’in kulaklarında yankılandı. “Linley, içeri gel.”

Linley çoktan Rüzgarın Gölgesi büyüsünü hazırladığından tünele doğru uçtu. O bildik kıvrımlı yollar onu çukura gelene kadar aşağı doğru götürdü. Ardından çukura atlayıp birkaç bin metre düştükten sonra dibe ulaştı.

Birkaç dakika sonra, Linley zifir kara siyah taş kapıya vardı.

“Gümbür.” Taş duvarları kıpkırmızı yapan korkutucu sıcaklık hala oradaydı.

Linley saygıyla, “Efendi Savaş Tanrısı, Haydson’la olan düellomdan çoktan haberdar olduğunuzu düşünüyorum. Şu an daha önce bahsettiğiniz sırları öğrenmeye layık olduğumu düşünüyorum.”

“O halde içeri gir.” Savaş Tanrısı’nın sakin sesi duyuldu.

“Gümbür…” Zifir siyah taş kapı kendiliğinden kayarak açılarak, arkasındaki tüneli açık etti. Korkunç bir ısı dalgası tünelden dışarıya doğru hücum ediyordu.

Linley, Ejderkanı savaş ki’sini ve Dalga Kalkanı’nı aktive etti.

“Ne kadar sıcak bir yer.” Tünelin içine doğru baktığında Linley etkilenmişti. Tünelin diğer ucunda en az yüz metre genişliğinde devasa bir magma havuzu vardı. İçindeki lavlar sesler çıkararak kaynayıp köpürüyordu. Ancak asıl etkileyici olan bu değildi.

Etkileyici olan... direk magma havuzunun üzerinde en az üç metre boyunda bir ateş topu vardı.

Bu ateş topu saf kırmızıydı ve sürekli inanılmaz ısı dalgaları yayıyordu. Linley’i Dalga Kalkanı kullanmaya mecbur bıraktığı düşünülürse o ateş topunun yaydığı korkunç sıcaklığı tahmin etmek zor olmamalıydı.

Sıradan lavın sıcaklığı, Linley yanına gitse bile ona zarar veremezdi.

Lav’ın üstünde yürüse bile yapması gereken tek şey savaş ki’sini kendini korumak için yönlendirmekti. Dalga Kalkanı’nı kullanmasına gerek bile yoktu. Linley birden bir şey fark etti..

“Savaş Tanrısı nerede?” Linley şaşkınlıkla her yöne baktı.

Göz açıp kapayıncaya kadar tüm çevresini incelemişti. Ortadaki lav havuzu hariç bölgedeki her şey açıkça görülebiliyordu. Ancak görünürde bir insan figürü yoktu.

“Linley!” Savaş Tanrısı’nın sakin sesi ateş topunun içinden yükseldi.

Linley, havada süzülen ateş topuna hayretle baktı.

Savaş Tanrısı o topun içinde olabilir miydi?

Bulanık bir insan figürü ateş topunun içinden yavaşça süzülerek ortaya çıktı. Göz açıp kapayıncaya kadar figür magma havuzunun yanında belirdi.

Bu adam gerçekten de Savaş Tanrısıydı.

Linley dikkatle Yulan Kıtasının efsanelerine konu olan bu adamı inceledi. Savaş Tanrısı, aşırı uzun bir adam değildi. Boyu 1.80 civarındaydı. Otuzlarında gibi görünüyordu. Kalın kaşları ve beline kadar uzamış kıpkırmızı saçları vardı. Dikkatle baktığında Linley, Savaş Tanrısı’nın saçlarında parlayan alevleri fark etmişti.

Savaş Tanrısının yüzü bir kaya kadar sert ve soğuktu ve gözleri inanılmaz keskindi.

Her hareketinde mutlak bir hakimiyet vardı. Hatta Linley’in kalbini titreten bir auraya sahipti.

Ne muazzam bir güç!

“Saygı dolu merhabalar, Savaş Tanrısı.” Linley saygıyla selam verdi.

Savaş Tanrısı Linley’e dikkatle baktığında dudaklarında ince bir gülümseme ifadesi belirdi. Sakince başını salladı. “Fena değil. Haydson’la düellonu izledim. Saldırı tekniklerin oldukça ilgi çekici.”

Linley’in yüzünde de bir gülümseme belirdi.

“Efendi Savaş Tanrısı, şu an Yulan Kıtasının sırlarını öğrenmeye layık olmalıyım, değil mi?” Linley çoktan Anarşik Topraklara gitmeden önce gelip Savaş Tanrısını ziyaret etmeye karar vermişti.

Ve şimdi, dördüncü kardeşinin intikamını da almalıydı.

Linley izleyeceği yolu dikkatle hesaplamıştı. Dördüncü kardeşinin intikamını aldıktan sonra direk Anarşik Topraklara gitmeliydi. Ayrıca Savaş Tanrısı’yla görüşmesinin amacı yalnızca sırları öğrenmek değildi. Aynı zamanda Savaş Tanrısı’nın etkisini kullanarak Johann’ı baskılamak istiyordu.

Johann,  en çok kimden çekiniyordu? Sorunun cevabı tartışmasız Savaş Tanrısı’ydı!

“Linley, geliştirdiğin şu saldırı gerçekten de oldukça eşsiz. Şu anki gücün gerçekten de Haydson’la denk ve Yulan Kıtasının sırlarını öğrenmeyi hak ediyorsun.” Savaş Tanrısı sakince konuştu.

Linley dikkatle dinliyordu.

“Linley, benim nasıl ilah olduğumu biliyor musun?” Savaş Tanrısı birden Linley’e baktı.

“Aziz Seviyeden İlah seviyeye ulaşmanıza yetecek kadar iç görü edinmenizi sağlayan eğitim yoluyla değil miydi?” Linley şaşırmış bir ifadeyle Savaş Tanrısı’na bakıyordu.

Savaş Tanrısı hafifçe başını salladı. “İlah seviyeye ulaşabilmek öyle kolay değil. Olağanüstü yeteneğiyle Cesar bile İlah seviyeye ulaşabilmek için beş bin yıl harcadı. Bana gelince… Geçmişte gerçekten de aziz seviyenin sınırlarına ulaşsam da, o son adımı atıp seviye atlamak çok çok zor. Beş bin yıl önce, savaş sırasında bir Yarı Tanrı’nın ‘Kutsal Kıvılcım’ını ele geçirecek kadar şanslıydım. O ‘Kutsal Kıvılcım’ı özümseyip, onunla bütünleştim... Ve o sayede bir ilah oldum.”

Linley şok olmuştu.

Demek herkesin yerlere göklere koyamadığı Savaş Tanrısı, bir Yarı Tanrı’nın ‘Kutsal Kıvılcım’ını ele geçirerek seviye atlamış ve bir ilah olmuştu.

“Ne, yoksa hayal kırıklığına mı uğradın?” Savaş Tanrısı sakince güldü.

Linley başını salladı. “Hayır. Geçmişte yalnızca birkaç yüzyıl içinde aziz seviyenin sınırlarına ulaşabilmeniz gerçekten inanılmaz. İlk çırağınız, Fain, eğitimle geçen binlerce yıl harcamış. Şimdiye o da çoktan aziz seviyenin sınırlarında olmalı.”

Savaş Tanrısı güldü.

Linley’in cevabından son derece memnundu. Gerçektende birkaç yüzyılda aziz seviyenin sınırlarına dayanmak son derece zordu.

“Aziz seviyenin sınırlarına dayanmak oldukça zor. Birisinin aziz seviyenin sınırlarına varması demek, seçtiği elemental yasanın sonuna varmak demek. O engeli aşmak için ise ihtiyaç duyulan şey anlık bir ilham! O anda üzerinde eğitim yaptığı elemental yasanın her bir özelliğini birleştirmeli. Ancak o sayede seviye atlanabilir.”

Savaş Tanrısı iç çekti. “Tüm Yulan Kıtasında birkaç yıl öncesine kadar aziz seviyenin sınırlarına dayanıp ilah seviyeye ulaşmaya yalnızca bir adımı kalan altı temel aziz vardı. Cesar seviye atladığına göre şu an sınırda olan beş temel aziz var. Fain de bunlardan biri.”

“Şu an Yulan Kıtasında beş ilah’ın haricindeki en güçlü insanlar aralarında Fain’in de bulunduğu bu beş temel aziz. Fain’in ne kadar güçlü olduğunu çoktan biliyor olman lazım.”

Linley hafifçe başını salladı.

Linley şu an Yulan Kıtasının gizli yönlerini öğrenmeye başlamıştı.

“Efendi Savaş Tanrısı, Kutsal İmparator o gizli uzmanlara kıyasla ne kadar güçlü?” Gelecekte Linley kesinlikle Kutsal İmparator’un icabına bakacaktı. Bu soruyu sorması son derece doğaldı.

“Kutsal İmparator mu?”

Savaş Tanrısı bir anlığına durup devam etti. “Kıtadaki gizli uzmanların içinde, İlahların haricinde Fain ve diğer dört temel Aziz en güçlüler. İlah seviyeye ulaşmak için son bir adım atmalılar. Onların altında Kutsal İmparator’un gücünde olanlar var. O güçte bulunan on civarı uzman var. Onların altında ise Haydson’un seviyesindekiler var. Kıtada saklanan uzmanların çoğu Haydson’un seviyesinde.”

“Kutsal İmparator Haydson’dan daha mı güçlü?” Linley bu bilgiyi hafızasına kazıdı.

Savaş Tanrısı Linley’e uyaran bir bakış attı. “Kutsal İmparator, Kehanet Büyüsü üzerinde eğitim yapıyor. Kehanet Büyüsü son derece güçlüdür. Onun Haydson’dan daha yüksek bir seviyede olması normal.”

Linley, Savaş Tanrısı’na bakıp ardından sordu, “Efendi Savaş Tanrısı, o halde Yulan Kıtasının sırları nelerdir?” Linley bunca zamandır merak ediyordu.

Yulan Kıtası hangi sebeple bunca uzmanın bu boyutta kalmasına neden olmuştu?

Dört Yüksek Boyut’ta, Yulan Kıtası için kullanılan başka bir isim var.” Savaş Tanrısı’nın yüzünde bir haz ifadesi vardı.

“Ne ismi?” Linley’in gözleri ışıldadı.

“Tanrılar’ın Mezarlığı!” Savaş Tanrısı yumuşak bir ifadeyle fısıldadı.

“Tanrılar’ın Mezarlığı mı?” Linley’in kalp atışları hızlanmıştı. “Efendi Savaş Tanrısı, İlahlar ölecek olsalar bile, gömülmek için Yulan Kıtası’na gelmeleri için bir sebep yok, değil mi?”

“Tabi ki hayır.” Savaş Tanrısı sakince güldü. “Beş bin yıl önce, diğer boyutlardan gelen çoğu uzman ilah seviyedeydi. Hatta aralarında Tanrılar ve Yüksek Tanrılar bile vardı. Burada Yulan Kıtasında savaştılar ve katliamlar yaptılar. Sonuçta, burayı terk eden birkaçı hariç, neredeyse hepsi burada öldü.”






Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 44335 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr