Cilt 9 Bölüm 41: Savaş Tanrısı’nın İyiliği

avatar
7341 12

Coiling Dragon - Cilt 9 Bölüm 41: Savaş Tanrısı’nın İyiliği


Kitap 9 (Ünü Dünyayı Sarsıyor)  Bölüm 41 – Savaş Tanrısı’nın İyiliği

Çeviri: Gin    Düzenleme: Dr.Hiluluk

 

 

“O savaş sırasında son derece şanslıydım. Oldukça uzaklarda saklansam da, bir ‘Kutsal Kıvılcım’ elde etmeyi başardım ve dahası Kutsal Kıvılcım bir Yarı Tanrıya aitti. Eğer bir Tanrının kutsal kıvılcımı olsaydı onu özümseyip, bütünleşmeyi başaramazdım.” Savaş Tanrısı sakince güldü.

Linley anlamaya başlamıştı.

Kutsal Kıvılcımı özümseyebilmek için gerekli bir takım koşullar vardı.

Henüz ilah seviyesine ulaşamamış biri büyük ihtimalle yalnızca bir yarı tanrının kutsal kıvılcımını özümseyebilirdi.

“Peki diğer boyutlardan gelen o uzmanlar neden Yulan Kıtasında savaşmayı seçtiler?” Linley hemen sordu.

Savaş Tanrısı Linley’e bir bakış attı. “Şimdilik bunu bilmesen de olur.” Savaş Tanrısının bunu açıklamak istemediği belliydi.

Linley’in sessizliğini korumaktan başka şansı yoktu.

“Tanrıların Mezarlığı her bin yılda bir kere açılır. Her açıldığında biz ilahların onayını ve iznini alanlar oraya girip, içini araştırabilir.” Savaş Tanrısı Linley’e bir bakış attı. “Ancak sana şunu söyleyeyim, Tanrıların Mezarlığı inanılmaz tehlikeli bir yer!”

Linley “Daha önce başarılı olan oldu mu?” diye sordu.

“Tabii ki.” Savaş Tanrısı kendinden emin bir tonda cevap verdi. “Ancak yalnızca tek bir kişi. Ve komik olan, bir yarı tanrı kutsal kıvılcımını elde eder etmez seviye atlayıp doğruca yüksek boyutlara gitti.”

Linley gizlice güldü.

Bir ilah olmak son derece zordu.

Tanrıların Mezarlığından bir kutsal kıvılcım bulup özümsemek çok daha kolay değil miydi? Geçmişte sağ kalmayı başarmış birkaç şanslı uzmanın burada, Yulan Kıtasında gizlenmeye devam etmesine şaşırmamalıydı.

Ne de olsa bir azizin, yüksek boyutlarda bir kutsal kıvılcım elde etme şansı neredeyse yok sayılırdı.

“Efendi Savaş Tanrısı, kutsal kıvılcımı özümseyerek ilah olmakla, kişisel eğitimle ve seviye atlayarak ilah seviye ulaşmak arasında fark var mı?” Linley sordu.

Savaş Tanrısı başıyla onaylayıp iç çekti. “Evet var. Kutsal kıvılcımı özümseyip birleştikten sonra, o kişinin gelecekteki eğitimi çok daha zorlaşır. Ne de olsa özümsediğin kutsal kıvılcım ruhundan doğan ve doğal yollarla oluşan bir şey değil. İkisi arasında kalite farkı var.”

Linley başını salladı.

İçten içe Savaş Tanrısı ona bu önemli bilgileri verdiği için son derece minnettardı.

“Ancak öyleyse ne olmuş? Şu an önüne bir kutsal kıvılcım koysam ve onu özümsemeni söylesem, gelecekte eğitiminin çok daha yavaş ve zorlu olacağını bilmene rağmen onu kullanmaz mısın?”

Linley irkilmişti.

Gerçekten de. Eğer bir İlah olmasına imkan verecek kutsal kıvılcım önüne konsaydı, gelecekte eğitimin çok daha zor ve yavaş olacağını bilmesine rağmen... çoğu insan anında onu özümsemeye karar verirdi.

“Yeter. Linley eğer başka bir şey yoksa şimdilik gidebilirsin.” Savaş Tanrısı sakince konuşmuştu.

Linley aceleyle, “Efendi Savaş Tanrısı, birkaç gün içinde Anarşik Topraklar’a gitmeyi planlıyorum. Kardeşim Wharton büyük olasılıkla başkentte kalacak. Işık Kilisesi güçlerinin kardeşime sorun çıkarmasından endişeleniyorum…”

“Merak etme. Başkent, Işık Kilisesinin istediği gibi hareket edebileceği bir yer değil.” Savaş Tanrısı sakince cevap verdi.

Savaş Tanrısı’nın bu sözlerini duyan Linley rahatlamıştı.

“Efendi Savaş Tanrısı, şimdiki imparator, Johann..”  Savaş Tanrısı kaşlarını çatıp konuşmaya başladığında, Linley sözlerini bitirmemişti bile. “Sana tılsımımı verdim. Sadece onu Johann’a göster ve o benim seni desteklediğimi anlayacaktır. Şu ana kadarki tüm imparatorlar o tılsımı tanır.”

Linley irkilmişti.

Savaş Tanrısının ona daha önce verdiği üzerinde ‘Savaş’ yazan tılsımın böyle bir gücü mü vardı?

Savaş Tanrısı, soğuk bir şekilde Linley’e bakıp, “Ancak tılsımın gücünü kullanırken aşırıya kaçmasan iyi edersin. Eğer imparatorluğu kaosa sürüklersen, onu düzeltecek kişi de sen olursun. Bu arada, Anarşik Topraklara gittiğinde orada kesinlikle kızdırmaman gereken birisi var.”

“Kim?” Linley irkilmişti.

Anarşik Topraklarda ünlü uzmanlar yoktu, değil mi?

Savaş Tanrısı sakince, “Beş temel azizden biri Anarşik Topraklarda yaşar. Adı Desri. Işığın Yasaları üzerine eğitim yapar. Gücü Fain’e denktir.”

Linley bu ismi hafızasına kazıdı.

Fain’le aynı güçte olan birinin ilah seviyeye ulaşmasına bir adım kalmış demekti.

“Yeter. Artık gidebilirsin.” Savaş Tanrısı sakince konuştu.

Linley aceleyle eğilip, oradan ayrılmaya hazırlandı.

“Şu sihirli canavarın Bebe’ye iyi davranman gerektiğini unutma.” Savaş Tanrısı ani bir iç çekişle konuşmuştu.

Şok olup bakışlarını Savaş Tanrısı’na çeviren Linley, Savaş Tanrısı’nın Bebe’nin varlığından haberdar olmasına şaşırmamıştı. Ancak Savaş Tanrısı neden ona Bebe’ye iyi davranmasını öğütlemişti?

Savaş Tanrısı, Linley’le daha fazla ilgilenmedi. Tek bir adımla, kırmızı saçları uçuşarak, havada süzülen ateş topunun içine girip, eğitimine yeniden başladı.

“Bebe?”

Linley, aslında Savaş Tanrısı’nın ona fazla iyi davrandığını fark etmişti. Gerek Wharton’un düğünü konusundaki yardımları, gerekse bu ziyaretinde ona anlattığı bunca önemli şey... Linley, şimdi tüm bunların Bebe’yle ilgili olduğunu hissediyordu.

Bebe?

Linley hala Bebe’nin ona ‘Beirut’ adında bir klandan geldiğini anlatışını hatırlıyordu.

“Bebe’nin gücü korkutucu, ayrıca gelişme hızı da inanılmaz. Ayrıca Beirut Klanından geliyor. Ve şimdi de Savaş Tanrısı...” Linley, birden Bebe’nin kökenlerini sorgulamaya başlamıştı.

İmparatorluk Başkenti Channe, İmparatorluk Sarayı... Çiçek bahçelerinden birinde...

İmparator Johann, harika bir ruh halindeydi. Çiçek bahçesinde tembelce yürüyüp, her çeşit harika çiçeğin sunduğu manzaranın tadını çıkarıyordu. Linley’in, Reynolds meselesiyle daha fazla ilgilenmemesi çok daha rahat hissetmesine neden olmuştu.

“Majesteleri, biri bu tarafa doğru uçuyor.” Kişisel hizmetkarı birden bire seslenmişti.

Birisi uçuyor mu?

Aziz seviye bir uzman!

İmparator Johann anında kafasını kaldırıp baktı. Gökyüzünde, mavi cübbeli Linley’in kendine doğru uçtuğunu görmüştü. Göz açıp kapayana kadar Linley çiçek bahçesine ulaştı.

“Oo, demek Üstat Linley’miş.” İmparator Johann’ın yüzünde anında bir gülümseme belirdi. “İhtiyacınız olan bir şey mi var Üstat Linley?”

Linley hizmetkara bir bakış attı.

“Şimdilik gidebilirsin.” İmparator Johann, yanındaki hizmetkarını gönderdi. Adam hızla oradan uzaklaştı. Geride yalnızca Linley ve İmparator Johann kalmıştı. En yakın muhafızlar bile yüz metreden daha uzaktaydı.

Linley, duygusuz bir ifadeyle İmparator Johann’a baktı.

Linley’in bu bakışı İmparator Johann’ı şaşırtmış ve rahatsız etmişti. Linley, Reynolds’un ölümünün Julin’le ilgili olduğunu öğrenmiş olabilir miydi?

“İmparator Johann, hala Reynolds’un ölümüyle ilgili tüm gerçekleri bana anlattığınıza inanıyor musunuz?” Linley, İmparator’a bakıyordu.

Johann’ın kalbi sıkıştı. Sanki aniden dipsiz bir kuyuya düşmüştü.

İmparator Johann aptal değildi. Linley’in sözlerini duyduğunda doğal olarak Linley’in her şeyi öğrenmiş olabileceğini düşünmüştü.

“Linley, ordunun bana gönderdiği rapor o şekildeydi. Sahte olamaz.” Johann ciddi bir ifadeyle konuşmuştu. Sözlerinin anlamı açıktı: bilgi yanlış bile olsa, hata raporu gönderendeydi ve onunla bir alakası yoktu.

Linley İmparator’a bir bakış daha attı.

“İmparator Johann, öğrendiğime göre, can dostum Reynolds birliğini bir keşif görevi için çıkarmış, ancak sonrasında Rohault İmparatorluğunun askerleri tarafından Neil Şehrinin surlarına kadar kovalanmışlar. Takip eden Rohault güçleri yalnızca üç yüz kişiymiş! Ancak o sırada, Prens Julin korkup, askerlere şehrin içinde savunmada kalmalarını emretmiş!”

Johann’ın yüzündeki ifade değişmişti.

“Üç yüz kişi karşısında nasıl olurda on binlerce kişilik bir garnizon Neil Şehri surlarının içinde savunmada kalır?” Linley’in ses tonu giderek soğuklaşıyordu. “Kardeşim Reynolds, ve onlarca askeri duvarların dibinde kapıların açılması için bağırmışlar. Ancak Prens Julin kapıların kapalı kalmasını emretmiş. Ve o şekilde... Reynolds ve adamları nedensiz yere canlarını vermişler!”

Linley soğuk bir şekilde Johann’a baktı. “İmparator Johann. Söyle bana. Bu meseleyi nasıl çözmeliyiz?”

İmparator Johann bu meseleyi sorunsuz bir şekilde çözebilmenin bir yolu olmadığını çoktan biliyordu. Yalan söyleyip kıvırmaya cesaret edemedi. En üst düzey bir aziz seviyenin önünde nasıl bir bahane işe yarardı ki?

Johann’ın yüzü katılaştı. “Julin, piç kurusu!”

Johann gözlerinde öfkeyle Linley’e baktı. “Üstat Linley, Julin’in böyle bir şey yaptığı konusunda bilgimiz yoktu. Davranışı tüm imparatorluk için utanç sebebi. Üstat Linley, lütfen endişelenmeyin. Hak ettiği cezayı aldığından bizzat emin olacağız. Yarın, hayır hayır hemen, şu an, başvekilimizi Güneydoğu İdari Bölgesine gönderip, bu meseleyi ivedilikle incelemesini emredeceğiz. Böyle büyük bir suçun hafif bir cezayla geçiştirilmesine kesinlikle izin vermeyiz!”

Linley Johann’ın küçük gösterisinin başından beri farkındaydı.

Johann ‘birilerini’ mi gönderecekti?

Bir şeyler keşfetseler bile, Prens Julin’i büyük bir kusurdan suçlu bulmayacakları kesindi.

“Majesteleri, zahmet etmenize gerek yok. Kardeşimin ölümüne sebep olan her kimse, öldüğünden bizzat emin olacağım.” Linley’in sesi soğuk ve keskindi. Johann’ın kalbi titredi.

İmparator Johann telaşlıydı.

Linley, Julin’i direk öldüreceğini söylüyordu! Johann’ın kardeşini mi öldürecekti? O, Johann, yalnızca tek bir kardeşe sahipti. Reynolds da kimdi? Sıradan bir soyludan fazlası değildi. Öldüyse ölmüştü.

Reynolds’un hayatı nasıl Johann’ın kardeşininkiyle kıyaslanırdı?

“Linley, İmparatorlukta yasalarımız var.” İmparator Johann soğuk bir sesle konuştu.

Kardeşi uğruna, Linley’le en azından bu sefer karşı karşıya gelmeyi göze almıştı.

Linley İmparator Johann’a baktı. Soğuk, sakin bir sesle, “Sorarım size, askeri yasaya göre, düşmanın üç yüz askeriyle savaşmaktan korkmanın , hatta kendi askerleri öldürülürken durup izlemenin cezası nedir?”

“Cezası gerçekten de ölümdür.” Johann başıyla onayladı. “Ancak gerçekten ne olduğunu çözmek için bir araştırmaya gerek var.”

Linley, Johann’a bir bakış attı. “Ne olduğu oldukça açık. Buraya ne yapacağımı sana bildirmek için geldim. Johann... şansını zorlama. Birkaç dünyevi yasayla beni durdurabileceğini mi düşünüyorsun?”

Aziz seviye uzmanlar gerçekten de dünyevi yasa ve sınırlamalara bağlı değildi.

İmparator Johann Linley’e dik dik baktı. Aniden yumuşak, yalvaran bir sesle, “Linley, seninde bir kardeşin var. Nasıl hissettiğimi anlamalısın.”

“Haha…” Linley yüksek sesle güldü. “Majesteleri, birilerinin, abisine güvenerek kardeşlerimden birinin adaletsiz bir şekilde ölümüne sebep olabileceğini, ardından bana gönderdiği abisi, ‘senin de bir kardeşin var.’ Dediğinde, o kardeşi affetmemi mi bekliyorsun?”

Linley’in yüzü o kadar soğuktu ki sanki bir buz tabakasıyla kaplıydı. “Ne kadar komik!”

Gerçekten de komikti. Birisi kardeşini öldürmüştü ve şimdi abisi kendi kardeşinden bahsederek onun sempatisini kazanmaya çalışıyordu.

“Linley, sen...” İmparator Johann öfke doluydu.

“Johann umarım saçma sapan bir şeyler yapmaya kalmazsın. Aksi halde...” Elinin bir hareketiyle Linley, Savaş Tanrısı’nın ona verdiği kırmızı tılsımı çıkardı.

Linley’in elindeki tılsımı gören İmparator Johann, başından aşağı bir kova buzlu su dökülmüş gibiydi. Tüm vücudu titremeye başladı.

“Savaş Tanrısı’nın tılsımı?” Johann inanmayan gözlerle tılsıma bakıyordu.

O’Brien İmparatorluğunu kurduktan sonra Savaş Tanrısı geri çekilmiş ve tahtı oğluna devretmişti. Taht nesiller boyu ailede kalmıştı. Her yeni imparator Savaş Tanrısı tılsımının, Savaş Tanrısının iradesini temsil ettiğini biliyordu!

Bu tılsımı elinde bulunduran kişi, o anki imparatoru görevi bırakmaya bile zorlayabilirdi!

Doğal olarak yalnızca çok az sayıda insan bu tılsıma sahipti ve zaten o insanlar da sahte bir tılsımla ortaya çıkmaya cesaret edemezdi.

“Savaş Tanrısı’nın tılsımını tanıyabilmen güzel.” Linley sakince İmparator Johann’a baktı. “İmparator Johann, bu meseleye adil bir şekilde yaklaşmaman umrumda değil. Ben, Linley, kendimi şeref ve onur timsali biri olarak görmüyorum. Ancak benim yanımda üstünlük taslayıp, beni kısıtlayabileceğini düşünme. Başkalarına durduk yere sorun çıkarmam, ancak birinin gelip bana sorun yaratmasına da izin vermem.”

“Aynı zamanda,arkadaşım Reynolds’un klanı Dunstan’a karşı hamle yaptığını da görmek istemiyorum.” Linley sakince konuşmuştu. Ardından havalanıp doğuya doğru uçtu..

Johann, Linley’in arkasından bakakaldı.

Linley’in Güneydoğu İdari Bölgesine... kardeşini öldürmeye gittiğini biliyordu. Ancak onu durdurmaya cesareti var mıydı? Şu anda Johann’ın Linley’le sözlü olarak tartışmaya bile cesareti yoktu.

İmparator olduğu doğruydu.

Ancak ona bu yetkiyi veren kimdi? Savaş Tanrısı! Savaş Tanrısının tek bir sözü onu tahttan indirmeye yeterdi. Johann’ın itiraz etme fırsatı bile olmazdı. Kardeşinin ölümü mü, tahtı kaybetmek mi? Hangisi daha önemliydi?

Johann kendini seçmişti...

Linley son hız Güneydoğu İdari Bölgesine uçarken rüzgar şiddetle esiyordu. O sırada siyah bir ışık başkentten fırlayıp, Linley’in yanına ulaştı. Gelen Bebe’ydi!

“Patron, nasıl gitti?” diye sordu Bebe.

“Johann, küçük kardeşine önem verse de, tahtın gücüne daha çok önem veriyor. Bir şey söylememe gerek bile kalmadı. Tek yaptığım Savaş Tanrısı’nın tılsımını çıkarmak oldu. Ardından çıt çıkarmaya bile cesaret edemedi.” Linley kıkırdadı.

Dünyevi güç mü?

Bu sana başkaları tarafından verilen, ikinci sınıf bir şeyden fazlası değildi. Ancak eğitimle kazanılan kişisel güç gerçekten etkiliydi. Savaş Tanrısı’nın zamanını imparator olmak yerine, sakince eğitime ayırması bu yüzdendi.

Linley ve Bebe, bir adam ve bir sihirli canavar, son hız doğuya doğru uçtu. Göz açıp kapayıncaya kadar, doğu ufkunda kayboldular...

 






Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 44310 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr