Cilt 9 Bölüm 43: Ceset

avatar
6990 11

Coiling Dragon - Cilt 9 Bölüm 43: Ceset


Kitap 9 (Ünü Dünyayı Sarsıyor)  Bölüm 43 – Ceset

Çeviri : Gin    Düzenleme: Dr.Hiluluk

Eğer Reynolds sağ olsaydı onu görmek isterdi, eğer Reynolds ölüyse o zaman cesedini görmeliydi!

Linley, Yale’den Reynolds’un cesedinin götürüldüğünü öğrenmişti. Çıktığı bu yolda ne olursa olsun arkadaşının cesedini geri alacaktı. Ancak bundan önce, Linley Neil Şehrine gitmeliydi. Ne de olsa Neil Şehrinin askerleri Reynolds öldüğü gün tam olarak ne yaşandığını biliyordu.

“Patron, kendini çok üzme.” Dedi Bebe yumuşak bir tonda.

Linley ufka doğru bir bakış atıp Bebe’ye döndü. Zoraki bir gülümsemeyle “Bebe, ben iyiyim.” Ancak ejder formundaki Linley’in yüzünün ifadesi anlamak mümkün değildi. Tek görülen dudaklarının yukarı doğru kıvrıldığıydı.

Bir süre uçtuktan sonra ıssızlığın ortasındaki Neil Şehri karşılarında belirdi.

“Yaklaştık.” Linley’in etrafındaki sıcaklık birden ciddi biçimde düşmüştü.

O’Brien İmparatorluğunun ordusu şu an Neil Şehrinin birkaç kilometre dışında kamp kurmuştu. On kilometre ötede, onların tam karşısında Rohault İmparatorluğunun ordusu vardı. İki ordu gözlerini birbirine dikmişti.

Prens Julin şehirden ayrıldıktan sonra, Altın Alev Lejyonu ivedilikle Reynolds’un intikamını almak istedi. Ancak Rohault İmparatorluğu çoktan hazırlanmıştı ve başlarını kolay kolay eğmeye razı değillerdi. İki ordu çoktan birkaç kez çarpışmıştı ve kayıplar on binleri bulmuştu. Savaş geçici olarak durmuştu ve sıradaki saldırı her an başlayabilirdi.

Şu anda Neil Şehir garnizonu kısmen daha rahattı. Ne de olsa önlerinde on binlerce kişilik bir ordu vardı.

“Adamım, şu Prens bilmemkim tam bir ödlek. Düşmanın surlarımıza kadar gelmesine göz yumdu ve dışarı adım atmamıza bile izin vermedi.” Birkaç muhafız sura yaslanmış kendi aralarında sohbet ediyordu.

“Ne büyük bir trajedi. Kıdemli yüzbaşı Reynolds’un ölümü hiç de adil değildi, üstüne cesedini bile götürdüler.”

Altın Alev Lejyonu hiç şüphesiz, elit bir lejyondu. Neil Şehrinin duvarlarında yaşanan , hiç şüphesiz tüm Altın Alev Lejyonu için bir utanç sebebiydi. Ancak askeri yetkililer o zaman Prens Julin’in emirlerine karşı gelmeye cesaret edememişlerdi.

“Sen de kimsin!” Birden dışarıdan korkmuş, öfkeli bir ses yükseldi. Odalarında dinlenmekte olan askerler birbiri ardına dışarı fırladığında, gök mavi-siyah bir savaş ki’si bulutunun içindeki Linley’i gördüler. Ejder formu hepsini şok etmişti.

Bunlar ömürleri yaşamla ölüm arasındaki ince çizgide süren elit askerlerdi.

Ancak havada süzülen bu uzmanı gördüklerinde, bu garip yaratığın kesinlikle bir aziz seviye uzman olduğunu anladılar. Bu askerlerin onla savaşabilmeye yetecek hiçbir şeyleri yoktu.

“Sen… sen Üstat Linley misin?” Rütbeli bir asker birden bu sözleri fısıldadı.

Çevredeki askerlerin gözleri ışıldadı. Linley’in ejder formu çoktan efsaneler arasındaki yerini almıştı. Askerler Linley’i dikkatle incelediler. Gerçekten de o efsanede anlatılana çok benziyordu.

“Evet, benim.” Siyah- gök mavi bulutun içinden karanlık bir fısıltı duyuldu.

Üstat Linley. Dahi bir büyücü. Bir Heykel üstadı. En üst düzey bir Aziz. O’Brien İmparatorluğunun gururu… İmparatorluktaki sayısız insan ona tapıyordu. Bu garip yaratığın Linley olduğunu öğrendiklerinde çevredeki askerler bu formun son derece ‘erkeksi’ ve ‘vahşi görünüşlü’ olduğunu düşünmeye başlamışlardı.

Bunlar gerçekten de cesur askerlerdi.

“Üstat Linley, ihtiyacınız olan bir şey varsa lütfen bize söyleyin.” Rütbeli asker aceleyle konuştu.

“Bir süre önce, bir gözcü birliği Rohault İmparatorluğunun güçlerinin saldırısına uğramış ve şehrin surlarına kadar kovalanmışlar. O birliğin Kıdemli Yüzbaşısının adı Reynolds’tu değil mi?” Linley’in sesi çatallıydı.

Rütbeli asker karşılık verdi, “Evet, Üstat Linley.”

Askerler derin bir utanç duymuştu. Üstat Linley bile Altın Alev Lejyonun yaşadığı utancı duymuştu. Hepsi son derece garip ve utanmış hissediyordu.

“Reynolds’un cesedi nerede?” diye sordu Linley.

“Üstat Linley, Efendi Reynolds’un cesedi düşman tarafından götürüldü.” Rütbeli askerin rengi yeşile dönmeye başlamıştı. Derinden utanıyordu. Gözlerinin önünde, üç yüz kişi Reynolds’u ve adamlarını öldürmekle kalmamış, Reynolds’un cesedini de götürmüştü.

Linley sordu, “O gün olanlara bizzat şahit olan kim var?”

Askerler birbirlerine bakışlar attılar. Çoğu çoktan Reynolds’un başına gelenleri öğrenmişti. O gün sur üzerinde nöbet tutan ve olaylara şahit olan birlik çoktan cezalandırılmış ve savaşmaları için ön saflara gönderilmişti.

Askerlerin yüzlerindeki bakışı gören Linley kaşlarını çattı.

“Ben... ben şahit oldum...” Arkalardan yaşlı bir ses yükseldi. Askerler adama yol verdiğinde, pahalı kıyafetlere bürünmüş yaşlı bir adam öne çıktı. Bu adam Neil Şehrinin başkanıydı.

“Sayın Başkan!” Askerler saygıyla eğildi.

Linley’e ve onu çevreleyen gök-mavi siyah buluta bakan başkan gizlice iç çekti. Neil gibi bir sınır şehrinin başkanı olarak yumuşak, korkak bir adam olması mümkün müydü? Olaylar olduğunda Prens Julin’in yanındaydı. Reynolds ve adamlarının kovalandığını gördüğünde askerlere gidip onları kurtarma emrini vermek üzereydi.

Ancak o sırada Prens Julin kimsenin şehrin dışına çıkmasına izin vermeyeceğini açıkça belli etmişti. Şehrin içinde beklemek zorundaydılar! Başkan çoktan oldukça yaşlıydı ve oğulları ve torunları vardı. Prens Julin’in emrine karşı gelmeye cesaret edememişti.

“Sen Neil Şehrinin başkanı mısın? Güzel. Reynolds’un kovalanıp öldürüldüğü gün neler olduğunu bana açıkça anlat.” Linley soğuk bir sesle konuştu.

Başkan hafifçe başını salladı. “Reynolds ve adamları buraya kadar kaçtığında çokta yaralanmışlardı. Reynolds’un omzuna saplanmış bir ok vardı. Surlara ulaştıklarında on civarı düşman askeri surlardan atılan okları umursamadan koşup Reynolds ve diğerlerini öldürmeye başladı. Reynolds göğsüne aldığı bir kılıç darbesiyle öldü ve düşman lideri onu götürdü.”

Linley hafifçe başını salladı.

Dawson Şirketler Grubunun istihbarat raporu gerçekten de doğruydu.

“Şu düşman lideri? Nerede olduğunu biliyor musun?” Linley Neil Şehri’nin başkanına bir bakış attı. “Onu bulup Reynolds’un cesedini geri almalıyım.”

Başkan başıyla hafifçe onayladı. “Şu an Rohault İmparatorluk lejyonları bizim lejyonumuzla savaş halinde. Neil şehrinin birkaç kilometre dışındalar. O adamın da orada olduğunu tahmin ediyorum. Doğru ya.. liderleri 8.seviye bir savaşçı olmalı.”

“Ya...”

Linley başını çevirip güneye doğru baktı. O yönden gelen savaş ve kan kokusunu açıkça alabiliyordu. On binlerce kişinin ölümüyle oluşan kan kokusu son derece yoğundu!

“Bebe, gidelim.”

“Boom!” Bebe ve Linley göğü yarıp güney ufkunda kaybolduklarında korkunç bir ses patlaması duyuldu. Neil Şehri başkanının yüzünde bir heyecan ifadesi vardı. “Görünüşe göre Rohault İmparatorluğu piçlerinin sonu geldi.”

Başkan hızla surlardan inip küçük bir birlikte Altın Alev Lejyonu kampına doğru yola koyuldu.

İki ordu birbirine bakmaya devam ediyordu. Savaş meydanında iki tarafın askerleri de ölülerini arabalara yükleyip götürmeye çalışıyordu. Böyle zamanlarda iki lejyon da savaşmamaya özen gösterirdi.

Cesetler birbiri ardına götürülüyordu. Zaten kırmızı olan topraklar, daha da kırmızıya bulanmıştı ve kan kokusu pek çok çekirgeyi bölgeye çekmişti.

Rohault İmparatorluğu ordusunun kampında, imparatorluk bayrağı rüzgarda zarif bir şekilde dalgalanıyordu. Pek çok birlik nöbet tutmaktaydı. Birden gök mavi-siyah bir bulut kampın üzerinde belirdi.

“Burada değil mi?” Linley’in ruhsal enerjisi tüm kampı sarmalamıştı ancak Reynolds’un cesedini bulamamıştı.

Kıdemli Yüzbaşı Hugh şu an çadırında, güçlü içkisinden kocaman yudumlar çekiyordu. Harika bir ruh halindeydi. Hugh, bu savaştan sonra terfi alacağına emindi.

“Sonunda, lejyon kumandan vekilliğine terfi ettirileceğim.” Hugh kendi kendine hayaller kuruyordu.

Ancak tam o sırada, bir güç dalgası dayanıklı çadırı yırtıp geçti. Hugh şok olmuştu. “Neler oluyor? Düşman kampa mı sızdı?” Hugh bunları düşünürken kendini hızla çadırın dışına attı. Ancak dışarı adımını attığı anda rüzgar öyle şiddetle kükrüyordu ki ayakta durmayı bile başaramadı.

Çevresine bakan Hugh’un yüzü soldu. Rohault İmparatorluğu kampını çevreleyen enerji dalgalarının içinde, askerlerin ayakta kalabilmek için çılgınca çabaladıklarını gördü.

Bir süre sonra rüzgar kayboldu.

“Tüm rütbeli Rohault askerleri ana toplanma alanına gelsin. Hemen.” Sakin bir ses tüm göğü doldurdu. Herkes başını göğe doğru kaldırdı. Gördükleri gök mavi-siyah bir bulutun içerisinde belli belirsiz korkunç bir figürdü.

“Ben Rohault İmparatorluğu Wright Lejyon’u Kumandanı Chastre. Siz saygıdeğer uzman’ın buraya niçin geldiğinizi sorabilir miyim?” Lejyon kumandanı Chastre saygıyla konuştu.

Adamın az önce sergilenen güçten, Chastre, bu adamın tüm lejyonunu yok edebilecek, korkunç derecede güçlü bir uzman olduğunu anlamıştı.

Gök mavi – siyah bulut giderek Linley’in vücuduna yaklaşıp, herkesin onu açıkça görebilmesini sağladı.

“Ucube!”

“İblis!”

Pek çok asker dehşetle çığlık attı. Linley’in vücudu toprağa indiğinde yer çatırdadı. Linley’in kuyruğu değdiği yerlerde derin çukurlar açarak, uğursuzca arkasında sallanıyordu.

“Saygıdeğer uzman, siz Üstat Linley misiniz?” Chastre saygıyla sordu.

Linley adama bir bakış attı. Adam son derece tecrübeliydi ve bir lejyon kumandanı olmayı hak ediyordu. Linley ünlendikten sonra ejder formuyla ilgili bilgiler her yöne yayılmıştı.

“Evet, benim.” Dedi Linley sakince.

Askerler birden inanılmaz bir baskı hissettiler. Linley’in ne kadar güçlü olduğunu duymuşlardı, ancak Linley, O’Brien İmparatorluğunun safındaydı. Şu an O’Brien imparatorluğuyla savaş halindeydiler.

“Üstat Linley, savaş kurallarını mı çiğneyeceksiniz? Aziz seviye bir uzman olarak, bu savaşta yer mi alacaksınız?” Chastre ne mütevazi ne de agresif olmayan bir sesle konuştu. İki imparatorluk savaştığında, iki tarafta savaşı ölüm kalım meselesi olarak görmüyorsa, Aziz seviye uzmanların savaşa katılmasına izin verilmezdi.

Linley soğuk bir biçimde adama baktı. “İnsanların beni tehdit etmesinden hoşlanmam.”

Chastre tek bir ses çıkarmaya bile cesaret edemedi. Eğer Linley saldırmaya karar verirse, tüm bu orduyu tek başına yok edebilirdi. Yardıma ihtiyaç duymazdı..

“Konuş. Bir süre önce, O’Brien imparatorluğun bir gözcü birliğini pusuya düşürtüp Neil Şehrine kadar kovalattın. Üç yüz kişilik o grubun lideri kimdi?” Linley soğuk bir tonda konuştu.

Bunu söylediğinde neredeyse herkes yakındaki Hugh’e döndü.

Adamın vücudu kontrolsüzce titredi.

Linley bir şey söylemeye ihtiyaç duymadı. Linley de dönüp Hugh’e baktı. Hugh hemen saygıyla “Üstat Linley, bir süre önce gerçekten de birliğimle büyük bir düşman birliğine karşı saldırıya geçtik ve sonunda hepsini yok ettik.”

“Yok mu ettiniz?” Bu kelimeleri duyduğunda Linley’in gözünün altındaki kaslar istemsizce seyirdi.

Linley Hugh’e baktığında, adam sanki bir buz tabakasının altında hapsolmuş gibi hissetmişti. “Duydum ki o birliği öldürmekle kalmayıp, kıdemli yüzbaşılarının cesedini almışsın.”

“Bu doğru.” Hugh’ün yüzünde bir kibir ifadesi belirdi. Ona göre bu gurur duyulacak bir olaydı.

Linley’in kalbi sıkıştı.

Önündeki adam bunu itiraf etse de, Reynolds’un cesedi askeri kampın içinde değildi. Yoksa Reynolds’un cesedini yok mu etmişlerdi? Bu ihtimali düşündüğünde içinde yanan öfke alevi daha da kabardı.

Ufak bir hareketle Linley Hugh’ün önünde belirdi.

“AH.” Hugh kaçma fırsatı bulamadı. Kolunu uzattığında, Linley’in güçlü sağ eli adamın boğazındaydı. Hugh’ü yavaşça havaya kaldırdı.

Linley siyah- altın gözlerini adama dikti. “Biliyor musun? O kıdemli yüzbaşının adı Reynolds’du. Benim, Linley’in can dostuydu!” Linley sıktığı dişlerinin arasından tısladı.

Çevredeki askerler Linley’in neden gelip böyle bir şey yaptığını şimdi anlamıştı.

Hugh’ün gözleri de durumu anladığında dehşetle dolmuştu. Aynı zamanda boğazını sıkan gücün giderek arttığını hissedebiliyordu. Yüzü kızarmaya başladı, kendini zorlayarak birkaç kelime edebilmeyi başardı. “ Hayır.. O.. Reynolds. .. O... ölmedi!”

Linley şok olmuştu.

Elini gevşettiğinde Hugh yere çakıldı. Adam boğazını tutarak öksürmeye başladı.






Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 44247 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr