Cilt 10 Bölüm 4: Savaş Makinesi

avatar
6872 9

Coiling Dragon - Cilt 10 Bölüm 4: Savaş Makinesi


Kitap 10 (Baruch)  Bölüm 04   – Savaş Makinesi

Çeviri: Gin   Düzenleme: Dr.Hiluluk

 

“Gümbür…”

Onlarca metre yüksekten akan şelale, dibinde oluşmuş derin havuzu dövüyordu… Su havuza çarptığında binlerce küçük damlacığa dönüşüp her yere sıçrıyordu. Havuzdaki daha sonra küçük bir dereye dönüşüp kıvrılarak ilerliyor, ilerliyordu. Barker ve Zassler işte bu dereyi takip ederek Kara Kuzgun Dağının derinliklerine doğru ilerlediler.

Bu derenin sonunda sakin bir göl vardı. Gölün ortasında, özenle yapılmış ahşap bir kulübe duruyordu.

Ahşap kulübenin önünde, bol bir cübbe giymiş, elindeki mor kılıcı yavaşça sallayan uzun saçlı bir adam vardı. Gerçekte bu ‘yavaşlık’ Barker ve Zassler’ın gördüğü bir yanılsamadan başka bir şey değildi. Yavaş gözükse de kılıç aslında korkunç derecede hızlıydı.

Bu, göz yanılsaması hissi Barker ve Zassler’ın kan kusacakmış gibi olmasına neden olmuştu.

Kılıcın her darbesiyle, sanki çevresindeki ‘uzay’ kıvrılıp bükülüyordu.

Barker ve Zassler birbirlerine baktıklarında, gözlerinde bir şok ifadesi vardı. Yalnızca birkaç ay olmasına rağmen, Linley bir kez daha seviye atlamıştı! Daha önce Linley’i bu kılıç tekniğini kullanırken görmemişlerdi. Az önce gördükleri bir şeyi kesin olarak anlamalarına neden olmuştu… Bu kılıç tekniği şaşılacak derecede güçlüydü.

Barker ve Zassler gölün kenarında, sessizce beklediler.

Uzun bir süre sonra Linley kılıcı kınına soktu.

“Gelin.” Linley elinin tek bir hareketiyle ani bir rüzgar oluşturup nehirin kıyısına kadar uzanan bir ‘hava köprüsü’ oluşturdu. “Sadece yürüyün. Korkmanıza gerek yok. Düşmeyeceksiniz.”

Barker ve Zassler tekrar bakışıp bu ‘hava köprüsü’nden geçerek Linley ve ahşap kulübenin bulunduğu adaya yürüdüler.

Linley taş bir banka oturdu. Elinin bir hareketiyle bir şişe şarap ve üç kupa çıkarttı. Sakince gülerek konuştu. “Zassler, birkaç gün önce gelseydiniz büyük ihtimalle sizi rüzgarlara buraya taşırdım. Az önce yaptığım şeyi yapamazdım.”

Zassler 9. Seviyeden bir ölüm büyücüsüydü. Neredeyse aziz seviye olmasına rağmen uçamıyordu. Vücudunun zayıflığı düşünülürse suyun üzerinde yürümesine de imkan yoktu.

“Lord, o da neydi öyle?” Barker şaşkınlığından yeni kendine geliyordu.

Zassler da Linley’e bakıyordu. Linley gülerek açıkladı. “Bu rüzgarın yasalarını kullanmanın yollarından biri. Kısa süre önce ‘yavaş’ özelliği konusunda içgörüler edindim. Bu da az önce yaptığım şeyi yapabilmeme olanak sağladı. Ancak yine de ‘Uzaysal Kilit’ seviyesinden oldukça uzağım.”

 “Uzaysal Kilit de nedir?” Zassler merakla sordu.

Linley daha fazla açıklamadı. Zassler ve Barker rüzgarın elemental yasalarının uygulayıcısı değillerdi. Yaptığı açıklamaları anlamalarına imkan var mıydı? Linley, gizemli dağ köyünden gelen Miller’la dövüştüğünde, rüzgarın ‘yavaş’ özelliğini daha derinden anlamaya giden yolu net bir biçimde görmüştü. Doğal olarak eğitimi daha az çabayla iki katı hızlı ilerlemişti.

Eğer Miller, Linley’in eğitimini görebilseydi şok olurdu.

Birkaç kısa ayda, Linley inanılmaz ilerlemişti. Böyle bir eğitim hızı korkunç derecede hızlıydı.

İki adama da şarap koyan Linley, kendi kupasını şerefe kaldırdı. Gülerek sordu, “Söyleyin bana, niçin geldiniz?”

Barker cevapladı. “Lord, şu anki topraklarımızı düzenlemeye biraz zaman ayırdıktan sonra, şu anda yeni ordu düzenini kurduk ve askerleri üç aydır eğitiyoruz. Birkaç şehre daha saldırmanın zamanı geldi.” Bu sözleri duyar duymaz Linley’in yüzünde bir sırıtış belirdi.

Bugünün gelmesini uzun süredir bekliyordu.

“Bu kez, bir idari şehre saldıracağız, değil mi?” Linley sordu.

Zassler başıyla onayladı. “Doğru. Planlarıma göre bu kez üç küçük şehre ve Moat İdari Şehrine saldıracağız.” Linley’in güçleri şu an altı şehre ve toplam 50000 kişilik altı lejyona sahipti.

Ancak…

Linley’in güçleri aynı zamanda güçlü uzmanlara sahipti! Bu kesinlikle büyük bir avantajdı.

“İdari şehri ele geçirdikten sonra, bir dükalık kurduğumuzu resmi olarak ilan edebiliriz.” Barker kıkırdadı.

Linley, bir dükalık kurmayı iple çekiyordu. Delia’nın mektubu hala aklındaydı. Kendi dükalığını kurduğu gün, Delia, Yulan İmparatorluğu’ndan ayrılıp, onu bulmaya gelecekti.

“Linley.” Zassler sordu. “İdari şehri ele geçirdikten sonra ne yapacağız? Işık Kilisesi ya da Gölge Tarikatına ait olmayan şehirleri ele geçirmeye devam mı edeceğiz? Yoksa Işık Kilisesine karşı olan savaşımıza başlayacak mıyız?”

Haritadaki konumlarına göre, idari şehri ele geçirdikten sonra, Linley’in sahip olduğu topraklar güneyde Işık Kilisesinin topraklarına ulaşacaktı.

Tabi ki Işık Kilisenin hakimiyeti perdeler arkasındaydı. Yüzeyde her biri sıradan dükalıklardı. Gerçekte ise hangi dükalıkların Işık Kilisesi tarafından, hangilerinin Gölge Tarikatı tarafından kontrol edildiğini anlamak son derece kolaydı! İdari şehirlerdeki tapınaklara bakmak yeterliydi. Eğer şehirde Kilise varsa dükalık Işık Kilisesi tarafından gizlice kontrol ediliyor demekti.

Eğer Gölge Tapınağı varsa, ipleri elinde tutan Gölge Tarikatından başkası değildi.

“Işık Kilisesi tarafından kontrol edilen dükalıklara saldırmaya başlayın.” Linley kararını verdiğinde gözleri kısılmıştı. “Saldırılarımız devam ettikçe, ışık kilisesinin istihbarat ağı Barker kardeşlerin ismini zaten duyacaktır. Sizin burada olduğunuzu duyduklarında ben, Linley’in de burada olduğumu anlamazlarsa garip olur.”

Linley, Barker ve Zassler’a bakıp kırkırdadı. “İdari şehri ele geçirdikten sonra, ordularımızı düzenleyip, temellerimizi sağlamlaştırmak için biraz zaman ayıracağız. Bu işi tamamladığımızda Işık Kilisesi’nin kontrol ettiği topraklara saldırabiliriz!”

“Ancak tabi ki başlangıçta sadece küçük saldırılar yapıp, Işık Kilisesi’nin tepkisini ölçelim.” Linley sakince güldü. “Bakalım anında karşı saldırıya mı geçecekler, yoksa kendilerini tutacaklar mı, ya da benim peşime uzmanlar mı takacaklar?”

Zassler, Linley’in niyetini anlamıştı. Gülerek cevap verdi. “Doğru. Eğer Işık Kilisesi seninle doğrudan savaşmaya karar verirse, dükalık senin aile adın üzerinden kurulabilir. O zaman adını ‘Baruch Dükalığı’ koyarız!

“Ancak Işık Kilisesi kendini tutarsa, sen burada değilmişsin gibi davranmaya devam edip dükalık için herhangi bir isim seçebiliriz.”

Zassler’ın sözlerini duyan Linley onaylayarak başını salladı.

Şu anda bekleyip Işık Kilisesi’nin hamlesini görmeliydiler. Eğer Işık Kilisesinin uzmanları ortaya çıkmazsa, Linley’in harekete geçmeyecekti. Barker ve kardeşlerinin ortalığı karıştırmasına izin verip, sürekli şehirlere saldıracaklardı. Eğer düşman uzmanları ortaya çıkarsa... o zaman aynı şekilde karşılık vereceklerdi.

“Ne zaman Moat Şehrine saldıracağız?” Barker, Linley’e baktı.

“Hemen başlayın.” Linley cevap verdi.

Linley’in bu cevabı, tüm altı şehrin savaş hazırlıklarını hızlandırmasına neden oldu. Boone, Ankh ve Hazer tarafından yönlendirilen bir lejyon, üç küçük şehre saldırmaya gitti. Diğer dört lejyon ise Baker ve Gates in önderliğinde Moat İdari şehrine saldırdı.

Zassler Kara Çamur Şehrinde savunmada kaldı.

“Öldürün!” Moat İdari Şehri duvarlarının önü kan gölüne dönmüştü. Moat Şehri il önce 20000 askerini düşmanla kafa kafaya çarpışmak için göndermişti. Ancak Gates ve Barker tarafından yönetilen orduyla çarpıştıklarında çok ağır kayıplar verdiler.

Gates ve Barker iki vahşi savaş tanrısıydı.

Devasa iki savaş baltasının savrulduğu her yerde sayısız asker can veriyordu. Her ordu kendi elit birliğine sahipti. Gates ve Barker’ın hedefleri de özellikle o birlikti. Orduları nerede bir direnişle karşılaşsa, o ikisi orada bitiyordu.

20000 kişilik idari şehir ordusu kısa sürede dağıldı. Moralleri tamamen çökmüştü. Pek çoğu anında teslim oldu.

Ordunun yarısından fazlası ölmüştü. Sağ kalacak kadar şanslı olanlar ise...esir düşmüştü.

Kaçmak isteseler de yapamazlardı. Moat İdari Şehrinin kapıları sıkıca kapatılmıştı. Şehrin yöneticisi kapıları açmaya cesaret edemezdi. Bunu yaptığı anda o iki iblis direk içeri girer ve onu öldürürdü. Şu anda Moat İdari Şehrinde yalnızca 20000 asker kalmıştı.

Kara Çamur Şehrinin askerleri nizami bir şekilde sıralanmıştı. 10000 esir tamamen moralsizdi. Pek çoğu yaralıydı.Yalnızca iki ya da üç bini savaşabilecek durumdaydı. Kanla kaplı toprakları gören şehir muhafızlarının morali dibe vurmuştu.

“Neler oluyor? Neden o kadar uzakta duruyorlar?” Şehir muhafızları panik halindeydi. Düşman ok mesafesinin çok ötesinde bekliyordu.

Birden, düşmanın iki savaş tanrısı, ellerinde savaş baltalarıyla ileri doğru fırladılar! O kadar hızlıydılar ki görenlerin ağızları bir karış açık kalmıştı. Muhafızların komutanı bağırmaya başladı. “Okçular, şu iki adama saldırın! Ateş!”

Okçu birliğinden seçilen yüz elit okçu, güçlü en güçlü ve kaliteli yaylarla silahlandırılmıştı. Bu yüz okçu yaklaşan iki adama ok yağdırmaya başladılar. Ancak, Barker ve Gates aşırı hızlıydı. Oklardan yalnızca birkaçı onları vurdu, ancak o oklar da zarar vermeyi başaramadılar.

“Haha, şunu izleyin!” Gates heyecanla bağırdı. Kan donduran savaş baltasını kaldırıp, şehir kapısına doğru savurdu.

“BAM!”

Şehir kapısının arka tarafında ani, korkunç bir darbe sesi yankılandı. Devasa, zırhlı kapı şiddetle titrerken, her yerinde çatlaklar oluştu. Ancak bir şekilde dayanmıştı.

“Bir idari şehrin kapıları diğer küçük şehirlerinkinden çok daha sağlammış.” Gates yüksek sesle güldü. Sesi gökleri titretmişti. Duvardaki askerler onu net bir şekilde duyabiliyordu. “Abi, senin karışmana gerek yok. Kapıyı ben hallederim.”

Az önceki darbe çoktan duvardaki askerlerin bembeyaz kesilmesine neden olmuştu.

Kim bu şekilde savaşırdı ki?!

Doğruca şehir kapısına saldırıp içeri dalmak mı?!

“Kayaları atın, çabuk! Kayaları salın!” Şehir yöneticisinin panik halindeki bağırışı duyuldu. İdari şehrin duvarları on metre kalınlıktaydı. Kapalı şehir kapıları hariç duvarın üst kısımlarında bazı delikler vardı. O deliklerden, devasa kayalar düşmeye başladı.

Onun üzerinde ağır, devasa kaya 9.seviyeden bir savaşçının bile küçümseyemeyeceği bir güçle düştü. Bu kayalar özellikle uzmanlarla baş etmek için kullanılırdı.

“Kaya mı atıyorsunuz?”

Gates’in yüzü değişirken öfkeyle uludu. “*rospu çocuğu, çekil yolumdan!” Büyük savaş baltası bir yaprak kadar hafifçe süzülüp, şehir kapısına hafifçe dokundu. Kapı gürültüyle parçalanırken, yarısı düşüp parçalandı. Ancak o sırada, kayalar derinden gelen bir gümbürtüyle düşüp şehrin girişini kapattı.

“Açıl!” Barker da aynı teknikle saldırdı. ‘ağır bir şeyi hafir bir şeymiş gibi kullanmak’.

“Boom!” Kayalar şiddetle titrerken, taş parçaları her yere fırladı. Kayanın ortasında bir metrelik devasa bir delik açılsa da, kayanın devasa boyutuna kıyasla bu hiç bir şeydi.

Gates ve Barker birbirlerine bir bakış attılar.

“Lordumuzun emirlerine göre hareket etmeliyiz.” Gates güldü.

Linley’in direktiflerine göre Barker ve kardeşleri Ölümsüz Savaşçılar olarak kimliklerini gizli tutmalıydı. Onlar Linley’in gizli silahlarıyla. Ne de olsa Işık Kilisesi onların güçlerinin farkında değildi. Açık edebilecekleri şeyler, Işık Kilisesinin zaten bildikleriydi.

“Haeru!” Barker tüm gücüyle bağırdı.

“GrraaaaavV!” Yeri göğü titreten bir kükreme eşliğinde, ordunun ortasında saklanan korkunç kara panter büyümeye başladı. Yüksekliği on metreyi, boyu ise yirmi metreyi bulmuştu! Bu devasa, vahşi yaratığı gören Moat Şehrindekiler donup kalmıştı.

“Aziz seviye bir sihirli canavar!”

Muhafızlar sessizdi.

“Bam!” Devasa Haeru, siyah bir gölgeye dönüşerek, şehir kapılarına saldırdı. Göz açıp kapayıncaya kadar, bin metrelik mesafeyi aşmış, kapılara varmıştı. Şehir kapıları yirmi metre boyundaydı. Haeru vücuduyla girişi engelleyen devasa kayaya vurdu.

Korkunç bir patlama sesi duyuldu.

Kaya sanki kağıttan yapılmışçasına sayısız parçaya bölünüp dört bir yöne fırladı. Pek çok muhafız kurşun gibi fırlayan bu taş parçalarından kaçamadı. Taş parçaları kemikleri kırıp, etleri delip geçti.. ve bu daha başlangıçtı.

O korkunç sihirli canavar, Haeru, içeri dalıp önüne geleni öldürmeye başladı.

Korkunç bir savaş makinesiydi. Önüne çıkan herkes ya ezilerek can verdi ya da darbenin etkisiyle fırlayıp uçtu. Sayısız kişi bu şekilde can verdi!

“Teslim! Teslim oluyoruz!”

“Teslim oluyoruz!!!”

En güçlü savaşçılar bile, böyle korkunç bir yaratığa karşı çaresizdi. Hepsi silahlarını atıp, yere çökerek teslim oldular. Aziz seviye bir sihirli canavar... sıradan askerler böyle muazzam bir güce karşı ne yapabilirdi ki?

“Teslim oluyorum, ben teslim oluyorum.” Moat İdari Şehri yöneticisi dizlerinin üstüne çökmüş, tüm vücudu titrerken yalvarıyordu.

Moat Şehrini ele geçirdikten sonra, Linley’in güçleri şu an bir idari şehir ve dokuz küçük şehre sahipti. Kontrol ettikleri nüfus dokuz milyonu aşıyordu. Çoktan oldukça büyük bir dükalık sayılırlardı.






Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 44309 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr