Cilt 11 Bölüm 8: Üç Koridor

avatar
6046 10

Coiling Dragon - Cilt 11 Bölüm 8: Üç Koridor


Kitap 11 (Tanrıların Mezarlığı)  Bölüm 08 – Üç Koridor

Çeviri: Gin     Düzenleme: Dr.Hiluluk

 

 

“Bana teşekkür mü ediyorsun?” Linley irkilmişti.

Bu Altı Gözlü Altın Ni Aslanlarıyla ilk karşılaşmasıydı. Neden bu Ni Aslanı onu görür görmez teşekkür etmişti?

Neden olabilirdi ki?

“Şanssızız ki biraz geç doğdun. Eğer üç bin yıl önce doğmuş olsaydın, o zaman dördüncü ve beşinci kardeşimiz ölmemiş olurdu.” Altı Gözlü Altın Ni Aslanı bu son kelimeleri mırıldanmıştı, ve diğer iki Altı Gözlü Altın Ni Aslanı da Linley’e birer bakış attılar. Ardından üçü diğer tarafa, altı Aziz seviye sihirli canavarın bulunduğu yere uçtular.

Desri, Linley’e gülümsedi, “Linley, bu üç kardeşle tanışıyor musun?”

“Alakam bile yok.” Linley karşılık verdi.

Desri cevap olarak bir şey söylemese de, yüzündeki bakış Desri’nin ona inanmadığını anlatıyordu.

“Geçmişte, Tanrıların Mezarlığına giren çok az sayıda sihirli canavar olurdu. Ancak Karanlık Ormandaki birkaç güçlü Aziz seviye sihirli canavar girebilirdi. Şimdi Dylin ortaya çıktığına göre, Sihirli Canavarlar Sıra Dağları’ndan gelen sihirli canavarlar bile Tanrıların Mezarlığına girebiliyor.” Desri iç çekti.

Linley canavarların grubuna bir bakış attı.

Altı Gözlü Altın Ni Aslanlarıyla gelen o altı sihirli canavar sıradan yaratıklar değildi.

“Görünüşe göre içlerinden dördü Fenlai Şehrine saldıran sihirli canavar sürüsünde de vardı. Ya da belki de sadece aynı ırktandırlar.” Linley, hemen dördünü tanımıştı; Kırmızı Gözlü Yeleli Aslan, Tiran Wyrm, Vahşi Evren Ayısı, ve Mor Gözlü Altın Kürklü Goril.

Kalan’ı tek bir adımda ezen de bir Mor Gözlü Altın Kürklü Goril’di.

Yalnızca önündeki Mor Gözlü Altın Kürklü Goril’in Fenlai Şehrine saldıranla aynı canavar olup olmadığını anlamasına imkan yoktu.

Burada çok fazla uzman toplanmıştı. İnsan uzmanlar, ve sihirli canavarlarda. Yulan Kıtasının gizli uzmanlarının hepsi bugün ortaya çıkmıştı ve burada toplanmış, insan ve canavar, birbirleriyle sessizce sohbet ediyorlardı. Şu anda insanlar ve sihirli canavarlar eşit iki ırktı.

“Vızz!” Siyah bir gölge metal kaleden dışarı fırladı. Bu Bebe’ydi.

Tüm insan ve sihirli canavarlar dönüp Bebe’ye baktı. Geçmişte, Lord Beirut’un üç çocuğu ve İlahlar dışında, tek bir Aziz seviye uzman bile bu metal kaleye girememişti.

“Patron, sorunu çözdüm.” Bebe’nin sesi Linley’in zihninde yükselmişti. “Barker gelebilir.”

Linley güldü. Anlaşılan, Bebe’nin sözleri bu gizemli Beirut için son derece önemliydi.

“Hearu, gidip Barker’ı bilgilendir ve onu buraya getir.” Linley, hemen Kara Bulut Panteri Haeru’yla zihinsel olarak iletişime geçti ve Haeru hemen karşılık verdi. “Peki, sahip.”

Yaklaşık bir saat sonra.

Barker, Haeru’nun önderliğinde oraya varmıştı.

“Ne çok insan var.” Barker oradaki uzmanlara şöyle bir baktığında şok olmuştu. Toplamda, insanlar ve sihirli canavarla birlikte seksenin üzerinde Aziz vardı. Bu uzmanların her biri inanılmaz güçlüydü. Eğer dönüşmezse… Barker aralarındaki en güçsüzleri sayılırdı.

Ancak dönüştükten sonra, Barker ortalamanın üstündeydi.

Bu uzmanların içindeki en güçlü grup Desri, Fain , diğer temel Azizler ve Linley’indi.

Güneş tepe noktasına yükselmişti. Azizler metal kalenin etrafında toplanmış sessizce bekliyordu. Birden, yaşayan kalenin içinden dört gölge dışarı fırladı. Baskılayan aurasıyla Savaş Tanrısı, zarif Yüksek Rahip, şeytani Dylin ve tembel Cesar.

Dört yüce ilah kalenin önünde yere indiler.

Herkes, insanlar ve sihirli canavarlar, saygıyla onların emirlerini beklediler.

Yüksek Rahip’in yüzü yeşil bir maskenin ardında saklıydı ve saçları özgürce uçuşuyordu. İlk konuşan o oldu. “Bu grupta Tanrıların Mezarlığına girmiş olanlarınız da var olmayanlarınız da. Ancak bu sefer öncekilere benzemeyecek, bu yüzden size birkaç şeyi hatırlatmalıyız.”

Yüksek Rahip’in sesi oldukça nazik ancak dengeliydi. Yalnızca sesine bakarak onun bir kadın mı yoksa erkek mi olduğunu anlamak imkansızdı.

“Geçmişten farklı mı olacak?” Linley sakince gülümsedi. Daha önce tek bir kez bile oraya girmemişti, bu yüzden geçmişte nasıl olmuş olursa olsun, onu etkileyen bir durum yoktu.

Orada bulunan tüm insan ve sihirli canavarlar dikkatle Yüksek Rahip’in hatırlatmalarını dinlediler.

“Daha önce Tanrıların Mezarlığına gitmiş olanlarınız toplamda oraya giden üç tünel olduğunu biliyorsunuz. Biri burada, Karanlık Ormanda bulunuyor. Biri Kuzey Denizindeki bir adada ve sonuncusu ise Güney Denizi’nin derinliklerinde.” Yüksek Rahip’in sesi nazikti.

Desri ve Fain gibi en deneyimli uzmanların yüzleri değişmeye başladı.

“Üç bin yıl önce, Tanrıların Mezarlığı’nın girişi Güney Denizinden olmuştu. İki bin yıl önce, giriş Karanlık Orman’daydı. Bin yıl önce Kuzey Denizindeki adadan giriş yaptık. Her üç bin yıl, bir döngü demek. Bu kez Tanrıların Mezarlığına Güney Denizinden gireceksiniz.” Yüksek Rahip’in sesi oradaki her insan ve sihirli canavarın kulaklarını doldurmuştu.

Linley şaşkındı.

“Tanrıların Mezarlığının gerçekte üç girişi mi var?” Linley meraklanmıştı. “Ancak bu üç tünel birbirinden inanılmaz uzaktalar. Kuzey Denizi, Karanlık Orman ve Güney Denizi… birbirlerinden onbinlerce kilometre uzaktalar. Neler oluyor?”

Bu konuda şaşırmış olsa da, Linley soru sormak için doğru zaman olmadığının farkındaydı. Yalnızca sabırla dinlemeye devam edebilirdi.

Yüksek Rahibin sesinde bir gülümseme tınısı vardı. “Bu yüzden hepiniz bu sefer hangi tüneli kullanacağımızı tahmin edebilirsiniz. Daha önce o tüneli kullanmış olan onunuz bu yolculuğun ne kadar tehlikeli olacağınız da tahmin edebilirsiniz. Peki. Desri, gelip herkese açıkla.”

“Unutmayın. Vazgeçmek isteyen varsa hala zaman var. Ancak bu gece, geri kalanlarla birlikte yola çıkacağız.” Yüksek Rahip’in sesi hala yumuşaktı.

Dylin’in soğuk kahkahası yükseldi. “Eğer korkuyorsanız, o halde yola çıkmayın. Bunda utanılacak bir şey yok. Hala vazgeçmek için geç değil. Daha sonra vazgeçmeye kalkarsanız, oraya vardıktan sonra kaçmaya kalkışmak gerçekten utanç verici olur.” Dört ilah bir tarafa doğru yürüyüp gecenin gelmesini beklediler.

Desri grubun önüne doğru yürüdü.

Yüzü son derece kararmıştı ve moralsiz gözüküyordu. Linley, her zaman güler yüzlü olan Desri’yi daha önce hiç yüzünde böyle çirkin bir ifadeyle görmemişti.

“Tanrıların Mezarlığına bin ya da iki bin önce girmiş olanlarınız, beni dikkatle dinleyin.” Desri’nin sesi son derece soğuktu. “Yalnızca bir ya da iki değil, tam üç tane Tanrıların Mezarlığı var. Üç farklı tünel, üç farklı Tanrıların Mezarlığına açılıyor!”

“Üç?” Pek çok azizin yüzünde şok ifadesi vardı.

Linley bile şok olmuştu ve tüm dikkatini Desri’nin söyleyeceklerine yöneltti.

“Karanlık Orman ve Kuzey Denizindeki adadan ulaşılan Tanrıların Mezarlıkları tehlikeli olsalar da, tehlike o kadar büyük sayılmaz. Genel olarak konuşmak gerekirse, dikkatli ve sağduyulu davrandığınız sürece tehlike altında olmazsınız. Ancak Güney Denizinden girilen Tanrıların Mezarlığı inanılmaz, inanılmaz tehlikeli bir yer. Desri alçak bir sesle devam etti. “Hatta, inanıyorum ki buradaki seksen civarı azizden, son derece dikkatli olsak bile, üçte birimiz sağ çıkarsak kendimizi şanslı saymalıyız.”

“Üçte birimiz?” Pek çok Aziz irkilerek haykırdı.

Pek çoğu Tanrıların Mezarlığına daha önce girmişlerdi ancak Tanrıların Mezarlığının önceki iki açılışında girenlerin ancak dörtte biri ölmüştü. Ancak Desri’nin dediğine göre… bu yolculuk sonunda üçte ikisi büyük ihtimalle ölecekti.

“Ve bu son derece dikkatli olduğumuzu düşünürsek. Eğer aç gözlü davranırsanız… o zaman buradaki seksen kişiden onu sağ kalırsa şanslı sayılırız.” Desri önündeki insanlara şöyle bir baktı. “Şunu unutmayın. Eğer ölürseniz, bu sorun değil. Ancak diğerlerini de peşinizden sürüklemeyin.”

Konuşmayı bitirdikten sonra, Desri, Hayward ve Higginson’un yanına geri döndü.

Ortam son derece gergindi.

“Korkacak ne var? Tehlike ne kadar büyükse, bir ilahi kıvılcım ya da kutsal hazine bulma şansımız o kadar artar.” Kalabalıktan bir ses yükseldi.

“Önce canlı dışarı çıkmayı başar.” Fain soğuk bir sesle karşılık verdi.

Fain’in yüzü de şu an inanılmaz derecede asılmıştı.

Desri, Higginson ve Hayward sessizleşmişti.

Linley onlara doğru yürüyüp yumuşak bir biçimde sordu, “Desri, sorun nedir? Tanrıların Mezarlığına gidişimiz özel bir durum mu olacak?”

Desri Linley’e baktı, ardından iç çekerek, “Linley, köyümüze yaptığın ilk ziyareti hatırlıyor musun? O zaman, Hayward seninle antrenman maçı yaparken ona neden Aziz Seviye bir Baş Büyücü olarak bir sihirli canavar yoldaşının olmadığını sormuştun.”

“Hatırlıyorum.” Linley başıyla onayladı.

Hayward onunla dövüşürken, Linley, onun karşısında sihirli canavar yoldaşını kullanmayan bir Aziz Baş Büyücünün kesinlikle kaybedeceğini düşünmüştü. Ancak ardından, Hayward ona bir Aziz Baş Büyücü’nün nasıl dövüştüğünü göstererek düşüncesinin hatalı olduğunu kanıtlamıştı.

“O zaman, sihirli canavar yoldaşının onu korumak için can verdiğini söylemiştin. Bu iki bin yıl önceydi. Dahası yakın bir arkadaşınızı da kaybetmiştiniz.” Linley cevap verdi.

“Doğru.” Desri başıyla onayladı. “Ve o zaman bahsettiğimiz olay Tanrıların Mezarlığına üç bin yıl önceki gelişimizdi.”

Linley başını salladı.

“Hayward’ın sihirli canavarı bir ‘Yıldırım Oku Panteriydi’ ve Tanrıların Mezarlığında sağ kalabilmek adına çok faydalıydı. Lord Beirut’a o sihirli canavarı da yanımızda götürebilmek için yalvarmıştım. Ancak, o yolculukta… Tanrıların Mezarlığının altıncı katmanın yalnızca dış bölgesinde, üçüncü kardeşimiz ve o sihirli canavar, ikisi de öldüler.Öylece… biz de beşinci katmanda beş yıl boyunca çıkış tünelinin açılmasını bekledik.” Desri’nin yüzünde buruk bir ifade vardı.

Linley’in zihninde pek çok düşünce dönüp duruyordu.

Beşinci katman? Altıncı katman?

Tanrıların Mezarlığı hakkında hiçbir şey bilmese de, görünüşe göre pek çok katmana bölünmüştü. Ve bu ‘altıncı kat’ son derece tehlikeliydi.

Gece çöktü. Tek bir Aziz bile oradan ayrılmamıştı. Eğer bilinmeyen bir tehlikeden korkup kaçarlarsa… bu gerçekten de zayıf iradelere sahip olduklarını gösterirdi.

Siyah bir gölge birden grubun önünde belirip, yavaşça şekillenmeye başladı. Bu kişi siyah, sade bir cübbe giyiyordu. Siyah saçları toplanmamıştı ve sakalı o kadar uzundu ki göğsüne geliyordu. Yaşlı bir adam gibi görünüyordu.

“Lord Beirut.” Yüksek Rahip, Cesar, Savaş Tanrısı ve Dylin hemen ayağa kalkıp saygıyla selam verdiler.

Tüm azizler hemen ayağa kalkıp, onu ilk, ikinci ya da üçüncü görüşleri olması fark etmeksizin saygıyla eğildiler. Öyle bir ortam vardı ki, bırakın Azizleri, ne Yüksek Rahip ne de Savaş Tanrısı nefes almaya bile cesaret edememişti.

Beirut’un küçük gözleri vardı, ancak iki parlak yıldız gibi ışıl ışıldılar. Yüzünde sanki kalıcı bir gülümseme ifadesi var gibiydi.

“Bebe, buraya gel.” Beirut, Bebe’ye bakıp ona gülümsedi.

Bebe hemen Beirut’un kollarına atladı. Oradaki herkes Bebe’ye bakıyordu.

“Büyükbaba Beirut, gidelim. Burada yeterince bekledim.” Bebe sanki onun karşısında hiç baskı hissetmiyordu. Beirut başını hoşgörüyle salladı ve kollarında Bebe’yle güneye doğru uçtu. “Gidelim.”  Beirut’un hafif pürüzlü sesi yankılandı.

O sırada, dört İlah ve seksenin üzerinde insan ve sihirli canavar azizin hepsi göğe yükselmişti.

Uçarken pek çok insan Linley’e bakıyordu. Bebe ve Beirut’un arasındaki yakın ilişkinin onların dikkatini Linley’e çektiği açıktı. Ancak o insanların tek bildiği… Bebe’nin Linley’in sihirli canavarı olduğuydu. Pek çoğu bir karar vermişti…

Linley’le dost olamasalar bile, onu kızdırmamalıydılar.

Ne de olsa Lord Beirut’un karşısında, Savaş Tanrısı ve diğer ilahlar bile birer çocuk gibi kalmış, yüksek sesle nefes almaya bile çekinmişlerdi. Biri Lord Beirut için Bebe’nin değerinin Savaş Tanrısı gibilere kıyasla çok daha yüksek olduğunu anlayabilirdi.

“Bu Savaş Tanrısı gerçekten de hayranlık uyandırıcı biri. Bana iyi niyetini erkenden, daha küçük kardeşimin düğününde gösterdi.” Linley kendi kendine gizlice güldü. “Lord Beirut’un Bebe’yle ilişkisi var ve Bebe’nin benimle. Ben Wharton’la kardeşim… adam neleri hesaplamış!”

Ancak Savaş Tanrısı Wharton’un meselesine bile bizzat karışmış, İmparator Johann’a Nina’nın Wharton’un eşi olmasına izin vermesini emretmişti.

Biri tüm bunlardan bile Savaş Tanrısı’nın Lord Beirut’a karşı nasıl bir saygı duyduğunu ve ondan ne kadar korktuğunu anlayabilirdi.

 

---

 

Okyanuslar Yulan Boyutunda inanılmaz büyüklükte alan kaplıyordu. Kuzey Denizi zaten devasaydı, ancak Güney Denizi resmen akıl almaz büyüklükteydi. Linley, bir keresinde Hodan’ın Güney Denizi’nin sonunda kaotik boşluğun görülebileceğini söylediğini duymuştu.

Gece ilerleyen saatlerde. Uçsuz bucaksız sular karanlık ve ağır görünüyordu.

“Tam burada.” Beirut, denizin üzerinde havada durdu.

Burada, okyanusun derinliklerinde, Tanrıların Mezarlığına giden tünelin girişini bulacaksınız. Tünel yüzeyden yaklaşık yirmi bin kilometre aşağıda.” Beirut sakince güldü. “Eminim ki denizin altındaki su basıncı sizi etkilemeyecektir. Eğer azıcık bir su basıncına bile dayanamıyorsanız, o zaman direk vazgeçmeniz daha iyi.”

Konuştuktan sonra, suya ilk dalan Lord Beirut oldu.

Vücudunun geçtiği yerde, okyanus suları sanki onun etrafından kaçıp, bir koridor oluşturuyordu.

 

 

 






Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 43988 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr