Bölüm 73: Kalpyiyen

avatar
4726 60

Desolate Era - Bölüm 73: Kalpyiyen



Bölüm 73: Kalpyiyen

 

 Karanlık tünel, derin ve bir kalem kadar düzdü. Neredeyse derinlik 300 metreye kadar ulaşıyordu ve aşağıya atlayan yakışıklı genç, Xiantian Ki’sini yayarak düşüşünü yavaşlatmış ve arada sırada tünelin duvarlarında bulunan taşlara tutunarak inişini kolaylaştırmıştı. Çok geçmeden zemine ulaşmıştı.

 

“Ne kadar derinmiş. Uh, Efendi’nin gizli odası nerede peki?” Yakışıklı genç dikkatle etrafındaki tünelleri süzmeye koyuldu. Tam önünde, göz alan yeşil bir ışık hüzmesi seçilebiliyordu. Zaman geçmeden açık duran taş kapıya ulaşmış ve kapının arkasında beliren, insanın kalbini titreten yeşil manzaraya tanıklık etmişti.

 

“Efendi.” Yakışıklı genç taş kapının dışından seslendi.

 

“Gir.” Keskin ses cevapladı.

 

“Tamam.” Yakışıklı genç kalbindeki korkuyu bastırarak içeri girdi. On metre çapındaki taş oda normalde gizli ve mühürlü tutuluyordu. Taş odanın orta yerinde duran devasa taşın üstünde zayıf, soluk ifadeli bir surata sahip uzun, siyahlı saçlı bir figür duruyordu. Herifin gözlerinden fırlayan yeşil ışık hüzmeleri bu dünyaya aitmiş gibi durmuyordu ve herifin bütün vücudu adeta insan formuna bürünmüş bir şeytanı andırıyordu.

 

 Adamın önünde devasa bir kazan, kazanın üstünde de etrafa soğuk bir aura saçan yeşil ateşler seçilebiliyordu. Yeşil ateşlerin altında salaş görünen, kan kırmızısı kumaştan bir bayrak duruyordu. Bayrağın üstüne baktığınızda, zar zor da olsa gizlenen vahşi suratları görebiliyordunuz. Suratlar ya çığlık atıyor ya da birbirlerini yemek için kıyasıya mücadeleye tutuşuyorlardı.

 

 Kumaş bayrağın etrafını gözle görülebilen siyah bir ışık hüzmesi kaplamıştı.

 

“Günah!” Yakışıklı gencin kalbi titriyordu, “Hem de ne günah!”

 

 Dünyada iyilik yaparak karmik başarılar gösteren kimseler olduğu gibi, kötülük yaparak büyük günahlara sebebiyet veren kişiler de yaşıyordu.

 

Büyük günahlara sebebiyet veren kişiler genelde insanın kalbini titreten şeytani bir aura taşıyorlardı lakin kumaş bayrağın etrafındaki günah aurası o kadar güçlüydü ki, çıplak gözle bile görülebilecek somutluğa ulaşmıştı. Bu gerçekten de her gün karşılaşabileceğiniz bir manzara değildi.

 

Bu sayısız günahların gebe kaldığı bir büyülü hazine.” Yakışıklı genç hem korkmuş hem de kalbindeki arzu alevleri körüklenmişti. Bu tarz bir şeytani büyülü hazineye sahip olan kişilerin karşılaşacağı Üç Felaket ve Dokuz Kıyamet’in ne denli dehşet verici olacağını biliyordu lakin buna rağmen bahsi geçen şeytani büyülü hazine de akılalmaz bir güce sahipti. Bu yüzden ki şeytani okulların çoğu büyük günahlar işleseler de ölümsüzlük yolunda ilerleyebiliyorlardı.

 

Zira bu şeytani yollar ve metotlar kişinin daha hızlı ilerlemesini sağlıyor ve hatta insanlara üst seviyedeki rakiplerle bile mücadele edebilme yeteneğini bahşediyordu.

 

“Efendi’nin bu büyülü hazineyi bitirdiğinde, Wanxiang Üstatları’ndan bile korkmayacağını söylemesine şaşmamalı.” Yakışıklı genç nefes almakta zorlanıyordu.

 

“Ufak Yedili.” Bağdaş kurmuş oturan uzun saçlı figür keskin bir ses tonuyla konuştu, “Gan ilk öğrencimdi. Onu kendi oğlum gibi görüyordum! Ji Ning bozuntusu oğlumu öldürmüşken nasıl olur da bendeniz Bei İyioğul, onu affedebilirim?”

Yakışıklı genç başını eğdi.

 

“Bu büyülü hazineyi bitirmem lazım. Başka şeylere zaman ayırabilecek lüksüm yok.” Bei İyioğul’un yeşil gözleri yakışıklı gence bakıyordu. Başlı başına böyle bir şeytani büyülü hazine yapmanın getirdiği riskler akılalmaz boyutlara ulaşıyordu ve hazinenin yapım aşamasında sürekli bir dikkat ve alaka göstermek olmazsa olmazlardı. Daha önce bu tür hazineleri yapmaya kalkan insanların bazıları yarattıkları hortlaklar tarafından öldürülmüş ve hatta ele geçirilmişti. Tabii ki kişi yapım aşamasını durdurabilirdi lakin bunun karşılığında ödeyeceği bedel de hafif olmayacaktı.

 

“Ufak Yedili, sana Kalpyiyen Toz’dan vereceğim.” Aniden İyioğul’un sağ elinde bir şişe belirmiş ve herif şişeyi yakışıklı gence fırlatmıştı.

 

Şişeyi yakalayan yakışıklı gencin suratındaki korku dolu ifade her şeyi açıklıyordu. “Kalpyien Toz mu?”

 

Daha önce bu tozun namını duymuştu.

 

 Sadece bir şişe Kalpyiyen Toz bile seviyeli büyülü hazinelerden daha değerliydi. Sayısız Zifu Öğrencisi bu toza can vermişti ve tozun üretimi de hiç kolay sayılmazdı. Efendisi kendi okullarında doğup bağlantılara sahip olmasaydı, muhtemelen böyle dehşet verici bir zehri de almasına imkân olmayacaktı.

 

“Eğer odağımı ayırma lüksüm olsaydı, böylesine değerli bir tozu harcar mıydım sanıyorsun?” İyioğul keskin sesiyle konuştu, “Unutma, şişeyi parçaladığında Ji Ning’in en azından otuz metre yakınında olman lazım. Böylece çocuk kesinkes zehirlenecektir. Kalpyiyen Toz vücuda girdiğinde, her ne kadar yavaş yavaş etki gösterip üç güne ihtiyacı olsa da kişi zehirlendiği takdirde bundan kurtulmasının neredeyse hiçbir yolu yoktur. Bir Xiantian Habistanrı bozuntusunun, dünyanın bir numaralı tekniği olan [Dokuz Gökler’in Parlakızıl Diyagramı]’nda çalışıyor olsa bile bu zehirden kurtulma şansı yoktur!”

 

Yakışıklı genç onayladı.

 

“Unutma, kendine dikkat etmen lazım. Uzakta duracaksın. Eğer zehirlenirsen bana gel. Panzehri sana veririm.” İyioğul konuştu.

 

“Öğrenciniz böylesine küçük bir meseleyi kesinkes halledecektir.” Yakışıklı genç konuştu.

 

“Git.” İyioğul’un bakışları önünde süzülen kan kırmızısı kumaş bayrağa odaklandı. Bayraktaki sayısız hortlak arada sırada beliriyor ve kafalarını uzatarak İyioğul’u ısırmaya çalışıyordu lakin herifin suratındaki ifadede herhangi bir değişim yoktu. Yağlı yeşil gözleri soğuk ve ölümcül ifadelere sahipti.

 

Yakışıklı genç saygıyla eğildikten sonra odayı terk etti. Bu derin, karanlık tüneli terk ederken son hızda ilerliyor ve arada sırada tünelin yan duvarlarındaki taşlara tutunuyordu. Çok geçmeden tünelden çıkmıştı.

 

Kakaka…

 

Metal tabakalar harekete geçmiş ve tünel bir kez daha mühürlenmişti.

 

—————————–

 

Karanlık sisin içinde…

Etrafını çevreleyen Suateş Nilüferleri’nin koruması altında Ning’in ruhu bütün odağını formasyonlara vermişti. Genç adamın aklında teori üstüne teori beliriyor ve formasyon ayrıntılarını sürekli değiştiriyordu. Ning bu formasyonları telaşla incelemeye devam ederken sahip olduğu formasyon bilgileri de gitgide artıyordu.

 

“Huh?” Aniden Ning’in kalbinde korku dolu bir his belirdi.

 

 Kişi Ning kadar güçlü bir ruha sahip olduğunda, istemsizce de olsa etrafındaki tehlikeleri hissedebiliyordu. Daha önce ruhu bu hissiyatı yaşadığında, genç adam Sualtı Malikanesi’nin üçüncü testindeydi. Lakin bu sefer yaşadığı his, o zamanki histen bile daha büyük ve korkutucuydu. Adeta genç adam ne kadar uğraşırsa uğraşsın başına gelecek şeyden kaçamayacağını hissediyordu.

 

“Tehlike?” Ning gözlerini açıp etrafını süzdü.

 

Aniden…

 

Önündeki karanlık sis ikiye ayrılmış ve o esnada, çok sayıdaki beyaz iplikler ona doğru atılmıştı. Mesafede elinde atkuyruğu püskülünü tutan yakışıklı genç görülebiliyordu. Tabii yakışıklı gencin diğer elindeki Tao mührü de Ning’in dikkatinden kaçmamıştı. Atkuyruğu püskülünün beyaz iplikleri Ning’e saldırıyordu.

 

“Hmph.” Genç adamın ellerinde beliren Karakuzey Kılıçları parlıyor ve vücudunu çevreleyen Suateş Nilüferleri de durmaksızın beyaz iplikleri karşılıyordu.

 

“Boom!”

 

 Binlerce beyaz ipliğin Suateş Nilüferi’yle karşılaştığı esnada adeta bir patlama yaşanmıştı. Yalnızca bu durum yaşandığında Ning binlerce beyaz ipliğin arasındaki şişeyi fark etmişti. Saldırı gerçekleştiğinde, şişe yere düşerek parçalandı. Şişenin parçalandığını gören Ning’in kalbindeki tehlike hissiyatı adeta tavan yapmıştı.

 

“Şişeni içinde bir şey vardı.” Ning aptal değildi lakin herhangi bir şey göremiyordu. Çünkü şişenin içindeki şey hem kokusuz hem de görünmezdi!

 

 Uzakta duran yakışıklı genç şişenin parçalandığını görür görmez atkuyruğu püskülünü çekmiş ve diğer elindeki Kaçış Mührü’nü aktif ederek gözden kaybolmuştu.

 

“Bu…bu şişe…” Ning’in içinde kötü bir his vardı.

 

“Ah!”

 

Aniden, kalbine adeta bıçaklar saplanmaya başlamıştı. Genç adamın suratı soldu ve istemsizce göğsünü tutmaya başladı. Vücudundaki Parlakızıl ilahi gücü vakit kaybetmeden vücudunu aramaya başlamıştı lakin ne kadar uğraşırsa uğraşsın ilahi güç, zehir namına herhangi bir şey bulamıyordu. Buna rağmen kalbindeki o yavaş, acı verici hissiyat sürekliliğini koruyordu. Acıyı durdurmanın bir yolu yoktu. Çok geçmeden bütün vücudu ağrımaya başlamıştı.

 

“Ne yapmalıyım? Zehir bütün vücuduma yayılmış durumda ve ne Parlakızıl ilahi gücüm ne de İlahi İradem bir işe yaramıyor.” O esnada Ning aniden yeraltı malikanesinde karşılaştığı yaşlı boğanın sözlerini hatırlamıştı. Yaşlı boğa genç adama verdiği öğütlerden birinde ona ölümsüzlük yoluna adım atan hiç kimseyi küçümsememesi gerektiğini söylemişti.

Ölümsüzlük yoluna adım atan kişilerin çeşit çeşit teknikleri vardı. Rakip basitçe bir zehir kullanarak sizi öldürebilirdi. Ne kadar güçlü olursanız olun ne denli teknikler biliyorsanız bilin, sizi öldürmek için sizinle dövüşmesine gerek yoktu!

 

İşte ölümsüzlük yolunda yürüyen kişiler böyleydi!

 

Kimse kimsenin ne tür yeteneklere ve eşyalara sahip olduğunu bilmiyordu.

 

“Hahah..” Uzaktan, keyifli bir kahkaha duyuldu. “Ji Ning, ne kadar ucube bir yeteneğin olursa olsun buradan sağ çıkamayacaksın.”

 

 Geniş formasyonun orta yerinde kalan Ning’in suratında çirkin bir ifade yer etmişti. Ne ilahi iradesi ne de Parlakızıl ilahi gücü vücudundaki zehrin izlerini yakalayamıyordu. Buna rağmen genç adamın yaşadığı acı hissi katlanarak artıyordu. Görünmez zehir yavaş yavaş, sürekli bir şekilde vücudundaki hücreleri öldürüyordu. Her ne kadar öldürme işlemi hızlı gerçekleşmiyor olsa da işlemi durdurmanın bir yolu yoktu. Genç adamın heybetli Habistanrı yaşam gücü bile bu zehre karşı işe yaramıyordu.

 

“Ne keskin bir zehir böyle… Kokusuz, renksiz ve belirsiz.” Ning şaşırmıştı. “Her ne kadar direkt olarak etki eden zehirlere benzemese de zehir bütün hücrelere nüfuz ediyor olmalı. Zehri bertaraf etmenin bir yolu yok. Eğer böyle devam ederse muhtemelen iki üç güne kalmadan öleceğim.”

 

“İki üç gün mü?”

 

 Ning’in gözlerinde vahşi bir ifade belirmişti.

 

“Yaşayacak son iki ya da üç günüm kalmış olsa da ölmeden önce bu formasyonu paramparça edeceğim.” Ning’in kalbindeki öfke alevleri adeta göklere uzanıyordu, “Hepsinin işini bitireceğim ya da şansım yaver giderse panzehri bulabilirim.”

 

“Kaçacak yerim yok.”

 

“Bu formasyonu parçalamak zorundayım!”

 

Ning bağdaş kurduktan sonra gözlerini kapadı. Koruyucu nilüferler etrafında dönüyor ve genç adam hiç olmadığı kadar odaklı ve dikkatli bir şekilde formasyonları incelemeye devam ediyordu.

 

———————–

 

Dağın ortasında…

 

Yakışıklı genç geri döndükten sonra Körbalık, Ji Jadewich ve Ji Klanı’nın diğer üyelerine teker teker bakışlar savurdu. Ji Klanı üyeleri öfkeliydi. Kuzey Doğu Güney Merkez Vilayetleri’nden yakalanan üyeler de ona keskin bakışlar fırlatıyordu.

 

“Neye bakıyorsunuz? Genç efendinizi zehirledim. Üç güne kalmadan kesinkes ölecektir.” Yakışıklı genç kendinden emindi, “Artık onu aklınızdan çıkarın zira bir Zifu Öğrencisi bile o zehre karşı koyamaz.”

 

“Ji Klanı’mızın Patriği kesin gelecektir.”

 

“Hepinizin kökünü kazıyacak ve genç efendiyi kurtaracaktır!”

 

 Körbalık ve diğerleri Ji Ning’in öleceğine inanmak istemiyordu.

 

“Hahaha, klanınızın Patriği mi?” Yakışıklı genç geniş bir kahkaha savurdu, “Kırlangıç Dağı gibi ufacık bir yerde, böylesine bir zehir var mı sanıyorsun? Geldiğimiz okulda bile bu zehri almak için ne çileler çekmen gerekiyor, biliyor musun? Bana bakmayı bırakın, size zehrin adını söylemeyeceğim.”

 

“Öleceksiniz.”

 

“Hepiniz öleceksiniz.”

 

Ji Klanı üyeleri ona küfürler savurmaya başlamış ve hatta sütunlara bağlı diğer Xiantian yaşam formları bile çaresiz kükremelere katılmıştı.

 

————————

 

Batı Vilayet Şehri’ndeki Ji Klanı’nda…

                                                                                                                                                                               

Ji Yichuan şu esnada eşiyle ilgileniyordu. Arada sırada başını çevirip kapıya bakıyordu.

 

Aniden kapının ardında yer alan manzaraya bir Mavi Ateşkuşu dahil olmuştu. Kuşun sırtında iki kişi oturuyordu. Şahıslardan biri kızıllara kuşanan Ji Kızılçiçek ve diğeriyse kızıl saçlı, gri cübbeli yaşlı bir adamdı. Tek bir bakışta Ji Yichuan bu adamı tanımıştı…yaşlı adam gerçekten de Ji Klanı’nın en temel direğiydi.

 

Ji Klanı’nın lideri, Ji Dokuzateş!

 

“Kar, Kar, klan lideri geldi.” Yichuan çabucak konuştu.

 

 






Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 44539 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr