Nagalar her taraftan akın etti. Hortlakların ve vampirlerin aksine, Karanlığın Mücevheri kırıldığı zaman, ölmediler.
Ama sadece hayattaydılar. Bir tehdit oluşturmuyorlardı. Saldırı güçlerini neredeyse kaybetmişlerdi.
Kang-jun isteseydi, burada tek taraflı bir katliam olurdu. Ama Naga Kraliçesi hâlâ hayattayken onlar sadece sıradan birliklerdi.
“Nagaların gazabıyla öleceksin!”
Supak!
Sivri mızrakların parıltısı onu hedef aldı.
Kwaang!
Kaleyi taşıyan yer, kayalar ve sütunlar yıkıldı.
Üst vücuduna bakılınca, Naga Kraliçesi incecikti. Sadece 4 metre boyundaydı. Hortlak Lordu gibi devasa değildi.
Alt vücudu uzun bir yılan olduğu için, sonuçta boyu Kang-jun’a yakın oluyordu.
Bütün vücudu kanlar içindeydi. Göğsünün bir bölümünün Heksia’nın kırbacı tarafından kesildiği görünüyordu.
Yine de, gözlerindeki kuvvet hiç de ölü değildi. Mızrağını son nefesine kadar kullanacak gibiydi.
Kakang! Kang!
Kang-jun, klonla savaşırken mızrağın gücünü görmüştü. Sistemi biliyordu ve tekrar bir klonla karşılaşırsa onu halledebileceği konusunda kendisine güveniyordu.
Ama orijinali tamamen farklı bir seviyedeydi. Mızrak aynıydı ama gücü farklıydı. Duvara toslamış gibi hissetti.
Kakang! Kakakak! Hwiririk!
‘Ugh!’
Kang-jun saldırıyı engellemek için kılıcını kullandı ama sonunda yenik düştü.
Kuvvet tarafından geri itilmemişti.
Normalde, seviyesi Kang-jun’un ötesinde olmalıydı ama şu an, Naga Kraliçesi Heksia’dan ölümcül bir darbe almıştı ve Karanlığın Mücevheri parçalandığı için çok güç kaybetmişti.
Yine de, mızrağı canlı gibiydi ve Kang-jun’u kandırdı.
Kakang! Kakakak! Hwiririk!
Birkaç saldırıdan sonra, ya Kang-jun’un kılıcını geri itti ya da güç patlamalarıyla baş etmek için yansıtma kullandı.
Akın akın gelen darbeler nefes aldırmıyordu.
Kang-jun hasardan kaçınmak için çaresizce hareketlendi.
Kararlı bir darbe ona ciddi zarar verebilirdi. Bu yüzden Kang-jun kaçınmak için deneyimini kullandı ve Naga Kraliçesine karşılık verdi.
Ve ara ara karşı saldırılar yaptı.
Sadece üstün çevikliği ve refleksleri değil aynı zamanda ayak hakimiyeti sayesindeydi. Naga Kraliçesi için Kang-jun’un nereye hareket edeceğini öngörmek zordu.
Ne zaman Kang-jun’un hareketini bir an için kaçırsa, bir parıltı oluyordu. Parıltının Naga Kraliçesi üzerinde ciddi etkisi oluyordu.
Şimdi de aynıydı.
Naga Kraliçesi sendeledi.
“Ugh! Silahşörlüğün harika. Ama yine de yeterli değil. Eğer biraz daha gücüm kalmış olsaydı, çoktan ölmüş olurdun.”
Tıpkı klonu gibi, naga kraliçesi de mızrağıyla övünüyordu. Aynı zamanda, Kang-jun’un silahşörlüğü ilgisini çekmişti ve rekabet ediyormuş gibi hissediyordu.
Kang-jun ona sessizce bakıp kaldı. Cevap verecek enerjisi yoktu.
Kaç tane saldırı aldı bilmiyordu. Kaç kere Göksel Kesiş kullandığını da sayamamıştı.
Asıl sorun artık kara büyü enerjisi de kalmamıştı! İksirleri vardı ama daha o iksirleri içemeden Naga Kraliçesi mızrağıyla onu deler geçerdi.
‘Siktir! Gerçekten çok güçlü. Yaralı olmasına rağmen, hâlâ bu kadar zarar verebiliyor.’
Her neyse, şimdiye kadar hayatta kalmıştı.
Kara büyü enerjisi tükenmişti ama canının yarısı duruyordu. Naga Kraliçesi’nin mızrağı tarafından itilmişti ama hiç bitirici bir darbe almamıştı.
Bu şekilde daha ne kadar dayanabilirdi?
Bu, taraflardan birinin ölmeden diğerinin kaçamadığı bir savaş alanıydı. Aksi takdirde, bariyerlerin dışına çıkmak imkansızdı.
Tabii ölürse çıkabilirdi. Ama bu durumda geri giremezdi.
Kang-jun Heksia’dan duymuştu ve biliyordu ki eğer ikisi de ölmezse, orada tutsak kalırdı. Hwanmong’tan hiç uyanamazdı. Hwanmong dünyasında kapalı kalırdı.
Bu yüzden, bu işi hemen bitirmesi gerekiyordu.
Naga Kraliçesi’ni öldür, ölmen gerekse bile.
Tabii ki Kang-jun, Naga Kraliçesi’ni öldürmeyi kafasına koymuştu.
Mümkün olduğu sürece ölmek istemiyordu. Savaşacaktı.
Naga Kraliçesi’ne gözlerini dikti ve gözleri parıldadı.
O anda, aynı şeyi düşünmüş gibi Naga Kraliçesi’nin gözleri de parladı.
“Şimdi seni postalayacağım, insan hükümdar.”
“Bunlar benim sözlerim.”
Kang-jun’un kılıcı ve Naga Kraliçesi’nin mızrağı çarpıştı.
Chang! Chachachang! Kakang!
Kang-jun, Naga Kraliçesi’nin mızraklarını engellerken aynı zamanda karşı ataklar yaptı.
Bir süre sonra Kang-jun, Naga Kraliçesinin saldırı şeklini kavradı, o sırada Kraliçenin enerjisi de düşmüştü.
Kang-jun’un kılıcı Naga Kraliçesinin sağ kolunu kesti.
Chwaak!
“Ugh!”
Şokun etkisiyle mızrağı yere düştü.
“Ah.”
Mızrağını düşürmesi onu acıdan daha fazla şaşırttı. Kang-jun sırıttı ve kılıcını göğsüne sapladı.
Aynı anda Naga Kraliçesi sol elini uzattı.
Syuk!
Elinde kılıcı andıran uzun bir tığ vardı ve onu Kang-jun’un göğsüne sapladı.
Puok!
“Ugh!”
Hortlak Lordunun Ağır Zırhı’nı deldi. Naga Kraliçesi onu gizli silahıyla vurmuştu. Allahtan tığ kalbine ulaşmamıştı.
Kang-jun da aynı anda kılıcını Naga Kraliçesi’nin göğsüne sapladığı için olmuştu bu. O da kalbe yakın bir saldırıydı.
İkisi de içgüdüsel olarak durakladılar.
Churuk!
Kang-jun’un ve Naga Kraliçesi’nin göğsünden kanlar akıyordu.
İki yara da ölümcül değildi. Ama bir kere yaralanınca ölümcül darbelere karşı savunmasız kalıyorlardı. Eğer birisi biraz daha güç kullanırsa, karşı taraf ölürdü.
Asıl sorun ilk kimin öldürüleceği idi.
‘Bu!’
Beklenmedik durum Kang-jun’u şaşırttı. Aynı şey Naga Kraliçesi için de geçerliydi
İkisi de taş heykeller gibi hareketsiz durdular.
Kang-jun içinden düşündü.
‘Aynı anda ölürsek görev ne olacak? Başarım?’
Naga Kraliçesi ile savaşmadan hemen önce 14. Görev aniden belirdi.
[Görev 14] Yaralı Naga Kraliçesi’ni yok et.
-Ödül: deneyim, 10,000 node, 60 büyük ay taşı.
Naga Kraliçesi’ni öldürdüğü zaman seviye atlayacaktı.
Seviye atlarsa ölmezdi. Ama ya daha önce ölürse? Hayır, aynı anda ölürlerse?
Ama, tam olarak aynı anda ölmek imkansızdı. Biri 0.1 saniye sonra bile ölse, her zaman bir fark vardı.
Önce o ölürse hiç deneyim kazanamayacaktı. Görev başarısız olacaktı ve ödüllerin hiçbirini alamayacaktı.
Bu yüzden Kang-jun öylece düşünmeden ilerleyemezdi.
Diğer yandan, Naga Kraliçesi olanlara inanamıyordu.
Ne kadar yaralı olursa olsun, bir komutan bile olmayan sıradan bir hükümdarla kafa kafaya rekabet edeceğini asla düşünmezdi.
O da düşünmeden hareket edemezdi. İlk o vursa bile, Kang-jun da ona kılıcıyla saldırırdı ve sonunda ikisi de ölürlerdi.
‘Ölmek istemiyorum. Ölemem!’
İkinci İblis Kralı’nın ordusunun bir üyesi olduğu için, ölür ölmez İkinci İblis Kralı’nın önünde dirilecekti.
Bu tam anlamıyla bir dirilme değildi, ruhun dirilmesiydi.
Gücünü geri kazanması için İkinci İblis Kralı’nın çok miktarda Büyü Gücü kullanması gerekirdi.
Ama İkinci İblis Kralı savaştaydı ve bu kadar çok Büyü Gücü’nü bunun için harcayamazdı.
En iyi ihtimalle, kısıtlı bir güç kullanarak onu bir kötü ruha dönüştürürdü. Tıpkı Hortlak Lordu gibi.
Korkunç bir ceza alabilirdi. İkinci İblis Kralı yenilen lordlara korkunç cezalar veriyordu.
Bir lordun astlarından yüzlerce yıl ayrı bırakıldığı oluyordu. Her türlü işkenceye ve yaptırıma tabii tutuluyorlardı ya da Aok Hapsi’nde binlerce yıl tutsak ediliyorlardı.
İkinci İblis Kralı yenilgiyi affetmezdi.
Hatta Naga Kraliçesi hep kural tanımaz bir kraliçe olmuştu, hayal ettiğinin ötesinde bir ceza alma ihtimali yüksekti.
Naga Kraliçesi düşündükçe ürperdi.
Ölemezdi. Kesinlikle yenilemezdi. İkinci İblis Kralı’nın korkunç cezalarını kesinlikle istemiyordu.
‘Hayır, ölsem bile ondan kurtulmam lazım…’
Ama bu mümkün değildi.
O nagaların Kraliçe Melinad’ıydı. İkinci İblis Kralına bir savaşta yenilmişti. İnsanlarının hayatını bağışlaması karşılığında ona sonsuz bağlılık yemini etmişti.
Milyonlarca naganın hayatını kurtarmak için bu fedakarlığı yapmıştı. Sonuç olarak, İkinci İblis Kralı’nın ordusunun bir parçası olmuştu.
O günden beri nagaları savaş meydanlarında feda ederek İkinci İblis Kralı sözünü tutmamıştı.
Melinad İkinci İblis Kralı tarafından kandırılmıştı ama artık onun ailesinin bir üyesi olarak yapabileceği bir şey yoktu.
O yemin. Sonsuz bağ yüzünden, İkinci İblis Kralı onu serbest bırakmadığı sürece yanından kaçamıyordu.
Ölmek bile onu bu lanetten kurtarmıyordu.
Eğer İkinci İblis Kralı bu savaşı kazanırsa, onu serbest bırakarak ödüllendirebilirdi. İkinci İblis Kralı kaybedenlere karşı sertti ama kazananlara karşı oldukça cömertti.
Melinad burada ölemezdi.
Birden gözlerini Kang-jun’a dikti ve konuştu.
“Lütfen öl artık.”
Kang-jun hayret içindeydi. Ölüm. Ondan ölmesini istiyordu.
“Sormak istiyorum. Pes edip ölemez misin?”
“Bunu yapamam.”
“Ben de aynı şekilde.”
Kang-jun güldü.
Nasıl burada ölebilirdi ki?
Burda bile olsa?
Ölüm kaçınılmaz dahi olsa, kendi hayatından vazgeçip pes edemezdi.
İkisi de bir süre sessiz kaldılar.
Melinad daha fazla konuşmadı çünkü kelimelerinin saçma olacağını biliyordu.
Ama sonsuza kadar böyle kalamazlardı. Karşı taraf daha derine saplayacak korkusuyla öylece kalamazlardı.
Sonunda Melinad tekrar konuştu.
“Bunu söylemek biraz tuhaf ama eğer sen ölürsen dirileceksin. Ama ben çok acınası bir durumdayım.”
Kang-jun cevap vermedi. Yine de, Melinad devam etti. Yenilirse İkinci İblis Kralı’nın ona korkunç cezalar vereceğini söyledi.
‘Ne? Şimdi de acımamı mı bekliyor?’
Tabii Melinad’a ne kadar acırsa acısın hayatından vazgeçmek gibi bir niyeti yoktu. Melinad hevesle anlatmaya devam ederken Kang-jun’un sesinde şüpheli bir ifade vardı.
“O zaman neden başında İkinci İblis Kralı’na katıldın?”
“İnsanlarımı kurtarmak için başka çarem yoktu. O gün ölmeliydim.”
Melinad’ın ifadesi vicdan azabıyla doldu. Milyonlarca naga ölmüştü ve şimdi sadece 800 naga kalmıştı. Bunun olacağını bilse o anlaşmayı asla yapmazdı. En azından ruhu esir edilmemiş olurdu.
“İblis Kralı’nın sözüne kanmak saflık. Her şekilde bu senin sorunun.”
“……”
“Ölsem bile durum değişmeyecek. Geri geleceğim ve seni öldüreceğim.”
Melinad’ın ifadesi değişti.
“Hayır, geri gelirsen durum aynı olmayacak. Ben bugün bir hata yaptım.”
Bir daha yenilmeyeceğine ikna olmuştu.
“Saçmalık! Daha fazla komutan gelecek ve eninde sonunda yenileceksin.”
“Kazanacağını düşünüyorsan hayal kuruyorsun.”
“Hayal kuruyor muyum kurmuyor muyum geri dönünce görürsün.”
Kang-jun bir anda ne yapacağına karar verdi. Bu sohbete devam etmenin hiçbir anlamı yoktu. Kang-jun’un ölmeye niyeti yoktu ve Naga Kraliçesi için de aynı şey geçerliydi.
Durum değişmeliydi.
Silahlarını birbirlerinin göğsüne saplı tutarlarken zaman geçti.
Ne kadar zaman geçti bilmiyordu.
“……!”
Kang-jun’un yüzünde tuhaf bir ifade belirdi, ağzını açtı.
“Bir şartla seni salarım.”
Melinad’ın gözleri büyüdü. Kang-jun ona baktı ve sordu.
“Emrim altında olmak ister misin?”
Epik Novel © 2017 | Tüm hakları saklıdır..