Bölüm 57: Silah Kuşanımı

avatar
498 3

Düşmüş Perinin Yükselişi - Bölüm 57: Silah Kuşanımı


Baldre sağ elini uzattı ve atölyedeki silahları ve zırhları işaret etti, “Görebildiğin üzere birçok farklı çeşitte silah ve zırh mevcut. Nasıl bir silah istediğini biliyor musun? Kılıç, yay, hançer veya biraz daha gelenek dışı eşyalar…” deyip demir ile kaplanmış dikenli eldivenler ve ucunda gürzün bulunduğu zincirli bir silah göstermişti.

“Bir düşünelim,” diyerek masaların arasında gezmeye ve silahlar ile zırhları incelemeye başlamıştı.

Alastair’in ilgisini çekenler geleneksel olmayan silahlar olmuştu. Baldre’nin göstermiş olduğu silahları eline alıp incelemiş ama kendisinin bunlardaki tecrübesinin olmaması geri koymasına sebep olmuştu.

“Ooh…”

Alastair’in ilgisi genellikle tarlalarda kullanılan orağı andıran ve kılıca benzeyen silaha yönelmişti. Eline aldı ve birkaç kere dükkânda dikkatli bir şekilde savurmayı denedi ama böyle bir silahı hiç görmediğinden dolayı yaptığı hareketlerin yanlış olduğunu anlayabiliyordu.

“Bu nedir?”

Baldre gülümsedi ve silahı eline alarak anlatmaya başladı, “Bu bir zamanlar General Alastair tarafından kullanılan bir silah… Bu silah karşısındaki rakibin silahını elinden alıp öldürme konusunda oldukça işe yarayan bir silah. Tabii, ucu keskin bir kılıç ile kıyaslandığında biraz sıkıntı olabiliyor ama usta biri kullanıldığında oldukça ölümcül olabiliyor,” deyip ardından yerine koydu. “Ustalaşması oldukça zor.”

Alastair başını salladı ve ardından kaşlarını çatarak raflardaki başka bir silaha takıldı gözleri.

“Yelpaze mi?” diye sordu anlam veremeyerek.

“Oh, evet. Oldukça göz alıcı, narin ve estetik bir silah olur kendisi ama kullanabilmek de o kadar kolay değil. Bizim krallığımızda kullanabilen tek bir kişi vardı. Tabii ki ondan sonra deneyenler oldu ama… Yani pek de başarılı olamadı ve sonrasında unutuldu gitti,” diyerek açıkladı Baldre silaha bakarken ve iç çekti. “Aslında kullanabilen kişi çok iyi bir şekilde hem saldırı yapabiliyor hem de çok iyi bir şekilde kendisini koruyabiliyor.”

Alastair kaşları kalkmış bir şekilde çelik yelpazeye bakmaya devam etti ve ardından başını iki yana sallayarak geleneksel silahlara döndü. Kullanmayı bilmediği bir silah alıp bilmediği topraklarda kendini rezil etmek gibi bir niyeti yoktu.

“İki tarafı keskin bir kılıç, sadak, yay ve ok,” diyerek sıraladı isteklerini.

Baldre başını salladı ve Alastair’in boyuna uygun şekilde kılıçlar arasında gezdirdi gözlerini. İlk başta boylarına göre kılıçları boş bir masanın üzerine koydu, ardından da iki tarafı da keskin olanları masanın üzerinde bırakarak diğerlerini geri yerlerine koydu. Baldre kısa bir süre masadaki kılıçlara baktı ve uygun olanı seçip Alastair’e verdi.

Deriden yapılma kın kahverengi, beyaz ve siyah renklerinin ahenk içindeki karışımıyla göze hitap ediyordu. Kılıcın kının baştan sonra kahverengi olmasından dolayı beyaz ve siyah renkler bu boğuculuğu gidermek için ekstra süsleme olarak kullanılmıştı. Bunun dışında göze çarpan tek şey, kılıç kınının kişinin sırtına asabilmesini sağlayan aynı deriden yapılma kayışıydı.

‘Sade ve gösterişsiz. Dikkat çekmeyecektir,’ diye düşündü

Alastair usta bir hareketle kılıcı kınından çıkardı, kını masanın üzerine koyup kılıcı incelemeye başladı.

Kılıç Alastair’in kolunun uzunluğundan bir avuç içi kadar daha uzundu. Bu onun için gayet de ideal bir kılıç boyutu gibi görünüyordu ve taşıyamayacağı bir ağırlığa da sahip değildi. Taşıması ve savurması gayet de kolay olacaktı.

Kılıcın topuzu oldukça sadeydi. Ortasında küçük bir yakut bulunuyordu ama gerçek değildi. Metalin boyanmasıyla elde edilmiş bu görüntü uzaktan bile rahatlıkla fark edilebiliyordu. Görünüş açısında gayet güzeldi ama uzaktan biri bunu gördüğünde soylular tarafından alay edilme ihtimali kesinlikle yüksekti.

‘Bunu düşünecek durumda değil,’ diyerek hatırlattı kendisine. Oradaki sahte görünümün hiç olmaması daha hoş olurdu Alastair için.

Kılıcın kabzası inek derisiyle sarılmıştı. Deri güzelce işlenmiş ve olabildiğince pürüzsüz hâle getirilmişti. Dokunulduğundan gayet iyi hissettiriyordu ve tutumu da oldukça rahattı, kolayca kavranıyordu.

Kılıcın her iki tarafı keskindi ve buna ek olarak ucu da oldukça sivriydi. Bu da kılıcın kesme ve delme saldırıları konusunda oldukça kullanışlı olmasını sağlıyordu, Alastair kesinlikle beğenmişti.

Alastair gözleri anlık olarak anılarına kaymıştı: babasıyla yaptığı karşılaşmalar, Ephios ile yaptıkları ve o geceki karşılaşma.

İçini bir ürperti ve ardından da öfke sardı. Derin bir nefes aldı ve kılıca odaklanmaya devam etti.

Kılıcın çentikli, düz ve fazla geniş olmayan bir balçağı bulunuyordu. Bu sayede kılıcın iyi bir denge sahip olmasını sağlıyordu ve kullanıcısının ellerini korumasına yardımcı oluyordu. Ek olarak kılıcın balçağında kabzayı ve kılıcı birbirine bağlıyormuş hissiyatı veren minik zümrüde benzeyen sahte bir taş bulunuyordu ve bu kılıcın gösterişsiz, düz görüntüsüne hafif bir farklılık katmasını sağlamıştı.

Kılıcın kendisini öne çıkmasını sağlayan ahım şahım bir görüntüsü yoktu—Alastair zaten umursamıyordu. İşlevini yerine getirdiği sürece de umursayacak değildi. Kılıcın üstünde hiçbir kullanılmış olmasına dair bir iz yoktu. Ne bir çizik ne de bir körelme belirtisi bulunuyordu, tamamen yeni hazırlanmış gibiydi.

“Bu…yeni bitirdiğin kılıç, değil mi?” diyerek merakını öne sürdü tek kaşını kaldırmış, aynı şekilde incelemesini yapan Khan.

Baldre gülümsedi, “Aynen öyle. Ne kadar sahte de olsa kılıcın taşlarla süslenmiş gibi gözükmesi gayet hoş, değil mi? Ama yine de hem delici hem de kesici işlevlere sahip olması işe yarayan tarafı—biz de zaten buraya odaklanıyoruz zaten. Uzun bir süre işini görecektir,” dedi ve ardından yeni aklına gelmiş gibi ekledi. “Eğer kılıç olur da parçalanırsa veya kırılırsa bana önceden bildirmeyi unutma, anlaştık mı? Sana yeniden aynısında yapabilirim ya da eğer istersen farklı bir kılıç da yapabilirim. Önceden haber vermen lazım ama.”

Alastair kılıca bakmaya devam ederken başını salladı, “Pekâlâ, ilginiz için teşekkür ederim Bay Baldre. Ehm… Bunu denememde herhangi bir sakınca var mı?”

“Tabii, tabii! Dışarıda, benim denediğim yerde deneyebilirsin.”

Alastair kılıcı deneyecek olmasından dolayı herkes dükkândan dışarıya çıktı izlemek için. Baldre çocuğun becerilerini merak ederken diğer ikili gösteri için çıkmıştı.

Baldre hafif kaşlarını çatmış bir şekilde çocuğa ve elindeki kılıca dikti gözlerini, Jade ve Khan da aynısını yapmıştı ama onların kaşları heyecandan kalkmıştı.

Khan aynı zamanda bundan bir şeyler öğrenebileceğini düşünüyordu çünkü önündeki çocuk ondan tecrübeliydi. Ek olarak kendisi daha kılıcı buraya geldikten sonra öğrenmeye başlamıştı. Önündeki eskiden soylu sınıfının mensubu olan birinin neler yapabileceğini merak ediyordu.

Derin bir nefes aldı Alastair ve duvarın önüne geçti. Duvar kendisine yapılan birçok saldırının sonucunda harap olmuştu ama ayakta kalmak için direniyordu. Duvar birçok silah kullanıcısının denemelerine şahit olmuştu ve bir anıt gibi gururla dikiliyor gibi görünüyordu.

‘Yıkıntı gibi duruyor biraz,’ diye düşündü duvarın hâline bakarken Alastair.

Alastair duruşunu aldı ve ilk saldırısını yaptı.

Cling!

Kılıcın duvara çarptığı anda çıkan ses Alastair’in kulaklarını doldurmuş ve sevdiği bir senfoninin başlangıcını duymuş gibi gülümsemişti. Duvarda yatay bir çizik oluşmuştu ama derin değildi.

Cling!

Kılıç Alastair’in elindeyken bir kez daha hayat buldu ve yine bir kesik izi oluştu duvarda ama bu sefer dikeydi.

Alastair garip bir heyecanla dolup taşıyordu. Oysaki konvoyla buraya gelirken de kılıçlarını kullanmıştı ama o zaman bu şekilde hissetmemişti.

Pat!

Bu sefer kılıç sert bir delici saldırıyla birlikte duvarda delik açma niyetiyle hareket etmişti ama duvar buna karşı koymuş, Alastair’in başarısızlığıyla sonuçlanmıştı.

Alastair zarif bir hareketle tekrar duruşunu aldı, ‘Daha fazla güç uygulamam lazım ve daha hızlı olmam lazım.’

Sağ bacağını hafif geriye atarak duruşunu değiştirdi ve önündeki duvarı sanki düşmanı karşısındaymış gibi görerek birbirini takip eden hızlı ve güçlü saldırıların adeta bir yağmur gibi yağdırmaya başladı.

Alastair’i izleyen üçlünün kaşları hayret ve hayranlıkla kalkmış, gözleri güneş gibi parlamaya başlamıştı. Onun böylesine seri bir şekilde güçlü saldırıları gayet de iyi bir şekilde ortaya çıkarabileceğini beklememişlerdi. Saldırılarının isabeti ve etkililiği takdire şayandı, üçlü etkilenmekten kendilerini alamamıştı.

‘Zarif, sert ve ölümcül bir şövalye ruhu var içinde,’ diye düşündü Baldre Alastair’in gösterisinden memnun olurken.

Yaşamış olduğu yılların getirisi olarak yüzlerce kılıç ustası görmüştü ama kendisini etkileyebilen kılıç ustaları pek de olmamıştı ve karşısındaki 14-15 yaşlarındaki çocuğun kılıç kullanışı övülmeyi hak ediyordu, kendisini etkileyebilmişti.

Çocuğun kılıcını savuruşundaki kesinlik ve ölümcüllük bakanın iliklerine kadar titremesini sağlayan zehirli bir soğuk yayıyordu. Odaklanmış ve ciddi yüz ifadesiyle durmaksızın saldırılarını devam ettiren çocuğun zihinsel durumuna baktıkça Baldre önündeki yeşeren yeteneğin korkutuculuğunu fark ediyordu.

'Harika!'

Khan hayran olmuş bir şekilde onun kılıç savuruşuna bakarken fark etmeden nefesini tutmuştu. Onun seviyesine ulaşmak gibi bir şeyi hayal edemezdi ve bunun farkındaydı ama kendi hevesini de kaybetmemişti.

Alastair’in eğitimlerini tahmin edebiliyordu. Muhtemelen çok küçük yaşlardan itibaren eğitim almıştı ve antrenmanlarına bu zaman kadar devam etmişti. Onun gibi olmak isterdi ama onun seviyesine ulaşana kadar mezarı bile boylayabilirdi.

‘Kesinlikle çok güzel!’

Alastair bir dizi saldırının ardından nefes nefese kalmıştı. Fark etmemiş de olsa kendisi yirmi dakika boyunca her şeyini ortaya koyarak saldırılarını yapmıştı ve bu bütün enerjisini neredeyse tüketmişti.

Kılıcı zarif bir hareketle kınına koymak için hareketlendi ama hareketi havada kalakaldı çünkü kını masaya bıraktığını hatırladı. Yüzündeki ciddi ifade anında bozuldu ve somurtmaya başladı.

“Mükemmel, mükemmel!” diye haykırdı Baldre. “Sert, güçlü, kararlı ve ölümcül! Hırsla beslenen bir kılıç kullanımı! Uzun zamandır birinden böyle bir kılıç kullanımı görmediğimi itiraf etmem gerek. Ve üstüne üstlük senin yaşında bir gencin böylesi bir ustalıkla kullanıyor oluşu… Kesinlikle övülesi bir başarı!”

“Teşekkürler Bay Baldre ama övgülerinize layık olduğumu düşünmüyorum,” deyip kibar bir şekilde karşılık verdi Alastair yüzündeki sıcak ve cana yakın gülümsemesiyle.

Baldre gök gürlemesine benzer bir şekilde aniden bir kahkaha patlattı ve ardından Alastair’in içeriden almayı unuttuğu kını uzatıp içeri yöneldiler tekrardan, “Alçakgönüllülük iyidir ama fazlası da zarardır. Sakın unutma.”

“Sırada yay ve ok… Nasıl bir şey istediğini biliyor musun?”

Soruya karşılık Alastair’in gözleri kısıldı ama kafasını iki yana salladı. Yay konusundaki bilgisi onları kullanmaktan ileri gidemiyordu. Kılıç konusunda da öyleydi ama en azından ne tür kılıç kullanması gerektiğini öğrenmişti.

Babasının kendisine ilk öğretimi yapmasının ardından büyükbabasının kendisine ve kuzenine öğretmesiyle devam etmişti. Yine de onlar bile sadece ne yapmaları gerektiğini öğretmiş ve ne tür yay kullanmaları gerektiğine dair bir şey söylememişlerdi.

Düşünceli bir şekilde, Baldre asmış olduğu yaylara baktı bir süre ve hemen gülümsemeye başlamıştı. Alastair’e uyacağını düşündüğü yayı ve sadağı gördü ve hemen ona uzattı.

Yay mor renkte Alastair’in hiç bilmediği bir ağaç türünden yapılmıştı. Bu da onun garip, mistik bir havaya sahip olmasını sağlamıştı ve aynı zaman da gayet de göz alıcı duruyordu. Yayın ipiyse oldukça sadeydi, ipekten yapılmıştı. Alastair’in kolayca her yerde bulabileceği bir şey gibi duruyordu.

Yayın kollarıysa detaylı bir ince işçilik yapılarak birkaç küçük detayla kazınmıştı ve kazınan yerler mavi renkte boyayla doldurularak mistik görünüşünü daha da güçlendirmişti. Yayın tutamaç bölümüyse, sade kızıl bir deriyle kaplanmıştı.

Geniş ama boyu Alastair için oldukça makul olan sadak kahverengi deriden yapılmıştı. Sadağın dış tarafındaki deriye hayvan kafaları oyularak süslemesi yapılmıştı.

Alastair kayışını çözdü ve giyinip test etti. Gayet rahattı ve hafifti, kendisine engel olacakmış gibi görünmüyordu.

Ok kullanılmaya hazır bir şekilde bekliyor ve ölümcül kuvvetinin dışarıya çıkması için bağırıyordu adeta.

Baldre kendinden emin bir şekilde gülümsedi, “Pekâlâ, ne düşünüyorsun?”

Alastair yayın ipini birkaç kere çekti ve ardından boş sadaktan ok alıyormuş gibi yaptı, ormandaki bir avcının görüntüsünü taşıyordu.

“Gayet, hoş!” dedi ve ardından en önemli konuya geldi Alastair. “Pekâlâ, Bay Baldre kılıç ve yay için ne kadar istiyorsunuz?”

Alastair soruyu sorduğu anda pişman olduğunu hissetti, yüzünde zayıf bir gülümseme oluşmuştu. Karşısındaki adamın uğursuz gülümsemesi onu pişman edecekti belli ki.

“Kılıç ve yay toplam olarak, 350 altın shinin,” diyerek cevap vermiş ve ardından ekleme yapmıştı. “Sana sadece bu seferlik 25 tane de ok vereceğim ki bunların beşi delme amacıyla yapılmış olacak. Sakın fiyat indirmeyi düşünme, o okları bedava veriyorum sonuçta.”

Alastair'in yüzündeki gülümseme solmaya başlamış ve ardından kendi haline acıyarak tekrar gülümsemişti. Karşısındaki adam kılıçların acısını çıkartacaktı aynı zamanda.

“Pekâlâ, anlaştık!”

Ve bu şekilde Baldre ve Alastair arasındaki alışveriş de sona ermişti.






Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 47022 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr