İki gün gayet hızlıca geçmişti ve Alastair bunun nasıl olduğunu anlayamamıştı bile. Yaşıyor olduğu anlardan keyif alışı ve hissettiği rahatlık sayesinde zaman hızlıca geçip kendisini adeta sarhoş etmişti.
Geminin restoran bölümü gayet zengindi. Lezzetli yemekler, göz alıcı görünüşteki ustalıkla hazırlanmış tatlılar ve ağız sulandıran ve susuzluğu gideren içecekler büyücü adaylarının elinin altındaydı.
Yemekler belli bir saat aralığında satılırken içecekler ve tatlılar istenilen her saat alınabilecek şekilde hazırlanmıştı.
Alastair de herkes gibi bunların tadını doyasıya çıkarmıştı ve hatta akademiye gideceğini unutmuştu. Kendisini adeta bir geziye çıkmış gibi hissediyordu. Bu rahatlığı bir daha bulabileceğinden şüphe duyduğundan kendisi sonuna kadar bu hakkını kullanmıştı.
Mükemmel bir geziydi ve kendisine yaşattığı bu mutluluğu unutmayacaktı.
Alastair elbette rehavete kapılıp sadece zenginliklere kapılıp gitmiş değildi. İki günlük gezisi sırasında Sekiz Yaprak Adası hakkında da birçok bilgi edinmiş, kendisinin konuya olan cahillik durumunu tamamen yok etmesini sağlamıştı.
Sekiz Yaprak Adası’nın gayet ilginç bir yer olduğunu düşünüyordu.
Adanın ismi, orada yerleşimi bulunan sekiz büyücü akademisinden geliyordu. İsminde ne kadar ada tabiri geçiyor olsa da adaya benzemiyordu.
Alastair bunun nedenini sormuştu ve garip bir şekilde bıkkın adam cevap vermişti.
Büyücü dünyasındaki büyücüler için bulundukları yer hiçbir zaman onlara yeterli gelmemiştir. Her daim bir arayış içinde bulunan büyücülerin açgözlülüğü onlar için her şey çok azdır.
Adanın kendisi gayet geniş ve büyüktü, kendisinin ayrıyeten bir kıta olduğunu söylemek yanlış olmazdı.
Adanın kendisi Şafak Krallığı’nın toprak bütünlüğünün bir parçaydı adam krallık hiçbir şekilde oradaki yönetime karışmıyor ve bütün işleri akademilerin kendisine bırakıyordu.
Akademilerin oraya kurulmasının tek sebebi, Şafak Krallığı’na kıyasla oradaki kaynaklarının fazlalığıydı ama elbette onlar bile belli bir noktaya kadar kendilerini yenileyebiliyorlardı.
Sınırsız değildi neticede.
Adada sadece büyücüler ve büyücü adayları bulunmuyordu elbette. Krallıktan getirilen birçok insan da bulunuyordu.
İnsanların asıl amacı büyücülerin ve büyücü adaylarının yapmayacakları işlerle uğraşmak ve onların hizmetçisi olmaktı. Toprakları işlemek, odun kesmek veya yemek hazırlamak gibi birçok iş tamamen kendileri tarafından yapılırdı.
Büyücüler ve büyücü adayları da tamamen büyü çalışmalarına odaklanır ve kendilerini geliştirmek için zaman kazanmış olurdu.
Elbette adanın sakinleri sadece onlar değillerdi.
Tehlikeli ve kana susamışlıklarıyla tanınan tür olan canavarlar da bulunuyordu. Canavarlar adanın etrafında serbest bir şekilde kol geziyor ve adanın diğer sakinlerini tehdit altında bırakıyordu.
Bu canavarlar da birer kaynak olarak görülüyor, büyücülerin verdikleri görev aracılığıyla büyücü adayları tarafından avlanarak kendilerine getirtiyorlardı. Aynı zamanda bu sayede adadaki insanları da korumaya çalışıyorlardı.
Ve büyülü özelliklere sahip olan bitki türleri de bulunuyordu. Adanın sahip olduğu mistik özellikler bitkileri de değiştirmişti. Bazıları iyi yönde değişmiş olsa da kötü yönde değişenler de bulunuyordu.
Bitkilerin değişim yaşamış olduğu gibi insanlarda da değişimler görülebiliyordu. Adadaki insanların büyüye yatkınlık oranları krallıkta bulunanlara kıyasla daha fazlaydı. Akademilerin öğrenci nüfusunun çoğu da adadaki insanlardan oluşuyordu.
Adanın görüntüsü akademiler yüzünden radikal bir değişim geçirmişti, ışık ve karanlık arasında çıkan anlaşmazlığın sonucunda yaşam adeta ikiye bölünmüştü.
Karanlık taraf daha agresif, tehlikeli ve korkutucuydu. Birçok insanlık dışı yapılan deneyler ve büyülerin sonucunda adanın bir tarafı ciddi anlamda tamamen karanlığa kurban gitmiş, solmuştu. Aydınlık tarafta pek değişen bir şey yoktu ama orası da tehlikeliydi. Sadece karanlık tarafa kıyasla daha uysal gözüküyordu.
İki tarafın ortak yönüyse canavarların değişmeyen davranışlarıydı: vahşi ve agresif. Gördükleri her insanı öldürene kadar kovalıyorlar, sonlarını olabildiğince acı bir hâle getiriyorlardı.
Bu ayrımın sebebi büyü konusundaki araştırmalarda takip edilen yolunun değişkenliğiydi. Işık tarafı hayatın önemini savunuyor ve onun korunması hakkında savunmalar yaparken karanlık tarafı bilgiyi önünde tutuyordu. Bu da kendilerinin aşırıya kaçacak şekilde deneyler yapıyorlar, hayatın önemini tamamen göz ardı ediyorlardı.
Karanlık ortamın korkutucu olarak görülmesinin ana sebebi de buydu. Bilgiye verilen önem yüzünden göz ardı edilen hayatlar birinin kolayca sahip olabileceği bir özellik değildi.
Alastair karanlık tarafın takip ettiği yolu onaylamıyordu ama ışık tarafının savunduğu prensibin de saçma olduğunu farkındaydı.
Ne de olsa bir yerden sonra kişinin elini kirletmesi gerekiyordu. Gerektiği zaman gerekenin yapılması gerekmekteydi.
Bu Alastair’in düşüncesiydi.
---
“Oldukça sert ve zorunlu bir ortam olacak.”
Gözlerinin kamaranın tavanına dikmişti. Açık bıraktığı pencereden içeriye giren denizin tuzlu kokusunu ciğerlerine çekiyor ve dalgaların çıkardığı seslere uygun şekilde yatak başlığına vurduğu parmaklarıyla melodik bir ritim tutturmaya çalışıyordu.
Dışarıdaki heyecanlı ayak seslerini dinliyor ve yaklaşan değişime karşı kendisini hazırlıyordu. Buna hazırlanmak o kadar da kolay olmayacaktı.
Ayağa kalktı ve adımlarını banyoya yöneltti.
İkamet alanındaki duş kabinleriyle karşılaştırmak çöp ve altın parçasını karşılaştırmak gibiydi ama malikanedeki küvetiyle karşılaştırdığında küçük çamaşır leğenlerinden farksız gibi gözüküyordu.
Eski alışkanlıklarını bırakması oldukça uzun bir zaman alacak gibi gözüküyordu. Değişimde zorlanacağını düşündüğü durum eski lüks yaşantısının kendisine verdikleriydi.
Banyonun beyaz mermerden yapılma küvetine bakarken derin bir iç çekti. Kendi eliyle suyu ayarlayana kadar çektiği sıkıntıyı düşününce kahkaha atmak istemişti.
Başkalarının kendisine yaptığı hizmetçiliğe kesinlikle ihtiyacı olacakmış gibi hissediyordu.
Yer de beyaz mermerdendi. Yerdeki halıysa sadece küvetin önünü ve banyo tezgâhının önünü kapatacak şekilde olup beyaz mermeri tamamen açıklığa çıkartıyordu.
Islakken çıplak ayakla bastığında birçok kez küfrettiğini hatırlıyordu.
“Kesinlikle kendime hizmet etmeye alışmam zaman alacak,” dedi ve gerinerek içeri adımını attı.
Dünyadaki bütün zaman sanki kendisine aitmiş gibi yavaşça ellerini ve yüzünü yıkadı, ardından da dişlerini fırçaladı. Askılıktan aldığı havluyla aynı şekilde yüzünü ve ellerini kurulayıp odasına geri döndü.
Tak! Tak! Tak!
Yatağına oturacağı sırada tıklanan kapı kaşlarının çatılmasına sebep olmuştu. Misafir gelmesini beklemediğinden dolayı temkinli bir şekilde kapıya ilerledi.
Duyduğu dedikodularının doğruluk payının ne kadar olduğunu bilmese de soyluların sıradan kasabalıları bazen gemiden atıyor olduklarını duymuştu.
Oldukça korkutucu ve akıl almaz bir dedikoduydu. Yine de Alastair bu işi şansa bırakmak da istemiyordu.
Kapıyı sakince açtı. Karşısındaki kişi, gemi mürettebatından olan ve birkaç kere gördüğü hafif kilolu bir adamdı. Yüzündeki belirgin yara izi sayesinde öne çıkması gayet kolaydı.
“Daimhayat Büyü Akademisi’nden… Ehm… Hmm…” diyerek başladı ama devamını getiremedi.
Oflayarak elindeki küçük defterin sayfalarını karıştırmaya başladı. Yanına tik işareti koymadığı isimleri kontrol ediyordu. İsimler akademilerine göre ayrılmamış olmadığından bulması sıkıntılıydı.
İstediğini bulmuş olacak ki kısa süre sonra gülümsemeye başladı ve dikkatini tekrar önündeki gence verdi.
“Daimhayat Büyü Akademisi’nden Alastair Abner, değil mi?” diye sordu emin olmak için. Elindeki defterde Alastair’in detaylı bir tasviri bulunsa bile formalite icabı sorması gerekiyordu.
“Evet, kendisi ben oluyorum,” deyip cevapladı Alastair ve kısa bir duraksamanın ardından sordu, “Bir şey mi oldu efendim?”
Çocuğun ifadesinin yavaşça endişeli bir hâl almaya başladığını görünce gülümsedi. Yüzündeki yarası yüzünden pek de çekici gözükmüyordu.
“Hayır, hiçbir sıkıntı yok. Endişelenmeye gerek yok,” dedi ve ardından asıl geliş nedenine geçti. “Eşyalarını toplayıp güverteye çıkman gerekiyor. Gemi birazdan limana varacak.”
Alastair gülümsedi, “Teşekkürler.”
Ardından kapıyı kapattı ve yatağının altındaki büyük bavulunu çıkardı. Bavulu açtı ve eşyalarını kontrol etti. Kontrolünün ardından kını sırtına astı.
Bavul büyüktü ve içi tamamen doluydu. Gayet ağırdı ama kimseye bunu belli etmemek için çaba gösteriyordu.
Babasının zorlu eğitimleri altında kazandığı kuvveti sayesinde güverteye kadar taşımıştı ama kollarının yerinden çıkıp gidecekmiş gibi bir hâli olduğunu hissediyordu.
Kendisi böyle zorlanırken diğer büyü adaylarının da pek bir farkı yoktu. Özellikle de kızların taşımaya zorlanırken birkaç kere düşüşüne tanıklık etmişti. Fakat kızlar bir süre sonra erkekler tarafından yardımlar alarak güverteye ulaşmışlardı.
Paisley’nin valizini taşıyan Jonathan’ın zorlanışını izlerken sırıtıyordu. Paisley’nin başarılı bir şekilde ele geçirmiş olduğu çocuğa bakarken gözlerini devirdi.
Alastair kimseye yardım etmek gibi bir niyeti yoktu. Büyükbabasının yüce şövalyelik derslerinde her yardıma muhtaç olana yardım edilmesi gerektiğine dair tonlarca nasihat dinlemiş olmasına rağmen babasının mantığının işe yararlılığı daha ağır basıyordu ve kendisinin de işine yarıyordu genellikle.
İlerde sana yardımcı dokunacaksa yardım etmesinin bir sakınca olmadığını söylerdi babası. Bunu adeta beynine kazımıştı.
Orta yaşlı adam bıkkınlık dolu suratını güvertede gezdirdi ve ardından genç kadına döndü, “Herkes eksiksiz bir şekilde buraya çağrıldı mı?”
“Evet,” diyerek cevapladı adama dönmeden ve ardından gelenleri saymaya başladı. “Sayımızda bir eksiklik yok. Akademimizden herkes bizimle bulunmakta.”
“İyi bari ama emin olmak için bir daha say.”
Genç kadın adam sinir olsa da bir şey demedi. Gülümsemesini korumaya devam etti ve bir kere daha saydı.
“Sayımızda bir eksiklik yok. Herkes burada.”
“Pekâlâ, herkes burada olduğuna göre açıklamamı yapmaya başlayabilirim,” dedi genç kadından onayı aldıktan sonra. “Kısa bir sonra limana ulaşacağız ve ardından bizi orada bekleyen akademinin özel konvoy arabası ile yolculuğumuza başlayacağız. Akademiye ulaştığımızda kaydınız yapılacak ve resmi olarak akademimizin bir parçası olacaksınız.”
Bu kısa açıklaması halktan olan büyücü adaylarının arasında kısa bir gerginliğe sebep oluştursa da hemen yok olmuştu. Gerginlik yerini anında heyecana ve beklentiye bırakmıştı. Halk kesimi olduklarından daha büyük bireyler olacakları için heyecanlanmışlardı.
Gayet doğal bir tepkiydi.
On dakika sonra gemi limana ulaşmıştı.
Gemi yavaşça merdivenini limana doğru saldı ve önde orta yaşlı adam, yanında da genç büyücü kadın ve arkasında büyücü adaylarıyla birlikte Daimhayat’ın bütün yolcuları gemiden ayrılmıştı.
Ardından geminin güvertesinden zil sesleri yükselmiş ve gemi tekrar yola koyulmuştu.
Büyücü adaylarının bulunduğu liman ıssız, kimsenin bulunmadığı ürkütücü bir yerdi. Bölge tamamen terkedilmiş hayalet bir kasabanın parçası gibiydi.
Ne liman ile ilgilenmekle görevli olan bir insan vardı ne de bir anda üstlerine atlayıp onlara saldıran bir canavar ortaya çıkmıştı.
"Korkmayın ve yanımızdan ayrılmayın," diye destekte bulundu genç kadın büyücü adaylarının bazılarının gergin duruşlarını fark ettiğinde. "Bizim yanımızdan ayrılmadığınız sürece size bir şey olmayacaktır."
Yaşlı adam, genç kadının dediklerine burun kıvırdı ve homurdanarak önüne dönüp ilerlemeye başladı.
Arkasındaki büyücü adaylarını umursamadığı açıktı. Mümkün olduğunca hızlı bir şekilde akademiye gitmek istiyor ve bu ayak işinden kurtulmak istiyordu.
Büyücü adaylarının kötü beklentilerinin aksine yolculuk oldukça güvenli ve kısa sürmüştü. Ne bir canavar ile yüz yüze geldiler ne de bir insanla karşılaşmıştılar. Ölüm sessizliğini andıran bir sakinlikle ilerlemişlerdi yol boyunca.
Konvoy arabası yine her zamanki gibiydi ama bu sefer daha uzun ve atların sayısı da daha fazlaydı ve ek olarak içlerinden ikisinin kız olduğu dört kişilik genç bir grup bekliyordu arabanın yanlarında.
Dört gencin üzerinde de Daimhayat Büyü Akademisi'nin kendisine özel olan başlıklı cübbesi bulunuyordu.
Prusya mavisi olan cübbeler ayak bileklerinin hemen altında bitiyor ve kendilerine engel olmamasını sağlıyordu.
Cübbenin kenarlarında çam yeşili ve altuni renklerde işlemeler bulunuyordu. Cübbenin sağ tarafındaki göğüs kısmında akademinin simgesi olan bir asa ve ortasında da ışıktan bir küre işlenmişti. Asa zümrüt yeşili tonda bir iple işlenmişken küre soluk sarıyla işlenmişti.
Orta yaşlı adam arabalara doğru ilerlemeye devam ederken konuşmaya başladı.
"Herkes arabalara! İki günlük bir yolculuğun ardından akademiye varmış olacağız."
Alastair arabaya binmeden önce cübbeli genç gruba ve kendileriyle yol boyunca birlikte olan genç kadının konuşuyor olduğunu gördü.
Epik Novel © 2017 | Tüm hakları saklıdır..