Arashi’yle yemeklerini bitirmelerinin ardından hızlıca odalarına dönmüşler ve hazırlanıp akademinin derslerinin verildiği binaya giderek ilk derslerine katılmışlardı. Ücretsiz derslerinin ardından ikili yemekhaneye gidip karınlarını doyurmuşlar ve birbirlerine sınav konusunda şans dileyerek kendi odalarına çekilmişlerdi.
Bu gün, Alastair’in sıradan bir gün gibi hissetmesine sebep olmuştu. Sanki hayatının devamı böyle olacakmış gibi gösteriyordu ve rahatlıkla da alışabilecekmiş gibiydi.
Alastair bu konuda pek sıkıntı görmüyordu ve üstüne pek de düşünmedi.
Ancak şu an Alastair düşünceli bir ruh haline girmişti. Kaşları çatık, dudakları büzülmüş bir şekilde gözlerini tavana dikmişti. Ela gözlerinde endişeli parıltıları dans ediyor, kendisinin hipnotize edilmiş gibi gözükmesine sebep oluyordu.
‘Akıl Hocası Seçim Sınavı…’
Paisley’nin aklına soktuğu dört kelime soğuk ve şiddetli yanan bir volkanın tepesindeymiş gibi gözüküyordu. Ayaklarında çivili ayakkabılarıyla volkan dağının sıcak yüzeyinde çıplak bir şekilde yürümesi gerekiyormuş gibi hissettiriyordu.
Dağları üstüne bindirmişler gibi hissettiren ağır bir baskı üzerinde oluşmuş, kendisini boğacak ve oracıkta hayatını ellerinden alacakmış bir yılan gibi etrafını sarıp sarmalamıştı.
Çemberi çizeme sırasında vücudunun ve zihnin tecrübe ettiği stresi düşününce bir hafta içinde Acemi 1. Seviye’ye ulaşmanın imkânsız bir hayalden farksız olduğuna dair olumsuz düşünceler kendisini sarıp sarmalıyordu.
“Kolayca bir kenara çekilip pes edip ağlayacak biri değilim!” deyip kendine güven vermeye çalıştı ancak yüz ifadesi anında tekrar karardı. “Neden bir hafta? Daha fazla süre verilmesi lazımdı. Daha akademiye yeni geldik. Bu sınav hakkında daha fazla bilgi edinmem lazım.”
Soruları kendince cevaplarla cevaplamayı denese de yeterli bilgiyi elinde bulundurmamasından ötürü uçuk tahminler elde etmekten başka bir şey gelmiyordu elinden.
Alastair derin bir nefes aldı.
Zihnini bununla meşgul ederek kendisini karanlık bir bataklığın içine daha da sürüklemek istemiyordu. Bu zaman kaybından başka bir şey olmayacaktı kendisi için.
Yüzündeki karanlık ifadeyi korurken başka bir şey düşünmeye çalıştı.
‘Dersler!’
Anında sınıftaki o öğretmen aklına gelmiş ve suratını ekşitmişti. Sınıftaki birçok adayın yüzündeki çaresizliği görebilmişti ve bazılarının suratında ağlamaklı ifadeler de bulunuyordu.
Nihayetinde dersler yarım saat kadar sürüyordu ve hepsinde de öğretmen sanki ölecekmiş gibi hızla anlatıyor, kaçıp kurtulmaya uğraşıyordu sınıftan.
İlk dersleri büyücülük tarihi hakkındaydı. Sekiz Yaprak Adası’ndan ve Şafak Krallığı’ndan bahsedip büyücülerin ne tür zorluklardan geçildiğine dair kısa bir giriş yapılmıştı ancak hiç de verimli değildi.
Dersin anlatımından sorumlu olan kişi hiçbir şekilde kendisine yöneltilen sorulara cevap vermemiş, büyücü adaylarını görmezden gelerek dersi anlatmaya devam etmişti. Ayrıca oldukça hızlı ve kafa karıştırıcı bir anlatım biçimiyle bunu yapmıştı.
Paisley’nin anlattıklarına kendi gözleriyle şahit olunca fark etti ki bu dersler tek başına bir işe yaramayacaktı. İlerde başka yardımlar da alması gerekecek gibi duruyordu.
‘Neyse ki babamın öğrettiği şekilde notlar çıkarınca konular gayet rahat oluyor,’ diye düşündü pozitif bir şekilde.
“Babama minnettar olacağımı hiç düşünmemiştim,” dedi sesli bir şekilde ve gülümseyerek yatağında oturur pozisyona geçti.
Derste yaşanan sorunları göz önüne alarak Alastair soru sormak yerine bütün dikkatini sadece not tutmaya adamıştı.
Öğretmenlerin söylediği şeyleri kendine has kodlarla ve anahtar kelimeler aracılığıyla not alıyordu. Bu sayede derste öğretilen bir şeyi hatırlaması kolay oluyordu ve sanki dersi tekrar kafasında baştan oynatıyormuş gibi hissettiriyordu.
Arashi bile kendisinin detaylı bir şekilde dersten sonra öğretmenin anlattıklarını hatırlayabilmesine şaşırmıştı. Kendisi de not alabilmiş olmasına rağmen bu konuda Alastair ile karşılaştırılabilecek seviyede değildi. Alastair kendisine gülümsemiş ve omuz silkmişti sadece karşılık olarak.
Tabii ki Alastair de en sonunda sadece bir insandı. Kendisinin hatırlamasını sağlayacak bir tür hilesi bulunmamaktaydı. O yüzden kendisinin de unutuyor olduğu ve derste anlamadığı şeyler bulunuyordu. Bu da kendisini telafi etmek için başka yollara başvurması gerektiği anlamına geliyordu.
“Kütüphaneye uğrasam iyi olacak,” dedi ve ardından bitkin bir nefes alıp tekrar yatma pozisyonuna geçti, tavanı izliyordu. “Muhtemelen haftamın çoğunluğunu da orta geçirecekmiş gibi duruyor. Oldukça yorucu ve sıkıntılı bir hafta yaşayacağım. Akademiye attığım ilk adımdan dinlenmek için kısa bir ana bile sahip olamadım.”
“Hoot!” diyerek içeriyi tanıdık bir ses doldurdu.
Alastair kalktı ve odasının penceresinden girip yeşil elbezinin üstüne konan muhteşem bir görüntüye sahip baykuşa baktı.
“Gitmişken senin hakkında da bir şeyler öğrensem iyi olacak gibi duruyor,” dedi baykuşun görüntüsünü aklına kazımak istermiş gibi dikkatli bir şekilde incelerken.
Baykuş onun bakışlarına aldırış etmedi ve yatak başlığına doğru uçtu. Ardından Alastair’i daha yakından izlemeye başladı. Sanki onun hakkında bir şeyler öğrenmek istiyormuş gibiydi.
Alastair tekrar yatma pozisyonuna geçti ancak bu sefer tavana bakmıyordu, gözleri baykuşun kendisine bakan ela gözlerindeydi.
“Pekâlâ, peki ya sınavları neye göre yapacaklar ki?”
Bir başka soru daha filizlenmiş ve büyümüştü zihninde.
Derslerin ilk günden itibaren başlaması kendilerine bir artı olarak düşünülebilirdi. En azından nelere çalışabilecekleri konusunda adaylara fikir veriyordu ancak sınavın kendisi hakkında diğer şeyler tam bir muammaydı.
Derslerin sırasında öğretmenler bir bilgi vermemişti ve yurdun, yemekhanenin veya dersliklerin bulunduğu binadaki duyuru panosunda da görememişti. Belki de kendisi gözden kaçırmıştı. Bu konuda kendisinden emin olamıyordu.
“Sence Paisley bu bilgiyi nasıl elde edebildi?” diye sordu baykuşa bir cevabı olmasını umarak.
“Hoot?” deyip başını yana yatırdı, gözleri soru işaretleriyle dolmuştu.
“Denemeye değerdi,” dedi ve sırıttı.
Kafasını iki yana salladı ve derin bir nefes alarak ayağa kalktı. Çalışma masasının üzerindeki notlarını, kalemlerini ve birkaç ekstra kâğıdı da alıp dersliklerin bulunduğu binaya gitmeye karar verdi.
Dersliklerin bulunduğu bina akademi yapıları arasındaki hem en görkemlisi hem de en büyüğüydü. Hatta insanın gözünü korkutuyordu ve baskıcı bir havası da vardı.
Küçük, çatalı andıran şekle sahip binanın orta bölümü hariç beş katlı binaydı. İçerisinde profesörlerin kendilerine ait çalışma odaları, öğrencilerin sınıfları ve büyük de bir kütüphane yer alıyordu.
Okulun duvarları kehribar rengindeyken çatısı turkuaz rengindeydi. Çatının uzun kenarlarında yemekhanedeki gibi pencereler sıralanmıştı. Pencereler sadeydi ancak önündeki koyu maviye boyanmış demir parmaklıkların güle benzeyen şekilleri oldukça göz alıcıydı, kişinin oturup sadece onları izleyesi geliyordu.
Çatalı andıran binanın orta bölümünde profesörlerin kişisel çalışma odaları ve kendi aralarında yaptıkları toplantıların sahne aldığı ortak odaları bulunuyordu.
Ortadaki alan dört katlıydı. En alt kat ve orta kat profesörlerin kendilerine ait odalarının bulunduğu katlardı. Üçüncü kat tamamen toplantı odası olarak ayarlanmışken dördüncü kat da akademi müdürünün kendisine ait olan odasının bulunduğu kattı.
Binanın sağ tarafındaki alan tamamen dersler için kullanılan sınıflara ayrılmıştı ve her bir sınıf farklı bir derse aitti. Derslere katılan öğrencilerin sayısında göre o derse ait olan sınıfları sayısı ya artıyor ya da azalıyor, bu şekilde verimli bir şekilde alanı kullanmaya çalışıyordu akademi.
Ücretli ve ücretsiz olan derslerin sınıfları birbirinden ayrıydı. Ücretli verilen derslerin sahip olduğu sınıf sayısı, ücretsiz verilenlere kıyasla daha azdı ve bu da öğrencilerin durumlarına güzel bir örnek oluyordu.
Ücretsiz dersi alan öğrencilerin birçoğu ya büyüye yatkınlıkları ile doğmuş sıradan, köklü bir aileye sahip olmayan kişilerden ya da soylu bile olsa da kendisine kaynak sağlayamayacak bir aileden gelen kişilerden oluşuyordu. Ücretli derslerden alma haklarına sahiplerdi ancak bunun için sarf etmeleri gereken çaba fazlasıyla göz korkutucuydu ve gereken miktarı düzenli olarak sağlamak zorundaydılar.
Gereken miktarı kazanmak da o kadar kolay bir şey değildi. En azından ücretsiz dersi almak zorunda olan kişiler için bu miktarı karşılayabilmek çok zordu.
Alastair binaya girdi, adımlarını direkt sol tarafına çevirdi ve altın damarlı işlemelerle süslenmiş mermer zemini acımasız adımlarıyla döverek ilerledi.
Birçok öğrenci de Alastair gibi ya kütüphaneye gidiyor ya da kütüphanede dönüyordu. Ellerinde birçok kitap, yüzlerinde endişeli ve heyecanlı ifadelerle birlikte çalışmalarının başlangıcını yapmış gibi gözüküyorlardı.
Hepsi bir hafta sonra yapılacak olan sınav için sıkı bir şekilde çalışmaya uğraşırken hepsi gergindi. Gözlerinde ateş gibi parlayan hırs ve endişe bulunuyordu. Korkutucu bir rekabet havası hakimdi akademiye şu an.
Pencereden içeriye giren ay ışığının eşliğinde Alastair kütüphane ulaştı ve derin bir nefes alarak içeri girdi.
Kütüphane iki bölüme ayrılmıştı.
İlk bölüm tamamıyla kitaplara adanmış ve kişilerin kitaplar aracılığıyla teorik bilgi edinmesini sağladıkları kısım olarak biliniyordu. İkinci bölüm de büyülerin bulunduğu bölümdü ama oraya girebilmek için kişinin Acemi 1. Seviye büyücü olması gerekiyordu.
Alastair ne kadar oraya girebilmek istese de orada işi yoktu şu anlık.
Kütüphane oldukça genişti ve ilk bakışta insanı tedirgin eden bir görüntü sunuyordu.
Alastair bakarken baskı altında kaldığını hissetti. Kitaplarla dolu kütüphanenin görüntüsü kendisini büyülemişti.
Kütüphanenin beş katlı yapısı gerçekten de korkutucu ama görkemli bir görüntü sağlıyordu. İlk üç katı tamamen kitaplara ayrılmışken kalan iki kat tamamen öğrencilerin ders çalışabilmesi içindi.
Kütüphanenin tam ortasında bulunan merdiven oldukça genişti ve göze çarpan ilk şeydi. Mavi renkte ahşaptan yapılmış olan merdiven oldukça sağlam gözüküyordu. Merdiven tırabzanları kiraz rengindeydi ve tam ortasında da demirden yapılma okulun simgesi bulunuyordu.
Oldukça sade ve hoştu. Abartıya kaçılmaması iyi bir şeydi.
Alastair adımlarını girişin sağ çaprazında bulunan danışmana yöneltti.
“Canavarolojiye Giriş, İksir Yapımı Teorik Giriş ve Ritüel Büyüleri Başlangıç kitaplarını almak istiyorum,” diye isteklerini belirtti Alastair sabit bir ses tonuyla.
Ellili yaşlarının sonundaki adam ona yorgun bir bakış atıp gözlerini önündeki deftere çevirmişti. Sonrasında elini sallamış ve Alastair'in anlamadığı birkaç sözcüğün ardından yanında rüzgârdan oluşma bir varlık belirmişti.
“Takip et. Sana kitaplarını verecektir. Kitabı odana götürüp çalışmak istiyorsan buraya gel. Burada çalışacaksan da kendine yer bul,” diye talimat verdi adam bıkkın bir şekilde.
Alastair onaylayarak kafasını salladı ve kendisini yönlendiren rüzgârdan oluşmaya varlığa baktı.
Alastair gördüğü ilk büyüye şaşkınlıkla bakarken derin bir nefes aldı ve hayranlığını gizlemeye çalıştı.
Şu anda yapması gereken şey çalışmaktı, bir büyüye hayran olmak değildi. İlerde kendisi de bu tür şeyler yapabilecekti.
Rüzgârdan oluşma varlık ona kitapları göstermiş ve Alastair'in almasının ardından yok olmuştu.
Alastair kütüphanenin doluluğuna bir bakış atmış ve danışmana ilerlemişti.
Danışman tekrar kendisine doğru yönelen çocuğun kitaplarına bir bakış atmış ve önündeki deftere bir şeyler karalamıştı.
“Bir hafta süren var. Ondan sonra getirmediğin her gün için bir büyü kristali ödeyeceksin ceza olarak.”
Alastair kafasını salladı ve ardından teşekkür ederek ayrıldı.
'Bir büyü kristali mi? Soygun denir buna,' diye yakındı ve ardından önündeki sınava odaklandı.
Epik Novel © 2017 | Tüm hakları saklıdır..