Yatağında oturmuş, yüzündeki neşesinin işareti gülümsemesiyle masanın üstündeki kutuya bakıyor ve neşesine daha fazla neşesine katıyordu.
Profesörün ağzından çıkan her bir kelime kendisine olan güveninin artmasına ve rahatlamasına sebep olmuştu. Alastair’in zihninde canlanıp duran sözcüklerinin kendisine yarattığı ağır yükün yavaşça ama kesin bir şekilde yok olduğunu hissedebiliyordu, kesinlikle mutluluğuna işaret ediyordu.
‘Gelecekte Loer ailesinden kurtulma şansım gittikçe daha da artmaya başladı. Bu şekilde devam edebilirsem kesinlikle tanınırım, zenginleşirim ve Loer ailesine olan borcumu da kapatırım,’ diye bir düşünce geçti aklından. Bu, gülümsemesindeki ışıltının safir mavisi gözlerine yansımasını sağladı.
‘Ha?’
Gözlerini iksir masasından çekip çalışma masasına baktığında birkaç gün önce kendisine verilen zarfı gördü. Kendisini ağır bir şekilde etkileyen merak duygusu kafasını karıştırdı. Ani bir hareketle ayağa kalkıp masaya ulaştı ve zarfı eline aldı. Safir gözleri merak ve şüpheyle zarfın üstünde dolaşıyordu.
Beyaz renkteki zarf pek de ilgi çekici bir görüntüsü yoktu ancak Ephios’un ilgisini çeken şey ona özel olarak gelmiş olmasından kaynaklıydı. Ayrıca masanın koyu kahverengi tonuna tezat olan rengi olmasaydı bugün de fark etmeyecekti ve uzun bir süre orada kalmaya devam edecekti.
Zarfın mühründeki simgeye baktı: ikiz kılıç ve kanatlar. Yüzündeki gülümseme soldu, yerini özlem dolu bir ifadenin almasına neden oldu.
Ailesini özlemişti! Özellikle de annesini… Onun kendisine olan sıcak yaklaşımını, sarılışını ve en çok da sesini… Akademinin izin verdiği bir vakit hemen onları ziyaret edecekti. Kendisine söz verdi.
Fakat zarfı hemen açmadı, onun yerine arka tarafına çevirdi ama bulabildiği tek şey kendisine gönderilmesi için gereken ve gönderinin kim olduğu hakkındaki bilgilerdi
Ephios S. Fae, Buzuldiş Büyü Akademisi…
Ephios bir süre yazılara baktı ve düşündü, ‘Benim de onlara yazmam lazım artık! Muhtemelen onları meraklandırıp endişelenmelerine sebep oldum. Kesinlikle hayırsız bir evlat olarak görülebilirim!’
Kendisine bir başka söz vermiş oldu böylece, bunu unutmayacağından da emindi. En azından o öyle düşünüyordu.
Ardından daha fazla bekleyemedi ve aceleyle mektubu yırtarcasına açtı, merak ağır basmıştı. Fakat okumaya başladıkça yüzündeki ifade iyice karanlığa gömülmeye başlamış ve vücudu titremeye başlamıştı. Hatta dengesini sağlayamayıp sandalyesine düşmüştü sert bir şekilde ancak umursamamıştı.
Sevgili Ephios’um,
Yaratıcının kuvvet vermesini diliyor ve işlerinin dilediği şekilde gitmesi hususunda senin adına dualar ediyorum. Özellikle de bulunduğumuz bu sıkıntılı zamanlarda en çok ihtiyacımız olan ve elimizde olan tek şey bu nasıl olsa… İnanç… Ephios sakın inancını kaybetme, tamam mı?
Bu mektubu sana yazmamın sebebi hepimizin yüreklerinin ağzına gelmiş olup korkmamızdan ve kalbimize taş konmuşçasına ağırlaşmasına sebep olan endişelenmemizden ötürüdür.
Ephios… Konu büyükbaban ile alakalı.
Büyükbaban… Bir anda, hiç beklenmedik bir şekilde rahatsızlanmaya ve oldukça şiddetli bir şekilde sağlığını kaybetmeye başladı. Eskisi kadar dinç değil ve korkulası derecede kırılgan bir durumda. Kendisi, yaratıcısı bunu bizden ve kendinden sakınsın, ölümünün yakın olduğunu söyleyip duruyor ve seni, tek torununu, son bir kez de olsa görmek istiyor.
Biliyorsun ki büyükbaban Alastair’in ölümünün ardından kendisini kaybetmeye başlamıştı ancak maalesef toparlayamadı da kendini ve çöktü… Oldukça hızlı bir şekilde çöktü. Üstüne bir de senin ayrılman eklenince… Durumu hayal edemeyeceğimiz derecede kötü bir hâl aldı.
İlk başlarda sadece karamsardı ve kuzeninin resmine iç çekerek bakıp duruyordu ama sonradan çok kötü bir hâl aldı. Artık ağlamaya ve tamamen kendini suçlamaya başladı. Sözünü tutamadığını, onun ellerinden kayıp gittiğini söyleyip duruyor ve bu oldukça kahredici bir durum. Hem bizi hem de kendisini acılar içinde bırakıyor ama yapabileceğimiz bir şey yok maalesef.
Biz bunların geçeceğini ve zamanla bu duruma alışacağını ummuştuk. Fakat hiç de öyle olmadı ve büyükbabanın durumu daha da kötüye gitmeye başladı. Ummaktan başka elimizden bir şey gelmemişti, tamamen çaresiz kalmıştık.
İlk başta mevsim değişikliğinden dolayı şiddetli öksürükler olduğunu düşündük ve normal bir hekim çağırdık büyükbabanın kontrolünü yapması için. Kendisinden neler yapmamız gerektiğini öğrendik ve uyguladık fakat işe yaramadı, tamamen boşuna bir çaba oldu.
En kötüsü de sonradan geldi.
Büyükbaban, kalbinin kötü durumda olduğunu, göğsünün ağrıdığını ve nefesinin kesildiğine dair şikayetlerde bulundu sonradan. Bir de son olaylar eklenince içi daha da burkuldu, her şeyin daha kötüye gitmesine sebep oldu.
Ephios, canım, demek istediğim şu ki büyükbabanın daha fazla vakti kalmamış gibi görünüyor. Bu kendi kelimeleri ne yazık ki… Birinin daha gitmesine dayanacak gücüm var mı bilmiyorum, bunun test edilecek olmasının bana verdiği dehşeti de anlatamıyorum. Tekrar aynı acıyı hissetmek ve yaşamak istemiyorum.
Lütfen...! Büyükbabanın yanına gel ve onunla konuş, yanında dur. Biz, baban ve ben, elimizden geleni yapıyoruz. Hatta Loer ailesinin başı, Brandon Loer, dahi büyükbaban ile görüşmeye geldi.
Uğursuzluğun habercisi mektubu sinirle ezip büktü ve bir çöp parçasıymış gibi fırlatıp attı. Sert bir şekilde yumruk yaptığı elini çalışma masasına vurdu ve ani, sert bir hareketle de ayağa kalktı, odanın içinde dört dönmeye başladı.
Negatif duygularının kendisine yaptığı baskı sağanak yağmurun altında şemsiyesiz bir şekilde kalan zavallı bir insandan farksız hâle bürünmesine sebep oldu, vücudu kontrolsüzce titriyor ve derin nefesler alıyordu.
“Hayatımı… Hayır! Hayatımızı mahvetmekten başka bir halta yaramaz mısın sen?” diye sert bir şekilde sordu, kelimeler ağzından tükürürcesine çıkmıştı. Safir gözleri öfkeyle koyulaşırken dişlerini sıkmaya başladı.
Ephios’un ifadesi hiç de hayra alamet değildi, nefret ve öfke kol kola damarlarında geziyor ve kendisini zehirliyordu ama kendisi bunu umursamıyordu.
Alastair’in mezarına gidip yok olup iz bırakmayana kadar büyülere boğarak ölü bedeninden kurtulmak istiyordu. Hatta gerekirse onun küçük varlığını tamamen silmek istiyor ve hiç var olmamasını sağlamak için şiddetli bir arzu duyuyordu. Anca bu şekilde ona karşı olan öfkesini giderebilecekmiş gibiydi, başka bir yol gözükmüyordu onun için.
Sesli bir şekilde of çekti ve lanet etti.
“Senin varlığını silsem bile öfkem dinmeyecek!”
Büyükbabasının sağlık durumunun, Alastair gibi biri yüzünden bir anda kötüleşmiş olmasına da inanamıyordu. Bu, aynı zamanda kendisinin kıskançlık damarlarının iyice kabarmasına, adeta çatlamasına sebep oluyordu.
Alastair her daim kendisi yüksekte gören biriydi. Bütün soyluları, bütün avamları… Kendi dışında herkese yerdeki karıncadan farksızmış gibi davranırdı ve varlıklarını kabul etmemek için diretirdi. Hiçbir zaman elinin altındakiler için de teşekkür etmezdi.
Bunun yüzünden kıskanıyordu. Kıskançlığı öfkesini ve nefretini körüklüyor, hiddetli bir ateşle kalbinin cayır cayır yanmasına neden oluyordu.
Büyükbabasının adil olmayan sevgisine hâlâ inanamıyordu! Aklı böyle bir şeyi almıyor, mantığı nasıl olabileceğinin cevabını bulamıyordu.
Ölmesine rağmen hâlâ onun gölgesi altındaymış gibi görünüyordu! İkinci plandaydı! Bugünkü hissettiği neşe tamamen yok olmuştu, yetersizlik duygusundan doğan nefret ve öfke yerini almıştı.
Alastair’in amcasının sert eğitiminden geçişini biliyordu ve ailesinin ölmüş olduğu gerçeğini de göz önünde bulunuyordu ama bu… Bu, onun davranışlarına rağmen sevilebiliyor olmasına bir açıklama değildi! Sadece yetim diye mi alıyordu bu kadar sevgiyi?
“Ben ölseydim beni böyle düşünmezdi!” diye sessiz bir çığlık attı, kalbi kıskançlığın altında eziliyordu.
Ama bu, büyükbabasının durumuna üzülmediği anlamına gelmiyordu.
Büyükbabasının adaletsiz sevgisinden hoşlanmıyor olabilirdi ama ona duyduğu saygıyı ve sevgiyi de kolayca bir çırpıda çöpe atıp, hiç hissetmemiş gibi silebilecek değildi.
Böyle bir şeyin yaşanmasının imkânı yoktu!
Ayağa kalktı ve derin bir nefes aldı. Gözleri bir süre iksirlerin bulunduğu kutunun üzerinde kaldı.
“Büyükbaba… Seni iyileştireceğim,” dedi kararlı bir tonda mavi gözleri parlarken.
Odasından çıktı ve Elein’in odasına koşmaya başladı.
---
Kardeşim Mennas,
Umarım işlerin umduğun şekilde iyi gidiyordu ve büyücülük konusunda oldukça rahat bir şekilde, hiçbir sıkıntı yaşamadan ilerlemeye devam ediyorsundur.
Bu mektubu yazmamın sebebi büyükbabam ve babamın senin gelişimin hakkındaki pek de olumlu olmayan düşünceleriyle alakalı. İkisi de senin şu anki durumundan hiç de hoşnut değiller ve Fae ailesinin tek varisi olan Ephios’un gelişimine seninkinden daha sıcak baktıklarını söyleyebilirim.
Büyükbabam, Ephios için birkaç iksir malzemesi yollayacak ve bir de ekstra büyü kristali ama sana gelince… Senin aldığın aylık kaynağı da yarıya indirmeyi planlıyor. Eğer daha çok çabalamazsan da o şekilde kalacağını ve hatta daha da düşebileceğini söyledi. Bunların hepsi dünkü yemekte duyduklarım.
Eğer kendini toparlamazsan büyükbabam muhtemelen seni tamamen göz ardı edip tamamen Ephios’a odaklanacak ve eğer öyle bir şey olursa da ikimizin yaptığı planlar, şu ana kadar harcadığımı onca emek de boşa gidecek.
Ephios büyükbabanın gözüne girmeye devam ederse senin yerini bile tehdit edecek dereceye kadar güçlenmiş olacak! Böyle bir şey olmasını ikimizin de istemeyeceğini çok iyi biliyorum ama senin aylaklığının sonucu muhtemelen bu olacak gibi gözüküyor.
Aklını başına topla ve kendine gel.
“Kahretsin! Kahretsin! Kahretsin!” diye bağırdı ve elindeki mektubu yırtıp attı.
Sesli ve sert bir şekilde daha birkaç saniye önce rahatça yatıyor olduğu yatağından kalktı ve odada öfkeli bir şekilde gezinmeye başladı.
“Nasıl olur? Nasıl olur? Nasıl olur ha?”
BANG!
Eline ilk gelen şeyi, sandalyesini, aldığı gibi yere fırlattı ve paramparça olmasına sebep oldu ama bu, ona öfkesini dindirme konusunda zerre kadar yardımcı olmamıştı, aksine bütün damarları tamamen öfkeyle şişti.
“Ephios’u nasıl övebilirler? Seni yaşlı bunak! Buna nasıl cüret edebilirsin? Öleceksin ama hâlâ yoluma taş koymaktan yorulmuyorsun, değil mi?” diye sordu cevap beklercesine ancak odadaki eşyalardan tek bir ses bile çıkmıyordu ya da büyükbabasının sesini uzaklardan duyamıyordu. “Sikeyim! Sikeyim! Sikeyim!”
Ne kadar nafile bir çaba olduğunun farkında olsa da Mennas derin nefesler alıp duygularını kontrol altına almaya çalıştı.
Thud! Thud! Thud!
Elleriyle yere vurarak sinirini atmaya başladı ama bunun bile yardımdı olmuyordu. Kıskançlıkla harmanlanmış öfkesi içinde daha da yükseliyor ve kendisini canlı canlı yakmaya devam ediyor, bir an bile durmuyordu.
“Ephios! Ephios! EPHİOS! Seni işe yaramaz! Seni çöp parçası!”
Büyükbabasının kendi kanından birine önem vermek yerine kırsal alandan getirmiş oldukları köylü bir soylunun gelişimine dikkat ediyordu. Kendi torununu tamamen göz ardı etmişti! Kendisini daha aşağı görmeye başlamıştı!
Ephios…
Kendisine yardım etmişlerdi. Büyücü olması için büyük ölçüde yardımlarda bulunmuşlardı ama şimdi… Onun tarafından arkada bırakılıyordu!
“Ephios! Sana bunu ödeteceğim!” diye yemin etti dişleri arasından konuşurken.
Epik Novel © 2017 | Tüm hakları saklıdır..