Gökyüzünde süzülmekte olan, sınırsız sıcaklığın ve ışığın yayılmasını sağlayan öğlen güneşi oldukça güvensizdi ve yalandan farksız olan bir serap gibiydi. Yaz ve ilkbahar mevsimlerinde sunduğu refah getiren bereketlerini kışın esirgiyor ve adeta cezalandırarak ısısını geri çekiyordu. Fakat güzel görüntüsü hâlâ onunlaydı, sanki eğleniyormuş gibi gözüken acımasız bir zalimdi.
Grup, sabahın erken saatlerinde kalkmış, hemen kahvaltılarını yapmaya koyulmuştu. Sessiz ve sakin geçen bu kahvaltı seansının hemen ardından da kamp malzemelerini toplamışlar ve direkt yola koyulmuşlardı.
Beyazın soğuk, pürüzlü pofudukluğuyla örtülü ormanın manzarasının içerisinde eğlenip ortamın tadını çıkarabilmek gibi bir imkânları yoktu. An’ın ve Alastair’in önderliğinde kısa süreli molalar veriyorlar ve dikkatli bir şekilde canlarını korumaya gayret ederek ormanın içinden çıkıp okulun patikasına ulaşmaya çalışıyorlardı.
Bu oldukça sıkıntılıydı çünkü ellerindeki haritaya baktıklarında dahi nerede olduklarını tam olarak anlayamıyorlardı. Hiçbirinin adanın durumuyla ilgili tecrübesi yoktu, geldiklerinden beri akademinin içindeydiler ve bunun için zamanları da yoktu.
“Daha ne kadar gideceğiz?” diye sordu Lennon, yorgundu ve nefes alışları da gayet ağır ve yavaştı. “Mola veremez miyiz?”
“Daha yarım saat kadar önce mola verdik,” dedi Alastair, sesi soğuk çıkmıştı. “Her an üstümüze atlayıp etimizi kemiğimizden zevkle ayıracak canavarların ormanda gezip tozduğunu hatırlatmama gerek var mı?”
Lennon acıyla gerçeği kabullenerek iç çekti ve ağzını bir daha açmamaya karar vererek diğerlerinin yanında yürümeye devam etti.
Sabahın ilk ışıklarından beri kısa molalar vererek yollarına devam etmek kendisi için oldukça zordu, böyle bir şeye alışık değildi ve ayak uydurmak da neredeyse imkânsızmış gibi hissettiriyordu.
Alastair’in nasıl devam edebildiğini de hâlâ anlamış değildi, sanki böyle bir eylemi her gün gerçekleştiriyormuş gibiydi. Hiçbir sıkıntı olmadan yoluna devam edebiliyordu. Hayranlık duyuyordu ama onun aynı zamanda bir canavar olduğunu düşünmeye başlamıştı.
“Dayan,” diyerek cesaretlendirmeye çalıştı Paisley. “Yarım saatlik bir yolumuz kaldı, sonra tekrar bir mola vereceğiz. Değil mi Alastair?”
Alastair bir şey demedi, sadece hayal kırıklığıyla dolu sessiz bir iç çekti ve başını salladı.
‘İşe yaramazlar,’ diye düşündü.
Gruplarındaki Valentine ve Lennon’ın en zayıf halkayı oluşturduklarının farkındaydı ama bu kadar da sıkıntılı olacaklarını tahmin edememişti.
Valentine, Lennon’dan bir nebze daha iyiydi. Ne kadar kendisi sesli bir şekilde bunu göstermemiş olsa da onun da yorgun olduğunu görebiliyordu. Lennon tam anlamıyla ağlak bir bebek gibiydi, zora gelemiyor gibi görünüyordu.
An yükseklerde uçuyor, bir tehlike gözüktüğü anda bir tur o alanda dönüş yapıp başka alana doğru ilerlemeye devam ediyor ve grubun güvenliğini sağlamaya çalışıyordu.
Grup, bu yöntem sayesinde hâlâ bir tehlikeyle karşılaşmamıştı ama bu onların daha da rahatlamasını sağlamamıştı, aksine daha da dikkatli bir şekilde diken üstüne yürüyorlarmış gibi ilerlemeye devam ediyorlardı.
Alastair onun da hata yapabileceğine dair bir düşünce ile ilerliyordu. Kurtlar ile olan küçük mücadelede onun hakkında küçük bir fikir edinmiş olsa da hâlâ tam olarak güvenemiyordu.
Paisley’nin dediği gibi yarım saatlik bir yürüyüşün ardından küçük, açık bir alana ulaşmayı başarabilmişlerdi.
“Dinlenelim,” dedi Paisley grubun hâline bakarak.
Alastair bu durumu onaylamasa da diğerlerine uydu, ensesinde süzülen saçları diken gibi dimdik hâldeydi ve kendisinin rahatsız hissetmesine sebep oluyordu.
“Hoot!”
Grubun duruşuyla birlikte An da durdu, Alastair’in omzuna kondu ve kendisine uzatılan birkaç şekeri kapıp afiyetle midesine indirdi.
Şekerler Alastair’in Zümrüt Çiçeğinin köklerinden ve birkaç ekstra malzemeyle karıştırarak yapmış olduğu basit bir atıştırmalıktı. Bir canavarın dayanıklılığını ve enerjisini gün boyunca koruyabilmesini sağlamak için gerekliydi, aynı zamanda bir canavarın eğitiminde de kullanılıyordu.
“AROOO!” “Hrrr!” “Rawwr!”
Yükselen vahşi kükremeler ve hırıltılar grubun anında savaş durumuna geçmesine ve kalplerinin hızlanmasına sebep oldu.
“Size demiştim!” dedi Alastair öfkeyle karışık hayal kırıklığıyla ve başka da bir şey demedi ancak içinde yükselen hakaretlere eşlik eden öldürme isteği kendisini yakmaya başlamıştı.
“Kı-kı-kızılkurtlar mı?” diye sordu Lennon korkuyla, yüzünün rengi anında solmuştu.
“Evet. Üç avcılarını öldürdük sonuçta ve muhtemelen daha fazlasını gönderdiler. Hatta aralarında sürü liderinin kendisi bile olabilir!”
Alastair’in dedikleri bir kayadan gibi grubun üstüne çökmüş ve endişeyle karışık korku duygusuyla acımasızca ezilmelerini sağlamıştı.
“Ne yapacağız?” diye sordu Valentine yutkunduktan sonra, kılıcını sıkıca tutmaya çalışıyordu.
“Kaçacağız tabii ki de!” dedi Alastair ve anında uçarak uzaklaşmaya başlayan An’ın arkasından koşmaya başladı.
An’ın önderliğinde hızlı bir şekilde koşmaya devam ederken arkasında dönüp bir kere bile bakmayı düşünmedi, onların ölümüyle uğraşacak durumda değildi ve umurunda da değillerdi.
Zaten onlar yüzünden bulundukları durumdaydı, bir de onlar yüzünden ölüm için kapana kıstırılıp kılıç keskinliğindeki dişler tarafından doğranarak ölecek değildi.
Kendi canı her şeyin üstündeydi ne de olsa.
Yine de karın sert ve acımasızca ezilişini duyabiliyor, onların da kendisini ellerinden geldiğince takip ettiklerini anlayabiliyordu.
“Sonsuza kadar kaçamayız!” diye bağırdı Jonah, öfkeliydi. “Bir plan lazım!”
Alastair de bunun farkındaydı ama grubun nitelikleri konusunda bir fikir sahibi değildi. Yine de sordu, “Uzak menzilli büyüye sahip olanlarınız kim?”
Kurtlar hızla onlara doğru vahşi bir şekilde ilerliyorlardı, siyah gözleri öldürme niyetiyle gökteki güneş kadar parlaktı ancak karanlık kadar da itici ve terörize ediciydi.
“Ben!” diye aynı anda cevapladı Paisley ve Jonah, yan yana koşuyorlardı.
Valentine ve Lennon’dan ses çıkmayınca işlerin daha da sıkıntılı bir şekilde ilerleyeceğinin farkında vardı Alastair. Eğer ikiliden birinde uzak menzilli büyü olsaydı Jonah’ı ön safa rahatça gönderebilirdi çünkü hakkını vermeliydi ki vücut ve zihinsel açıdan kendisi gayet de hazırlıklı durumdaydı.
Kendisi de ön safa rahatça gidebilirdi ancak böyle bir şey yapmayacaktı. Kurtlara kendisini yem edecek değildi.
“Pekâlâ, sürü lideri yanlarında değil gibi görünüyor,” diye bir çıkarımda bulundu Alastair, gözleri önündeydi ama kulakları arkasından gelen seslere dikkat etmekteydi.
Sürü liderlerinin diğerlerinden fiziksel olarak daha büyük olduğunun bilincindeydi. Ayakları yere en sert basan kurdu anlamaya çalışması da kendisinin çıkarım yapmasında yardımcı olmuştu.
Fakat bu konuda ulaştığı sonuca pek de inandığını söyleyemezdi. Aynı zamanda bunu gruba göstererek aklında geçen basit planının da diğerleri tarafından mahvolmasına sebep olacak değildi.
Sadece eksik bilgi vermiş olacaktı ama iyi bir amaca hizmet etmiş olacaktı: kendi kurtuluşuna.
“Uzak menzil büyüleri olanlar büyülerini hazırlasınlar! Diğerleri de kendinizi güçlendiren büyünüzü kullanın ve anlık şaşırtma görevinde bulunun!”
“Ama…”
“Yapın denileni!”
Alastair’in bağırışı, Lennon’ın başlayan sözcüklerinin yarıda kesilmesini sağlamış ve onu sert bir şekilde susturmuştu.
“Uçan Büyülü Ok!”
“İnfilak Küresi!”
“Güç Çağrısı!”
Grubun üstünde saydam, gri renkte iki tane ok ve dört tane de küre oluşmuş, her an fırlatılmayı beklerken Valentine ve Lennon’ın vücudunun etrafı da gri bir enerjiyle çevrilmişti.
Grup hazırdı ve işareti bekliyordu.
“Şimdi!”
Alastair’in çağrısıyla birlikte grup bir anda durdu ve üstlerinde doğru gelen beş kurt ile göz göze geldiler.
İntikam isteğiyle kavrulan ve vahşi bir şekilde hızla ilerlemeye devam eden kurtlar, öldürmek için kullandıkları dişlerini göstererek anında üzerlerine atladı kurbanlarının.
“An!”
“Hoot!”
İsminin söylenmesiyle baykuş hızlı bir manevrayla arkasını döndü ve hemen ardından kanatlarından ve gövdesinden kör edici bir ışığın yayılmasına sebep oldu.
Neyse ki gruptan kimse arkasını dönüp ne olduğunu bakmak gibi geri zekalılık göstergesi olan bir harekette bulunmamıştı.
“Auu…”
Baykuş yüzünden kurtların atılımı yavaşladı ve bu açığı kullanarak herkes büyülerini serbest bıraktı.
Alastair’in okları, daha kendine gelememiş olan iki kurdun kafasına hedeflenmiş ve beyinlerine kadar girip arkasından çıkarak ölümlerinin sebebi olurken Paisley ve Jonah’ın küreleri de bir başka iki kurdun vücutlarının yakınlarında patlayarak anında ölümlerine sebep oldu.
Son kurt da Valentine ve Lennon tarafından yapılan kılıç darbelerinin altında ölmüştü.
Oldukça kolay bir şekilde atlatmışlardı ama hissedilen endişe ve terör kalplerinin hızla atması için yeterliydi.
“Baykuşun bunu yapabildiğini bilmiyordum,” diyerek herkesin ilgisinin An’a yönelmesine sebep oldu Paisley.
Alastair karşılık vermekle uğraşmadı, onun yerine etrafına bakınmaya devam ediyordu ve gözleri, gördüğü bitkiyle birlikte parıldamıştı.
“Yoncayı bulduk.”
Alastair dedikleriyle birlikte grubun gözleri onun bakıyor olduğu yöne dönmüştü anında ve hepsinin yüzleri de neşeli bir hâl almıştı.
“Herkes karları kazsın! Belki yakınlarında dahası da vardır!”
Paisley’nin emrini duydukları anda grup anında sanki demin kurt öldürmemişler gibi anında çantalarını yere indirip küçük küreklerini çıkartarak kazı işlemine dönmüşlerdi.
Öte yandan Alastair ise etrafına bakınıyor ve bir başka işgalcinin daha tepelerine binmediğinden emin olmaya çalışıyordu An’ın yardımıyla.
Yarım saatlik bir kazma işleminin ardından ortaya beş tane yonca çıkmıştı. Grup, bu gelişmeyle birlikte gayet sevinmişti çünkü oldukça yüklü bir miktarda kazanç sağlayacaklardı.
“Bitkinin nasıl budanacağına dair bilgisi olanlar kimler?” dedi Paisley ve Jonah ile Alastair’in kendisine cevap vermesinin ardından bitkileri işaret etti.
Valentine ve Lennon Alastair’in görevini üstlenerek alandan ayrılıp minik bir devriyeye çıkarken Alastair de dikkatli bir şekilde bitkiyi budamaya başladı.
Jonah kendisinden emin bir imaj oluşturarak Paisley’nin hemen yanında yoncayı budamakla uğraşıyordu ama anlık da olsa gözünü alan parıltı yüzünden dikkati dağılmıştı.
İlk önce yoncayı budamayı bitirip özel poşetine yerleştirdikten sonra dikkatini ucu gözüken ve dikkatini alan nesneye yoğunlaştırdı. Eliyle toprağı eşelemesinin ardından toprakta avuç büyüklüğünde bir bilgi küresi olduğunu gördü ve anında gözleri parıldadı.
Bu, onun Paisley’i etkilemesi için bir şanstı! Bunu elinden kaçıracak da değildi!
‘Alastair, sen bittin! Hahaha!”
İçten içe gülüyor ve Alastair’in hazin sonunu hayal ediyorken küreyi eline aldı ve ayağa kalktı ama başaramadı çünkü ayak bileklerinden tutulmuş ve yere sabitlenmişti.
İçinde yükselen korkuyla birlikte göz bebekleri büyümüş ve kalbi hızla atmaya başlamışken küreyi anında fırlatmış ve ayak bileğini saran şeyden kurtulmaya çalışmıştı ama bir anda elleri de tutulmuştu.
Göğsü hızla kalkıp iniyordu, sanki kilometrelerce koşmuş gibiydi.
Ardından boğazı da kalın bir sarmaşıkla halat gibi sarılmış ve boğulmaya başlamıştı.
“Ghah!”
Nefesi kesilmeye ve gözleri yavaşça kararmaya başladı. Yardım istemeye çalıştı ama Paisley ve Alastair’in odaklanmış, yoncaları toplamaya çalışmaları yüzünden dikkatlerini çekememişti.
Valentine ve Lennon da ortalıkta yok gibi görünüyordu. Görememişti onları.
Snick!
“Hakh…”
İşte o anda bir anda sırtından göğsüne doğru bir acı hissetmiş ve bedeninin hissini yavaş yavaş kaybetmişti. Gözleri yavaşça karanlığa dönerken vücudu mücadelesini kesmiş ve hareketsiz kalmıştı.
“Hoot!”
An’ın sesiyle birlikte Paisley ve Alastair’in dikkati burunlarının diplerinde yaşanan ve o ana kadar fark edememiş oldukları olaya odaklandı.
Epik Novel © 2017 | Tüm hakları saklıdır..