Khan çocuğu içeriye davet edip koltuklardan birine oturttu ve ona bir bardak su getirdi. Safir gözleri endişeyle kısılırken çocuğun karşısına geçti, çocuğun ağzından çıkacakları merak ediyordu.
Çocuk kendisine verilen suyu hızlıca içip bitirdi ve yüksek bir sesle bardağı masaya koyup derin bir nefes aldı. Kasabada bir yandan bir yana koşup Alastair Abner adındaki kişiyi bulmakla uğraşmıştı çünkü kasabadaki kimse böyle birini tanımıyordu.
Kasabada hâlâ Khan’ın bir kardeşi olduğunu bilmeyen vardı, büyücü olduğunu ise bilmelerine imkân yoktu.
Fakat kasabanın demircisi Baldre sayesinde bulabilmişti.
“Bay Richards, Alastair Abner’ı özel bir şey için çağırdığını söyledi ama başka bir şey söylemedi. Önemli bir mesele olduğunu ve hemen aceleyle gelmesi gerektiğini de ekledi,” dedi bir çırpıda ve derin bir nefes alıp ekledi. “Bana söylenen bu.”
Aceleci tavrından bir şey kaybetmeyen çocuk, anlatımını bitirdikten sonra gözlerini direkt olarak ikiliye dikti. Mesaj iletim işlemini yerine getirmişti ve artık sokağına geri gitmek, arkadaşlarıyla oyun oynamaya geri dönmek istiyordu. Ayrıca akşam olduğundan anne ve babası da çok endişelenecekti.
Alastair başını onaylayarak salladıktan sonra kendisine verilen odaya geçip yayıyla sadağını aldı.
Blair’in kendisini neden çağırdığına dair elbette bir fikri yoktu ama Parlaya’daki davranışlarından anlayabildiği kadarıyla gizli tutulması gereken bir şeydi. Blair’in, kendisini çaya davet etmeyeceğini de iyi biliyordu.
Daha kasabaya adımını atalı en fazla yarım saat kadar bir zaman geçmişti, böyle bir çağrının bu kadar kısa bir zaman içerisinde gelmiş olması hiç de hayra alamet olmadığını kanıtlar nitelikteydi.
Alastair odadan hazırlıklı bir şekilde çıktığında Khan’ın kaşları da çatıldı, garip bir endişe etrafını sarmaya başlamıştı bile. Masanın üzerinde duran ve çocuğu izleyen An’a eliyle işaret edip yanına çağırdı.
An direkt omzuna kondu.
Alastair’in gözleri bir süre anın üzerinde durdu. Onu yanında götürebilirdi veya bırakabilirdi de. Lakin buradaki ikilinin de güvenliğini düşünmesi gerekiyordu.
“Blair nerede?”
“Kilisede!” diyerek cevapladı heyecanla çocuk, gözleri garip görünümlü baykuşun üzerindeydi ve arkadaşlarıyla ailesine anlatmak için sabırsızlanıyordu.
Khan ayağa kalktı, suratı sertti ve gözleri de endişeyle kaplıydı. Alastair’in önünde durdu.
“Ben de geleceğim,” dedi keskin bir tonda ama Alastair’in değişmeyen düz ifadesi alabildiği tek tepki olmuştu.
“Khan… Blair Richards özellikle beni istemiş ve seni ilgilendiren bir şey olsaydı bile muhtemelen önce kasabanın kaptanını çağırırlardı, seni değil,” diye karşılık verdi ve ekledi. “Eğer gelmeye çalışırsan da seni bağlarım ve ben gelene kadar da olduğun yerden kıpırdayamazsın.”
Sert ve acımasız sözlerin üstüne gelen tehdidin karşısında bir şey diyemedi çünkü Alastair’in bunu yapabileceğinin farkındaydı. Bir büyücüydü ve saygı görülüp korkuyla bakılması gereken bir şahıs olmuştu ama Khan için öyle değildi.
Kollarını bağladı ve gözlerini kısarak ona bakmaya başladı, meydan okuyordu.
“Ciddi misin?”
Ses tonu buz kadar sert ve soğuktu. Yüz ifadesiyse sinir olmuş olduğunu gösteriyordu ve her an kendisini yerine dibine gömüp gidecekmiş gibiydi.
Khan hafiften tırstı, derin bir nefes aldı ve yenilgiyi kabul ederek kenara çekildi, “Öleyim deme! Çocuğumun havalı bir amcaya ihtiyacı var,”
Alastair’in duruşu bir anda eski kayıtsız hâlini aldı, “Ölmem, merak etme.”
Ardından çocukla birlikte dışarı çıktı. İlk önce çocuğun evine sağ salim ulaşmasını sağladı ve ardından kendisi kiliseye doğru ilerledi. Omzundaki An etrafını merak dolu gözlerle izlerken onun aklıysa kendisinin çağrılma sebebi üzerinde dönüp duruyordu.
---
Kilisenin kudretli görüntüsü kendisini korumaya devam ediyordu. Kasabadan ayrıldığı günden beri hiç değişmemiş ve hatta bazı yerleri elden geçerek bakımları yapılmış gibi görünüyordu.
Domates ve salatalık yetişen küçük bahçe tamamen boştu; ağaçların yapraklarının da renkleri değişmeye başlamış, bazıları dökülmüştü bile.
Alastair içeri girdiğinde kendisini karşılayan kişi Blair olmuştu, yeşil gözlerinde endişe vardı ve kaşları da çatıktı.
“Neden beni çağırdın?”
“Beni takip et,” diyerek karşılık verdi ve önden yolu gösterdi.
İkili kürsünün çaprazında bulunan kapıdan geçti. Alastair geçmişi hatırlarken ikinci kez test edilişinin yapıldığı odada buldu kendisini. Nostaljik havayı bozan tek şey Başrahibe Ellien ve Blair’in endişe dolu ifadeleriydi.
“Pekâlâ, burada ne dönüyor?” diye sordu Alastair.
“Hani Parlaya’da buraya rutin bir kontrol yapmaya geleceği söylemiştim ya… İşte o rutin kontrol, bu rutin kontroldü,” deyip açıklamaya başladı ve ardından iç çekerek sıkıntı içerisinde devam etti. “Buraya gönderilmemin asıl sebebi, buralarda son zamanlarda oluşan olağandışı bazı saldırılarla alakalı. Bunların nedenini ve kimin tarafından yapıldığını öğrenmem gerekiyor ve bunun için de senden yardım istiyorum çünkü Başrahibe Ellien’in dediklerine göre son zamanlarda saldırılar daha da artmış.”
Alastair düz ifadesini korudu fakat ilgisi anında meseleye çekilmişti, “Ne tür saldırılar bunlar?”
Başrahibe Ellien acı dolu bir iç çekti ve ardından anlatmaya başladı, “İlk başlarda saldırılar kızıl gözlere sahip normal vahşi kurtlar tarafından gerçekleştirildi ama kana susamışları olağanın dışındaydı, yine de şövalyeler bunu kolayca başımızdan savdı ve bir süre boyunca hiç saldırı olmadı. Bu saldırı, büyücü adaylarını almak için gelen konvoyun ayrılmasından bir hafta kadar sonra gerçekleşmişti.”
‘Bir dakika… Kızıl gözlere sahip vahşi kurtlar mı?’ diye sordu kendi kendine Alastair, hatırlamaya çalışıyordu. ‘Benim buradan ayrılmamadan bir hafta sonra gerçekleşen bir saldırı… O zaman gördüğüm kızıl gözler onlara mı aitti? Bunun sonunun nereye gittiğini öğrenmek zorundayım!’
Başrahibe Ellien devam etti, “Ardından kurtlar tekrar geldi ama bu sefer farklıydılar. İğrenç kokuyorlardı ve mide bulandırıcı bir görüntüleri vardı. Kurtların birçok yeri sanki yeniden dikilen giysilerden farksızdı, yamalanmış gibiydiler ve…garip, anlamlandırıp ne olduğunu belirleyemediğimiz bir sıvı akıyordu bu dikili yerlerden.”
Başrahibe Ellien gözle görülür bir şekilde titredi, hâlâ görüntüler tarafından kâbuslara maruz kalıyordu.
“Peki sonra? Onlara ne oldu?” diye sordu Alastair.
“Onlardan da başarılı bir şekilde kurtulduk ancak birkaç yaralanan şövalyemiz oldu,” deyip derin bir nefes aldı ve rahatlatıcı bir gülümseme sundu. “Kadere şükür ki, onların da sağlığı şu an yerinde ve hiçbir sıkıntıları olmadan hayatlarına devam edebiliyorlar. Kurtların cesetlerine gelirsek de burada yeterli imkânım olmadığından ve kasabada tutmanın nelere sebep olabileceğini de bilmediğimden dolayı bütün cesetleri yakmak zorunda kaldım.”
‘Cesetlerin yakılması kötü olmuş,’ diye düşündü.
Lakin Başrahibenin rahatlayan yüz ifadesi anında karardı, kafasını iki yana sallayarak konuşmasına devam etti, “Şöyle ki, iki gün önce bir saldırı daha gerçekleşti ve bunun sonucu hiç de beklediğimiz gibi olmadı. İki şövalye kaybettik ve hâlâ yaralı bir şekilde evlerinde yatan şövalyelerimiz var…”
‘Kasabadaki şövalye azlığını fark etmemiştim.’
“…Ortaya çıkan kurtlar daha büyük ve daha güçlüydü ancak gariptir ki, oldukça da kolay bir şekilde öldürülebiliyordu. Fakat bunu keşfetmemiz oldukça uzun zamanımızı aldı da diyebiliriz… Ve sonuç olaraksa şu an bizi koruyabilecek fazla insan yok, bu da Richards ailesinden direkt olarak yardım istememizle sonuçlandı.”
Blair başını onaylayan bir ifadeyle salladı ve Alastair’e baktı tepkisini izlemek için, “Bu konuda bize yardım edebileceğini düşünüyoruz. Ne de olsa…abin ve eşi burada yaşıyor ve yakında çocuk sahibi olacaklar.”
Denilenlerin tehditten farksız olması Alastair’in hafiften sinirini bozsa da ağzını açmamaya karar verdi çünkü onları anlayabiliyordu; onlar da oldukça çaresiz bir konumdaydı ve kendisinin kapısını çalmışlardı yardım için.
“Elbette yardım edeceğim ancak bunun kimin işi olduğuna dair herhangi bir bilginiz yok mu hiç?”
Ellien umutsuz bir şekilde başını sallarken Blair öfkeyle karışık hayal kırıklığıyla cevapladı, “Karanlık taraf şu aralar oldukça aktif bir şekilde çalışmalar yapmaya başlamış durumda. Richards ailesi olarak öncelikli şüphelimiz onlar ama bunun arkasında bir başka aile veya bir büyücünün kişisel intikamı da olabilir.”
“Pekâlâ, onların şu an kendilerini saklama imkânı olmayacak mı? Eğer tabii karanlık taraftan bahsediyorsanız… Buraya sizin geldiğinizden haberleri olduğundan izlerini silip ortadan kaybolmayacaklar mı?” diye sordu ancak cevaplamalarına izin vermeden ekledi. “Öteki türlüyse de…muhtemelen sizi de öldürme gibi bir şansı buldukları için pek de geri çekileceklerini düşünmüyorum.”
Blair, Başrahibeye kısa bir bakış attı, yüzünde hafif bir kararsızlık vardı ve Alastair’e döndü aynı bakışla.
“Arabaya, sürücüye ek olarak kendi boyutlarımda birini bindireceğim ve onların kasabadan ayrılmalarını sağlayacağım. Onlara kasabadan ayrılmış süsünü bu şekilde vermeyi planlıyorum.”
Ellien’in yüzünde pek de sıcak bir ifade bulunmuyordu; olayların yaratmış olduğu dehşetten dolayı mı yoksa Blair’in anlattığı plan yüzünden mi olduğunu bilemedi Alastair.
“Bu sayede her iki seçeneği de test etmiş olacağımıza inanıyor ve alt etmemizin de kolaylaşacağını düşünüyorum. İşlerini bitirmek oldukça kolaylaşacak,” deyip bitirmeye yakın kazandığı özgüven ile tamamladı açıklamasını.
Bu açıklama Alastair’i hiç ama hiç tatmin etmedi. Bu düşünce bir bakıma mantıklı olarak görülebilirdi ama böylesine basit bir şekilde karşısındakini kandırmasını umuyor oluşu, onun olgunluğunu sorgulamasına sebep oldu.
‘Planın temeli gayet mantıklı ama harekete geçirdiğimizde hiçbir işe yaramayacağı muhtemeldir,’ diye bir düşünce belirdi zihninde ama bunu ne dile getirmek için uğraştı ne de yüz ifadesini bozup Blair’in yeni kazandığı özgüvenini parçalamaya çalıştı.
Bunun yerine bir soru sormayı tercih etti, “Peki hiç ipucumuz var mı? Körü körüne dalış yapmayı planlamıyorsunuz, değil mi?”
“Tek bildiğimiz şey, Al Orman’da saklanıyor oldukları,” diye cevapladı Ellien. “İşte bu yüzden senden yardım istemek durumundayız. Olabildiğince sessiz bir şekilde onlardan birini kaçırıp konuşturmayı planlıyoruz. Ona göre durumu ölçüp biçip daha fazla yardım isteyeceğiz.”
Ellerindeki yetersiz istihbaratın kendisine yarattığı baş ağrısını hissederken derin bir nefes aldı ve gözlerini ikilinin üstünde gezdirdi bir süre. Girişeceği iş tamamıyla baştan sona saçmalıklarla dolu gibiydi. Ellerinde hiçbir şey olmayışı yüzünden durumları oldukça sıkıntılıydı.
“Eğer yardım edersen Richards ailesinin bunu hatırlayacağından emin olabilirsin! Kendi adıma söz veriyorum!”
Alastair başını onaylayarak salladı ama bir şey demedi ancak içten içe gülümsüyordu. Richards ailesinin sözünü almak ilerde işine yarayabilirdi.
Epik Novel © 2017 | Tüm hakları saklıdır..