Bölüm 131: Grag’in Karşılaması

avatar
317 3

Düşmüş Perinin Yükselişi - Bölüm 131: Grag’in Karşılaması


Ilık suyun içinde dinlenirken bugün yaşadığı mücadeleyi düşünüyor, karşısına görev sırasında daha ne çıkacak onu ön görmeye çalışıyordu.

‘Çok uğraştırıcı,’ diye düşündü ve küvetinin içine biraz daha gömüldü. Derin bir nefes alıp daha da yayılırken aklından bir deyiş geçti. ‘Acı yoksa kazanç da yok.’

Görevin ilk başta ormanı mesken edinmiş tehlikeli birkaç canavarın temizlenmesi olarak almıştı ama Grag’ın anlattıkları ile görev değişmiş, daha tehlikeli bir hâle gelmişti ancak yılansı yaratıklardan birinin gördüğü anıları yüzünden görevin burada sonuçlanamayacağını anlamıştı.

Görev gittikçe daha da zor bir hâle gelmişti.

Bütün bu olayların ardında karanlık taraftan bir büyücü yer alıyordu. Kendisinin motive eden şeyin ne olduğunu tam olarak anlayamamış olsa da nihayetinde iyi bir şeyle sonuçlanmayacağından emindi.

Adamın yaptıklarının oluşturduğu tehlikenin farkındaydı ve onun hemen durdurulması gerekiyordu.

Adam canlıların doğal fizyolojisini değiştiriyor, onları kontrol altına alıyor ve kendi pis işlerini yaptırıyordu.

Alastair’in asıl canını sıkan şey böyle bir şeyin neden yapıldığıydı.

Anılar bu sorunun cevabını verecek derecede yeterli bir kanıt sunmamıştı kendisine.

Yılanların yaratılışında çocuk ve genç erkek uzuvları kullanılmıştı, garip durmalarının da sebebi buydu.

Alastair bunlara şahit olmuş, kendisinin yüreğinin sıkışmasına sebep olmuştu. İçinden büyücüye karşı ateşli bir nefret beslemeye başlamıştı. O adamı yakaladığı ilk anda öldürmek için elinden geleni yapacaktı ve bunun acılı olmasını sağlayacaktı.

Yılanların gözüyle şahit olduğu bu işkence dolu deneyin sonunda hiçbir insan sağ kalamamıştı. Deneylerin sebebi uyumlu bir uzuv bulabilmek ile alakalıydı. Bunu yaparken de acımasız olmaktan hiç kaçınmamıştı.

Yılanların gözü aracılığıyla görebilmişti yaşanan katliamı.

Uzuvların balta aracılığıyla kesilişleri, şiddetli kan kaybından yavaşça ama acıyla ölen insanların sesleri ve kurbanların yüzündeki çaresiz, korku dolu ifadeleri….

Alastair’i asıl sinirlendiren şey çocukların kullanılmış olmasıydı. Çocukların hiçbir şekilde bunları yaşamamasının, onların oyun oynamasının ve kahkaha atmalarının gerektiğinin kesin bir savunucusuydu.

Ayrıca aklını meşgul eden bir başka problem daha vardı.

Sarıparıltı’da görmüş olduğu kurtlar ile ağaçların arasında bir ilişki olup olmadığıydı. Garip bir şekilde karanlık taraf gayet açıkça deneylerini yapmaya başlamışlardı ve bu Alastair’in bariz bir şekilde gerilmesine sebep oluyordu.

Eğer bir bağlantıları olmasa bile bu kadar cesur davranıyor oluşları kesinlikle bir şeyler yapmayı planladıklarının göstergesiydi.

Yakında bir şeyler olacakmış gibi hissediyordu.

‘Böyle bir şey olursa kesinlikle öldürülürüm,’ diye düşündü, kalbi sıkıştı anında. ‘Kesinlikle bu görevi bitirmeli ve o açık arttırmaya katılmalıyım.’

Tak! Tak!

Vurulan kapı kendisini olumsuz düşüncelerden kurtaran bir cankurtaran eli gibiydi.

“Gir,” dedi Alastair yerinden kıpırdamadan rahatsız olmamış bir şekilde.

İçeriye on beş yaşında bir kız girdi.

Üstündeki hizmetçi kıyafetinin eteğinin kısa olması dizinin biraz üstünün açıkta kalmasına sebep olmuş, neredeyse bacaklarının tamamının açığa çıkarmıştı.

Yüzündeki zorlukla tutmaya çalıştığı gülümsemesiyle başını yerden kaldırmıyor ve kendisiyle göz göze gelmemeye çalışıyordu.

Utangaç yapısına bakarken Alastair bir şey demedi. Onun daha da utanmasına sebep olup işini zorlaştırmak gibi bir amacı bulunmuyordu.

‘Yaşlı şerefsiz…’

Aklından geçen düşünceyle birlikte sinirlenmeden edemedi. Böyle bir hizmetçinin neden kendisine gönderilmiş olduğunun farkındaydı ve bunu pek de iyi karşılamamıştı Alastair.

Kendisi buraya bir görev için gelmişti, birileriyle yatıp kalkmak için değil.

“Efendi Grag sizi yemek salonunda bekliyor,” dedi ve ardından titreyen adımlarıyla Alastair’in küvetini yanına gelip elindeki bornozu uzattı.

“Bornozu askılığa as ve beni kapıda bekle. Ben hazırlandıktan sonra bana yemek salonuna kadar eşlik edebilirsin.”

“Ama…”

Alastair ona tek kaşını kaldırarak soğuk bir bakış atmıştı ve bu hizmetçi kız için yeterli bir cevap oldu. Başını onaylayarak salladı ve denileni yapıp oradan ayrıldı.

Hizmetçi kız dışarıya çıktığında yüzünde bir gülümseme vardı. Hizmetine atanmış olduğu çocuğun kendisiyle ilgilenmemiş oluşu bütün korkusundan kurtulmasını sağladı.

Çocuk hiç de onun düşündüğü gibi biri çıkmamıştı. Malikanedeki diğer hizmetçilerden duyduğu hikayeleri düşününce karşısındaki çocuk gerçekten de iyi biriydi ve kendisine hizmet ediyor olmaktan mutlu hissediyordu.

Kırk beş dakikalık uzun bir bekleyişin ardından arkasındaki kapı açılmış ve gözlerini kamaştıracak yakışıklılığa sahip bir çocuk çıktı.

Üstünde sıradan bir takım bulunuyordu ama çocuğun doğal görüntüsü onun göz alıcı görünmesini sağlamıştı.

“Hoot!”

Bir anda ortaya çıkan göz kamaştırıcı güzelliğe sahip baykuşa benzeyen canavar kendisini transtan çıkarıp ve gözlerini çocuktan ayırmasında yardımcı oldu.

An, neşeyle Alastair’in omzuna konup başını ona sürtmeye başladı. Arada bir kanatlarını açıyor ve Alastair’in gözünü kapatarak oyun oynamaya çalışıyordu onunla.

“Sakin ol,” dedi Alastair hafifçe gülümseyerek. “Belli ki iyice dinlenmişsin.”

“Hoot! Hoot!”

An bir süre daha oyununa devam ettikten sonra sakinleşti ve Alastair’in omzuna kondu. Renkli gözlerini önündeki hizmetçi kıza çevirdi.

Onu tanıyordu, kendisi dinlenirken odaya girmiş ve temizlik yapmıştı. Ayrıca kendisini de beslemişti.

“Artık gidebiliriz.”

“E-evet, tabii! Buradan,” diyerek beceriksizce gülümsemiş ve önden giderek yönlendirmişti.

Küçük bir kasabadaki malikane olmasına rağmen içerisi gayet güzel bir şekilde dekore edilmiş, zenginliklerin harcanmasından hiç çekinilmemişti. Koridorlarda özel yapım vazolar, tablolar ve süs zırhlar bulunuyordu.

Alastair koridor boyunca ilerlemeye devam ederken Grag ile yapacağı konuşmayı ve onun ne tepki vereceğini düşünmeye odaklanmış, önündeki hizmetçi kıza olan dikkatini tamamen yitirmişti.

‘Eğer bu gece hemen yola çıkarsak görevi bitirme işimiz kolay olur. Kendisinin yardım çağırma gibi şansını da elemiş oluruz,’ diye düşündü ancak Grag’i ikna etmesi gerekiyordu ve bunun kolay olacağını zannetmiyordu.

Kasaba halkı korkuyla bir dehşet verici haber daha bekliyor gibi duruyordu ve bundan dolayı moralleri de oldukça düşüktü. Ayrıca Grag’in bu sebepten ötürü harekete geçmeyeceğini düşünüyordu çünkü eğer kasabaya direkt bir saldırı düzenlenirse kendisi korumak için burada olmamış olacaktı.

Ancak Alastair kendisinin vereceği haberlerin gayet inandırıcı ve teşvik edici olduğuna inanıyor, buna güveniyordu. Eğer böyle bir şey olmazsa kendisi verilerini toplayıp pılını pırtısını toplayıp akademiye gidecek ve problemi çözmesi için başkasına vermiş olacaktı.

‘Acaba Arashi’nin görevi almasına izin mi verseydim? Belki grubundan birkaç kişiyle o kolayca halledebilirdi.’

Alastair bunu düşününce fark etmeden kaşlarını çattı ve sesli bir nefes verdi.

Bulunduğu güçsüz konum midesini bulandırıyor, nefretle dolmasına sebep oluyordu.

“Geldik efendim,” diyen kızın narin figürüne yakışan ilkbaharın yeşillikleriyle dolu fısıltısı kendisini düşüncelerinden ayırdı.

Uzun kapının önünde derin bir nefes alıp üstünü düzeltti ve başını salladı hizmetçiye. Hizmetçi onun işaretiyle kapıyı açarken kendinden emin adımlarla içeriye girdi Alastair.

On iki kişilik yemek masasındaki yemeklere bakarken Alastair ne diyeceğini bilemedi.

Müsrifçe çeşit çeşit yemek yapılmıştı, masa kusursuz bir şekil donatılmıştı. O kadar çok yemek vardı ki birbirleriyle olan görüntüsü hiç de ilgi çekici değildi, tamamıyla ortaya ne varsa atılmış gibi duruyorlardı.

Alastair yemeklere bakarken midesi bulanmaya başladı.

‘Cidden… Bu kadar yemeğin yeneceğini mi düşünüyor bu adam? Güç gösterisi olsa bile bu kadar yemek yapılması gerçekten müsriflikten başka bir şey değil. Kesinlikle geri zekâlı!’

Alastair düşüncelerini gülümsemesinin arkasına saklarken An’a işaret verdi ve Grag’in karşısına oturdu.

An kendisinin oturduğu sandalyenin üstüne kondu, gözlerini masadaki yemeklere dikmişti. Alastair onun acıktığını ve onu da beslemesi gerektiğini de düşündü ama Grag’in bu konuda ne diyeceğini bilmediğinden vazgeçti.

‘Sonra hizmetçilerden isteyebilirim,’ diye aklından geçirdi.

Grag masanın bir diğer ucunda kendisine gülümseyerek bakıyordu.

“Umarım günün güzel geçmiştir. Harap olmuş bir şekilde geldiğinden endişelenmiştim ama yaralanmamışsın bile!”

“Gayet iyiydi diyebilirim. Yılansı varlıkların büyüye karşı direnci olmaması gerçekten işimi kolaylaştırmıştı.”

“Göründüğünden daha güçlüymüşsün ama bunlar yemek sırasında konuşulacak konular değil,” dedi ve ardından elini salladı.

İşaretiyle birlikte kenarda bekleyen hizmetçiler harekete geçti ve masadaki yemeklerle tabaklar hazırlanmaya başlandı.

“Evcil hayvanın da bir şeyler yer mi?” diye sordu Grag, gözleri parıldıyordu baykuşa bakarken.

“Sizin için bir sakıncası yoksa elbette.”

Grag kahkaha attı ve elini iki yana salladı.

“Ne sıkıntısı olacak ki? Ona da bir tabak hazırlayın!”

Alastair yemeğin müsrifliğini bir kenara bırakarak kendisini doyurmaya odaklanmıştı. An da aynısını yapıyor, iştahla kendisine hazırlanan tabağını mideye indiriyordu.

---

Çalışma odası oldukça sıradandı. Etrafta yine tablolar ve el yapımı vazolar bulunuyordu.

‘Ne kadar vazo ve tablo var bu malikanede?’ diye düşündü tablolardan birini incelerken.

Tablo genç bir kadının bir baloya girişini resmediyordu. Üzerinde kırmızı renkte göz alıcı bir elbise vardı, gerdanını ve omzunun bir kısmını açığa çıkarmıştı. Genç kadın merdivenlerden iniyordu ve bütün balo odasının gözleri kendisinin üzerine çekilmiş durumdaydı.

“Merhume eşim,” diyerek elinde iki küçük bardak ve bir şişe ile geldi Grag. “Kendisiyle akademinin düzenlediği bir baloda tanışmıştık.”

Alastair sesindeki özlemi hissedebiliyor, hatta neredeyse görebiliyordu. Grag gerçekten de eşini sevmiş biri gibi duruyordu.

“Başın sağ olsun.”

Grag üzgün bir şekilde gülümsedi ve ardından derin bir nefes alarak balkona doğru işaret etti.

“Alkol kullanmamayı tercih ediyorum,” diyerek sözüne başladı hemen oturmadan önce. “İşimi yaparken kafamın bulanıklaşmasını istemiyorum.”

Grag kahkaha attı. Deminki özlem dolu hali bir anda yok olmuş gibiydi.

“Sen de kendisini tamamen adayanlardansın, değil mi? Hiçbir şekilde eğlencede gözü olmayan, tamamen işine odaklı sıkıcı şerefsizlerden.”

Alastair bir şey demedi ve sadece omuz silkti. Gözlerini gecenin rahatlatıcı görüntüsü üzerinde dinlendirmeye başladı.

“Ben direkt konuya gireceğim Bay Grag,” demiş ve içkisini dolduran adamın dikkatini anında kendisine çekmişti. “Bu gece bu karmaşanın sebebi olan büyücünün inini basmamız gerektiğine inanıyorum. Bu sayede kendisi yardım çağırmadan işini halletmiş oluruz.”

“Böyle bir şey yapabileceğimize gerçekten inanıyor musun? Şövalyelerin ne durumda olduğunun farkındasın, değil mi? Hepsi arkadaşlarının ölümü ve o korkunç canavarların varlığı yüzünden korkmuş, dehşete durmuş durumda. Se---”

“Çocuklar, gençler, kadınlar ve bebekler…” dedi ve bir süre sustu Alastair adamın anlaması için zarar verirken. “Hepsi bu büyücü tarafından o yaratıkları yapmak için acımasız deneylerde kullanılıyor. Yılandan edindiğim bilgiye göre bunu yapmaya devam edecek ve sonucunda bu kasaba tamamen yerle bir edilmiş olacak.”

“…”

Grag bir şey diyemedi. Şövalyeleri eğer bir şey yapmaya teşebbüs etmezse kendisinin de ilerleyemeyeceğini biliyordu.

“Onlara intikam için bir şans vermiş olursunuz. Ayrıca bu görevde sizin de yardımınıza ihtiyacımız olacak. Büyücü Çırak 1. Seviye bir büyücü.”

Grag dişlerini sıktı ve doldurduğu bardağa bir bakış attı. Bardağı kafasına dikti ve ayağa kalktı, “Pekâlâ o zaman. Umarım dediğin gibi intikamımızı alabiliriz yoksa…”

Alastair başını salladı ve gülümsedi, ‘Düşündüğümden kolay oldu. Küçük bir ittirme gerçekten yetiyormuş.'






Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 47022 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr