(Wukong)-Bu savaş daha bitmedi ha? Pekala. Sanırım son bir gösteri için hala enerjim var.
Wukong durumu çok kötü olmasına rağmen gülümsüyordu.
(Wukong)-Ama önce…
Wukong bir anda Ares’in önünde belirdi ve elini omzuna koydu. Tam o anda ise ayakları altındaki boşluk değişti ve kurak bir toprağa dönüştü.
(Ares)-Ha? Hoy! Neden dünyaya geri geldik!?
Geldikleri kurak topraklar, ağaçlarından arınmış olan dünyaydı. Wukong anlamsız bir şekilde onları yeniden dünyaya ışınlamıştı.
(Wukong)-Yanlış anlama. Bunu senin için yapmadım. Kalan enerjimle uzay boşluğunda dövüşseydik sen öldükten sonra dünyaya dönecek kadar enerjim kalmayacaktı. Böylesi daha iyi.
“Yine de buraya ışınlanmak için düşündüğümden daha fazla enerji harcadım. Umarım kalan enerjim onu öldürmeye yeter.”
Wukong’un yüz ifadesi oldukça sakin dursa da içten içe endişeliydi. Sonuçta düşündüğü gibi olursa az enerjisi yüzünden ölebilirdi. Yine de hala Ares’ten fazla enerjiye ve dayanıklılığa sahipti. Yani bir noktada kendisi azda olsa avantajlı bir durumdaydı.
(Ares)-Koca bir güneş sistemini silen o hareketin bile beni öldüremedi. Ama şu halinle beni öldürebileceğini mi düşünüyorsun?
(Wukong)-Sert çocuğu oynamak gerçekten takdir edilesi. Özelliklede 9 farklı yerden iç kanaman varken.
(Ares)-Tch. Çoktan farkındasın demek.
Ares yaralarını yok sayıp bir şeyi yokmuş gibi davranmış ve Wukong’un onu öldüremeyeceğini söylemiş olsa da yaraları Wukong’un gözünden kaçmamıştı ve bütün havasını söndürmüştü. Bu aşağılama sonrasında dilini şaklatmış ve sert bir ifadeye bürünmüştü.
(Wukong)-Elbette farkındayım. Böyle bir şeyi gözden kaçıracağımı düşünmedin umarım.
(Ares)-Her neyse. Şu anki enerji seviyenle beni yenemezsin.
Wukong her ne kadar Ares’in yaralarının farkında olsa da Ares’te haksız sayılmazdı. Mevcut durumda kendisi de Wukong’dan farklı bir konumda değildi tabii ama yine de yenileceğini düşünmüyordu. Koca bir güneş sistemini yok edecek kadar güçlü bir saldırıdan kurtulduğu için kendisine duyduğu güven hiç olmadığı kadar yüksekti.
(Wukong)-Haklı olabilirsin. Ama ben yine de bu kadar emin olmazdım.
Wukong kalan son gücüyle koşmaya başlayınca Ares’te aynı şekilde karşılık verdi ve koşmaya başladı. İlk yumrukları aynı anda birbirlerinin suratında patladı ve ikisi birden yere düştüler. Wukong kuyruğunu kullanarak kendisini ayağa kaldırdı ve yerde yatan Ares’in üzerine atladı.
Ares dönerek bu saldırıdan kaçındı ve ellerinden destek alarak kendisini ayağa fırlattı. Sonra da ileri atılarak bir tekme savurdu. Wukong ise eğilerek tekmeden kaçındı ve bir aparkat atarak Ares’i havaya fırlattı.
Sonra da hiç beklemeden zıpladı ve bir tekme atarak Ares’i sertçe yere çiviledi. Yere çakılan Ares acı içinde inledi ve kan kustu. Bedeni çoktan sınırlarını aştığı için değil dövüşmek hareket etmek bile canını yakıyordu.
Yine de şanslıydı ki Wukong’da aynı durumdaydı. O yüzden şu an kullandığı güçten daha fazlasını kullanamıyordu. Bedeni artık acıya dayanamıyor ve yaptığı her harekette ölüyormuşçasına sızlıyordu.
Ares, Wukong’un bir anlık durgunluğundan yararlandı ve hemen ayağa kalkarak koşmaya başladı. Wukong’u karnından yakaladı ve onunla birlikte koşmaya başladı.
Wukong bu hamleden kurtulmak için birkaç kez dirseğiyle Ares’in kafasına vurmuş olsa da Ares durmamış ve koşmaya devam etmişti. Koşmuş koşmuş ve koşmuştu.
En sonunda yerden biraz yüksekte olan bir kaya görünce de hızını biraz daha artırmış ve var olan tüm gücüyle oraya çarpmıştı. Wukong’u sıkıca sarmalamış olduğu için Wukong sert bir şekilde kayaya çarpmıştı ve omurgası hasar görmüştü.
Çarptıktan sonra acıyla bağırmış ve kayanın üstüne uzanmıştı. Daha doğrusu Ares onu zorla kayanın üstüne yatırmıştı. Ardından da yumruklamaya başlamıştı. Bedeninde kalan gücün her zerresini kullanarak yumruklar atıyordu.
Wukong yediği her yumrukta biraz daha sarsılıyor ve bilincini yitiriyordu. Ares ise elleri parçalanmasına rağmen inanılmaz bir hırsla yumruklarını sıralamaya devam ediyordu. Wukong yediği onca darbeye rağmen hala kendinden geçmemişti ve bayılmamak için diretiyordu. İnanılmaz bir azmi vardı.
(Wukong)-Kalk ÜSTÜMDENNN!!!
Aniden bağırdı ve ayaklarını Ares’in karnına yerleştirerek fırlattı. Ares geri savrulunca da derin derin nefesler aldı ve kafasını iki yana hızla salladı.
“Fazla zamanım ya da şansım kalmadı. Kalan son enerjimle bunu yapabilmeliyim.”
Wukong ellerini birleştirdi ve kalan son enerjisini ellerine gönderdi. Elleri parlamaya başladı ve o anda hiç beklenmedik bir şey oldu. Yerde binlerce delik açıldı ve içinden bir şeyler çıkmaya, büyümeye başladı.
Büyüyen bu şeyler hızla şekil aldı ve Wukong’un birebir kopyası haline geldiler.
(Ares)-Sen ne zaman…
Wukong’un kopyalarını gören Ares’in gözleri kocaman açıldı.
(Ares)-Sakın bana.!?
(Wukong)-Hahahaha. Aynen öyle. Form değiştirdiğim sırada yere dökülen kıllarım. Daha en başından böyle bir şey olabileceğini düşünerek onları toprağa gömmüştüm. Neden dünyaya döndüğümüzü sormuştun değil mi? Derdim burada ölmek falan değil.
(Ares)-Bunu yapana kadar beni uzay boşluğunda bırakarak buraya geri dönebilirdin. Sonuçta uzayda kalsaydım eninde sonunda ölecektim.
(Wukong)-Haklısın. Ama ben onurlu bir savaşçıyım. Seni orada bıraksaydım bunu onuruma yediremezdim.
Wukong bu sözlerinde en ufak bir dalga bile bulundurmuyordu. Söylediği her şeyde ciddiydi. Savaşçı olarak derin bir onuru olduğunu düşünüyor ve bu onura ihanet etmek istemiyordu.
(Ares)-Desene onurun senin sonun olacak.
(Wukong)-Bana ulaşmayı başarabilirsen sonum olur evet. Ama şu anki halinle 84 bin kişilik bir orduya kafa tutmana imkan yok.
Wukong derin bir nefes aldı ve…
(Wukong)-Saldırın!
Onu ordumu kullanmadan yenmeyi planlamıştım ama…kafa bantsız saldırılarımın bu kadar çok enerji harcayacağını tahmin etmemiştim.”
Wukong’un emrinden sonra bütün kopyaları aynı anda Ares’in üzerine koşmaya başladı.
(Ares)-Gelin bakalım soktuğumun sahte maymunları sizi!!!
***
Sessizlik.
Kan kokusu.
Bu sessizliği bozmak istemediği için sessizce esen ve aynı anda toprağa işlenmiş kan kokusunu daha geniş bir alana yayan soğuk rüzgar.
Şu anda savaş alanında hakimiyet süren şeyler bunlardı.
Etraf oldukça hareketsizdi. Hava çok sakindi. Gökyüzünde tek bir bulut bile yoktu.
Çevrede bulunan tek şeyler küçük bir kaya ve hareketsiz duran iki bedendi.
.
.
.
Wukong bilinci yarı kapalı bir şekilde Ares’in kendisini çarptığı kayaya yaslanmıştı ve öylece oturuyordu. Birkaç metre ilerisinde ise sol kolu kopmuş bir şekilde Ares yatıyordu.
Bu iki hareketsiz bedeni birbirinden ayıran tek şey ise Wukong’un hala nefes alıyor olmasıydı.
“Başardım.”
Diye düşündü. Yüzünde hafif bir gülümseme vardı.
“Ah. Bilincim kapanıyor.”
Bilincinin kapandığının farkındaydı. Öyle çok enerji harcamıştı ki hala ölmemiş olmasına şaşıyordu. Ama gerçekten de başarmıştı. Ares’i öldürmüştü.
Ares 84 bin kişilik ordunun arasına dalarak kahramanca bir mücadele vermiş ancak en sonunda dayanamayarak ölmüştü.
İkili arasında geçen destansı savaşın galibi Maymun Kral Wukong olmuştu.
Wukong sessizce bilincinin kapanmasını beklerken tam önünde bir boyut kapısı açıldı ve oldukça
kaslı, büyük bir figür dünyaya giriş yaptı.
“Bu kim şimdi..? Biraz rahat bırakın beni.”
Wukong daha fazla dövüşmek istemiyordu. Biliyordu ki şu anda ayağa kalkarsa daha tam kalkamadan düşecek ve hayatına veda edecekti.
Kapıdan giren büyük figür Wukong’un tam önüne geldikten sonra durdu ve konuştu.
(Herkül)-Benim adım Herkül. Seninle dövüşmeye geldim Maymun Kral Sun Wukong.
“Benimle…dövüş…meye mi..? Ah. Hareket edecek halim kal…ma…dı.”
Wukong halinin kalmadığını düşünürken bilinci tamamen kapandı ve başı aşağı düştü. Sonra da tüm bedeni eğildi ve yüz üstü yere çakıldı.
Herkül ise yere düşen Wukong’a doğru birkaç adım daha atarak ona yaklaşmaya başladı.
Epik Novel © 2017 | Tüm hakları saklıdır..