Ormanın derinliklerinde bir köpek gibi, arkasına bile bakmadan koşturmaya devam ediyordu. 15 dakikadır aralıksız bir şekilde koşuyordu ve artık zar zor nefes alıyordu ancak aklında durmak gibi bir düşünce yoktu.
Ayakları uyuşmuştu. “Dur artık!” diye haykırıyorlardı ancak Jones durmuyordu. Durmamak için inat ediyordu. İlk başlara göre çok yavaş koşuyordu ancak koşuyordu. Koşarken bir anda yön değiştirdi ve sağa dönerek koşmaya devam etti.
(Jones)-Özür dilerim! Özür dilerim! Özür dilerim!
Yön değiştirmişti çünkü ağaçların arasında bir çift kızıl göz görmüştü. Aslında orada bir şey yoktu ancak Jones çoktan hayal görecek seviyeye kadar delirmişti. Karanlığın içinde yaşadığı olaylar akıl sağlığını birkaç dakika içinde en dibe yaklaştırmıştı.
Yarım saat daha koştuktan sonra daha fazla dayanamamış ve yere çakılmıştı. Yerde biraz sürüklenmiş ve suratını çizmişti. Çizilen yanağı hemen kanamaya başlamıştı. Onun yere düştüğünü gören çevredeki insanlar ise hemen ona yardıma koşmuş ve yerden kaldırmışlardı.
Ancak Jones tüm gücüyle kollarını çekmek için çabalamıştı.
(Jones)-Dokunma bana! Canavar! Canavar! Lütfen dokunma bana!
Jones kendisine yardım etmeye gelen insanları bile karanlık bir aurayla görüyor, gözleri kırmızı olmasa bile öyle zannediyordu. Şu anda kendisine yardım etmeye çalışan herkesi o karanlık figür olarak görüyordu.
(Jones)-Dokunmayın dedim!
Etrafını saran karanlık figürler bütün vücudunu parçalayacakmış gibi hissediyor ve bunun olmasını istemiyordu.
Şans eseri orada devriye gezen bir grup asker kalabalığı gördüler ve ne olduğunu kontrol etmek üzere araya girdiler.
(Asker)-Açılın! Açılın! Ne oluyor burada!?
Askerlerden birisi doğrudan kalabalığın içine girdi ve kalabalığı dağıttı. Tamamen olmasa da dağıtmaya çalıştı en azından. Orada bulunan esnaflardan birisi ise…
(Esnaf)-Bilmiyoruz. “Özür dilerim” diye bağırarak bir anda buraya girdi ve sonra da takılıp yere düştü. Yardım etmek istedik ama bize canavar diyerek yardımı reddetti.
(Asker)-Tamam. Siz etrafından çekilin önce. Ah…
Asker o anda yerde yatan ve kafayı yemiş gibi davranan bu kişinin kim olduğunu anladı. Hemen yanındaki askerlerden birine döndü ve…
(Asker)-Hemen Prenses Betty’ye haber verin.
Yerde yatan kişinin Jones olduğunu bilmişti çünkü daha önce birkaç defa onu görme şansı olmuştu. Çok uzun süreli olmasalar da birkaç defa gördüğü için zihninin bir kenarına kazınmıştı. Sonuçta Prenses Betty’nin adamlarından biriydi.
***
(Betty)-Ne olmuş bu gerizekalıya?
(Asker)-Bilmiyoruz Prensesim. Fakat onu buraya getirmek çok zordu. Ne zaman onu tutmaya çalışsak bizden kurtulmaya çalıştı ve canavar diye haykırmaya başladı.
Askerler Prenses Betty’ye haber verdikten sonra Betty, Jones’i getirmelerini emretmişti. Jones getirilirken çok sorun çıkarmış ve askerin dediklerini yapmıştı. Birisi ona dokunduğunda aşırı derecede agresif davranışlar sergiliyordu.
(Betty)-Ne oluyor lan bugün burada!? Önce deprem oldu, sonra Saint aptalı kayboldu şimdi de Jones salağı kafayı yedi. Birisi ormana zehir falan mı bıraktı be!?
Betty yumruklarını ve dişlerini sıkarak konuşmuştu. 1 tane kadını yakalamak ne kadar zor olabilirdi ki? İşin en tuhaf olan tarafı ise, ortadan kaybolan kişi sadece Saint değildi. Onunla birlikte giden herkes kaybolmuştu.
Şu noktada Betty’nin düzgün bir yalan bulması gerekiyordu çünkü BloodWood ailesinin prensi olacak olan kişinin, yani Saint’in kaybolduğunu söylerse çok büyük yaygara çıkardı. Hatta isyan çıkma ihtimali bile vardı çünkü BloodWood ailesi BloodWife İmparatorluğunun askeriyesinden sorumluydu. Ellerinde milyonlarca asker vardı ve isyan yapmaya kalkarlarsa BloodWife İmparatorluğu dağılmasa bile diğer imparatorluklar tarafından hedeflenecekti ve bu durum da Betty için hiç iyi olmazdı.
Sonuçta Betty bütün dünyanın sahibi olmayı planlayan birisiydi.
“Pekala. Şimdilik durumu idare etmek için basit bir yalan yeterli olacaktır.”
(Betty)-Asker. Git ve BloodWood ailesinin kralına, oğlunun uzun süreli bir göreve gittiğini bir süre geri gelemeyeceğini bildir.
Betty hemen emrini verdi ve asker odayı terk etti. Sonra da diğer askerlere döndü ve…
(Betty)-Şu işe yaramazı da mahzene atın. Kendine gelene kadar da ne yemek ne su, hiçbir şey vermeyin.
(Askerler)-Emredersiniz prensesim!
Askerler hemen Jones’i tuttular ancak Jones bir anda kanatlarını çırptı ve askerleri etrafa fırlattı.
(Jones)-Yanlış hatırlamıyorsam bu bedenin sahibi size onlarca defa “dokunmayın bana” demişti.
Jones yavaşça ayağa kalktı ve o anda Betty gerilerek geri adım attı. Geri adım attı çünkü Jones’te bariz bir değişiklik vardı.
(Betty)-U-uzak dur benden! Ben senin efendinim!
Az önceye kadar kibrinden geçilmeyen Prenses Betty bir anda kekelemeye başlamıştı. Çünkü Jones’in kırmızı saçlarına uyumsuz olan yeşil gözleri şu anda kızıl renkteydi ve korkutucu bir şekilde parlıyordu. Vücudu da karanlık bir aura tarafından sarmalanmıştı.
(Jones)-Sen benim efendim değilsin. Hiç kimse benim efendim değil. Ben sadece “Mutlak Olan”ın yerine burada bulunuyorum.
Betty istemsizce geri adım atarken odasının duvarına çarpmıştı. Gidecek daha fazla yeri kalmadığı için olduğu yerde kalmak zorunda kalmıştı. Aniden korkutucu bir hale gelen Jones ona geri adım attırıyordu ve bu durum hiç hoşuna gitmiyordu.
(Betty)-Mutlak Olan mı? Ha… hah. Burada benden başka kimse mutlak olam…
Jones’in aurası bir anda parladı ve odanın tamamı yıkılma eşiğine geldi. Hem de göz açıp kapayıncaya kadar. Duvarlar parçalandı ve pencereler çatladı.
(Jones)-Sen yalnızca ailesi tarafından fazlaca şişirilmiş 14 yaşındaki bir çöp parçasısın o kadar. Sakın kendini büyük görmek gibi bir hata yapma. Anladın mı beni? Yerini bil!
Jones, Betty’nin dibine kadar girmiş ve kızıl gözlerini Betty’nin gözlerinin içine dikmişti. Betty ise korkudan tir tir titriyordu. Jones biraz daha üstüne gitse kesinlikle altına kaçırırdı. Ancak Jones daha fazla devam etmedi ve sakince geri çekildi.
(Jones)-Ayrıca, o kadından da uzak dur. Aksi takdirde…
Odanın içinde bulunan her şey bir anda paramparça oldu ve etrafa saçıldı. Hem de tam anlamıyla her şey. Perdelerden halıya kadar her şey. Odada sağlam kalan tek şey Betty’ydi.
(Jones)-Yeterince açıklayıcı olduğumu düşünüyorum. Öyle değil mi?
Betty korkuyla başını salladı ve Jones’i onayladı.
(Jones)-Şimdilik gidiyorum. Umarım “Mutlak Olan” hatıralarını geri kazanıncaya kadar sessiz kalırsın. Yoksa başına hiç iyi şeyler gelmez.
Jones daha fazla konuşmadı ve doğruca pencereye yönelerek dışarı çıktı. Uçarak uzaklaşmaya başladı. Betty ise yalnızca onu izlemekle yetindi. Ancak o anda bir kez daha beklemediği bir şey yaşandı ve…
(Jones)-Hayır! Hayır! Yapma! Ya…
Jones uçarken nedensiz bir şekilde korkuyla bağırdı ve sonra da bir anda patlayarak parçalandı. Ve sanki ayarlanmışçasına bir organ Betty’nin yanı başına düştü.
Betty o anda iyice gerildi ve hızla ayağa kalkıp koşarak odasını terk etti.
Onu kaçırtan son damla ise o organ olmuştu. Betty’nin yanı başına düşen o organ…
-Jones’in kalbiydi.
***
Efsane, yemeği hazırladıktan sonra Eliza ile birlikte mutfakta yemişti ve onlar yemeği yiyene kadar yemek iyice soğumuştu. Yaptığı hemen basitti. Tavuğu önce haşlamış sonra da iyice parçaladıktan sonra kızartmıştı. Güzelce baharatlarını atmış ve harika bir aroma elde etmişti. Sadece koku bile insanı fazlasıyla cezbediyordu.
Yemeği yiyip masayı toparladıktan sonra soğuyan yemeği bir tabağa koydu ve Ejder’in yanına gitti. Tabii yanına ekmek almayı da unutmadı.
(Ejder)-Bir şey sorabilir miyim?
(Efsane)-Tabii.
(Ejder)-Ben baygınken beni hiç besledin mi? Ya da bir şeyler içirdin mi?
(Efsane)-İlk başlarda yapmayı düşündüm ancak uzun bir süre yapmadım. Sonra bir ara denedim fakat çeneni elimle hareket ettirip yemekleri çiğnetmeme rağmen yutmadın. Doğal olarak tabii. Baygın birisinin yutma eylemini gerçekleştirmesine imkan yok. Aynı şekilde hiçbir şeyi içmedin mi? Yani hayır. Neden sordun ki? Bir şey mi oldu?
Efsane basit bir açıklama yaparak durumu izah etmişti ancak Ejder’in bu soruyu neden sorduğunu hala anlamamıştı.
(Ejder)-Bir şey olmadı. Ama dediğine bakarsak 7 aydır bir şey yemediğim anlamına geliyor. Ancak tuhaf bir şekilde hiç acıkmış ya da susamış hissetmiyorum.
Ejder gerçekten de herhangi bir açlık ya da susamışlık hissetmiyordu. Bunu başından beri fark etmişti ancak Efsane yemek yapmaya başlayınca tamamen anlamıştı. Aç değildi. Susamamıştı da. Sanki bu tür şeylere ihtiyacı yokmuş gibiydi.
(Efsane)-Aç değil misin? Yemeyecek misin o zaman?
Efsane bir anda üzgün bir ifade takınmıştı ve morali bozulmuştu. Yaptığı yemeğin yenmesini istiyordu. Ejder’i kendi elleriyle beslemek istiyordu.
Ejder’de Efsane’nin moralinin bozulduğunu hemen fark etmiş ve…
(Ejder)-Yiyeceğim yiyeceğim. Sadece açlık hissetmiyorum dedim. Kokusu hala çok çekici.
Ejder paniklememiş olsa da hafiften paniklemiş gibi davranarak Efsane’nin kıkırdamasını sağlamıştı. Yüzü gülmeye başlayan Efsane bir parça kopardı ve Ejder’e yedirdi. Ardından da kaşığı tavukla doldurarak ekmeğin hemen üzerine yedirdi.
(Ejder)-Yemek yapmakta bayağı iyisin.
Ejder lokmasını yuttuktan sonra Efsane’yi övmüştü. Ve yalan söylemiyordu. Efsane gerçekten iyi bir aşçıydı ve yaptığı yemekler her zaman kusursuz olurdu. Bu yüzden de Eliza onun yemeklerini çok seviyor ve her zaman farklı yemekler yapmasını istiyordu. Yaptığı her farklı yemeği de büyük bir iştahla yiyordu.
Efsane zaman zaman Eliza’nın kilo alacağını bile düşünüyordu.
Ejder’in övgüsünden sonra yanakları kızaran Efsane utangaçlığını saklamaya çalışarak Ejder’e bir lokma daha yedirdi.
Epik Novel © 2017 | Tüm hakları saklıdır..