Eirno'nun Bakış Açısı:
Doğduğumdan beri içimde bitmek bilmeyen bir merak vardı. Fakat bu merak kitap okuyarak ya da başka kaynaklardan bilgi edinerek geçiştirilecek bir heves değildi. Tamamen deneyimleyerek tatmin olabileceğim şeyler arıyordum.
Kendi kendime okuma yazmayı öğrendim. Bu sadece başlangıçtı.
Köy kütüphanesinde bulduğum bilim kitaplarını okumaya çalıştım. Aklım henüz bunlara anlayacak kadar geniş kapasiteye ulaşmamıştı fakat kendi kendime yapabileceğim bitkisel deneyleri denemek istedim.
Bir çok kez zehirlenmenin eşiğine geldim. Bu başarısız sonuçların ardından anladım ki bu bitkisel deneyler için henüz yeterince büyümemiştim. Bu yüzden merakımı fizik ve matematik alanına yönelttim.
Altı yaşıma geldiğimde köy okuluna başladım. matematikten keyif alıyordum fakat bu merakımı tatmin etmiyordu.
Ben de kendimi gezerek keşfetmeye adadım. Daha doğrusu şuan yaşımdan dolayı sadece köyün ardında bulunan ormanda küçük gezintiler yapabiliyorum. Dokuz yaşıma bastığımda bu işi biraz daha önemsemeye başladım ve etrafta bulduğum küçük mağaraların içine biraz göz attım.
Evet tahmin edebileceğiniz üzere yetimhanedekilere büyük bir bela olmuştum fakat kimin umrunda? hehe!
Henüz gerçekten anlatmaya değer bir şey bulamadığımı sanıyordum ta ki birkaç hafta önce şans eseri bulduğum siyah baloncuğu takip edene kadar.
Siyah baloncuğu ilk gördüğümde ne olduğuna anlam verememiştim. Parlıyordu ve süzülüyordu. Nereye gittiğini öğrenmek için takip ettim fakat ormanın belli bir kısmına geldiğimizde ortadan kayboldu.
Ertesi gün yeniden ormana geldim ve siyah baloncukla yeniden karşılaştım. Takip ettim ve önceki günden biraz daha fazla ilerledik ama belirli bir yerden sonra tekrardan kayboldu.
Sonraki gün bir daha.
Ondan sonraki gün de. Hatta yaklaşık bir hafta boyunca aynı şeyi yaptım. Sonunda bir mağaranın girişine ulaşmıştık. Siyah baloncuk hiç olmadığı kadar parlıyordu.
"Ne? Beni içeri mi çağırıyorsun?"
Cevap gelmedi.
Siyah baloncuk mağaradan içeriye doğru süzüldü.
Takip etmeye korkuyordum. Mağaralar tehlikeli olabiliyordu bu yüzden dokuz yaşındaki bir çocuğun içeri girmesi hiç mantıklı bir davranış olmazdı.
Tabi ki merakım mantığıma ağır bastı. Buraya kadar geldikten sonra bomboş geri dönemezdim. Derin bir nefes aldıktan sonra mağaradan içeri girdim.
Bir süre ilerledikten sonra bir yokuş karşıma çıktı. Gerçekten buradan aşağı mı kaymam gerekiyordu? Biraz tırsmıştım.
Aşağıdan gelen değişik bir hava seziyordum. Bu hava bedenime çarptıkça beni cezbediyordu.
Elbette bu meraklı yumurcak bu havanın kaynağını öğrenmeden geri dönmeyecekti. Yokuştan aşağıya doğru son sürat ilerledim.
Yokuşun sonuna vardığımda büyük bir kristalin yolumu tıkadığını gördüm. Siyah baloncuk beni kristalin önünde bekliyordu.
"Yolun sonu burası mı? Boşa mı geldim bunca yolu?"
Siyah baloncuk süzüldü ve sağ elimi içine çekti.
"WUHAAA! Bu şey elime yapıştı aaaaaaaahhhhhh!"
Açıkçası her şey bir anda geliştiği için korkmuştum.
Siyah baloncuk elimi çekti ve kristale doğru sürükledi. Kristale dokunduğum anda siyah baloncuğun ne yapmaya çalıştığını anladım.
Sanki sudaki yansımama dokunuyormuşum gibi elim kristalden içeriye geçiyordu.
"Ah! Demek burası bir geçit. Buradan ilerlememi mi istiyorsun?"
Korkuyordum fakat ilerlemeye devam ettim.
Kristal geçidin öteki tarafına geçtiğimde sanki bir canavarın midesindeymişim gibi görünen bir odaya ulaştım. Oda sanki nefes alıp veriyormuş gibi şişip iniyordu. Hatta damarlara benzeyen borular tüm odayı dolanıyor ve odanın orta noktasında birleşiyordu.
Boruların birleştiği yerde ise avuç içim kadar büyüklükte kanatlı bir canlı yatıyordu.
Siyah baloncuk uçtu ve kanatlı canlının içine girdi.
Hemen ardından kanatlı canlı gözlerini açtı fakat yattı yerden kalkmadı. Daha doğrusu kalkmayı beceremiyor gibiydi.
"Hoş geldin çocuk. Benim yardımcımı takip ederek buraya ulaşabilmene sevindim."
Ses tüm odada yankılandı.
"Sen tam olarak nesin ve benden ne istiyorsun?"
Sesim titriyordu.
"Ben bir periyim."
Aslında bunu anlamıştım. Okuduğum kitaplardaki peri çizimlerine çok benziyordu.
Ormanda bir mağarada olduğuna göre orman perilerinden biri olmalıydı. Bu periler ormanın koruyucularıydı fakat burada ne işi vardı?
"Senden yardım istiyorum."
"Ne yardımı?"
"Gördüğün üzere bedenim zor durumda. Saldırıya uğradıktan sonra buraya kaçarak geldim ve kendimi iyileştirebilmek için burayı oluşturdum fakat bu yeterli olmadı. iyileşmem için yardımına ihtiyacım var."
"Sana ne saldırdı da bu duruma düştün? Hem benim gibi küçük bir çocuk senin ne işine yarar?"
Yavaşça periye doğru yaklaştım. Gerçekten muazzam görünüyordu. İlk defa siyah kanatları ve koyu renk teni olan bir peri görüyordum. Kitaplarda orman perilerinin hep açık renk ten rengine ve renkli saçlara sahip olduğu yazıyordu.
"Biliyorsun orman perileri çok değerli varlıklardır. Bir tanesini yüzlerce altına satabilirsin. Bu yüzden bizi avlamak isteyen çok fazla kişi var."
Zavallı peri avcıların saldırısına uğramıştı. Acaba gidip köydekilere haber versem bir yardımımız dokunur muydu?
"Senden tek bir isteğim var. Eğer bana yardım edebilirsen iyileştiğimde seni ödüllendiririm."
Ödül mü? İşte tam benlik bir görev.
"Elbette. Ne yapmamı istiyorsun?"
"Kendimi iyileştirebilmem için son bir aşama kaldı. Burada oluşturduğum her şeyin düzgün bir şekilde çalışması için ileride duran kağıttaki çizimlerin yere çizilmesi lazım."
Eliyle işaret ettiği kağıda doğru yürüdüm ve kağıdı elime aldım. Kağıda değişik simgelerle dolu bir daire çizilmişti.
"Peki bunu nasıl çizeceğim?"
"Acıya dayanabilir misin? Eğer cevabın evet ise yerdeki taşları kullanarak elinde küçük bir yara aç ve kanını kullanarak çiz."
Kanımla mı? Gerçekten böyle bir şey yapmak mantıklı mıydı?
"Bunu yapmak zorunda mıyım? Başka bir yol bulabiliriz."
"Başka bir yolu yok. Eğer bu kısa süreli acıya dayanırsan karşılığında seni muazzam ödüller ile ödüllendireceğim. Hatta içindeki merakı dindirmene yardımcı olacağım. Biliyorum öğrenmek istediğin bir çok şey var. İçin kıpır kıpır ediyor. Bana güven pişman olmayacaksın."
Merakım mı? Bak bu gayet güzel bir teklife benziyor.
Yerden sivri bir taş aldım ve sol elime küçük bir çizik attım. Yaradan akan kanı kullanarak kağıttaki sembolleri çizmeye başladım.
İçinde bir huzursuzluk vardı fakat içimdeki bu kıpırtılı hissi dindirecekse kesinlikle ona yardım etmeliydim.
"Tamam hepsi bitti."
"Teşekkürler çocuk."
Peri yattığı yerden havaya yükseldi ve ışıldamaya başladı.
"ΣŢựώЂζ"
Anlamadığım birkaç sözcük fısıldadı ve hemen ardından yere çizdiğim semboller parıldamaya başladı.
"AAHH! İyi hissettiriyor. Bir iblise bu kadar çok yardımda bulunmuş olmandan ötürü seni ödüllendireceğim çocuk."
Dur! Ne? Bir iblis mi?
AAAAAAAAAHHHHHKKKKK!
Gözlerim kararıyor bedenim uyuşuyordu. Dizlerimin üstüne düştüm.
Kollarım yanıyordu.
Boğazım düğümlenmişti.
Nefes almakta zorlanıyordum.
Ve hepsi aynanda gerçekleştiği için ölüyormuşum gibi hissettiriyordu.
Damarlarım şişti. Ağzımdan ve burnumdan kanlar fışkırıyordu.
Peri kılığına gizlenmiş iblis süzülerek yanıma geldi. Zemine çizdiğim semboller zeminden koparak havaya yükseldiler.
"Bu güçsüz halimle bile zayıf insan çocuğunun bedenini ele geçirebilirim. Teşekkür ederim aptal çocuk. Sonunda ruhuma yeni bir ev bulabildim."
Son duyduklarım bu sözcüklerdi. Hemen ardından bilincimi yitirmiştim.
**
Gözlerimi yeniden açtığımda yetimhanedeki yatağımda yatıyordum. Hemen yatağımın yanındaki sandalyede Treves oturuyordu.
"Ah demek sonunda uyandın."
Yavaşça doğruldum.
"Ne oldu bana? Nasıl buraya geldim?"
"Seni köy meydanında baygın yatarken buldum ve hemen buraya getirdim. Çok şükür ki iyisin."
Köy meydanına nasıl gitmiştim? Hiçbir şey hatırlamıyordum. Az önce olanlar bir rüya mıydı?
"Uyandığını diğerlerine de haber vereyim sen yatmaya devam et."
Treves sandalyesinden kalktı ve kapıya yöneldi.
Tam bu sırada içimde saklanan bir dürtü açığa çıktı.
'AYAĞA KALK!'
Epik Novel © 2017 | Tüm hakları saklıdır..