Bölüm 259: Buz Tüyü Sarayı

avatar
8609 21

Emperor’s Domination - Bölüm 259: Buz Tüyü Sarayı


 

Bölüm 259: Buz Tüyü Sarayı

 

Li Qiye’nin grubu küçük vadiye ulaştığında kabir müzayedesi henüz başlamamıştı. Ancak Miras Antik Köşkü’nün mezar kazısı artık son aşamaya gelmişti ve toprak altında kalmış lahitin bir köşesi gözükmüştü.

 

Lahitin köşesinin ortaya çıktığını gören Sikong Toutian hemen Li Qiye’ye konuştu: “Bu mezar çok büyük gibi gözükmüyor. Belli ki bir Simya İmparatoru seviyesindeki birine ait değil. En iyi ihtimalle bir Efsanevi Simyacının mezarıdır.”

 

Bu noktada Sikong Toutian sıradan görünüşlü genç bir adama dönüşmüştü. Kendisini az önce görmüş olan biri bile bu halini görünce önceki halini unutur giderdi.

 

Bu velet bunca insanın önünde gerçek halini ortaya çıkarmaya cesaret edememişti. Tıpkı az önce Chi Xiaodie’nin söylediği gibi bu eleman birçok pis işe bulaşmıştı ve Doğu’nun Yüz Şehri’nin her yanında düşmanları vardı!

 

Li Qiye hiçbir şey söylememişti, dikkatini bölgeyi analiz etmeye vermişti. Ne düşündüğünü kimse bilmiyordu. Li Qiye hiçbir şey söylemediği için, Sikong Toutian da ağzından yanlış bir kelime çıkmaması için susmuştu.

 

Saygı konusunda dikkate değer bir geçmişi olmayan Sikong Toutian her zaman pervasız biri olmuştu ama şimdi önündeki kendinden genç adam karşısında epey ürküyordu.

 

Ortalara çıktığından beri hangi tehlikeyi atlatmamıştı ki? Büyük güçlerin atalarının bölgelerine girmeye cüret etmişti ve hatta bu güçlerin mezarlarını bile soymuştu! Ancak Li Qiye ile karşılaştıktan sonra tamamen korkuyla dolmuştu. Sezgisi ona bu genç adamın kesinlik dehşet verici biri olduğunu söylemişti – kendisini bütün yutsa kemiklerini bile tükürmeyecek biri gibi hissetmişti.

 

“Kız Kardeş Chi de gelmiş!” Li Qiye etrafa bakarken, Sima Longyun – etrafı yıldızlarla çevrili ay gibi – Chi Xiaodie’yi fark etmişti ve birden gözleri parlamıştı. Hemen hevesli bir şekilde onu selamlamak için yaklaştı.

 

Chi Xiaodie’nin ise Sima Longyun’u görünce yüz ifadesi yerin dibine batmıştı. Karşısındaki gururlu ve kendini beğenmiş görünüşlüden pek haz etmiyordu. Ancak Sima Longyun bunun hiç farkında değildi. Yine de yaklaştı ve coşkulu bir şekilde sordu: “Kız kardeş de mi antikalara teklif vermek için geldi? Ne istiyorsun?”

 

Chi Xiaodie karşısındakini görmezden gelmişti ve Chi Xiaodao bir kalkan gibi ileri çıkmıştı. Yüzüne bir dost canlısı bir ifade takınmaktan başka seçeneği yoktu ve gülümseyerek konuştu: “Ee kardeş Sima, antik bitkiler için mi buradasın? Duyduğuma göre Altın Vahşi Boğa Fiziğinin büyük tamamlanma aşamasındaymışsın, tebrikler.”

 

İşin aslı Chi Xiaodao da Sima Longyun ile konuşma konusunda isteksizdi. Herkes Sima Longyun’un ablası hakkındaki niyetlerinin farkındaydı ve bu bir sır değildi.

 

Chi Xiaodao ondan hoşlanmasa da gene de yüzüne dostça bir gülümseme takınıp bu elemanı selamlamıştı.

 

“Kardeş Chi benimle dalga geçiyorsun!” Sima Longyun epey duyulabilir bir kahkaha patlattı, gururlu tavrını hiç de gizleme niyeti olmadığı belli oluyordu. Gülümseyerek cevapladı: “Değerli kapınızın muhteşem manzarasını ziyaret ettiğim bir günde, umuyorum ki Aslan Kükreyişi Cennetsel Kralı bana yüce Ölümsüz Fizik Kanunları hakkında bir iki şey öğretir.”

 

Aslan Kükreyişinin Cennetsel Kralı, Chi Xiaodao’nun dedesiydi ve aynı zamanda kapının başındaki kişiydi. Ancak uzun süredir inziva meditasyonundaydı.

 

Sima Longyun’un sözleri Chi Xiaodao’nun kalbini titretmişti. Hemen cevapladı: “Kardeş Sima Aslan Kükreyişi Kapı’mız ile alay mı ediyorsun? Aslan Kükreyişi Kapısı sadece küçük bir tarikat; bizde Ölümsüz Fizik Kanunu yok. Atalarımın bıraktığı eşyalar düşüş zamanlarımızda çoktan kaybolmuş.”

 

Bu Chi Xiaodao’nun en çok korktuğu şeydi! Dedesinin atası Aslan Kral Ba Xian’dı. Bu Aslan Kral Ba Xian’ın arkasında yüce bir Ölümsüz Fizik Kanunu bıraktığı söylentisi vardı ancak Aslan Kükreyişi Kapısı, Aslan Kükreyişi Ülkesini kontrol ediyor olsa da, eski gücünde değildi ve büyük güçlerle kıyaslanamazdı. Chi Xiaodao ve kapının geri kalanı insanların bu konuyu konuşmasından tedirgin olurdu. Çünkü böyle bir erdem kanunu konusu tarikatı yıkabilecek bir felakete sebep olabilirdi.

 

Chi Xiaodao, Sima Longyun ile ilgilenirken, Li Qiye hiçbir şey söylemeden olduğu yerin coğrafyasını inceliyordu. Milyonlarca yıl geçince dağlar ve nehirler değişmişti. Li Qiye’nın hafızasında burasıyla ilgili özel bir anı yoktu. Aslında buraya nadiren gelirdi ve bu yüzden zihninde burası ile ilgili tozlanmış bir anı arıyordu.

 

Bu bizzat tecrübe ettiği bir şey yoktu; o zamanlardan kalma bir efsane, bir anekdot parçası vardı. Aslında o da burası hakkında dünyayı sallayacak bir şey ya da özel bir durum değildi; sadece geçerken duyduğu şeyler vardı. Şimdi burada dururken garip bir hisse kapılmıştı ve burasının o eski zamanlardan kalma bir meseleyle ilgisi olup olmadığını anlamaya çalışıyordu.

 

Bu sırada, Chi Xiaodie, Sima Longyun’dan nefret ettiği için Li Qiye’nin yanında duruyordu. Bu da Sima Longyun’un dikkatini çekmişti ki Li Qiye’ye bakarak sordu: “Sen kim olabilirsin? Pek tanıdık görünmüyorsun!”

 

Sima Longyun’un tavrı çok açıktı. Li Qiye’ye şöyle bir uyarıda bulunmak ister gibiydi - velet, yolumdan çekilsen iyi olur. –

 

Aynı anda düşük karakterli Sikong Toutian, Sima Longyun’un Li Qiye’yi kışkırttığını görmüştü ve başkalarının acılarından zevk alan biri gibi heyecanlanmıştı. Sima Longyun’un nasıl öleceğini görmek istiyordu. Bu velet sanıyordu ki sırf Öfkeli Ölümsüz Aziz Ülkesi’nden olduğu için her istediğini yapabilirdi. Heh, Li Qiye gibi birini kışkırtmak… Aziz ülkesinden gelse bile kesin canlı canlı yenirdi.

 

Sikong Toutian bizzat Li Qiye’nin harekete geçtiğini daha önce görmemişti ama bir hırsız ve kaliteli bir mezar soyguncusu olarak içgüdüleri gelişmiş biriydi ve bu içgüdüler Li Qiye’nin tarih öncesinde yaşamış son derece tehlikeli yaratıklardan bile daha korkutucu olduğu söylüyordu! Dışarıdan zararsız biri gibi gözükse de, bu çocuk kesinlikle dehşetin vücut bulmuş haliydi!

 

Sikong Toutian bu sezgisinin yanlış olmadığına inanıyordu. Yer altında seyahatler etmişti ve gölgelerde gizlenmişti, sayısız tehlikeyi yüzlerine karşı kandırmıştı ve aptal yerine koymuştu. Tehlikeli zamanlarda kendisini kurtaran hep bu sezgileri oluyordu.,

 

Yer altında korkunç ve uğursuz şeylerle karşılaşmıştı. Onların karşısında olmak ürkütücü bir duyguydu, kalbinin derinliklerinden yükselen bir korkuyu tetiklerdi ama o uğursuz şeyler bile Li Qiye’nin tehlikeli doğasına yakın değildi.

 

Başka birinin başının belaya girmesini keyifle izlemeyi bekleyen Sikong Toutian’ın aksine, Li Qiye hiçbir tepki vermedi. Bölgeye bakmaya devam ediyordu. Onun için Sima Longyun’un seviyesindeki biri üzerinde düşünmeye değmezdi. Sima Longyun’un kendisine konuştuğunu bildiği halde yüzüne bakmayacak kadar tembeldi.

 

Bu ismi bilinmeyen gencin kendisini görmezden gelmeye cesaret etmesi, Sima Longyun’un keyfini kaçırmıştı. Gözleri birden soğumuştu.

 

“Bu kişi benim arkadaşım.” Chi Xiaodao, Sima Longyun’un yüz ifadesini gördükten sonra işlerin kızışmasını engellemek için hemen araya girdi. Buraya Çürümüş Yer altı Fasulyesi için gelmişlerdi ve sorunsuz şekilde onu alıp gitmek istiyordu; Sima Longyun gibi birini kışkırtmayı özellikle istemiyordu!

 

“Öyle mi? Kardeş Chi’nin bu arkadaşı biraz fazla küstahmış!” Sima Longyun artık küçümseyici bir tavır almıştı.

 

O anda Li Qiye yavaşça arkasına döndü ve Sima Longyun’a baktı. Konuşmak ister gibi hafifçe ağzını açtı.

 

Ama kelimeler ağzından çıkamadan ilahi bir orkestranın inişi gibi haşmetli bir ilahi duyulmuştu tüm bunlar vadinin içindeki herkesi afallatmıştı.

 

Gökten yağmur damlaları gibi ölümsüz çiçekler dökülmeye başlamıştı. Herkes başını kaldırmış göğü izliyordu. Bu en garip şey de değildi. Çiçek yağmuru dindiğinde tatlı ama şatafatlı bir müzik sesi yankılanmıştı.

 

Sonrasında gökyüzünden kadınlar inmeye başladı. Kadınlar yere değdiği anda buz çiçekleri ayaklarının altında tomurcuklanarak onları tutuyordu.

 

Gökten bir anda inen bu kadınlar tüy desenli elbiseler giymişti ve yüzlerini kapayan ipeksi peçeler vardı. Sanki tanrıçalar cennetten dünyaya iniyordu.

 

“Buz Tüyü Sarayı da geldi!” Tomurcuklanan ölümsüz çiçekleri görünce Kraliyet Asilleri ve son nesilden Aydınlanmış varlıklar bile ciddileşmiş ve kendi aralarında mırıldanmaya başlamıştı.

 

Buz Tüyü Sarayı, Doğunun Yüz Şehri’ndeki en güçlü soylardan biriydi ve aynı zamanda Ölümsüz İmparator soyundan geliyordu. Yüksek ve karlı bir zirvede, Ölümsüz İmparator Bing Yu tarafından kurulmuştu! Ölümsüz İmparator Bing Yu kadim zamanlardan beri gelmiş az sayıdaki kadın Ölümsüz İmparatordan biriydi.

 

Buz Tüyü Sarayı, diğer imparator soyları gibi kendi ulusunu oluşturmamıştı ve bir bölgede hüküm sürmüyordu, karlı bir zirvede, uzak ve soğukça bir auraları vardı; kalabalıktan sıyrılmak istemişlerdi. Ancak bir ulusları olmasa bile kimse Buz Tüyü Sarayı’nı küçümsemeye cesaret edemezdi. Şimdiye kadar bile Buz Tüyü Sarayı akıl ermez ve son derece gizli bir güç olarak kalmıştı.

 

“Görünüşe göre çok geç kalmamışım!” Bu sırada son derece hoş bir ses duyulmuştu ve akabinde birkaç silüet gökyüzünden inişe geçmişti! Gökten inen bu insanları gören herkes şok olmuştu. Bu kadınlar bir göletin üzerinde yeni çiçek açmış nilüfer kadar büyüleyiciydiler. Bu kadar güzel kadınların aynı anda ortaya çıkması, oldukça hoş bir görsel şölen gibiydi.

 

Tüm bu güzel kadınlar bir adamın yörüngesindeki yıldızlar gibiydi. Hayır, bir kızın etrafındaydılar, erkek kıyafetindeki bir kızın.

 

Etrafı güzel kadınlarla çevrelenmiş bu kız da onlardan aşağı değildi; hatta biraz daha büyüleyiciydi. Kızın gözleri, gecenin perdesini aralayarak en parlak şekilde ışıldayan seher yıldızları kadar cazibeliydi. Kırmızı dudakları, beyaz dişleri ve en kaliteli heykeltıraşın elinden çıkma gibi olan güzel burnu bir yeşimin en değerli parçası gibiydi, yüzü ise adeta beyaz bir tozdu. Gözlerinin ortasında sağlık ve dinçlik dolu bir parıltı vardı. Bu kesinlikle, bir ülkeyi ve şehri devirebilecek bir güzellikti!

 

Ancak böylesine büyüleyici bir güzellik, erkek kıyafeti giyiyordu. Gevşekçe bağlanmış hilal cübbe bile göğsündeki yeşim tepelerini gizleyememişti. Bakan kişi kolayca bu iki çıkıntıyı görebiliyordu ama bu, kızın cazibesine cazibe katıyordu.

 

Bu erkek kıyafeti giymiş güzellik insanların kafasını karıştırmamıştı. Aksine, bu zarif ve çekici manzaraya şahit olanlar sevinçle dolmuştu ve kalp atışları hızlanmıştı.

 

“Bing Yuxia!” Kibirli Sima Longyun’un bile erkek kıyafeti giymiş kızı görünce yüzünün rengi değişmişti. Kesinlikle böylesi birine bulaşmak istemiyordu.

 

Öfkeli Ölümsüz Aziz Ülkesi kadim ve güçlü olsa da, Buz Tüyü Sarayı daha yüceydi. Her zaman uzakta olmuş bir Ölümsüz İmparator soyuydu ve bahsetmeye bile gerek yok ama Ölümsüz İmparator Bing Yu, Gerçek Tanrıları bile korkutabilen yenilmez bir varlıktı!

 

Buz Tüyü Sarayı’nın soyu! Birçok insan kızı görür görmez ürpermişti. Böylesi bir kızın erkek gibi giyinmesi oldukça gülünç olsa da, hiç kimse gülmeye cesaret edemiyordu!

 






Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 43989 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr