Bölüm 2: Akhan? (2)

avatar
596 5

En Güçlü Olacağım! - Bölüm 2: Akhan? (2)


 

Akın Melih uyandı.

 

Yaraları garip bir şekilde tamamen iyileşmişti.

 

Vücudunun çeşitli yerlerinde olan derin ve acı verici yaralar iyileşmişti. Akın Melih, Buyan Enerjisine sahip değildi. Bu yüzden yaraları bu kadar hızlı iyileşemezdi. Yobanay onu rahatlatsa ve biraz hızını artırsa da, bu kadar hızlı olması imkansızdı.

 

Kafasını ovuştururken gözleri bir anlığına dondu. Başı çatlarcasına ağrımaya başlamıştı. Büyük bir anı topluluğu bir akarsu gibi zihnine akın etti. Hepsi parça parçaydı, ve acı vericiydi.

 

Yarım saat sonra…

 

Akın Melih aptalca bakakaldı. Yarım saatte tam 17 yıllık bir hayatı izlemiş, birinci elden tecrübe etmişti. Bu anı çiplerine benzemiyordu. Anı çipleri gibi bir hissiyat verse de, bu çok ama çok daha gerçekçiydi.

 

Gerçekten….

 

“Başka birisinin bedeninde yeniden mi doğdum? Yani…”

 

Bir rüya değildi?

 

“Siktir. Akhan… Yıldıray…” Akhan’ın anılarını alan Akın Melih’in tüm soruları bir yanıt bulmuştu. Akhan adı verilen bir gencin bedenindeydi. Anılarda bulunan çevreye bakılırsa farklı bir zaman dilimindeydi. Ancak farklı olan tek şey zaman dilimi değildi.

 

Hatta belki de aynı olan tek şey insanların olması ve çeşitli ülkelerin bulunmasıydı. Buyan Enerjisi, kabileler, savaşlar, iblisler, tanrılar, mitolojiler…

 

“Hepsi gerçek… siktir. Ben gerçekten…”

 

Öldüm mü?

 

Aklı almıyordu. Her şeyin aşırı gerçekçi bir rüyadan ibaret sanıyordu. Bu yüzden oldukça rahattı. Kaldı ki yapay olarak oluşturulmuş bir dünya da olduğunu dahi düşünmüştü. Ancak teknoloji hâlâ o kadar gelişmemişti ve gelişse bile o kadar sermaye harcanacak kadar değerli değildi.

 

Akhan’ın ebeveynleri çok küçükken ölmüştü. O zamanlar ismi Yıldıray’dı. Yobanay tarafından evlatlık alındığında ‘Akhan’ ismini almıştı. Şuan da 17 yaşında olmasına rağmen, cesareti ve bilgeliği ile dikkat çeken bir isimdi. Fiziği diğerlerinden daha zayıf olsa da, savaşçı olduğunda herkesten yetenekli olacağı bekleniyordu.

 

Güzel bir eşlikçi ruh uyandırması bekleniyordu.

 

Akın Melih anılarında gezindi ve kendisinden çokta uzak olmayan bir anıyı hatırladı.

 

Akhan karanlık bir odada prangalarla duvara asılmıştı. Uzuvlarında demir çubuklar çakılı haldeydi. Üzerinde garip bir sıvı akıyor, hafif kızarmış derisiyle karanlık odada dikkat çekiyordu.

 

Kartal burunlu ve inci gözlü bir adam onun karşısına geldi ve hafifçe eğilerek göz hizasına geldi. Akıcı bir şekilde Akhan'ın dilinde konuştu.

 

“Yoban Soyunun yerleşim yeri nerede? Söylersen, seni rahat bırakırız.”

 

Akhan kafasını kaldırdı ve cansız gözlerle adama baktı. Dudakları alayla kıvrılmıştı. Ağzında biriken kanı,  balgamıyla karıştırdı ve adamın suratına tükürdü.

 

“Benim kim olduğumu unutuyorsun.”

 

Adam elinin tersiyle Akhan’ın suratına vurdu ve bir kan oku tükürmesine neden oldu. Gözleri öfkeyle titrese de değerli bir rehine olduğundan dolayı onu öldürme isteğine karşı koydu.

“Her neyse… seni almaya geleceklerdir. Takip ederiz…” adam iç çekti Akhan’ı arkada bırakarak odadan ayrıldı. Onun ardından zevkine işkence etmek isteyen haydutlar girdi ve Akhan’a acı dolu dakikalar yaşattılar.

 

Akın Melih ürperdi ve içinde büyük bir nefret oluştu.

 

Onların yaptığı işkenceden dolayı büyük ihtimalle Akhan dayanamamış ve ölmüştü. Onun yerini de Akın Melih almıştı.

 

Akın Melih derin bir nefes aldı. Bu tür şeyleri sindirmek zordu. Ayrıca sürekli şüpheci bir insan olduğundan dolayı, başka bir dünyaya gittiği hakkında şüphe duyuyordu.

 

Belki de bir deney malzemesiydi?

 

Hah…

 

“Yapacak bir şey yok.” Akın Melih vücudunu esnetti ve ayağa kalktı.

 

Yaralarının neredeyse tamamı iyileşmişti. Omuzlarında hâlâ kabuk bağlamış yaralar bulunsa da, Akın Melih daha kötü durumlarda dövüşmüştü.

 

Hareket etmek sıkıntı değildi.

 

Akın Melih kendini sakinleştirdikten sonra çadırdan dışarı çıktı.

 

Dışarı adım attığında her zaman alışık olduğu kötü kokulu ve sanayi atıklarının esiri olmuş havanın değil, taptaze ova havasının tadını almıştı.

 

“Bu…”

 

Akın Melih karşısındaki manzara karşısında kilitlenmişti.

 

Yemyeşil çimenlerin yeşerdiği koskoca bozkırın sonu yok gibiydi. Hafifçe esen rüzgar, burnuna doğanın güzel kokusunu ve rahatlığını getiriyordu. Çimlerin arasında herhangi bir çöp yoktu. Sanki bir sanat eseriydi. Hafif yükselen tepecikler, tanrının bir eseriymiş gibi yeşile boyanmış yeryüzüne iz bırakıyordu.

 

Ancak Akın Melih kısa bir incelemeyle bir şey fark etti.

 

Bulundukları konum açıktaydı. Bu yüzden gizli bir saldırı almazlardı. Ancak giderken, düşmanı göremeyebilirlerdi.

 

Babam aptal değil. Akın Melih hafifçe gülümserken bir şey daha fark etti.

 

“Babam mı?”

 

Uzun süredir söylemediği bir kelimeydi.

 

“Bana aktardığı dövüş sanatını yetiştiremediğimden dolayı utanç içinde kalmıştır. Yanımdan ayrılalı beş sene oluyor.”

 

O gittikten sonra hiçbir şey yolunda olmamıştı.

 

“Önce Çinliler tarafından kovalandım ve Asya’daki dojoların çoğu beni bünyelerine almak için çatıştı.”

 

Ancak birisi sayesinde onlardan gizlenmişti.

 

“Ali Hocanın oğlu ne yapıyor acaba? Küçük bir şehrin onun için kuyudan farksız olduğunu düşünüyordu. Umarım hedeflerine ulaşmıştır.”


Çorlu’da saklanmıştı. Babası ile Dünya’nın çeşitli dojolarına meydan okuduktan sonra oldukça nefret toplamıştı.

 

“Her neyse… önemli olan burada olmam!”

 

Anıları birleşse de, Akın Melih baskın gelmişti. Bu yüzden cesur ve çılgın kişiliğini hâlâ koruyordu.

 

“Akhan!”

 

Akın Melih’in kendisi bu isme alışık olmasa da, Akhan’ın anıları ile birleştikten  sonra aşina hâle gelmişti. Bu yüzden seslenildiği anda kafasını ona seslenen kişiye çevirdi.

 

2 metreyi aşan dev figürü ve kolonu andıran kolları vardı. Siyah ve keskin gözleri onu heybetli kılan bir aura katıyordu. Saçları uzundu. Yakışıklı olmasa da, kahramanvari figürüyle kalpleri titretebilecek birisiydi.

 

Bu kişi Akhan’ın tek kardeşiydi…

 

“Alkan Ağabey!”

 

“Hah! Seni velet. Çoktan iyileştin mi? Anlaşılan babam üzerine titremiş!”

 

“Kıskanıyor musun?”

 

“Peh! Bir kurt ruhun dahi yok!”

 

Evet. Akın Melih, Akhan’ın anılarını aldığında bir çok şeyi öğrenmişti. Bu yüzden ruhların en olduğunu biliyordu.

 

Gök Tanrı inancına göre her maddenin bir ruhu vardı. Buna taşlar, maddeler, hayvanlar, canavarlar, iblisler ve tanrılarda dahildi.

 

Ve insanlar bu ruhlarla anlaşma yaparak eşlikçi ruhu olarak alıyordu. Bu durum bayağı karışıktı. Buyan Enerjisine sahip olunmalıydı ve Şamanlar eşliğinde yapılmalıydı.

 

Yoban Soyunun sürekli hareket etmesi yüzünden şamanlara rastlamamışlardı. Kuçkar Boyu ile birleştikleri takdirde, Akhan da eşlikçi ruhunu çağırabilecekti.

 

Akın Melih, Alkan’a ciddi bir şekilde baktı.

 

“Ağabey? İçinde tuttuklarını söyleyebilirsin.”

 

Beden dili ve dövüş sanatları arasında derin bir bağ vardı. Bu yüzden Akın Melih onun hareketlerinden bir şeyler sakladığını anlamıştı. Ve belli ki söylemek ile söylememek arasında kalmıştı.

 

“Şimdi sakin olmalısın…” Alkan ona ciddi bir şekilde baktı. “Alçatun ve diğerleri yakalanmış!”

 

Akın Melih yüzünün ekşimesine engel olamadı.

 

“Nereden öğrenmişler?”

 

“İhanete uğradık.”

 

“…” Akın Melih ufka doğru baktı.

 

Alçatun, Alkan’ın gelecekte ki eşiydi. Aynı zamanda Akhan’ın ablası olarak gördüğü birisiydi. Yani ona oldukça değer verirdi.

 

Alkan’ın suratına baktı ve derin bir iç çekti.

 

“Babam bu konuda ne yaptı?”

 

Alkan içten içe kendini bitiriyordu. Ancak Akhan’ın çektiği acıları bildiğinden dolayı onu endişelendirmek istemiyordu.

 

“Milleti topladı. Çoktan yola çıkmıştır.”

 

Gökyüzü Kağanlığı'nda kadın en kutsal değerdi. Namus, şeref ve onur meselesiydi. Ve kesinlikle taviz verilemeyecek konuların en başlarında geliyordu.

 

Dokunulursa…

 

Tüm Dünya’ya korku salan Bozkırın Kurtları toplanırdı. 







Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 46895 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr