Akhan siyah yeleli atın üzerinde ilerlerken kaşlarını çattı. Alkan’ın dediklerine göre çok kısa bir süre sonra hedefledikleri dağa varacaklardı. Şuan da ilerledikleri yer bir vadiydi. Oldukça düz olsa da, çapraz saldırı için mükemmel bir alandı. Bu sebeple Akhan buradan gitmek istemiyordu, lakin diğer yollardan giderlerse çok zaman kaybederlerdi.
Bir şeyler yanlış…
Akhan, dojoda hissettiği hissin tekrar içinde yeşermesinden dolayı rahatsızlık duydu. İçini yiyip kemiren bir his vardı ve gitmek bilmiyordu. Çok geçmeden vadinin ortasına geldiler.
“Alkan Ağabey! Bir şeyler yanlış.” Akhan elini uzatarak Alkan’ı durdurdu. Ardından kaşları çatık bir şekilde çevreyi izledi. Doğal olmayan bir şey arıyordu. En ufak bir hareketlilik bile gözlerinden kaçmıyordu.
O sırada Alkan’ın kulakları hafifçe oynadı. Yılları yılı avlanarak geliştirdiği iç güdüleri harekete geçti ve Akhan’ı kendine çekip, attan yere atladı.
Büyük pala Alkan’ın atının üzerine indi ve atı ikiye ayırdı. At daha ne olduğunu bile anlamadan ölmüştü.
Alkan kanların sıcaklığını hissetmesiyle çıldırdı. Bu at küçüklüğünden beri ona eşlik ediyordu. Savaşlarda ve avlarda her zaman yanında olmuştu. Ölmesi büyük bir darbeydi.
Siyah kıyafetli ince figür, parçalanan atın yanında belirdi ve palasını yerden aldı. Palası vücuduyla tezattı. Pala oldukça büyük ve heybetliyken, Gölge oldukça ince ve narindi. Ancak Akhan’a eşi benzeri olmayan bir tehlike veriyordu.
Akhan, Alkan yere temas ettiği anda takla attı ve mükemmel bir şekilde ayaklarının üzerine indi. Sadağından çektiği oku kirişe yerleştirmesi saniye bile sürmedi. Yüz yıllardır savaş alanında savaşan bir asker gibi pürüzsüzdü. Öyle ki Gölge bile afallamıştı.
Akhan kirişi bıraktı.
Ok yaydan çıktığı gibi Gölge’nin gözlerinin önüne geldi.
Çat!
Gölge oku kolayca yakaladı ve parçalara ayırdı. Akhan gibi güçsüz birisinden böyle bir hüner ve güç beklemese de, ortaya çıkan güç onun için dikkate alınmayacak kadar güçsüzdü.
“Ağabey, kendine gel. Karşımızdaki kişi oldukça güçlü!” Akhan’ın duruşu bir anda değişti. Elindeki yay yere düştü ve demir eklemlere sahip eldivenlerini giydi. Ardından aurası bir anda değişerek bambaşka bir his vermeye başladı.
Önceki Akhan çılgın ve bir ateş gibiydi. Her an patlayabilen, öngörülemez tehlikeli varlık imajı veriyordu. Alkan bile buna alışmıştı. Gözleriyle Gölge’yi keserken, Akhan’ın bir anda değişmesi dikkatinden kaçmamıştı.
Tang Soo Do!
Akın Melih Tang Soo Do’da siyah kuşak sahibiydi. Haliyle bir siyah kuşağın karakteristik özelliklerini de taşıyordu. Usta, soğukkanlı, ehemmiyetli, samimi bir tarzdaydı. Siyah kuşak bir yaşam döngüsünün sonu gibiydi, Tang Soo Do’da! Ancak bu sonun ardında bir başlangıç vardı. Bu yüzden bilinir ki, bu sadece bir seviyenin sonu değil, daha yüksek seviyelere giden ustalık yolunun başlangıcıdır.
Akın Melih, daha bunu başaramamıştı. Ucu ucuna Ruhsal Bütünlük’e geçmişti. Daha büyük usta değildi. En azından kendisi öyle düşünüyordu.
“Akhan?” Alkan şaşkınlıkla mırıldandı. Kardeşi bir anda farklı birisi haline bürünmüştü. Ancak Gölge’nin tehlikesi yüzünden sonraya ertelemeye karar verdi. “Büyük ihtimalle diğer ülkelerden! Suikastçi tipi! Oldukça güçlü…en azından babam kadar güçlü!”
“Bu yüzden Akhan! Geri çekil ve uzaktan izle! Bu senin seviyenin çok üzerinde!” Alkan’ın yüzünde çılgın bir gülümseme belirirken, yanında kar beyazı bir ışık parladı. Kar beyazı bir saniyenin yarısında büyüdü ve iki metrelik Alkan’ı bile geçerek üç metreye erişti.
Gölge onun eşlikçi ruhunu çağırdığını anladığında tereddüt dahi etmeden saldırıya geçti. Adımını attığı gibi bir gölgeye dönüştü ve Alkan’ın yanında bitiverdi. O kadar hızlıydı ki, Akhan gözlerinin bir işe yaramadığına kanaat getirdi.
Alkan alayla gülümsedi ve birkaç adım geri çekildi. Kar beyazı ışıktan bir pençe çıktı ve palayı parçalara ayırdı.
“RAAAAAGHHHHHH!!!” Korkutucu bir uluma ışığın içinden geldi ve etraftaki varlıkların kulaklarını çınlattı. Ardından ışıktan bir karaltı zıpladı ve Gölge ile çarpıştı.
Bu kısacık çarpışmada etrafta kar taneleri oluştu ve çevrede donlar oluştu. Akhan çarpışmadan çıkan şok dalgaları nedeniyle birkaç adım geriye gitti ve yeterince uzaklaştı. Şaşkındı. Böyle bir gücün ortaya çıkacağını düşünmüyordu.
Alkan’ın eşlikçi ruhu nadir bir tür olan Buz Kurduydu. Ancak üstüne bir de vahşiydi –ki bu onu karşı konamaz hale getiriyordu- bu yüzden görünüşü de oldukça farklıydı. Sıradan kurtlar gibi küçük değildi. Aksine bir kurt adamı andırıyordu. Bal altı daha ince, belden üstü çok daha büyüktü. Dişleri bir uzun bir çivi kadar büyüktü, gözleri soluk mavi ışıkla kaplıydı, pençeleri ve kürkü buz kristalleri ilke güçlendirilmişti. Aldığı her nefeste etraf soğuyordu.
Alkan geriye çekildikten sonra belindeki kılıcı çekti ve ortağına yardımcı olmak için harekete geçti. Kılıcına buyan aktardı ve vücudunda dönen enerji ile birlikte saldırdı.
Saldırısı, Gölge’nin sağ eliyle karşılaştı ve Gölge’nin elinden çıkan kırbacın esiri oldu. Kırbaç kılıcı çevreledikten sonra havaya kaldırdı ve kılıcını bırakmak istemeyen Alkan ile birlikte savurdu.
Gölge buz kurdu ile uğraşıyordu. Her nasılsa bu kurt geçilmez gibiydi. Dondurucu soğuk, hareketlerinin yavaşlamasına neden oluyordu. Bu yüzden önceki hızı ile karşılaştırılamayacak kadar yavaştı. Bu sinirini bozuyordu. Hızlıca işini bitirmeliydi.
Gölge derin bir nefes aldıktan sonra Pala Enerji’sini vücudundan döndürdü. Fiziksel gücü birkaç kat artarken gözleri hafifçe kızardı. Geri bir adım attı ve buz kurdunu kesti.
Clang!
Palası buz kurdunun vücudunda hafif bir iz bırakmaktan başka bir hasar vermemişti. Ancak darbenin etkileyici kurdu on metre geriye savurmuştu. Gölge tereddüt dahi etmeden hedef değiştirdi ve bir kaplan misali Akhan’a atladı.
Grubun en zayıf noktasıydı. Ayrıca bir rehine olmak için bütün niteliklere sahipti. Zayıftı, önemliydi, kan bağları vardı.
Gölge vücudundaki Enerji’yi döndürdü ve Akhan’ı etkisiz hale getirmek için elini uzattı. Amacı boğazından yakalamaktı. Ancak bir anda Akhan gözünün önünden kayboldu ve dünyası döndü. Ne olduğunu bile anlamadan sert yumruk boğazına indi ve onu afallattı.
Akhan yumruğunu geriye çekti ve stil değiştirdi.
Jiu-Jutsu!
Afallayan Gölge’yi ustaca yönlendirdi ve gücünü boş bir yere harcattı. Ardından tekrar stil değiştirerek gücünü katladı. Bacaklarını hafifçe açtı ve avuç içini sert bir şekilde Gölge’nin suratına indirdi.
Ba Gua Zang!
Pencak Silat!
Akhan Gölge’nin karnına bir tekme attıktan sonra onun vücudunu bir yılan gibi sarmaladı ve boğmaya başladı. Boğarken yaptığı kilit, kendi gücünden çok Gölge’nin gücünü kullanıyordu. Bu sebeple zarar vermekten çok oyalıyordu.
Zzzzz!
Akhan, Ruhsal Bütünlük’ü hissetti ve gözlerindeki dünya yavaşladı. Havada süzülen toz parçalarını bile rahatça görüyordu. Nefesi yavaşlamış ve odağı yayılmıştı.
Tereddüt dahi etmeden kollarını çözerek Gölge’den ayrıldı. Ardından onun en önemli merkezi olan sağ diz kapağının arkasını tekmeleyip, geriye fırladı.
“Ağabey!” Akhan, Ruhsal Bütünlük’ten çıkarken bağırdı. Hâlâ havadaydı.
“Anladım! Kar Fırtınası!” Alkan bir saniye kadar bile zamanı olmadığını bildiğinden bir kurt gibi atıldı. Kılıcı keskin buz parçalarıyla kaplandı ve Gölge’ye saldırdı.
Gölge’nin dengesiz halini fırsat bilerek saldırmıştı. Ancak Gölge bir anda ortadan kayboldu ve korkutucu palası Alkan’ın boğazını kesmek için ortaya çıktı. Korkutucu bir kırmızı ışık yayıyordu, canını almak için harekete geçtiği belliydi.
Alkan’ın dudakları hafifçe kıvrıldı.
Sh!
Pala, Alkan’ın kafasını teğet geçti ve boynundaki kolyenin ipini kesti. Kolye havaya fırlamışken, Gölge tereddüt dahi etmeden onu yakalayarak oradan ayrıldı. O kadar hızlı gerçekleşmişti ki, Akhan ne olduğunu dahi anlayamamıştı.
“Yada Taşı’nın peşindeymişler! Babam haklıydı.” Alkan alnındaki terleri sildikten sonra Kar Fırtınası ismini verdiği eşlikçi ruhunu geri çekti. “Gerçekten.. Babam yaşlandıkça bilge hale geliyor! Ah… Ah… Annem gittiğinden beri çok şey kaybetmişti!”
Akhan durumu hemen anlamıştı. “Yada Taşı… Şu yağmur yağdıran taş mı? Hava olaylarına müdahale edildiği söylenir?”
Yada Taşı Türk ve Altay mitolojilerinde bulunan sihirli, büyülü taştı. Çoğunluka simya taşı olarakta geçiyordu. Kar, Don, Yağmur yağmasına olanak sağlardı. Bireysel için önemli olmasa da, krallık ve ülkeler için paha biçilemez bir hazineydi.
“Evet. Babam günlerdir bizi takip eden haydutların amacını bulmak istiyordu. Para isteselerdi, bizi hedeflemezlerdi. Güçlü olmamıza rağmen, uruglardan en fakiriyiz. Değmezdi. Herhangi bir nefretleri yoktu. Çıkar sağlayabilecekleri bir durumda ortada yoktu. Bu sebeple, akla yatan tek mantıklı şey Yada Taşı’ydı. Babam bir şamanı kurtardığında, ödül olarak almıştı. Düşük seviyeli olsa da, birkaç günlük yağmur yağdırabilirdi.” Alkan alayla gülümsedi.
“O zaman geri almamız gerekmez mi?” Akhan düşündü. “Eğer kuraklık çeken bir gruplarsa bunu kullanarak sıkıntılarını giderirler, ardından savaş açarlar?”
Alkan onu rahatlattı. “Endişelenmene gerek yok. O sahte bir Yada Taşı… Gerçeği babamın cebinde… Bir Şaman olmadığı sürece gerçeği sahtesinden ayırt edemez.”
Akhan acı bir şekilde gülümsedi. “Demek bunu önceden biliyordun. Her neyse… Ne olduğu önemli değil. Hızlıca babamgilin yanına gidelim.”
“Tamam.” Alkan kafasını salladıktan sonra yıllarca ona eşlik eden savaş dostu; atına baktı. “Kurtarılamaz! Onları bir daha gördüğümde kanlarını içeceğim! Ancak şuan hâlâ güçsüzüm! Zamanım var.”
Epik Novel © 2017 | Tüm hakları saklıdır..