Harap Diyar - Kendi Çapında Kaybolmuş
1.Kısım: Antik bir uyanış Bölüm 1: Kendi Çapında kaybolmuş
Yavaş yavaş gözlerini araladı, gerçi kapalı hâliyle arasında pekte bir fark yoktu, vakit gece yarısıydı.zamanla gözleri zifiri karanlığa alışmaya başlamıştı. Etrafta en ufak bir ışık kaynağına dair iz yoktu.ayağı kalkmaya yeltendi. kalkarken birkaç sarmaşık koptu, başta sendeledi fakat başarmıştı tüm uzuvları titriyordu sadece soğuktan dolayı da değildi çok uzun zamandır işlevlerini yerine getirmiyorlarmış gibiydi sanki... Paslanmışlardı.Üstünde bir takım kıyafet vardı fakat tam olarak seçemiyordu yine de onu soğuktan korumaya yetmiyorduArtık gözleri belirli nesneleri seçebilecek kadar karanlığa adapte olmuştu. Etrafta birkaç eşya ve cesetler bulunuyordu, belli ki kalkmadan evvel cesetlerin yanında uzanıyordu sarmaşıklar onu da ele geçirmişti. Çevresine bakındı ve yakın bir mesafede yan yatmış üstü kapalı bir at arabası gördü, yaklaştı üzerine tırmanıp içine girdi. İçerisi sıcak olmasa da en azından rüzgârkıran görevi görüyordu. Yorgun hissetmiyordu yine de gözlerini yumdu elinden başka bir şey gelmezdi gözlerini açtığı vakit dışarının aydınlık olmasını umuyordu.
*
At arabasının içerisinde birkaç çatlak ve delik vardı, o deliklerden yüzüne vuran günışığı ile gözlerini yavaşça açtı, gecenin karanlığı genelde görülmemesi gereken şeyleri saklamakta çok iyidi ama günışığında her şey berraklık kazanır. İçinde bulunduğu geniş, üstü kapalı at arabası ne kadar yaldızlı olsa da bir o kadar da harap hâldeydi, yarısı yanmış geri kalan kısmı ise yağmalanırken eziyet görmüştü. Peki nasıl bu hâle gelmişti, kimin veya kimler tarafından? Şu anda düşünülmesi gereken sualler bunlar değildi, daha önemli öncelikler vardı belki daha sonra kafa yorabilirdi.At arabasından dışarı çıktı ve etrafına ihtiyatla göz attı çok sığ bir ormanın içinde ki bir patikadaydı. yakınlarında evvelsi gece gördüğü bir takım ceset vardı, bazıları zırhlı bazıları ise ipekten kıyafetler içerisindeydi fakat hepsi sarmaşıklarla bir bütün olmuş iskeletlerden ibaretlerdi. Bu görüntüyü gördükten sonra aklından şunlar geçti "Ne kadar vakittir bu hâldeyim aylar, yıllar veya asırlardır?"Karanlığın sakladığı başka bir şey ise kendi kıyafetlerinde ki detaylardı birçok farklı açıdan delikler ve kesikler vardı. belli ki ölümcül yaralar taşıyordu ama hiçbirinden bir iz yoktu. Kendisi de muhtemelen orada ki cesetlerden biriydi ve tıpkı onlar gibi ormanın bir parçasıydı derken aniden aç ve susuz olduğunu fark etti. Çevresinde ne bir yemek nede bir nehir yatağı vardı, bu durum da onu zorla yola koyulmaya itti. Aklından patik boyunca ilerlemek geçiyordu tabii gitmeden evvel ölülerden arta kalanları da yanına almak için cesetlere doğru ilerledi. Cesetlerin yanı başında kabzası kırık paslı bir kılıç ve bir de hançer vardı, hançer delmeyi geç bir yaprağı ikiye ayırmaktan acizdi bu nedenle kılıcı almıştı en azından fazla körelmemişti son olarak da cesetlerden birkaç parça zırh takımı almıştı. Harap olmuş zincir yelek ve ezilmiş bir kask birde kılıfsız bir paslı kılıç aldıkları bunlardan ibaretti. Yola koyulmadan arkasına son bir kez bakındı ve şu sözleri mırıldandı "artık bunlara ihtiyaçları kalmadı o nedenle ardımdan beni hayıflayamazlar"
*
Sığ ormanın içerisinde patika boyunca yol alıyordu saati bilmiyordu güneşin pozisyonuna bakarak tahminlerde bulunmaya çalıştı, tahminince daha öğlen dâhi olmamıştı yine de bu çıkarımına kendisi bile güvenmemişti. Etrafında dün geceden kalmış çiyler ağaçları ve çalıları süslüyordu. Hava soğuktu fakat gözünü açtığı ilk vakit kadar da değildi ve geçte olsa farkına vardı, geçmişine ait hiçbir anıya sahip değildi. Kendisini düşünmeye zorladı fakat işe yaramıyordu. Aklından "En azından kendi adımı hatırlayabilsem" diye geçirdi yine de nafile bir çabaydı, kendi düşüncelerinin içerisinde kaybolmuşken yanından hızla bir at geçti, atın arka bacakları tamamen kanla kaplıydı ama o kan ne ata ne de binicisine aitti, binicisi ise siyah kapşonlu bir pelerin giyiyordu. Seslenmeye yeltenecekken o kadar geç kalmıştı ki son sürat giden at neredeyse yolun ilerisinde nokta gibi görünmeye başlamıştı bile. Derin bir nefes alıp verdi ve yola tekrardan koyuldu artık güneş tam tepesindeydi kılıcı asabileceği herhangi bir kılıfı olmadığından kılıcın kabzasını tutan eli terlemeye başlamıştı arada bir kılıcın ağırlığını bir diğer eline veriyordu muhtemelen birkaç saat geçmişti yola çıktığından beri o kadar açlık ve susuzluk çekiyordu ki gaipten sesler işittiğini zannetti sanki metal tıngırtılarıydı fakat zamanla bu sesler daha da kuvvetlendi aralarına feryatlar ve yakarışlarda eklendi artık net bir görüntü önüne serilmişti savaş alanındaydı.
P.S: Aslında bu hikâyeyi google play store'da bulunan oyunum için yazmıştım fakat hayal ettiğim gibi geçiremedim ben de dedim olduğu gibi en yalın hâliyle burada paylaşiyim umarım hoşunuza gider^^ Linki:
https://play.google.com/store/apps/details?id=murat.blasted.blastedland