Bölüm 48.3 : Sana Yalvarıyorum, Lütfen Beni Bırak (3)

avatar
7215 11

Heavenly Jewel Change - Bölüm 48.3 : Sana Yalvarıyorum, Lütfen Beni Bırak (3)


Çevirmen : Clumsy 

 

 

Zhou Weiqing pasif bir şekilde yanıtladı: “Öğretmenim, söyleyecek bir şeyiniz varsa buyrun... gerçi konuşacak pek bir şeyimiz olduğunu sanmıyorum. Sonuçta, bugün günahıma girdiğinizi unutmuş değilim.”

 

Ming Hua oldukça eğlenmiş bir şekilde sırıttı. “Sahiden de günahına mı girmiştim? Bunu daha fazla tartışmayalım. Bir hikaye duymak hoşuna gider mi? Hikayemi dinledikten sonra, neden senden gelen Şeytani auraya karşı çok hassas olduğumu anlayacaksın.”

 

Zhou Weiqing kaşlarını kaldırdı. “Şimdi, burda mı?”

 

Ming Hua omuz silkerek konuştu: “Eğer küçük kız arkadaşın yatak muhabbeti yaptığımızı duysun istemiyorsan başka bir yere gidebiliriz. Tabii... Benimle gelmeye cesaret edersen?”

 

Zhou Weiqing gülümsedi, yüzündeki şehvetli bakış geri döndü ve kızın bedenini anlamlı bir şekilde süzdü. “Peki o zaman, ne bekliyoruz? Güzel bir kız tarafından davet edilmek benim için onurdur...Nasıl reddedebilirim.”

 

Ming Hua parmaklarını büküp onu çağırarak hafifçe kahkaha attı ve “Gel o zaman.” diyerek pencereye doğru sıçradı.

 

Zhou Weiqing de Ming Hua’yı takip etti ve pencereden atladı. Atlarken de Cennetsel Cevherlerini saldı, hislerini maksimuma çevirdi.

 

Zhou Weiqing doğal olarak Ming Hua’nın kendisini bir sebepten ötürü çağırdığını anlamıştı, kesinlikle kendine güvendiği bir konu olmalıydı. Ancak bu noktada onu takip edip akışına bırakmaktan başka şansı yoktu...Bu işten kaçış yoktu.  

 

Bu esnada, ikili belli bir mesafeye ulaştığında, koltukta uyumakta olan Şişman Kedi aniden gözlerini açtı, soluk bir ışık yayıyordu.

 

Ming Hua ise, evden uzaklaştıkları anda hızlandı. Çeviklik tipi bir Cennetsel Cevher Ustası olmasa da koordinasyon güçlendirmesi çok güçlüydü ve sıradışı fiziği de eklenince hızı oldukça etkileyici bir hal alıyordu. 4-Cevheri sayesinde hızı şok edici seviyelere ulaşabilirdi.  

 

Zhou Weiqing de aralarında belli bir mesafe bırakmaya özen göstererek onu takip ediyordu. Yetişim seviyesi ona eşdeğer olmasa da, Rüzgar Niteliği sayesinde hızını ayarlayabiliyordu. Şeytani Sağ Bacağını kullanmadan bile ona ayak uydurabilirdi.

 

Bu şekilde batı kapısı görüşlerine girene dek koşmaya devam ettiler.

 

Ming Hua kapıyı gördüğü anda durdu ve Zhou Weiqing’in gelmesini bekledi.

 

“Şehirden çıkmamız mı lazım?” Zhou Weiqing anlamlı bir şekilde sormuştu. “Beni öldürüp saklamaya falan mı niyetlisin?”

 

Ming Hua hafifçe güldükten sonra konuştu: “Benim bir sırrımı falan biliyor değilsin, neden böyle bir şey yapayım? Eğer birimiz diğerini öldürecekse, bu işi yapan taraf sen olmalısın. Ben bile korkmuyorum koca adam, yoksa sen korkuyor musun? ”

 

Zhou Weiqing yüz metre uzunluktaki duvara bakarak omuz silkti: “Buradan fark edilmeden geçecek yeteneğe sahip değilim.”

 

Ming Hua gülümsedi: “Seni buraya ben getirdim, nasıl duvarı tırmanmana izin verebilirim? Gel, beni takip et.” Bunu söyledikten sonra küçük bir ara sokağa daldı ve Zhou Weiqing’i iddiasız bir eve götürdü.

 

Ev sessizdi ve Ming Hua, burayı tanıyor gibi görünerek odalardan birine girdi. Hiçkimsenin olmadığı odada ilerleyen kız, yatağa yürüdü ve kenara çekerek kara bir deliği ortaya çıkardı. Arkasındaki Zhou Weiqing’i çağırarak deliğe girdi ve gözden kayboldu.

 

Zhou Weiqing hiç tereddüt etmeden kızı takip etti. Tünelde bir tehlike olup olmadığını bilmiyordu, onun adımlarını yakın mesafeden takip etmenin güvenli olacağına karar verdi. Bu tehlikeye düşme şansını azaltacaktı ve bir şey olursa hızlı bir tepki verebilirdi; yeni biri gelirse kızı rehine olarak kullanabilirdi.

 

Böylece Zhou Weiqing de tünele girdi ve Cennetsel Enerjisini salarak Ming Hua’ya kilitlendi, bir elini de havaya kaldırmıştı, kız saçma bir şeye kalkışırsa, hiç vakit kaybetmeden yeteneklerini kullanmaya hazırdı.

 

Ming Hua, arkasındaki Zhou Weiqing’in hareketlerinden habersiz görünerek karanlık tünelde ilerlemeyi sürdürüyordu. İçerideki hava temizdi ancak zifiri karanlıktı, yine de Ming Hua yolunu kolaylıkla buluyordu ve ortalığı görüyor gibi hızlıca ilerliyordu.  

 

Bir süre ilerledikten sonra Ming Hua bir anda durdu. Zhou Weiqing ise onun durmasını beklemediği ve ona çok yakın olduğu için ona çarpmadan duramadı.

 

Ming Hua bedenine değen bedeni hissetti ve bilinçsizce arkasını dönerek ellerini onu durdurmak üzere göğsüne koydu. Tam da Zhou Weiqing’in düşündüğü gibi, baştan çıkarıcı davranmaya çalışıyor olsa da hala bir bakireydi.

 

Ne yazık ki, dönüp ellerini kaldırması Zhou Weiqing’in onu yanlış yorumlamasına neden olmuştu. Hisleri tamamen alarmdayken nasıl kendisine dokunulmasına izin verebilirdi.

 

Ve karanlığın içerisindeki siyah renk kolaylıkla gizlenebilirdi. Böylece içgüdüsel olarak Karanlığın Dokunuşunu kullandı ve elleriyle de kızın ellerini tuttu. Hala hareket etmekte olduğu için de kıza doğru biraz daha ilerlemiş bulundu. Sonuç olarak Ming Hua’nın donmuş bedenine tamamen yapışmış hale geldi.

 

Zhou Weiqing, iki yumuşak, esnek çıkıntının kendi göğsüne temas ettiğini hissetti. Ve kızı kendine bastırdı... Bunu bilinçli mi yoksa kazara mı yaptığını kimse bilmiyordu, ancak elleri bu yakın temasın sonucunda kızın dolgun kalçalarına ulaşmıştı.

 

Zhou Weiqing, tüm kuvvetiyle Cennetsel Enerjisini salarak hiç tereddüt etmeden Ming Hua’nın bedenine aktardı. Sonuçta kızın yetişim seviyesi kendisininkinden yüksekti ve Zhou Weiqing onu bağlamaya devam etmek istiyordu.

 

Ancak tüm faktörleri hesaba katmamıştı. Ming Hua kalçalarının iri eller tarafından kavrandığını ve büyük bir Cennetsel Enerjinin böyle utanılası bir pozisyondayken bedenine girdiğini hissedince tamamen donakalmıştı. Tüm bedeninin güçsüzleştiğini ve yumuşadığını hissediyordu.

 

Ve bir an sonra, Ming Hua bir homurdanma eşliğinde Zhou Weiqing’in kollarına yığıldı. Anlık bir şoktan sonra utanç ve öfkesi iyice artarak bağırdı : “Ne yapıyorsun sen?”

 

Ancak bu soru yalnızca onun dudaklarından dökülmemişti, aynı tepkiyi Zhou Weiqing de vermişti!

 

Zhou Weiqing’in diğer eli de kızı sardı. Neyse ki bu el normal bir konumdaydı, kızın boynunu hedeflemişti. Ancak bunu yaparken kızı arkasındaki duvara yapıştırmış bulundu. Onu yerinde tutmak isterken de Şeytani Sağ Bacağını kaldırdı ve kızın alt bölgelerine bastırdı. Bu sayede, Ming Hua bir şey yapmaya kalkışsa bile anında ölecek veya yaralanacaktı.

 

Bu karanlık tünelin içindeki ikili gerçekten garip bir pozisyondaydı. Ming Hua’nın bedeni hala Karanlığın Dokunuşuyla uyuşmuş haldeyken bir yandan da Zhou Weiqing tarafından bastırılıyordu. Bir eli boynunu, bir eli de kalçalarını tutarken dizini de kızın alt karnına bastırmıştı. Bir düşmanı hareketsiz bırakmak için uygun bir hareketti, ancak Ming Hua inanılmaz utamış ve sinirlenmişti.

 

O anda Mu En’in öğretileri Zhou Weiqing’in aklından geçiyordu. “Düşmanın bir kadın olduğunda kibar olmamalısın. Utancını ona karşı kullan, bu şekilde, karşındaki kadın ne kadar güçlü olursa olsun en az yüzde elli etkisizleşir. Üstelik, onu elde etme şansın olursa da, neden olmasın!”

 

Zhou Weiqing de bunları düşünmüş ve uygulamaya koymuştu. Elini esneterek kızın kalçalarını iki kez çimdikledi ve Ming Hua’yı neredeyse ağlayacak kadar sinirlendirdi.

 

“Bırak beni!” Ming Hua düşük bir tonda kükrüyordu ve Zhou Weiqing onun utancının rol olmadığının farkındaydı.

 

Bu elimdeki his, mükemmel! Zhou Weiqing kızın hareketlerinin saldırıya yönelik olmayabileceğini yeni fark ediyordu. Ve bu farkındalığı bedenlerinin aldığı pozisyon takip etmişti, haliyle elleri karıncalanarak kanı kaynamaya başlamıştı. Sonuçta Shangguan Bing’er’e dokunamıyordu ve ondan daha kışkırtıcı olan Ming Hua olgun bir şeftali gibiydi. Bu daha önce hiç hissetmediği bir şeydi ve mükemmeldi. Burnuna tatlı bir koku geliyordu ve dizi hala kıza dayalı olduğu için kızın ona karşı koyması da imkansızdı.

 

“Seni bırakmıyorum, neyin peşindesin sen? Seni uyarıyorum, garip fikirlere kapılmasan iyi olur, benim zaten bir karım var.” Zihni tamamen farklı şeylere dalmış olsa da ağzı bu fikrini dışa vurmayacaktı.

 

Onu duyan Ming Hua neredeyse sinirden bayılacaktı. Onu neden çağırdığını unutmak üzereydi, bu pisliği öldürmek istiyordu.

 

“Seni piç, bırak beni! Garip fikirlere kapılan sensin! Hmph!” Ming Hua sıkılı dişlerinin arasından konuşuyordu.

 

“Gerçekten mi? Bana yalan söylemiyor musun?” Zhou Weiqing elleriyle birkaç kez daha kızı mıncırırken tereddüt içinde sordu. Sonuçta acelesi yoktu, bu durumun biraz daha tadını çıkarmaya kararlıydı.

 

“Evet, yalan söylemiyorum, çıkış hemen ileride.” Ming Hua’nın ağlamasına ramak kalmıştı, tüm bedeni erimek üzereydi.

 

Bugüne kadar hiçbir erkekle bu kadar yakın bir temasa girmemişti.

 

“Ya bana yalan söylüyorsan?” Zhou Weiqing tamamen kararsız bir suratla sordu.

 

“Sen… Sana yalvarıyorum… Lütfen beni bırak.” Ming Hua yalvarıyordu. Bu yakın temas altında bedeni alev alıyor gibiydi, daha fazla dayanamamış, merhamet dilemeye başlamıştı. Zhou Weiqing’in bir centilmen olmadığını biliyordu ve bu kerata şeytani düşüncelere sahipse, onu durduracak bir pozisyonda değildi!

 

 

#Ah Bing'er'cim sen evde uyuyorsun, seninki tünellerde kızları mıncıklıyor!
Hiç uslanmayacak bizim çocuk galiba...

Neyse dur bakalım bu işin sonu nereye varacak. Hadi bir sonraki bölümde görüşmek üzere!






Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 44260 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr