Bölüm 487

avatar
7262 19

I Shall Seal The Heavens - Bölüm 487


Bölüm 487



Alçakça!!” dedi Baş Papaz, Meng Hao’ya doğru bakarken yüzü titreşiyordu. Dişlerini sıkarken istemsizce geri çekilmeye başlamıştı. O artık Geç Gelişen Ruh Gelişimcisi değildi, bu yüzden Meng Hao’nun karşısında kalbi korkuyla dolmuştu.



Tam bu kelime ağzından çıktığı anda uzaklardan uğuldama sesi duyuldu. Bu sesin sahibi Kan Klonuydu. İki Totemik Kutsal Antiği katletmiş, kan hırsıyla dolu bir şekilde geri dönüyordu.



Meng Hao aniden klon ile bağlantısını hissedemediğini fark etti. Göz açıp kapayıncaya kadar kanlı figür Beş Zehrin Baş Papazına doğru atılmıştı.



Bu adam yıllar önce Karga Mabudu Kabilesinin önünde gururlu ve kibirli bir şekilde duran adamdı. Şimdi ise yüzü şaşkınlıkla doluydu ve panik içinde bağırdı. Gelişim merkezi güç ile patlarken kutsal becerileri ve büyülü eşyaları ortaya çıktı. Kan Klonunu engellemek için elinden geleni ardına koymadı. Fakat Kan Klonu doğrundan tüm bu kutsal beceriler ve büyülü eşyaların içinden adama doğru hücum etti. Bir anda sanki zaman yavaşlamış gibi göründü.



Kan Klonu Baş Papazı terk ettiğinde adamın vücudu kurumuştu. Hayat kuvveti emilmiş ve hatta Gelişen Ruhu bile kuruyarak ölmüştü. Adamın vücudu şu an kuru bir cesetten başka bir şey değildi, tamamen kanı çekilmiş haldeydi.



Kurumuş ceset yere düştü; ölmeden önce yüzünde beliren ifade duruyordu, dehşet, şok ve derin bir pişmanlıkla doluydu.



Kan Klonu havada uğultularla ilerleyerek savaşmakta olan kabile üyelerine doğru yöneldi, Beş Zehir Kabilesi Gelişimcilerine çarptı. Savaş alanını bir kan denizi gibi geçerken gittiği her yerde arkasında kurumuş cesetler bırakıyordu.



Beş Zehir Büyükbabası olup bitenleri izledi ve yaşlanmış figürü daha fazla ölüm Qi’si yaymaya başladı. O anda ölümün eşiğine gelmiş kadar yaşlıydı.



Beş Zehir Kabilesi bu savaşı kaybetti...” dedi, acınası çığlıklar yükselmeye devam ederken. Kalbinde bir acıyla Meng Hao’ya döndü, ellerini kenetledi ve başını eğdi. “Karga Mabudu Kabilesinin Totemik Kutsal Antiğinden bütün içtenliğimle Beş Zehir Kabilesi için ufak da olsa bir umut bırakmasını talep ediyorum…



Meng Hao ona sessizce baktı. Hava kan donduran feryatlarla yankılanmaya devam ediyordu. Meng Hao uzun bir süre sonra sakince cevap verdi: “Eğer Karga Mabudu Kabilesi kaybetseydi ve ben böyle bir istekte bulunsaydım, kabul eder miydin?



Beş Zehir Büyükbabası acı bir his ile doldu. Böyle bir şeyin asla olmayacağını biliyordu. Eğer zafer Beş Zehir Kabilesinin olsaydı, Karga Mabudu Kabilesi yaşlı, çocuk ve sıradan kabile üyeleri de dahil tamamen yok edilecekti. Tüm kabilenin kökü kazınacak ve yeryüzündeki varlıkları silinecekti.



Bu kişisel bir kan davası değildi; bu kabileler arası bir meseleydi. Ne merhamet ne de acıma olmayacaktı. Sadece hayat ve ölüm vardı!



Anladım. Bu durumda… Senle ben savaşacağız!” Adam derin bir nefes alarak kafasını kaldırdı. Gözleri savaşma arzusuyla doluydu. Fakat, bu savaşma arzusunun derinliklerinde aslında bir ölme isteği vardı.



Karga Mabudu Kabilesinin Totemik Kutsal Antiğinin ellerinde ölmek değerli bir ölüm olacak.” Büyükbaba hafif bir tonla devam etti. “Beş Zehir Kabilesinin Büyükbabası olarak, seni ve Karga Mabudu Kabilesini lanetliyorum… Diğer taraftan, Siyah Topraklara giden bu yolda ölümle karşılaşmamıza rağmen, iki tarafta Batı Çölü Gelişimcileri… Umarım önümüzdeki günlerde karga Mabudu Kabilesi eski görkemini bile aşar. Ne de olsa hepimiz Batı Çölü Gelişimcileriyiz!” Bununla birlikte vücudu harekete geçti ve Meng Hao’ya doğru fırladı.



Meng Hao Büyükbabanın ölme arzusunu gördü ve içten içe üzüntüyle bir iç geçirdi. Fakat, bu onun hareketlerine en ufak bir şekilde yansımadı. Gözleri soğukça pırıldarken uzun adımlarla ilerledi.



İkili havada karşılaştıklarında savaş alanı gümbürtülerle yankılandı. Büyükbaba tıpkı ölme noktasına gelmiş bir çiçek gibi kutsal becerilerini arka arkaya serbest bıraktı, sanki mümkün olduğunca fazla parlamak istiyor gibiydi.



Gürültünün arasında büyülü teknikler birbirleriyle çarpıştılar ve diğer kutsal beceriler patladılar. Savaş alanının her yerinde ölmekte olan Beş Zehir Kabilesi üyeleri vardı. Fakat acınası çığlılar giderek zayıflıyor ve azalıyordu.



On nefeslik sürenin ardından Beş Zehrin Büyükbabası bir ağız dolusu kan tükürdü. Gürültülü bir kahkahayla bir kez daha Meng Hao’ya doğru atıldı.



Yirmi nefes sonra bir kolunu kaybetti. Hala Göklere doğru kahkahaya atıyordu, inatla Meng Hao’ya saldırmaya devam etti.



Otuz nefes sonra kulakları sağır eden bir gürlemeyle birlikte havaya devasa bir sis yükseldi. Meng Hao yavaşça maskeyi çıkarttı, ardına döndü ve yürümeye başladı. Arkasında Beş Zehir Kabilesinin Büyükbabasının patlamasıyla dağılan sayısız parçası görünüyordu. Ölmeden önceki anda gözleri bir karmaşıklıkla dolmuştu. Bu karmaşıklığın içinde, dünyevi arzulara dair belirtiler görünüyordu.



O hem ruh, hem de vücut olarak ölmüştü!



Bunun önceden mi planlandığı belli değildi, ama Büyükbaba öldüğü anda Kan Klonu savaş alanındaki son Beş Zehir kabile üyesinin de hayat ve kanını emmeyi bitirmişti.



Beş Zehir Kabilesiyle olan savaş sona ermişti.



Fakat Meng Hao tam rahat bir nefes alacakken aniden göz bebekleri büzüldü. Vücudu aniden titreşti ve Karga Mabudu üyelerinden birinin önünde tekrar ortaya çıktı. Elini kaldırdı ve önüne doğru itti.



Defol!” dedi, ifadesi vahşiydi. Sesi gök gürültüsü gibi her yeri salladı ve dört bir yanda yankılandı. Biraz önceki hareketi adeta havayı yırtmıştı; dalgalar yayılarak Meng Hao’nun biraz önce engellediği, havaya fırlayan şeyin ortaya çıkmasına sebep oldu… Bu şey Kan Klonuydu!



Bu kanlı bir parıltı yayması dışında her anlamda Meng Hao’ya benzeyen Ji klanı Kan Klonuydu. Ortaya çıktığında tam Meng Hao’nun karşısında duruyordu ve gözleri memnuniyetsizlik ve mücadeleyle parlıyordu. Onun Beş Zehir Kabilesinin son üyesini de öldürdükten sonraki kan hırsı içgüdüsel olarak en yakındaki canlıyı tüketme arzusu hissetmesine neden olmuştu.



O sırada Karga Mabudu Kabile üyeleri rahat nefes almaya başlamışlardı. Savaş çılgınlığının yorgunluğuyla şeytansıları da yanlarına alarak geri çekilmişlerdi.



Bütün kabile üyelerinin ve şeytansıların Meng Hao’nun arkasına geçmeleri kısa bir zaman almıştı. Yabancı Canavar bile Kan Klonuna karşı içgüdüsel bir korkuyla geri çekilmişti.



Sadece Et Peltesi ve Papağan karşı koymaya cüret edebilmişlerdi, ikisi de Meng Hao’nun birer omuzunda karşılarındaki Ji Klanı Kan Klonuna kibirli bir şekilde bakarak duruyorlardı.



Bu piç çok çirkin.” dedi Papağan onu ölçüp biçerek. “Hiç kılı yok, bir tane bile yok! Nasıl böyle bir şey var olabilir? Ayrıca onun aurası neden tanıdık geliyor? Onu tam olarak tarif edemiyorum…



Et Peltesi, Kan klonuna garip, değer biçer gibi bir bakış attı ve ardından son derece dostane bir şekilde selamladı. “Heyyy. Merhaba! Ben Üçüncü Lord. Sana bir şey söyleyeceğim, benim kaça kadar sayabildiğimi biliyor musun? Üçe kadar sayabiliyorum…”



Kan Klonu o ikisini tamamen görmezden gelerek Meng Hao’ya gözlerini dikti. Bu şeyin içinde doğuştan gelen bir gurur vardı ve gurur Meng Hao ile olan bağlantısını mühürlemiş gibi görünüyordu. Yüzündeki kafa karışıklığı yüzünün çarpıklaşmasına neden oldu. Aniden Meng Hao’ya doğru bir kükreme koparttı.



Onun gelişim merkezi özeldi. Nüve Formasyonunda, Gelişen Ruhta yada Ruh Bölmede hissedilmesi imkansız bir şey vardı. Sanki gelişim merkezine sahip değil gibiydi. Tek sahip olduğu şey bir auraydı, bir gelişim merkezinin ötesinde korku verici bir aura. Bu aura sanki yaşayan bütün varlıklara düşmanmış hissi veriyordu.



Dahası, güçlü uzmanların kan ve hayat kuvvetlerini özümsedikten sonra aurası daha da güçlenmişti. Meng Hao onu yaratan kişi olsa da onun Kan Ölümsüz büyü mirası ya da çeşitli kontrol teknikleriyle kontrol edilemeyeceğini hissediyordu. O, korku verici eylemlerini gerçekleştirmek için iç güdülerini kullanıyordu.



Ji Klanı Kan Klonunun olduğu yerde hırladığını gören Meng Hao’nun kalbi biraz kötüleşti. Kan Ölümsüzü mirası kayıtlarına göre, ruhları arıtmak için kan kullanıldığında bir isyan olayının meydana gelme ihtimalinin olduğunu biliyordu. Genelde bu olay bir Kan Mabudu ortaya çıktığında olacaktı. Kan Ruhlarında meydana gelmesi çok nadirdi. Bunun Kan Klonuyla meydana gelme ihtimali ise neredeyse yok gibiydi.



Fakat bu Ji Klanı Kan Klonu daha Kan Klonu evresinde olsa da aniden isyan belirtileri göstermeye başlamıştı. Bu hiç şüphesiz Kan Ölümsüzünün de hiç beklemediği bir şeydi.



Bu durum Meng Hao’nun aniden gizemli Ji kanı damlasını düşünmesine neden oldu.



Tam o sırada Ji Klanı Kan Klonunun kızıl gözleri titreşti. Kükredi ve Meng Hao’ya doğru hücum etti. Fakat o anda Meng Hao’nun gözleri kırmızı bir ışıkla parladı. Göz bebekleri kızıla döndü ve içinde büyülü semboller belirdi.



O anda Kan Klonu çığlık attı ve Meng Hao’dan uzaklaştı.



Meng Hao soğukça homurdandı. Sağ elini kaldırarak bir büyü hareketi uyguladı ve hiç tereddüt etmeden bir Kan Ölümsüzü miras tekniği kullandı. Bütün gücünü arıtım işlemi sırasında klonun vücuduna yerleştirdiği bir kısıtlayıcı mühre akıttı.



Kan Klonu acınası çığlıklar koparttı ve titremeye başladı. Yarım tütsülük zamanın ardından vücudu aniden dağılarak bir damla kana dönüştü. Meng Hao mührü almak için elini salladı, ardından kan damlasını eline geçirdi.



Kan avucuna dokunduğu anda bir ipek ipliğine dönüştü. Bu, Meng Hao’nun Ji Klanı Kan Klonunun çekirdeği için kullandığı materyaldi.



Kan Klonunun icabına bakarken Meng Hao’nun yüz ifadesi her zamanki gibiydi. Fakat, kalbi karanlıkla dolmuştu. İlk defa Kan Klonu başkaldırı işaretleri göstermişti ve Meng Hao’nun kısıtlayıcı mührün gücünün tamamını ortaya çıkartmasına neden olmuştu. Eğer bu bir kez daha olursa aynı kısıtlayıcı mührün önceki gibi aynı etkiye sahip olacağından emin değildi.



Gözleri düşünceli bir şekilde titreşti.



Eğer Kan Klonunu Kan Ruhlarının yöntemiyle arıtsaydım, kısıtlayıcı mührün etkinliği biraz daha yüksek olurdu.” Kararını veren Meng Hao Karga Mabudu Kabilesini ve şeytansıları savaş alanından çıkarttı. Totemik Kutsal Antiklerin cesetlerini ve Beş Zehir Kabilesinin uçan aracını topladı ve yavaşça uzaklaştı.



Onlar ayrıldıktan sonra savaş alanından çok uzak olmayan bir yerde, Mor Yağmur tarafından neredeyse tamamen suyun içine batmış olan bir alandaki bir dağın zirvesinde, bir dalga belirdi. Zhixiang ortaya çıktı. Karga Mabudu Kabilesinin gittiği yöne doğru bakarak güldü.



Görünüşe göre onu yine küçümsemişim… Zafer kazanmak için büyük bir bedel ödeyeceğini tahmin etmiştim, belki de Dans Eden Kılıç Qi’sini harcaması gerekecekti. Tek yaptığı şeyin Öd Ağacının gücünü kullanmak olduğuna inanamıyorum.



O kaç kere Öd Ağacını çağırabilir? Ve ne kadar Kılıç Qi’si kaldı?” Düşüncelere dalan Zhixiang olduğu yerde bir süre durdu, kaşları çatıktı. En sonunda ise gülümsedi.



Önemli değil. Bunları öğrenmeye çalışmanın ne anlamı var? Daha İlkel Ölümsüz Şeytan Düzleminin tekrar açılmasına yıllar var. Bu sırada Güney Gökte biraz eğlenebilirim.” Kahkahalarla birlikte vücudu titreşti ve Zhixiang ortadan kayboldu.



O ortadan kaybolduğu anda Karga Mabudu Kabilesine önderlik eden Meng Hao aniden omuzunun üstünden arkaya baktı, gözleri ışıl ışıl parlıyordu.



Bölüm ismi: Beş Zehir Kabilesinin Yok Oluşu












Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 44301 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr