Bölüm 506

avatar
6421 17

I Shall Seal The Heavens - Bölüm 506


Bölüm 506: Güney Çatlak Koruyucusu!



Gümbürtüler gökyüzünü sarstı ve patlamalar yeryüzünün sallanmasına neden oldu. Güney Çatlak Geçidi tamamen titriyor gibi göründü. Savaş sesleri dört bir yanda yankılanıyordu.



On binden fazla Karga Mabudu üyesi kan çanağına dönmüş gözlerle çıldırmış gibi dövüşüyorlardı. Büyülü teknikler ve beş element totem dövmelerinin patlayıcı gücü her yeri sarmıştı. Aniden tarif edilemez bir aura yükseldi.



Göz açıp kapayıncaya kadar bir katliam başladı.



Wu Chen artık çocuk değildi. Büyük bir adam gibi görünüyordu. Fakat bu değişimin sebebi sadece zaman değildi. Yıllardır girdikleri sayısız savaşlarda kan ve pıhtı içinde pişmişti. Öncekinden çok daha olgun görünüyordu, yüzü ciddi ve sertti. Gözleri kan damarlarıyla doluydu ve vücudundan bir öldürme arzusu ve sert bir soğukluk yayıyordu.



O saldırırken Ahşap-tip totemleri ortaya çıktı. Parlak ışık yükselip elini sararken Deniz Şeytanı kabilesinden bir gelişimcinin kesik başını havaya kaldırdı.



Etrafındaki Karga Mabudu kabile üyelerinde de aynı sahneler mevcuttu. Bir düşman öldürdüklerinde kesik başını gökyüzüne doğru kaldırıyorlardı. Yaydıkları aura şok ediciydi.



Onlar için savaş nefes almak gibiydi. Yani, belki bu biraz abartı olabilirdi. Her hâlükârda uzun zamandır buna alışmışlardı. Yıllar süren seyahat ve sayısız ölüm Karga Mabudu üyelerinin ölümle yaşam arasındaki farka artık çok aldırış etmemelerine sebep olmuştu. Fakat Siyah Topraklara girme kararlılıkları her saniye daha da güçleniyordu.



Bu kararlılık, onları yollarına çıkan herhangi bir şeyi çılgınca katletme isteğiyle dolduruyordu.



Onların saldırıları temiz ve düzenliydi. Göz açıp kapayıncaya kadar öldürüyorlardı. Fışkıran kanlar onların titremesine sebep olmuyor, aksine öldürme isteklerini, kana susamışlıklarını kamçılıyordu.



Öldürün onları!” Bunu ilk kimin söylediği belli değildi. Ama kısa sürede on binden fazla Karga Mabudu üyesinin sesi bir bütün haline gelmişti. Öldürme arzusuyla dolu bağırışları göklere kadar yükselmişti. Deniz Şeytanı kabile üyelerinin kalpleri anında sarsılmıştı. Hepsinin de yüzleri solmuş ve cesaretleri kırılmıştı. Tek yapabildikleri geri çekilmekti.



Böyle bir katliam, Karga Mabudu üyelerinin her birinden gelen böyle bir şov, sanki Karga Mabudu kabilesini Güney Çatlak Geçidini yıkmaya hazır bir katliam rüzgarıymış gibi gösteriyordu. Savaşın başlamasından sadece birkaç nefes sonra Deniz Şeytanı kabilesi çoktan birkaç bin gelişimci kaybetmişti bile.



Tek bir saldırıya karşı bile direnemiyorlardı!



Onlar kuzey kabilesi olamazlar!!



Kuzey bölgesinde böyle bir kabile yok! Sadece Ruh Bölme Patriğine sahip büyük kabilelerin böyle savaşabilecek Savaş Kabileleri vardır!!” Deniz Şeytanı Kabilesinin kalpleri ve zihinleri inanamazlıkla doldu. Bu düşünceler bir korku kaynağına dönüştü. İçten içe hissettikleri titremeyi kontrol edemiyorlardı.



Umutsuzluk ve dehşetle dolu acımasız çığlıklar yükseldi. Aslında Deniz Şeytanı Kabilesi bir savaş tecrübesi yaşamayalı çok çok uzun zaman olmuştu. Geçmişte zaferler elde etmişler, ama Kıyametin gelmesiyle birlikte sadece onlara boyun eğen kabilelerle karşılaşmışlardı. İlk defa vahşi ve barbarca saldıran bir kabileyle yüzleşiyorlardı.



Deniz Şeytanı Kabilesi ilk başta öfkeyle başlasa da şu an o öfke dehşete dönüşmüştü. Dehşet ve çığlıklar dört bir yanda yankılandı. Aşağıdaki diğer kabilelerden on binlerce insan bu savaşı kocaman açılmış gözleriyle şaşkın şaşkın izliyorlardı. Nefesleri kesilmiş bir şekilde olup bitenlere boş boş bakıyorlardı. Katliam sesleri kulaklarını dolduruyordu ve kalplerindeki bir nebze cesaret inleme ve feryatlarla silinip gitmişti.



Tüm bunlar sanki izledikleri şey gerçek değilmiş gibi hissettirdi. Fakat kısa bir süre sonra savaş alanındaki bütün kan, acımasızlık ve katliam son derece netleşti.



Onlar… Karga Mabudu Kabilesi mi?



Karga Mabudu Kabilesi bu kadar güçlendi mi? Karşılarındaki Deniz Şeytanı kabilesini sanki kuru ot çiğner gibi kolayca eziyorlar!”



On binlerce izleyici nefeslerini tutmuş bir şekilde şiddetli bir şok ile izliyordu.



Biraz uzakta Karga Mabudu üyeleri tıpkı birer keskin ok gibi önlerine çıkan her şeyi kesip geçiyordu. Doğrudan Güney Çatlak Geçidine saplanmışlardı; onlara en ufak bir direnç gösterebilecek bir Deniz Şeytanı Kabilesi üyesiyle karşılaşmamışlardı.



Yaptıkları uzun seyahat boyunca Karga Mabudu Kabilesinin Gelişen Ruh gelişimcisi sayısı on dörde ulaşmıştı. İki tanesi geç aşamadaydı, beş tanesi orta aşama ve yedi tanesi ise erken aşamaydı. On dört gelişimci havada uğuldarken Deniz Şeytanı Kabilesinin Gelişen Ruh Gelişimcilerine doğru öldüre öldüre ilerlediler. İki kuvvet birbirleriyle gürültülü bir şekilde çarpıştılar ve ölümcül bir dövüş başladı.



Gümbürtüler koptu, dağ zirveleri sarsıldı. Katliamın sesi gök ve yeri sarsıyordu. Meng Hao ise havada durmuş, soğukça etrafa bakıyordu. Onun saldırmasına gerek yoktu, çünkü 150,000 şeytansı onun iradesiyle yıkıp geçiyordu. Onlara karşı gösterilen herhangi bir direnç kuru ot gibi eziliyordu.



Deniz Şeytanı Kabilesinin şeytansıları anında paramparça olarak yiyeceğe dönüşmüşlerdi. Meng Hao onları sürüsüne katmakla uğraşmamıştı, çünkü kendi sürüsü aylardır açtı…



O sırada Meng Hao’nun şeytansı sürüsü bir ziyafet çekiyordu.



Meng Hao savaş alanını gözleriyle süzerken İblis Mızrağını elinde tuttu. Hava dalgalandı ve iki tane yaşlı adam bütün engelleri geçerek Meng Hao’nun karşısında belirdi.



Bu iki yaşlının gelişim merkezleri zayıf değildi. Gözleri öfke alevleriyle kavrulurken kutsal becerilerini kullandılar. Totemik güç bir okyanus gibi dışarıya patladı ve bir Deniz Şeytanı görüntüsüne dönüşerek hemen Meng Hao’ya saldırdı.



Meng Hao’nun ifadesi her zamanki gibiydi. İblis Mızrağını kaldırmak ve ileri doğru uzatmaktan başka bir şey yapmadı. Tıpkı uzun bir Ejderha bir denizi geçiyormuş gibi iblis sisi dışarı doğu patladı. Sayısız sisli surat iki yaşlı adama doğru fırladı.



Meng Hao kendi gücünü hiç kullanmamıştı; bu tamamen İblis Mızrağının kudretiydi. O andan itibaren Meng Hao bu mızrağın sonsuza kadar kalamayacağını hissedebiliyordu. Ne de olsa, o bir İblis Kurgusundan arıtılmıştı ve zaman geçtikçe içindeki İblis iradesi yok olmaya başlayacaktı. Bir süre sonra ise tamamen dağılıp gidecekti.



Bu durum Meng Hao onu kullansa da kullanmasa da değişmeyecekti. Her iki durumda da yok olacaktı.



Hava gürültülerle dolarken iki yaşlı adam ağızları kan, yüzleri şaşkınlıkla dolu bir şekilde geriye fırladılar. İblis sisinin iplikleri adamların içine gömülmüştü ve vahşi suratlar onları ısırmaya başlamıştı. Geriye doğru kaçan yaşlıların yüzleri düştü. Artık saldırma düşüncesini akıllarından çıkartmışlardı; ne yazık ki onları takip eden Karga Mabudu Gelişen Ruh uzmanları tarafından hemen yolları kesildi.



Tam o sırada aniden Güney Çatlak Geçidinden vahşi bir kükreyiş duyuldu. Bir anda mavi dalgalar ortaya çıkarak havaya fırladı ve geniş bir deniz formuna büründü.



Aşağıdaki on binlerce gelişimci nefes nefeseydi. Bazıları bu dalgaların ne olduğunu anlamıştı.



Deniz Şeytanı Totemi!!”



Kükreyiş ve yayılan dalgalar o sırada darmadağın olmanın eşiğine gelmiş olan Deniz Şeytanı Kabilesinin aniden umutsuzluk içinde bir umut bulmuş gibi görünmelerine sebep oldu. Gözleri aniden vahşi bir neşeyle parladı.



Aynı zamanda, zemin sallanırken Güney Çatlak Şehrindeki bir alan bir anda çöktü. Mavi bir ışık havaya fırladı. O, Meng Hao’ya doğru fırlarken dalgalar deniz dalgası gibi yayıldı.



Bir yaratık ortaya çıktı. Vücudunu kaplayan mavi pullar ona garip bir görünüm vermişti. Biçim olarak insanı anımsatsa da bir balık kuyruğuna ve dört kola sahipti. Her kolunda birer tane üç dişli mızrak vardı.



Dört tane üç dişli yıldırımla dans etti. Bu yaratık ortaya çıktığı anda şok edici bir aura patlaması oldu. Yaratık öfkeli bir kükreyişle Meng Hao’ya doğru hücum etti.



Ama yaklaşamadan önce havada bir rüzgar esintisiyle birlikte Yabancı Canavar ortaya çıktı. O yaratıkla çarpışırken Papağan da ortaya çıktı ve kanatlarını çırparken ciyakladı:



Ne kürkü var ne de tüyü! Lanet olsun! Seninde kürkün ya da tüyün yok!! Sevgili cariyem, onu infaz et!” Tiz ciyaklama sesleriyle birlikte Papağan aniden bir mızrak başına dönüşerek Totemik Deniz Şeytanına doğru fırladı.



Büyük gümbürtüler koparken çok sayıda Deniz Şeytanı Kabile Üyesi öldü. Kanlar Güney Çatlak Geçidine yağmur gibi yağdı. Üyelerin ruhları bile yok edilmişti. Tüm savaş alanı kıpkırmızıydı.



Deniz Şeytanı Kabilesi tamamen yok olmak üzere gibiydi. Fakat, tam o sırada kabilenin Büyükbabası acınası bir çığlık attı.



Ana kabile, kurtar bizi!” Adamın sesi yankılanırken Güney Çatlak Geçidi sallanmaya başladı. Şehrin yüzeyinde birçok yarık ortaya çıktı ve tıpkı yıldırım arkları gibi hızla yayılmaya başladı. Şehirdeki birçok bina yıkıldı ve hava toz duman oldu. Aniden garip bir mırıldanma duyuldu. Bu garip mırıldanma sanki bir çağrı gibiydi, Güney Çatlak Şehrinin altıdaki devasa, antik bir heykele yapılan çağrı. Heykel yavaş yavaş yeri parçalayarak yükselmeye başladı.



Heykel simsiyahtı ve sekiz kolu vardı. Deniz Şeytanı totemine benziyordu, fakat verdiği hissiyat tamamen kadimlikle doluydu. Ayrıca ondan yayılan habis bir aura da vardı. Heykel yükselince kapalı olan gözleri aniden açıldı.



Bir heykel gibi görünüyordu, ama göz açıp kapayıncaya kadar sanki bir çeşit mühür kırılmış gibi ruhu aniden uyandı. Bir anda bu antik heykelin ruhunun gücü patladı.



Heykel gözlerini açtığı anda Meng Hao’nun vücudunu bir titreme kapladı ve içi derin bir tehlike hissiyle doldu. Gözleri kocaman açılsa da en ufak bir geri çekilme hamlesinde bulunmadı. Sağ elini kaldırdı ve İblis Mızrağını heykele doğru savurdu.



BZZZZZZ!



İblis Mızrağı havayı yardı, simsiyah bir ışına dönüşerek fırladı.



“Güney Çatlak Koruyucusu!!



Onu… Onu antik kayıtlarda okumuştum! Batı Çölünde Güney Diyarı Gelişimcilerinden oluşan büyük orduya karşı savunma yapmak için onlardan toplamda yüz tane yaratıldı. Bu bir Güney Çatlak Koruyucusu!



Siyah Zırhlı Koruyucu!!



Deniz Şeytanı Kabilesinin bu bölgeyi kontrolü altına almasına şaşırmamak gerek. Onların totemleri bu Siyah Zırhlı Koruyucuya benziyor. Yoksa… Deniz Şeytanı Kabilesi aslında bu şeyin soyundan mı geliyor!!”



Aşağıdaki on binlerce gelişimci bunu tartışırken İblis Mızrağı havayı yararak ilerledi. Göz açıp kapayıncaya kadar heykelin önüne varmıştı, sayısız vahşi suratla dolu olan İblis sisiyle beraber onun alnına hedef aldı.



Fakat heykel İblis Mızrağını tamamen görmezden geldi. Meng Hao’ya bakarken gözleri garip bir ışıkla parladı. İblis Mızrağı tam kafasına ulaştığı anda dudakları hareket etti ve bir kelime mırıldandı.



Tin.



Bu sadece bir kelimeydi ama Meng Hao’nun vücudu titredi ve ağzından kan aktı. Soluk bir yüzle geriye doğru sendeledi. Sanki ruhu parçalanacakmış gibiydi. Aniden tüm vücudu şiddetli bir acıyla doldu.



Sanki bu tek kelime heykelin baktığı herhangi bir şeyi yok edebilme gücüne sahip gibiydi!



Bu sırada, geçidin diğer tarafındaki üç haydut kabilesi birbirlerine baktılar. Aniden üç Büyükbaba ileri doğru hareketlendi.



Geçidin muhafızlarına, Deniz Şeytanı kabilesine saldırmaya cüret ettiler!” diye bağırdılar. “Bu fırsatını kaçıramayız. Burada durup izlemeyeceğiz!” Büyükbabalarının sesini duyan haydut kabileleri aniden Güney Çatlak Geçidine doğru fırladılar.



Belli ki Meng Hao’nun yaralanmasını savaşın gidişatının değiştiği şeklinde yorumlamışlardı. Şimdi onlar için katliam ve yağma fırsatı doğmuştu!












Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 43990 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr